8 ay önce
No One Will Save You filmine yorum yazdı:
Vampir Nosferatu filmine yorum yazdı:
Yapılmış en iyi vampir filmi mi? Kesinlikle öyle. Edebi ve sinematografik olarak bir şaheser. Bram Stoker'ın Dracula romanı sinemanın erken dönemlerinden itibaren sayısız kez uyarlandı. İlk dönemlerde sinema teknik olarak bir şiir yaratabilecek imkana sahip değildi. İlerleyen dönemlerde ise vampir miti Hollywood'un kuralları içerisine sıkışmaya başladı. Örneğin Francis Ford Coppola'nın Dracula filmi; incelikle yaratılmış setlerde parıl parıl parlayan ışıklarla muazzam bir atmosfere sahip. Güzel görünüyor. Çünkü öyle görünmek istiyor. Fakat Werner Herzog'un Nosferatu için güzel gösterme çabası yok. Film zaten güzel. Zira eserin tümü gerçek mekanlarda çekiliyor. Hatta Transylvania sahneleri sahiden Romanya'da, yerli halk ile birlikte çekiliyor. Alman mimarisinin bunaltıcı görünümü de filmin estetiğini besliyor.
Dracula bu kez karşımıza her zamankinden daha acınası bir halde çıkıyor. Kan içmek onun bedensel formunu güzelleştirmiyor, kendisini saklayamıyor. Efsanevi ressam Roland Topor ... DevamıYapılmış en iyi vampir filmi mi? Kesinlikle öyle. Edebi ve sinematografik olarak bir şaheser. Bram Stoker'ın Dracula romanı sinemanın erken dönemlerinden itibaren sayısız kez uyarlandı. İlk dönemlerde sinema teknik olarak bir şiir yaratabilecek imkana sahip değildi. İlerleyen dönemlerde ise vampir miti Hollywood'un kuralları içerisine sıkışmaya başladı. Örneğin Francis Ford Coppola'nın Dracula filmi; incelikle yaratılmış setlerde parıl parıl parlayan ışıklarla muazzam bir atmosfere sahip. Güzel görünüyor. Çünkü öyle görünmek istiyor. Fakat Werner Herzog'un Nosferatu için güzel gösterme çabası yok. Film zaten güzel. Zira eserin tümü gerçek mekanlarda çekiliyor. Hatta Transylvania sahneleri sahiden Romanya'da, yerli halk ile birlikte çekiliyor. Alman mimarisinin bunaltıcı görünümü de filmin estetiğini besliyor.
Dracula bu kez karşımıza her zamankinden daha acınası bir halde çıkıyor. Kan içmek onun bedensel formunu güzelleştirmiyor, kendisini saklayamıyor. Efsanevi ressam Roland Topor'un canlandırdığı Renfield'ı dışında ona gerçekten hürmet eden kimse yok. Lucy'den beklediği sevgiyi süper güçleriyle almayı da başaramıyor. O gemide gelen bir fare. Tabutlarını kendisi taşıyor. Camları kırık bir harabede yaşıyor. Ölümsüzlük ile lanetlenmenin en dibine kadar düşmüş. Zavallı olduğunun farkında.
Bu film ayrıca muazzam halk bestecisi Hamlet Gonashvili ile tanışmamı da sağladı. Bestelerini başka bir ruh halinde yapmış olması lazım, ilk kez böyle bir şey dinliyorum.
Tüylerim sık sık diken diken oldu. Hayatımda iz bırakacak o görsel tecrübelerden biriydi. Werner Herzog'u daha fazla deneyimlemeliyim.
El Conde filmine yorum yazdı:
Şu anda Netflix'de izleyebileceğiniz en iyi yapımlardan biri. Vampir mitine de başka bir bakış atıyor. Konusu ilginizi cezbetmese bile sinematografisi görülmeye değer. Siyah beyaz tercihi herkesin harcı değil ama Pablo Larrain'in gözü şahaneymiş, ben de ilk kez kendisinin bir işini izliyorum.
