6 ay önce
Bill Russell: Efsane dizisine yorum yazdı:
Galaksinin Koruyucuları 3 filmine yorum yazdı:
Filmin ilk 1 saatinin parodi olmasını diledim. Ama değilmiş. Parodi bilinçli yapılır. Artık Nathan Fillion'a şişme sumo kıyafeti falan giydirilmiş. Yetmemiş eski Power Rangers filmlerindeki dandik kostümler kullanılmış. Yaratılan evren ve o VFX korkunç. Espriler, yazarlık ayrı bir korkunç. Filmin 2. yarısında da öyle ahım şahım bir şey yok ama sanki sanat ekibi, yazarlar, VFX ekibi tamamen değişmiş gibiydi.
Galaksinin Koruyucuları 1 çıktığında 17 yaşında bir ergendim. Arkadaşlar arasında Marvel gazı yaşıyorduk. Film epey hızlı ve eğlenceliydi. Üstelik eski hit parçaları filmde duydukça seviniyordum. O yüzden kafamda tüm Marvel evreninden ayrı bir noktadaydı. Fakat bu filmle başlayan espri çorbası Marvel'ın her filmine bulaşınca eskisi kadar sevmez oldum. 2. filmi kem küm ederek izledim, 3. filmi ise yorgunum, ses olsun diye izledim.
Film keşke yalnızca Rocket'ın maruz kaldığı hayvan deneylerinden ve yaratıcı/yaratılan ilişkisinden oluşsaydı. Veya filmin ilk 1 saatinde gidilen e ... DevamıFilmin ilk 1 saatinin parodi olmasını diledim. Ama değilmiş. Parodi bilinçli yapılır. Artık Nathan Fillion'a şişme sumo kıyafeti falan giydirilmiş. Yetmemiş eski Power Rangers filmlerindeki dandik kostümler kullanılmış. Yaratılan evren ve o VFX korkunç. Espriler, yazarlık ayrı bir korkunç. Filmin 2. yarısında da öyle ahım şahım bir şey yok ama sanki sanat ekibi, yazarlar, VFX ekibi tamamen değişmiş gibiydi.
Galaksinin Koruyucuları 1 çıktığında 17 yaşında bir ergendim. Arkadaşlar arasında Marvel gazı yaşıyorduk. Film epey hızlı ve eğlenceliydi. Üstelik eski hit parçaları filmde duydukça seviniyordum. O yüzden kafamda tüm Marvel evreninden ayrı bir noktadaydı. Fakat bu filmle başlayan espri çorbası Marvel'ın her filmine bulaşınca eskisi kadar sevmez oldum. 2. filmi kem küm ederek izledim, 3. filmi ise yorgunum, ses olsun diye izledim.
Film keşke yalnızca Rocket'ın maruz kaldığı hayvan deneylerinden ve yaratıcı/yaratılan ilişkisinden oluşsaydı. Veya filmin ilk 1 saatinde gidilen evren hiç olmasaydı. Rocket'ı kurtarma operasyonu Karşıt Dünya denilen Dünya kopyasından başlasaydı bu film şahane olabilirdi. Ama çocuklara vücudumuzun iç yapısını anlatmak için yapılan, küçülüp damarlara falan girilen çizgi filmlerden yapmayı tercih etmişler. Gerizekalılık.
The Haunted House filmine yorum yazdı:
Sakarlık komedisi 1921'de bile daha zekice yapılabiliyormuş. Buster Keaton'ın suratsız oyunculuğu üst üste gelen talihsizliklere çok uyuyor. Dekoru kullanarak yapılan ufak espriler de epey keyifli.
Bugün TikTok'a, YouTube'a böyle filmler çeksek epey tuttururuz. Bu da filmle alakası olmayan saçma çıkarımım.
The House of Ghosts filmine yorum yazdı:
Bu işler biraz sinema demosu gibi. Ellerine kamera geçen bir grup hevesli sanatçının, o kamerayla neler yapabileceğini test etmeleri resmen. 6 dakikalık bu korku-komedi filminde de stop-motion var, kara kurguyla yapılmış oyunlar var, dekorla yapılmış hileler var. Segundo de Chomon bildiğimiz sinemanın başlangıcında büyük rol oynamış bir yönetmen. Bir bakmanızı öneririm.
Yaratıcı filmine yorum yazdı:
Şimdi size bazı film temaları sayacağım; Dune, Star Wars, Blade Runner, Matrix, Avatar... Evet, The Creator hepsinden ve daha fazlasından temalar alan bir film. Fakat bunları kendine has görsel evrenini yaratarak birleştiriyor. Bu özgünlük hakkını veren büyük prodüksiyonla birleşince klişeyi aşamayan senaryonun etkileyici olmasını sağlıyor.
