2 gün önce
Sosyete Polisi filmine yorum yazdı:
Immaculate filmine yorum yazdı:
Rahatsız edici derecede göze parmak bir iş. Filmde tercih edilen lokasyon dışında iyi bir şey yok sanırım. Sydney Sweeney'nin popülaritesi ile oyunculuğu arasındaki ters korelasyon ise her şeyi daha kötü bir hale getiriyor. Kendisinin popülerliğini kullanmak isteyen yapımcılar -bak sana tek başına sürükleyip rolünü büyütebileceğin bir artsy korku filmi yazdık, kapakta da direkt yüzünü kullanacağız- demişler ve onu kandırmışlar gibi hissettim her an.
Ari Aster filmlerinin rahatsız ediciliğini örnek aldıklarını düşünmek istemiyorum ama bence ciddi bir esinlenme var ama hiç mi hiç olmamış. Mekanı, figüranları, temaya ait objeleri zekice kullandığını zanneden, tahmin edilebilir olmadığını düşünüp sürekli şov yapan, kendini kandıran bir film. Ne yapmak istediklerine tam olarak karar verememişler. Her 3 dakika sonrasını tahmin edebildiğim bir klişeler geçidiydi. Dindar fanatikleri kullanarak anlattığı ve "aşırı sert, aşırı agresif" olduğunu sandığı anlatı ise bomboş bir zeminde ilerliyor ... DevamıRahatsız edici derecede göze parmak bir iş. Filmde tercih edilen lokasyon dışında iyi bir şey yok sanırım. Sydney Sweeney'nin popülaritesi ile oyunculuğu arasındaki ters korelasyon ise her şeyi daha kötü bir hale getiriyor. Kendisinin popülerliğini kullanmak isteyen yapımcılar -bak sana tek başına sürükleyip rolünü büyütebileceğin bir artsy korku filmi yazdık, kapakta da direkt yüzünü kullanacağız- demişler ve onu kandırmışlar gibi hissettim her an.
Ari Aster filmlerinin rahatsız ediciliğini örnek aldıklarını düşünmek istemiyorum ama bence ciddi bir esinlenme var ama hiç mi hiç olmamış. Mekanı, figüranları, temaya ait objeleri zekice kullandığını zanneden, tahmin edilebilir olmadığını düşünüp sürekli şov yapan, kendini kandıran bir film. Ne yapmak istediklerine tam olarak karar verememişler. Her 3 dakika sonrasını tahmin edebildiğim bir klişeler geçidiydi. Dindar fanatikleri kullanarak anlattığı ve "aşırı sert, aşırı agresif" olduğunu sandığı anlatı ise bomboş bir zeminde ilerliyor.
Filmin son sahnesinde Sweeney'i Mia Goth gibi kullanmaya çalışıp, kızcağızı kameraya doğru 3 dakika ıkındırıp çığlık attırmaları ise artık sinirden gelen kahkahalarımı tutamamama sebep oldu. Bir süredir izlediğim en kötü film.
Karanlıklar Prensi filmine yorum yazdı:
John Carpenter'ın korku sineması kendi çözümlerini üretmek demektir. Ve bu çözümler de en azından dönemine göre özgün fikirlere hizmet ederler. Bunun en büyük örneği hala The Thing. Korku sinemasına bir benzeri film 42 yıldır gelmedi. Dark Star ise beş parayla çekilmiş bir bilim-kurgu komedisi olarak Carpenter'ın neler üretebileceğini gösteriyordu.
Prince of Darkness yine parasızlık nedeniyle oyunculuklardan kısıp, arka bahçede yapılan makyajlar ve kurgu, kamera açıları ile kurtarılan bir iş. Elbette kendi filmlerinin kendi bestelerini yapması da bunun başarılı bir korku filmi olmasında etkili. Bilim-kurgu korkusu ile dini korkuyu aynı pakete iliştirmek de o dönem için epey iddialı. Ortaya çıkan şey ise birazcık taraflı. Rasyonaliteyi dine tercih eden biri olarak benim için sorun yok.
Bir grup uzman fizikçi din adamlarının yardımına koşuyorlar. Yıllardır kilisenin mahzeninde saklı tutulan veya hapsedilen bir sıvının hareketlerini izlemek, gizemini çözmekle görevliler. Bu sıvını ... DevamıJohn Carpenter'ın korku sineması kendi çözümlerini üretmek demektir. Ve bu çözümler de en azından dönemine göre özgün fikirlere hizmet ederler. Bunun en büyük örneği hala The Thing. Korku sinemasına bir benzeri film 42 yıldır gelmedi. Dark Star ise beş parayla çekilmiş bir bilim-kurgu komedisi olarak Carpenter'ın neler üretebileceğini gösteriyordu.