Augusto Pinochet, Şili tarihinden faşist bir diktatördür. Klasik bir şekilde insanların kafasını kestirir, ülkenin kaynaklarını çalıp çırpar. Film ise onu artık ölmek isteyen bir vampir olarak resmeder. Ölmek ister, çünkü insanlar onu "hırsız" olarak anmaktadır. Çok iyi bir hırsız olduğunu bildiğinden ötürü olsa gerek ki bunu kendine yediremez. Çünkü iyi bir hırsızın çaldığını anlamazsınız.
İşin içine genç ve güzel bir rahibe aracılığıyla kilise, Kont'un çocukları da dahil olur. Ne Tanrı'nın emirleri, ne baba sevgisi önemlidir. Herkes paranın peşindedir. Zaten Rahibe Carmencita'nın vampir olup, Şeytan'a yaklaştıktan sonra kilisenin ağırlığından kurtulması ve havada özgürce uçması da bunun ... DevamıŞu anda Netflix'de izleyebileceğiniz en iyi yapımlardan biri. Vampir mitine de başka bir bakış atıyor. Konusu ilginizi cezbetmese bile sinematografisi görülmeye değer. Siyah beyaz tercihi herkesin harcı değil ama Pablo Larrain'in gözü şahaneymiş, ben de ilk kez kendisinin bir işini izliyorum.
Augusto Pinochet, Şili tarihinden faşist bir diktatördür. Klasik bir şekilde insanların kafasını kestirir, ülkenin kaynaklarını çalıp çırpar. Film ise onu artık ölmek isteyen bir vampir olarak resmeder. Ölmek ister, çünkü insanlar onu "hırsız" olarak anmaktadır. Çok iyi bir hırsız olduğunu bildiğinden ötürü olsa gerek ki bunu kendine yediremez. Çünkü iyi bir hırsızın çaldığını anlamazsınız.
İşin içine genç ve güzel bir rahibe aracılığıyla kilise, Kont'un çocukları da dahil olur. Ne Tanrı'nın emirleri, ne baba sevgisi önemlidir. Herkes paranın peşindedir. Zaten Rahibe Carmencita'nın vampir olup, Şeytan'a yaklaştıktan sonra kilisenin ağırlığından kurtulması ve havada özgürce uçması da bunun sağlamasıdır.
Jim Jarmusch, Werner Herzog, Tomas Alfredson gibi yönetmenlerle vampir mitine farklı bir bakış atmayı öğrenen sinemanın son güzelliklerinden biri oldu Kont. Muazzam oyunculukları ve sinematografisi ile epey cesur bir kapı aralıyor. Acaba bir gün bizim sinemamızda da malum liderler için benzeri filmler yapılacak mı?
Açlık filmine yorum yazdı:
"Hayır, insanlar hep rezildi. Ama Dünya daha güzeldi."
İnsanın kendini yiyip bitirmesine dair bir öykü. Bir distopik bilim-kurgu başyapıtı. Açlığa dair yapılmış en iyi filmlerden.
Filmdeki 2022 tasvirinde nüfus öylesine büyümüş, sosyo-ekonomik fark öylesine açılmış, fakirlik öylesine yayılmıştır ki ölüler cenaze aracıyla mezara değil, çöp kamyonlarıyla çöp öğütme tesislerine giderler. İsyancılar tutuklanamazlar, çünkü tutuklu kalabilecekleri kadar geniş cezaevleri yoktur. Onun yerine kepçelerle kasalara doldurulup götürülürler. Binaların koridorlarında, merdivenlerinde yatan insanlardan hangilerinin yaşıyor, hangilerinin ölü olduğunu seçemezsiniz. Filmin hızlı kamera geçişleriyle onları umursamazsınız bile, çünkü bu evrenin normali budur. Beslenme problemi ise okyanustaki planktonlar ve soya fasulyesinden üretilen tabletlerle karşılanır. Çünkü tarım bitmiştir, olanı da zenginler alır. İşte bu girdilerin ardından film bir dedektiflik hikayesini katmanlandırmaya başlar. "Soylent ... Devamı"Hayır, insanlar hep rezildi. Ama Dünya daha güzeldi."
İnsanın kendini yiyip bitirmesine dair bir öykü. Bir distopik bilim-kurgu başyapıtı. Açlığa dair yapılmış en iyi filmlerden.