Son 4-5 yıldır filmlerin görsel anlamda ilerlemediğine, hatta gerilediğine şahit oluyoruz. Bunun pandemi gibi, stüdyoların çalışan haklarını ihlal etmesi gibi sebepleri var. Ancak ana sebep kolaycılık. 70'li yıllardan çok duyduğumuz bir hikaye vardır. X filmindeki maketler, prodüksiyon materyalleri Y filminde de kullanılırmış. Görsel efekt dünyası da bir nevi bu hale geldi. Belli tasarım şablonları üzerinden aynı uzaylılar, aynı robotlar, aynı evrenler yaratılıyor ve bir Ubisoft oyunu gibi üzerlerine maske giydiriliyor. The Creator'da bunu yapmamışlar ve en geniş çekimden en yakın çekime kadar özenerek çizmişler. Bu çok değerli. Film 2000'ler ön ... DevamıŞimdi size bazı film temaları sayacağım; Dune, Star Wars, Blade Runner, Matrix, Avatar... Evet, The Creator hepsinden ve daha fazlasından temalar alan bir film. Fakat bunları kendine has görsel evrenini yaratarak birleştiriyor. Bu özgünlük hakkını veren büyük prodüksiyonla birleşince klişeyi aşamayan senaryonun etkileyici olmasını sağlıyor.
Son 4-5 yıldır filmlerin görsel anlamda ilerlemediğine, hatta gerilediğine şahit oluyoruz. Bunun pandemi gibi, stüdyoların çalışan haklarını ihlal etmesi gibi sebepleri var. Ancak ana sebep kolaycılık. 70'li yıllardan çok duyduğumuz bir hikaye vardır. X filmindeki maketler, prodüksiyon materyalleri Y filminde de kullanılırmış. Görsel efekt dünyası da bir nevi bu hale geldi. Belli tasarım şablonları üzerinden aynı uzaylılar, aynı robotlar, aynı evrenler yaratılıyor ve bir Ubisoft oyunu gibi üzerlerine maske giydiriliyor. The Creator'da bunu yapmamışlar ve en geniş çekimden en yakın çekime kadar özenerek çizmişler. Bu çok değerli. Film 2000'ler öncesinde çıksaydı kesinlikle bir başyapıt olarak anılırdı.
Küçük kızı oynayan Madeleine Yuna Voyles gördüğüm en iyi çocuk oyuncu olabilir. Onlar nasıl ağlamalar öyle? J.D. Washington ile baba-kız olarak uyumları da şahane olmuş.
Filmin hikayesi ve senaryosu maalesef klişe. "Asıl canavar biz insanlarız ama umut var" diyor kısaca. Kurgunun sallandığı yerler de var. Fakat görsel olarak o kadar büyük ve kendine has ki bu filmi unutmam. Bence ilerleyen yıllarda sci-fi filmlerinde etkisini de göreceğiz. Cesetlerini yakan yapay zekaların insanlara has ağıtlarının olduğu sahneler tüyler ürperticiydi. 2023'ü geride bırakıyoruz ve yılın en iyi sci-fi işi kesinlikle bu film.
The Killer filmine yorum yazdı:
"Plana sadık kal. Empati Gösterme. Doğaçlama Yapma. Hiç kimseye güvenme."
David Fincher'ın en karakter odaklı, en steril filmi oldu The Killer. Pek de konuşmayan profesyonel suikastçının iç sesini, dolayısıyla iç yolculuğunu ve vizyonunu kurcalarken son yıllarda akıllara yapışan "bu adam ben!" Patrick Bateman'ını bıçaklıyor. Bir başyapıt olarak anılacağını hiç sanmasam da, Fassbender'ın oyunculuğunun etkisiyle potansiyel kültler arasına ismini yazdırıyor.
Katilimiz işinde kusursuz noktaya neredeyse varacak kadar takıntılı. İnsan öldürmenin izlerini ise dokunulmaz olmanın cazibesiyle kapatıyor. Sağlıklı bir beden, zehir gibi bir zihin, para ve dolayısıyla soyutlanmış, dokunulmaz bir hayat. Ta ki işinde hata yapana kadar. Bu hatası onun dokunulmazlığını elinden alıyor ve hikayenin ana sıçramalarını barındıran intikam serüvenine geçiyoruz.
Film, karakter kurma aşamasını ağırdan alıyor. Bu belli anlarda oldukça ilgi çekici olsa da, uzadıkça uzuyor ve karakteri fiillerle değil, anl ... Devamı"Plana sadık kal. Empati Gösterme. Doğaçlama Yapma. Hiç kimseye güvenme."
David Fincher'ın en karakter odaklı, en steril filmi oldu The Killer. Pek de konuşmayan profesyonel suikastçının iç sesini, dolayısıyla iç yolculuğunu ve vizyonunu kurcalarken son yıllarda akıllara yapışan "bu adam ben!" Patrick Bateman'ını bıçaklıyor. Bir başyapıt olarak anılacağını hiç sanmasam da, Fassbender'ın oyunculuğunun etkisiyle potansiyel kültler arasına ismini yazdırıyor.