Prince of Darkness yine parasızlık nedeniyle oyunculuklardan kısıp, arka bahçede yapılan makyajlar ve kurgu, kamera açıları ile kurtarılan bir iş. Elbette kendi filmlerinin kendi bestelerini yapması da bunun başarılı bir korku filmi olmasında etkili. Bilim-kurgu korkusu ile dini korkuyu aynı pakete iliştirmek de o dönem için epey iddialı. Ortaya çıkan şey ise birazcık taraflı. Rasyonaliteyi dine tercih eden biri olarak benim için sorun yok.
Bir grup uzman fizikçi din adamlarının yardımına koşuyorlar. Yıllardır kilisenin mahzeninde saklı tutulan veya hapsedilen bir sıvının hareketlerini izlemek, gizemini çözmekle görevliler. Bu sıvının Şeytan'ın maddeleşmiş bir aracısı olduğunu keşfediyorlar ve çevredeki evsizler ile iş arkadaşlarının possessionlarına maruz kalıyorlar. Ele geçirilenler sergiledikleri tavırlarla zombi alt kültürüne de göz kırpıyorlar. Sanki Carpenter ele geçirilenlere farklı tavırlar vererek bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama gerek oyunculukların kötülüğü, gerek kalabalık karakter havuzuna yeterli süreleri dağıtamaması sebebiyle tam olarak anlayamadım. Zenci karakterin aynaya bakıp ızdırap çekmesi bilinçli bir tercih miydi mesela?
Böcek sahneleri dışında beklediğim pür korku hazzını bana veremedi bu film. Fakat 80'ler sinemasının bütün özelliklerine ek olarak Carpenter sinemasının niş özelliklerini de taşıyor. Başarılı.
My Little Goat filmine yorum yazdı:
Çocuk istismarı hakkında çarpıcı bir kısa stop motion filmi. Sempatinin yönünü değiştirmekte çok başarılı olduğu için sonu daha vurucu hale gelmiş. Film bir anne keçinin çocuklarını kurdun karnından kurtarmasıyla açılıyor ama içlerinden biri hala kayıp. Bu esnada sempatimiz zavallı keçilerde. Fakat kurtarılan yavruların saldırgan ve garip tavırları işin rengini değiştiriyor. Ancak bu tavırların sebebini anlamamız uzun sürmüyor ve epey mide bulandırıcı bir sonla karşılaşıyoruz.
Suçlular filmine yorum yazdı:
Serhat Karaaslan'ın hiç fena bulmadığım kısası. Haneke'nin Funny Games'inden esinlendiklerini düşünüyorum. Bir home invasion filmi olmasa da özel alana müdahale konusunu ahlakçılık temelleriyle işlemişler. Funny Games aile yapısına saldırıyı gösterirken Suçlular, tersini yapıyor ve seks yapmak isteyen iki üniversiteli gencin ahlakçılar tarafından rahatsız edilmesini, özel alanlarının taciz edilmesini işliyor.
Mert karakterini oynayan Lorin epey kötü bir oyuncu. Deniz Altan ise muazzam. Fakat Kurak Günler ile parlayan Erdem Şenocak yine inanılmaz rahatsız edici, gerçekçi.
Evlilik dışı cinselliğin tabu olduğu Türkiye için epey aydınlık bir gerilim filmi.
Savaş Oyunu filmine yorum yazdı:
Savaş karşıtı hafif bilim-kurgu. 80'lerde tekrar patlak veren yapay zeka filmleri arasında da yaklaşım itibariyle farklı bir yere sahip. Soğuk Savaş ile alayını geçmekten geri durmuyor. Hollywood'un klişe yaklaşımı olan "yürekli Amerikan, çalışkan ama ruhsuz Rus'u yendi" fikrinin de dışına çıkıyor. Ama film bunun dışında bir şey vaat etmiyor. "Savaşman guzum" pıtırcıklığıyla amacına hizmet edip bitiyor.