Filmdeki 2022 tasvirinde nüfus öylesine büyümüş, sosyo-ekonomik fark öylesine açılmış, fakirlik öylesine yayılmıştır ki ölüler cenaze aracıyla mezara değil, çöp kamyonlarıyla çöp öğütme tesislerine giderler. İsyancılar tutuklanamazlar, çünkü tutuklu kalabilecekleri kadar geniş cezaevleri yoktur. Onun yerine kepçelerle kasalara doldurulup götürülürler. Binaların koridorlarında, merdivenlerinde yatan insanlardan hangilerinin yaşıyor, hangilerinin ölü olduğunu seçemezsiniz. Filmin hızlı kamera geçişleriyle onları umursamazsınız bile, çünkü bu evrenin normali budur. Beslenme problemi ise okyanustaki planktonlar ve soya fasulyesinden üretilen tabletlerle karşılanır. Çünkü tarım bitmiştir, olanı da zenginler alır. İşte bu girdilerin ardından film bir dedektiflik hikayesini katmanlandırmaya başlar. "Soylent Green" adlı beslenme tabletini üreten şirketin ortaklarından biri suikasta kurban gider ve katmanlar bizi gittikçe derine çeker. Böylesine zengin, korunaklı, mutlu bir adam neden ölmüştür? Ve ölmeden önce neden günah çıkartmıştır?
Filmin yarattığı görsel dünya ve kurallar bütünü inanılmaz gerçekçi. Aynı evrende olmasak bile oraya ait hissettiriyor, çünkü normalini çok doğal anlatıyor. Ve bu normalin içerisinden günümüz dünyasına dair pencereler de açıyor. Dünyadaki en değerli varlığın insan olduğu dönemleri geçeli yıllar olmadı mı zaten?
Raw filmine yorum yazdı:
Julia Ducournau'nun kafasında bolca zengin fikir var. Ancak nasıl anlatacağını bilmiyor. Geçtiğimiz yıllarda çokça konuşulan Titane filminde de aynı problem vardı. Fikirlerini soyutlaştırırken de özgün sahneler düşünüyor ama bunu çok suni bir kaba koyup, resmen filmine striptiz yaptırıyor. Karakteri arabayla seviştirip, onu uzun uzun vitese oturtuyor. Veya karaktere insan parmağı yedirtip 15 saniyede bitireceği vurucu sahneyi birer dakikalık sekanslar halinde tekrar tekrar sündürüyor. İşte bu da fikrinin arkasında durmak yerine onu bir pornoya çevirmek oluyor.
Bahsettiğim temel problem dışında sahiden düşüncelerinizi çok farklı yerlere sürükleyecek bir iş. Hayvan hakları, ırkçılık, kimlik bulma süreci, ama özellikle feminizm. Yarattığı bol mizahlı ve sürreal üniversite kampüsü de tüm bu fikirlerin uçuk tasvirini destekliyor.
Ailesi tarafından bir vejetaryen olarak yetiştirilen Julien, veterinerlik fakültesinin bir geleneği nedeniyle çiğ tavşan böbreği yiyince kendisinin farklı ... DevamıJulia Ducournau'nun kafasında bolca zengin fikir var. Ancak nasıl anlatacağını bilmiyor. Geçtiğimiz yıllarda çokça konuşulan Titane filminde de aynı problem vardı. Fikirlerini soyutlaştırırken de özgün sahneler düşünüyor ama bunu çok suni bir kaba koyup, resmen filmine striptiz yaptırıyor. Karakteri arabayla seviştirip, onu uzun uzun vitese oturtuyor. Veya karaktere insan parmağı yedirtip 15 saniyede bitireceği vurucu sahneyi birer dakikalık sekanslar halinde tekrar tekrar sündürüyor. İşte bu da fikrinin arkasında durmak yerine onu bir pornoya çevirmek oluyor.
Bahsettiğim temel problem dışında sahiden düşüncelerinizi çok farklı yerlere sürükleyecek bir iş. Hayvan hakları, ırkçılık, kimlik bulma süreci, ama özellikle feminizm. Yarattığı bol mizahlı ve sürreal üniversite kampüsü de tüm bu fikirlerin uçuk tasvirini destekliyor.