Evinde türlü hacker numaraları yapan David, yanlışlıkla askeri savunma sisteminin yapay zekasına erişiyor ve sistem çalışanları tarafından var olduğu unutulan Joshua'nın savaş simülasyonunu devreye sokuyor. Evet, bu hikaye anlatmak istediğini anlatmak için yazılmış, aşırı zorlama bir hikaye. Ama 80'ler estetiği içerisinde zevkli mi? Zevkli. "Bugün de nükleer füzelerin zararını ölçemeyen bir grup salak adamı hatırlamış olduk" demenin ucuz bir yolu.
Breakfast Club'dan tanıyacağınız Ally Sheedy'nin rezalet oyunculuğu çok çok normaldi. Zira filmde yan karakter neredeyse yoktu. Setle ... DevamıSavaş karşıtı hafif bilim-kurgu. 80'lerde tekrar patlak veren yapay zeka filmleri arasında da yaklaşım itibariyle farklı bir yere sahip. Soğuk Savaş ile alayını geçmekten geri durmuyor. Hollywood'un klişe yaklaşımı olan "yürekli Amerikan, çalışkan ama ruhsuz Rus'u yendi" fikrinin de dışına çıkıyor. Ama film bunun dışında bir şey vaat etmiyor. "Savaşman guzum" pıtırcıklığıyla amacına hizmet edip bitiyor.
Evinde türlü hacker numaraları yapan David, yanlışlıkla askeri savunma sisteminin yapay zekasına erişiyor ve sistem çalışanları tarafından var olduğu unutulan Joshua'nın savaş simülasyonunu devreye sokuyor. Evet, bu hikaye anlatmak istediğini anlatmak için yazılmış, aşırı zorlama bir hikaye. Ama 80'ler estetiği içerisinde zevkli mi? Zevkli. "Bugün de nükleer füzelerin zararını ölçemeyen bir grup salak adamı hatırlamış olduk" demenin ucuz bir yolu.
Breakfast Club'dan tanıyacağınız Ally Sheedy'nin rezalet oyunculuğu çok çok normaldi. Zira filmde yan karakter neredeyse yoktu. Setler bir 80'ler Hollywood bilim-kurgusu beklentisiyle girdiğim için olsa gerek ki çok dar görünüyorlardı. Ama bu film Back to the Future jenerasyonunun yansımalarından biri ve ziyadesiyle eğlenceli.
Bir Avuç Dolar İçin filmine yorum yazdı:
Savaş sonrası iktidar mücadelesinin ortasında kalmış, sıkışmış kimselerin başkaldırıp özgürlüklerini aradığı basit bir öykü A Fistful of Dollars. İzlediğim Leone filmleri arasında en zayıfı ancak bu basitliğinin getirdiği bir vuruculuk var. Öte yandan western filmlerinin ve Leone'nin kimliğine katkıları nedeniyle de önemli bir iş. Ve Clint Eastwood'un karakteri de Marvel'ın hala üzerimize attığı "hınzır ama duygusal ve güçlü kahraman" klişesinin doğuşu.
Filmin epey düşük bir bütçe ile çekildiği belli. Zira yakın çekim ve dar setlerden bir türlü kurtulamıyoruz. Bu da benim için etkiyi epey azaltan kısımlardandı. Clint Eastwood'un yine berbat bir oyunculuk sergilemesi de cabası. Yazılan karakterle ne kadar kapatılmak istense de -belki böyle bir ihtiyaç hissetmediler- başarılamamış. Yine kendisinin başrol olduğu bir filmde 2. sıraya düşmüş.
Minimal hikayesinin üzerine iki büyük şiddet sahnesi ekleyerek vuruculuğu pekiştiren film epey problemli ancak çizgide kalmayı beceriyor.
İyi, Kötü ve Çirkin filmine yorum yazdı:
Filmin bir başyapıt olarak anılmasının sürüyle sebebi var ve hepsi de yazılmıştır sanırım. O yüzden iyi olmasına kendimce bir sebep söylemek isterim; dengelerin değişmesi paradoksu. Blondie, Tuco ve Angel Eyes sürekli olarak ipin üzerindeler. Üçünün de hikayesinde en az 4-5 tane denge değişimi var. Avantajlı olduklarını düşündükleri sırada dezavantajlı duruma düşüyorlar sık sık. Sonrasında kendi karakterlerine uygun yöntemlerle oradan çıkmanın bir yolunu buluyorlar veya yine kendi karakterlerine uygun talihler onları buluyor.
Kaldı ki film 3 saatlik süresinde ayakta kalmak için bu sürekliliğe de ihtiyaç duymuyor. İnanılmaz bir "shot filmi" çıkartmış Sergio Leone. Arazi çekimleri, yakın çekimler, devasa setler muazzam. Clint Eastwood'un karizma ama sevmediğim poz kesmelerinin yanında Tuco'yu oynayan Eli Wallach'ın oyunculuğu da muazzam. Ki bence kendisi bu filmin başrolü. Angel Eyes'ı sahiden gözlerinde taşıyan Lee Van Cleef de muazzam. Kısa ve öz bir savaşa bakış da yılına göre epe ... DevamıFilmin bir başyapıt olarak anılmasının sürüyle sebebi var ve hepsi de yazılmıştır sanırım. O yüzden iyi olmasına kendimce bir sebep söylemek isterim; dengelerin değişmesi paradoksu. Blondie, Tuco ve Angel Eyes sürekli olarak ipin üzerindeler. Üçünün de hikayesinde en az 4-5 tane denge değişimi var. Avantajlı olduklarını düşündükleri sırada dezavantajlı duruma düşüyorlar sık sık. Sonrasında kendi karakterlerine uygun yöntemlerle oradan çıkmanın bir yolunu buluyorlar veya yine kendi karakterlerine uygun talihler onları buluyor.
Kaldı ki film 3 saatlik süresinde ayakta kalmak için bu sürekliliğe de ihtiyaç duymuyor. İnanılmaz bir "shot filmi" çıkartmış Sergio Leone. Arazi çekimleri, yakın çekimler, devasa setler muazzam. Clint Eastwood'un karizma ama sevmediğim poz kesmelerinin yanında Tuco'yu oynayan Eli Wallach'ın oyunculuğu da muazzam. Ki bence kendisi bu filmin başrolü. Angel Eyes'ı sahiden gözlerinde taşıyan Lee Van Cleef de muazzam. Kısa ve öz bir savaşa bakış da yılına göre epey dramatik ve gerçekçi.
Asıl amacım Ennio Morricone bestelerini filmle beraber dinlemekken filmin kendisine de tutuldum. Zor ve sinematografisi göz ayırmamayı gerektirse de bir konfor alanı filmi gibi de hissettirdi. 3 saatlik bir filmin bunu yapması epey zordur.
Dune'un Çocukları dizisine yorum yazdı:
Dune hikayesini ekranda deneyimlemeniz için 5 farklı yol var. 84 yapımı film, Villeneuve'ün 2 filmi ve 2000-2003 tarihlerinde yapılmış iki adet mini televizyon serisi. 3 bölümden oluşan ve hiç de fena olmayan Children of Dune da bu mini serilerden ikincisi ve hikayeyi sonlandıranı. Eğer kitapları okumak istemiyor veya okuyamıyorsanız lore'a daha çok hakim olmak, Villeneuve'ün muhtemelen gelecek 3. filminin de hikayesinin ötesine gitmek istiyorsanız izlemenizi öneriyorum.
20 milyon dolar bütçeye sahip bu üç bölümde yer yer görsel aksaklıklar göreceksiniz ancak risksiz olsa da farklı bir Dune estetiği yakalanmış. Dizi prodüksiyonuyla, oyunculuklarıyla, her şeyiyle "ev konforunda Dune" planına uyuyor. Düz bir anlatıya sahip. Twistlerden, saklı entrikalardan kaçıp hikayeyi olduğu gibi, hızlandırılmış bir şekilde anlatıyor. Yani bir nevi ilk 3 kitabın özeti niteliğinde. 2010'lar sonrası artan dizi bütçelerinden önceki bir büyük diziyi deneyimlemek açısından da farklı bir his.
Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki filmine yorum yazdı:
Mesihler mesih olmak isterler mi? Jesus Christ Superstar müzikalinde İsa'yı canlandıran Ted Neeley, Andrew Lloyd'un "I Only Want to Say" şarkısını seslendirirken şunları söyler;
"If there is a way
Eğer bir yol varsa
Take this cup away from me
Bu bardağı benden al
For I don't want to taste its poison
Çünkü onun zehrini tatmak istemiyorum"
Ardından Tanrı ile anlaştıkları günkü kadar kararlı olmadığını belirtir. Mesih olmayı denediği 3 yılın 30 yıl gibi hissettirdiğini söyler. Çarmıha gerileceğini bildiği için peygamberin bir başka adam olmamasına sinirlenir. Fakat "plan içinde plan" vardır. Anlar ve zor olanı kabullenir. İşte Dune Part Two da ana odağını "kabullenmek" olarak seçiyor. Filmi değerli kılan bir dolu öğenin içerisinde en değerlisi de bu oluyor bence.