Ailesi tarafından bir vejetaryen olarak yetiştirilen Julien, veterinerlik fakültesinin bir geleneği nedeniyle çiğ tavşan böbreği yiyince kendisinin farklı yönlerini keşfediyor. Bu değişim sosyal olarak farklı olması, toplumda garip karşılanması, sekse karşı bakışı, vicdani farklılıkları ile paralel gidiyor. Böylece vampirlik, kanibalizm gibi anlatılara da özgün bir boyut açılıyor.
Şu anda Netflix'de bulacağınız filmi görsel zafiyetleriniz yoksa izlemenizi önerebilirim. Kötü oyunculuk, konu odağının sarsılması ve şovculuğu dışında verecek bir dolu şeyi de var.
Konuş Benimle filmine yorum yazdı:
Modern bir korku klasiği olabilir mi? Ben tam olarak emin değilim ancak finali dışında çok etkilendiğimi, gerçekten korktuğumu söyleyebilirim. Modern bir klasik olarak anmasam da öyle olan It Follows gibi filmlerin ayak ucuna yazabilirim. Filmin YouTube'da skeçler çeken bir ekipten çıkması da onu ilginç yapıyor. Hatta o kadar ilginç ki, yapılmamışın peşinde koşan A24 işi satın alıyor.
Talk to Me, klasik korku öğelerinin birçoğunu toparlayıp yine klasik bir korku senaryosu barındırıyor. Fakat onu özel yapan şey tüm bu öğelere ve senaryoya şekil değiştirmek suretiyle özgün bir boyut katması. Bir exorcism anlatısı var ama alışık olduğumuz gibi değil. Haunted teması var ama yine farklılaştırılmış. Öte yandan korku filmlerinde ana karakterin kötülüğe karşı temsili söz konusudur. Fakat burada onu da tersine çevirip, ana karakteri kötülüğün bir aleti olarak kullanıyor. Hatta film neredeyse tüm karakterlerini Ouija tahtası yerine koyuyor. Bu kez tahtadaki harfler değil, karakterler konuşuy ... DevamıModern bir korku klasiği olabilir mi? Ben tam olarak emin değilim ancak finali dışında çok etkilendiğimi, gerçekten korktuğumu söyleyebilirim. Modern bir klasik olarak anmasam da öyle olan It Follows gibi filmlerin ayak ucuna yazabilirim. Filmin YouTube'da skeçler çeken bir ekipten çıkması da onu ilginç yapıyor. Hatta o kadar ilginç ki, yapılmamışın peşinde koşan A24 işi satın alıyor.
Talk to Me, klasik korku öğelerinin birçoğunu toparlayıp yine klasik bir korku senaryosu barındırıyor. Fakat onu özel yapan şey tüm bu öğelere ve senaryoya şekil değiştirmek suretiyle özgün bir boyut katması. Bir exorcism anlatısı var ama alışık olduğumuz gibi değil. Haunted teması var ama yine farklılaştırılmış. Öte yandan korku filmlerinde ana karakterin kötülüğe karşı temsili söz konusudur. Fakat burada onu da tersine çevirip, ana karakteri kötülüğün bir aleti olarak kullanıyor. Hatta film neredeyse tüm karakterlerini Ouija tahtası yerine koyuyor. Bu kez tahtadaki harfler değil, karakterler konuşuyor.
Bedenini ölü ruhlara teslim etme teması benim için çok rahatsız ediciydi. Bu intihara meyilli olmaktan da öte. Bu öyle bir bunalmışlık ve kimlik kaybı ki başka bir ruhun bedeninizde kimlik bulmasına izin veriyorsunuz. Üstelik bunun verdiği korku ve acıyı zevkle karşılıyorsunuz. Mia karakterinin rüyalarında yansımasını görememesi de bu kimlik kaybına işaret. Zira travmaları ve kayıplarıyla yüzleşmesine bile izin verilmeyen bir genç o.
Filmin öne çıkan bir diğer alt metni, sosyal medya eleştirisiydi. YouTube'da "porno yıldızı Riley Reid'in duş suyunu sattık" adlı videolar çeken bir ekibin bunu düşünmesi de ilginç. Bilirsiniz ki Instagram reels videoları 90 saniyeyle sınırlıdır. Talk to Me'nin ruhu bedene hapsetme sınırı 90 saniyedir. Aşarsanız ebediyen kalmak isterler. Aynı sosyal medyada gördüklerimizin artık ebediyen bilincimizde, düşünce yapımızda, duygularımızda kaldığı gibi. Kendi hayatımızdan çok başkalarının hayatını sevmek günümüzün en yaygın gerçeklerinden.