Frank Herbert'ın da itiraf ettiği gibi İslami motifler Dune evreninin anlatısında çok önemliler. Fakat yanlış anlaşılmamalı ki Herbert, İslam tarihine gömülü bir hikaye anlatmıyor. Bu motifler üzerinden genel bir ... DevamıMesihler mesih olmak isterler mi? Jesus Christ Superstar müzikalinde İsa'yı canlandıran Ted Neeley, Andrew Lloyd'un "I Only Want to Say" şarkısını seslendirirken şunları söyler;
"If there is a way
Eğer bir yol varsa
Take this cup away from me
Bu bardağı benden al
For I don't want to taste its poison
Çünkü onun zehrini tatmak istemiyorum"
Ardından Tanrı ile anlaştıkları günkü kadar kararlı olmadığını belirtir. Mesih olmayı denediği 3 yılın 30 yıl gibi hissettirdiğini söyler. Çarmıha gerileceğini bildiği için peygamberin bir başka adam olmamasına sinirlenir. Fakat "plan içinde plan" vardır. Anlar ve zor olanı kabullenir. İşte Dune Part Two da ana odağını "kabullenmek" olarak seçiyor. Filmi değerli kılan bir dolu öğenin içerisinde en değerlisi de bu oluyor bence.
Frank Herbert'ın da itiraf ettiği gibi İslami motifler Dune evreninin anlatısında çok önemliler. Fakat yanlış anlaşılmamalı ki Herbert, İslam tarihine gömülü bir hikaye anlatmıyor. Bu motifler üzerinden genel bir dinler anlatısı ve sorgusu sunuyor. Bu sorgunun odağında da birer "din uzmanı" olarak görebileceğimiz, görüleriyle potansiyel gelecekleri şekillendiren peygamberler yatıyor. Sahi peygamberler ne kadar doğrular? Görü yetenekleri bizlere ne derece iyi geldi? Veya iyi gelmeleri gerekiyor muydu? Peygamberler bizleri tatmin etmek için mi varlar? Yoksa birer "Tiran" olup yıkıcı güçleriyle çobanımız olmak, bizi ehlileştirmek için mi? "Altın Yol"a ayak basılmalı mı? Bu sorulardan sonra Prenses Irulan'ın şu sözlerini eklemem kafamı kurcalayan şeyleri daha iyi açacaktır;
"Peygamber, geleceği kehanete uydurmak için ne kadar şekillendiriyor? Peygamber geleceği görüyor mu yoksa elmas kesicisinin mücevherini bıçak darbesiyle parçaladığını gibi kelimeleri ve düşünceleri yok edebildiği bir zayıflık, bir arıza veya bölünme hattı mı görüyor?”
Yani Paul Muad'Dib sadece "oldurmak" için yaşıyor olabilir. Zamanla tüm peygamberlerde olduğu gibi oldurulamamışlığın hayal kırıklığına dönüşebilir. Veya sonsuz bir olsun umudunun ilk parçasıdır. Kabullenelim kabullenmesine. Ama hangi parçasını? Hangi duygulara sığınarak?
İşte yukarıdaki tüm bu paragraflar için değerli Dune. Yazdırmayı mümkün kılan bir eser. Ve Villeneuve'ün ellerinde yedinci sanata geçiş yaparken doğru yerlerden yontulup, hala değerli sorgular barındırıp parlatan bir eser. Teraziyi bozmazken yedinci sanatın tüm olanaklarını da en güzel halleriyle sunan. Yeri geldiğinde bir filmin içinden çıkıp gerçek gibi hissettiren ama yeri geldiğinde de başka bir gerçeklik açan. Özellikle Feyd Rautha'nın arena sahneleri muazzam bir gerçeklik değişimine götürdü beni. Uçsuz bucaksız, tek renkli çölün ortasında parıl parıl parlayan imparatorluk gemisinin zıt formu Dünya dışında bir yerde olduğuma, kurallar bütününün bozulduğuna ikna etti beni. Daldığım her gerçekliğin ardından sert tokatlarla uyandırıldım, uyarıldım.
Frank Herbert bolca yabancı kelime kullanmış ve yenilerini yaratmış bir yazar. Dini ritüeller konusunda da yaratıcı. Yani aslında kendisi böyle hissetmiş midir bilmiyorum fakat ilahi bir yaratıcı rolüyle evrene hayat vermiş. Villeneuve ve ekibi ise bütünlüğü bozmadan bu yaratım sürecine devam etmişler. Jodorowsky'nin pek de olası ve keyifli olmayan kendi fantezi dünyasını kurma fikri gibi yaklaşmamışlar. Veya David Lynch gibi sıkıştırılmış kurallar içerisine hapsolmamışlar. Dune'un aynı dinler gibi yaşıyor olduğunu kabul edip, onun şekillenmesine bir fayda sağlamışlar. Ayakları yere -basmamak- ama akıl yormak şartıyla Herbert'ın vadedilmiş mesihleri olmaya soyunmuşlar. Ve başarmışlar. İnanın prodüksiyon kalitesi, ışıklandırma, oyunculuklar vs. harikaydı. Ama bu uyarlamayı iyi yapan asıl şey uğraşılmış bir inanmışlıktı. Artık Hollywood'da inanılan eser görmüyoruz pek. Hele ki bu boyutlarda bir bütçe var ise inanç iyice yitiriliyor. Var olan olanaklar zaten bir vasatı olduruyor ve herkes bununla yetiniyor. 2021 Dune ve 2024 Dune: Part Two sinemanın yetinmeyişinin bir harikası.
"Tanrım, senin isteğin çok zor
God, thy will is hard
Ama her kartı tutuyorsun
But you hold every card
Senin bir kadeh zehirini içeceğim
I will drink your cup of poison
Beni çarmıhına çivile ve kır beni
Nail me to your cross and break me
Beni kanat, döv beni
Bleed me, beat me
Beni öldür
Kill me
Beni şimdi al!
Take me, now!
Fikrimi değiştirmeden önce
Before I change my mind"
Genç bir polisin kendi yöntemleri, kendi karakteri, etnik kimliği, ekonomik durumu ve duygularıyla mesleğine devam etme uğraşı. Film eğlenceli bir polisiye olarak hala hatırı sayılır insan tarafından konuşuluyor ama asıl anlatısına pek de dikkat çekilmiyor. Beverly Hills Cop, sınıfsal eleştirilerini eline yüzüne bulaştırmayan, açık yüzlü bir film. Axel Foley bir dolu problem yaşarken olaylar sekteye uğramıyor. Kendi espri tarzıyla çözümler buluyor. Bu yüzden film, film olmayı unutmuyor, gerçek bir hayat akışındaymışız gibi hissettiriyor.
Film çıktığı dönemin şartları gereği daha fazla insan tarafından anlaşılmış olacak ki epey hasılat elde etmiş ve devam filmleri çekilmiş. Hatta bu yıl 4. filmi ile geri dönecek. Serinin devam filmlerinde azalan hasılatın sebebi asıl anlatısını kaybetmesi olabilir, izlemedim bilemiyorum. Ancak ilk filmin bu kadar hasılat elde etmesinde elbette filmin tüm alt metinlerden öte iyi çekilmi ... Devamı
Genç bir polisin kendi yöntemleri, kendi karakteri, etnik kimliği, ekonomik durumu ve duygularıyla mesleğine devam etme uğraşı. Film eğlenceli bir polisiye olarak hala hatırı sayılır insan tarafından konuşuluyor ama asıl anlatısına pek de dikkat çekilmiyor. Beverly Hills Cop, sınıfsal eleştirilerini eline yüzüne bulaştırmayan, açık yüzlü bir film. Axel Foley bir dolu problem yaşarken olaylar sekteye uğramıyor. Kendi espri tarzıyla çözümler buluyor. Bu yüzden film, film olmayı unutmuyor, gerçek bir hayat akışındaymışız gibi hissettiriyor.
Film çıktığı dönemin şartları gereği daha fazla insan tarafından anlaşılmış olacak ki epey hasılat elde etmiş ve devam filmleri çekilmiş. Hatta bu yıl 4. filmi ile geri dönecek. Serinin devam filmlerinde azalan hasılatın sebebi asıl anlatısını kaybetmesi olabilir, izlemedim bilemiyorum. Ancak ilk filmin bu kadar hasılat elde etmesinde elbette filmin tüm alt metinlerden öte iyi çekilmiş olmasının da etkisi vardır.
Beverly Hills Cop bu türde izlediğim en iyi işlerden birisiydi.