İkinci filme göz kırpmak için yapılan zorlama final, sıkıcı klişeye batmaktan kaçamayan bazı anlar, filmin evrenine davet aşamasında yeterince ikna edici olamaması gibi bazı sorunlar var. Fakat 2023'ün korku olaylarından biri olarak uzun yıllar anılacaktır.
Protesto filmine yorum yazdı:
La Haine, kabaca polisin ve halkın çatışması olarak anlatılır. Fakat tam olarak öyle değil. Aslında çatışma, devletin polise sinsilikle aşıladığı ideoloji ve yine devletin köşeye sıkıştırıp, arada bir elleri salınınca ortaya çıkan halkın tatmin duygusu arasında gerçekleşiyor. Polis koruma altında olduğunu sanıp suni bir rahatlama yaşıyor ve pis işler için hazır hissediyor. Halk ise kısa şiddet anlarını devlete karşı bir başarı olarak görüyor. Yani iki taraf da devletin tuzağına düşüyor. Böylece hegemonik devlet yapısı hücrelerimize işlenmişçesine devamlılık sağlıyor.
Filmi beğenmekle birlikte beklentimi karşılamadığını da belirtmeliyim. Fransa'dan öte, evrensel bir gerçekliği konu alıyor olsa da benzer olaylar yaşayan Türkiye'de yaşamama rağmen geçmeyen bir şeyler vardı. Bu da muhtemelen fikirden ötürü değil filmin kendisinden ötürüydü. Özellikle kurgu beni çok koparttı. Bazı olayların yerlerinin değişmesi gerekiyor bence. Diğer sebebi de filmi beklediğim kadar sert görmemem. Bu be ... DevamıLa Haine, kabaca polisin ve halkın çatışması olarak anlatılır. Fakat tam olarak öyle değil. Aslında çatışma, devletin polise sinsilikle aşıladığı ideoloji ve yine devletin köşeye sıkıştırıp, arada bir elleri salınınca ortaya çıkan halkın tatmin duygusu arasında gerçekleşiyor. Polis koruma altında olduğunu sanıp suni bir rahatlama yaşıyor ve pis işler için hazır hissediyor. Halk ise kısa şiddet anlarını devlete karşı bir başarı olarak görüyor. Yani iki taraf da devletin tuzağına düşüyor. Böylece hegemonik devlet yapısı hücrelerimize işlenmişçesine devamlılık sağlıyor.
Filmi beğenmekle birlikte beklentimi karşılamadığını da belirtmeliyim. Fransa'dan öte, evrensel bir gerçekliği konu alıyor olsa da benzer olaylar yaşayan Türkiye'de yaşamama rağmen geçmeyen bir şeyler vardı. Bu da muhtemelen fikirden ötürü değil filmin kendisinden ötürüydü. Özellikle kurgu beni çok koparttı. Bazı olayların yerlerinin değişmesi gerekiyor bence. Diğer sebebi de filmi beklediğim kadar sert görmemem. Bu bencil bir beklenti biliyorum ama kendimi fazlaca zor sahneye hazırlamışken aradığımı bulamadım.
Ancak elbette bir klasik La Haine. Sinematografisi ve özgün anlatım dili ile herkesin izlemesi gereken bir yapım.
Rashomon filmine yorum yazdı:
İnsanların yalanları, hataları, kötülükleri dinmeyen bir yağmur gibi. Ama ne gariptir ki hiç kimse ıslanmıyor. Çünkü herkes en başta kendine yalan söylüyor. Farkına varabilmenin yolu ıslanmak olsa gerek ki Oduncu da yağmurun altında kaldığı anda kendisiyle yüzleşiyor ve iyiliğe yöneliyor. İnsanların davranış örüntüsünü irdelemesi nedeniyle değerli bir film Rashomon.
İkinci Kurosawa deneyimimdi. Zengin alt metnini zekice bir kurguyla aktarması çok etkileyiciydi. Fakat ya Kurosawa bana göre değil ya da bu film özelinde sıkıldım. Bazı planlar çok uzundu. Üstelik bu uzun planlar filmin en az anlamlı olan saniyeleriydi. Üstüne bir de rezalet koreografi ile çekilmiş dövüş sahneleri girince filmden sık sık koptum. Bütün halinde bir büyüye sahip olsa da bütününü satın almak istesem Ridley Scott'un 2021 yılında çektiği The Last Duel'i satın alırım. Üstelik Rashomon'dan tam 1 saat daha uzun bir işti.
Zafer Yolları filmine yorum yazdı:
"Askerlerin çok güzel öldüler..."
Cephedeki asker parmakla sayılır. Annesinin, babasının, kardeşinin, eşinin, çocuğunun kalbi dışında değeri bu kadardır. Saldırı öncesi yüzde ellisinin öleceği tahmini yapılır. Saldırı sırasında en iyi ihtimalle yüzde altmışı ölür. Devletin belgelerine işleyen istatistikten öteye gidemezler. Aynı 100 metrelik cephenin ötesine canlı şekilde gidemedikleri gibi. Gitmeyi reddeden, korkan da erkek değildir zira. Onlara korkak diyenler de bu yorumu her zaman oturarak yapmışlardır.
Anti-militarist bir savaş filmi olarak Full Metal Jacket'a bayılırım. Fakat Kubrick, kendi filminden 30 yıl önce daha iyisini çekmiş. Hatta izlediğim en iyi savaş filmi bile olabilir. Filmi ayırt eden nokta ise değişimsizliğin klostrofobik etkisini en bunaltıcı haliyle vermesi. Hiçbir şeyin değişmediğini anlatan diğer filmlerin sonunda illaki bir şeylerin değiştiğini hissederiz. Mekan değişir, duygu değişir, karakterler değişir, ne bileyim filmin dokusu değişir. Ancak Paths o ... Devamı"Askerlerin çok güzel öldüler..."
Cephedeki asker parmakla sayılır. Annesinin, babasının, kardeşinin, eşinin, çocuğunun kalbi dışında değeri bu kadardır. Saldırı öncesi yüzde ellisinin öleceği tahmini yapılır. Saldırı sırasında en iyi ihtimalle yüzde altmışı ölür. Devletin belgelerine işleyen istatistikten öteye gidemezler. Aynı 100 metrelik cephenin ötesine canlı şekilde gidemedikleri gibi. Gitmeyi reddeden, korkan da erkek değildir zira. Onlara korkak diyenler de bu yorumu her zaman oturarak yapmışlardır.
Anti-militarist bir savaş filmi olarak Full Metal Jacket'a bayılırım. Fakat Kubrick, kendi filminden 30 yıl önce daha iyisini çekmiş. Hatta izlediğim en iyi savaş filmi bile olabilir. Filmi ayırt eden nokta ise değişimsizliğin klostrofobik etkisini en bunaltıcı haliyle vermesi. Hiçbir şeyin değişmediğini anlatan diğer filmlerin sonunda illaki bir şeylerin değiştiğini hissederiz. Mekan değişir, duygu değişir, karakterler değişir, ne bileyim filmin dokusu değişir. Ancak Paths of Glory bizi ilk saniyeden bir bataklığa atıyor ve çıkmamıza izin vermek yerine daha da dibe batırıyor. Çünkü savaş böyle bir şeydir. Gücün sahibi diğerlerine kan koklatır, çamura batırır, onları kurşuna dizdirir. Bu filmde de hırslarına yenik düşmüş bir generalin, 3 askerini korkaklık suçundan yargılatmasını ve Albay Dax'ın onları kurtarmaya çalışmasını izliyoruz.
Askerlerin psikolojik durumu o kadar gerçekçi yansıtılmış ki sinirim bozuldu. Full Metal Jacket'ın da amacı buydu ama orada biraz daha abartı bir gösterim vardı. Kötü olduğu için söylemiyorum fakat Paths of Glory'nin yavanlığını tercih ederim.
Filmin çok azını oluşturan savaş sahnelerinde bazı problemler yok değil. Askerler vurulmadan yere düşüyorlar gibi görünüyor. Ölen bir askerin sette patlatılan bombanın sesinden korkup canlandığını gördüm mesela. Ama bunun haricinde yılına göre muazzam bir set yaratımı ve ses kullanımı var. Filmin asıl odağı bu olmamasına rağmen Kubrick yine detaycılığını konuşturmuş.
Paths of Glory bütün milli, dini, ahlaksal görüşleri irdeleyen bir şaheser. Belli ki savaş asla bayrağa, millete, sana bana hizmet etmedi. Etmeyecek de.
Ninja Kaplumbağalar: Mutant Kargaşası filmine yorum yazdı:
Sabah 8 gibi kalkıp serin havada çizgi film izlediğim çocukluk günlerimi hatırladım. Ice Cube ve Jackie Chan seslendirmede şahaneydiler. Hit şarkıların hikayeye yedirilerek kullanılması da renkliydi. Bence işini çok iyi yapan bir filmdi.
Film çocukluğunda yaşadığı bir travma sonucu toplumdan dışlanan ve kır evinde izole bir yaşam süren Brynn'e odaklanıyor. Etrafında hiç insan olmadığı için filmde 2-3 kez insan sesi duyuyoruz. Filmin ilgi çekici kısmı ise genelde görsel tercihleri ile vuku buluyor. Hollywood'un yarattığı uzun bacaklı ve kollu, dar göğüs kafesli, koca kafalı ve gözlü uzaylılara fiziksel işlevler kazandırılmış. Evrimlerinin avantajını bu derece öne çıkartan pek film hatırlamıyorum. Örneğin ince eklemlerin iki sebebi var. Birisi esneklik, diğeri ise bu esnekliği kullanarak fiziksel iletişim kurabiliyor olmaları. Türlü bükülmeler sonucu uzak mesafelerde işaret dili kullanıyorlar. Bunu hava alanlarında uçağın inişine yardımcı olan, ellerinde fosforlu ışıklar tutan görevlilerle bağdaştırabilirsiniz. Ses tasarımının kuvvetli oluşu da uzaylıların iletişim kanalını ilgi çekici ha ... Devamı
Film çocukluğunda yaşadığı bir travma sonucu toplumdan dışlanan ve kır evinde izole bir yaşam süren Brynn'e odaklanıyor. Etrafında hiç insan olmadığı için filmde 2-3 kez insan sesi duyuyoruz. Filmin ilgi çekici kısmı ise genelde görsel tercihleri ile vuku buluyor. Hollywood'un yarattığı uzun bacaklı ve kollu, dar göğüs kafesli, koca kafalı ve gözlü uzaylılara fiziksel işlevler kazandırılmış. Evrimlerinin avantajını bu derece öne çıkartan pek film hatırlamıyorum. Örneğin ince eklemlerin iki sebebi var. Birisi esneklik, diğeri ise bu esnekliği kullanarak fiziksel iletişim kurabiliyor olmaları. Türlü bükülmeler sonucu uzak mesafelerde işaret dili kullanıyorlar. Bunu hava alanlarında uçağın inişine yardımcı olan, ellerinde fosforlu ışıklar tutan görevlilerle bağdaştırabilirsiniz. Ses tasarımının kuvvetli oluşu da uzaylıların iletişim kanalını ilgi çekici hale getirmiş.
Öte yandan Brynn, film evrenlerinde görebileceğimiz en garip uzaylı avcılarından biri. Çok zeki ve çaresizliğinin getirdiği korkuyu iyi yöneterek vahşileşebiliyor. Kaitlyn Dever'ın duyguları bu kadar değişken bir karaktere, hiç konuşmadan böylesine güçlü can verebilmesi ise muazzam.
Filmin problemi ise çok büyük. Bir bağlam kargaşası var. Ne anlatmak istediğini biliyor mu emin değilim. Ama çok kötü anlattığına eminim. Finalindeki twistin anlaşılabilir olmaması da ekmeğe bal sürüyor ve deneyimi oldukça düşürüyor. Benim çıkardığım anlama gelecek olursam;
İnsanlar kendi cennetlerini yaratabilirler. Kolay kısmı kendileriyle yüzleşmeleri. Zor kısmı ise toplumun kabulü.