Katilimiz işinde kusursuz noktaya neredeyse varacak kadar takıntılı. İnsan öldürmenin izlerini ise dokunulmaz olmanın cazibesiyle kapatıyor. Sağlıklı bir beden, zehir gibi bir zihin, para ve dolayısıyla soyutlanmış, dokunulmaz bir hayat. Ta ki işinde hata yapana kadar. Bu hatası onun dokunulmazlığını elinden alıyor ve hikayenin ana sıçramalarını barındıran intikam serüvenine geçiyoruz.
Film, karakter kurma aşamasını ağırdan alıyor. Bu belli anlarda oldukça ilgi çekici olsa da, uzadıkça uzuyor ve karakteri fiillerle değil, anlatarak anlatma hatasına düşüyor. Oysa sinema izleyerek anlaşılacak bir sanat değil mi? Bu hata "karakter odaklı" bu filmin ana karakterine yeterince ilgi gösterememe sebebimdi. 2. yarıdaki koreografiler ve özellikle Tilda Swinton olmak üzere oyunculuklar muazzamdı ancak bu hatanın izini tamamen kapatmaya yetmedi. Yine aynı hata sebebiyle içini okumakla görevlendirildiğimiz suikastçinin motivasyonu yeterince derinlikli olamadı. Bu derinliğe dalamadığım için düşük tempo da mesajlarımı kontrol etme aşamasına sürükledi.
Tüm kusurlarına rağmen bu bir Fincher filmidir. Bulacağınız bazı parçalar kusurları kenara iteklemeye değer. Fassbender'ın monologlarının Fincher'ın beyin kıvrımlarından çıktığına çok emin olup keyif alacaksınız. Ve kusursuzluğun getirdiği kusurlar hakkında düşüncelere dalacaksınız.
Çocuk ve Balıkçıl filmine yorum yazdı:
Hissettirmenin efendisi Hayao Miyazaki, yarı otobiyografik bir filmle 50 yıla dayanan yönetmenlik kariyerini sona erdirdi. Geçmiş filmlerinin birçoğuna yaşımın yetmemesi nedeniyle benim için de sinemadaki ilk ve son Miyazaki deneyimi oldu. Bunun için evden çıkıp, yol kat etmeye değerdi. Salonun doluluk oranı da ziyadesiyle mutlu etti. Üstelik film yanlış anlaşılmaya kurban gitmemişti ve herkes yetişkindi.
Miyazaki bu konuda bir açıklama yapacak mı bilmiyorum ama filmi tanımlayan 3 parça vardı; kesinlikle bir Miyazaki eseri, Guillermo del Toro'nun "Pan'ın Labirenti" ve Kubrick'in "2001: A Space Odyssey" filmi. 2001'in kırıntıları daha çok görsel anlamda ve kurgunun ilerleyişinde etkiliydi. Ama Pan'ın Labirenti görsel etkisinin yanında hikayeye de yakınsıyordu. Bunu kötü bir eleştiri olarak söylemiyorum. Ben bu füzyonu sahiden sevdim. Kariyerinin son filminde kendini yenilemiş olması da hoştu. 82 yaşında yapacağı muhafazakar bir veda zaten beğenilecekti oysa.
Hikaye, annesinin öl ... DevamıHissettirmenin efendisi Hayao Miyazaki, yarı otobiyografik bir filmle 50 yıla dayanan yönetmenlik kariyerini sona erdirdi. Geçmiş filmlerinin birçoğuna yaşımın yetmemesi nedeniyle benim için de sinemadaki ilk ve son Miyazaki deneyimi oldu. Bunun için evden çıkıp, yol kat etmeye değerdi. Salonun doluluk oranı da ziyadesiyle mutlu etti. Üstelik film yanlış anlaşılmaya kurban gitmemişti ve herkes yetişkindi.
Miyazaki bu konuda bir açıklama yapacak mı bilmiyorum ama filmi tanımlayan 3 parça vardı; kesinlikle bir Miyazaki eseri, Guillermo del Toro'nun "Pan'ın Labirenti" ve Kubrick'in "2001: A Space Odyssey" filmi. 2001'in kırıntıları daha çok görsel anlamda ve kurgunun ilerleyişinde etkiliydi. Ama Pan'ın Labirenti görsel etkisinin yanında hikayeye de yakınsıyordu. Bunu kötü bir eleştiri olarak söylemiyorum. Ben bu füzyonu sahiden sevdim. Kariyerinin son filminde kendini yenilemiş olması da hoştu. 82 yaşında yapacağı muhafazakar bir veda zaten beğenilecekti oysa.
Hikaye, annesinin ölümüyle sarsılmış bir çocuğun travmanın pençesinden kurtulmasını konu alıyor. Ve Miyazaki her zaman ustalıkla yaptığı şeyi yapıp, ölümün üzerine çizimler yapıyor. Zira iliklerimize kadar acı işleyen ölümü en çıplak ve yüzeysel haliyle insanlara anlatmak bir hayat dersi için zor bir seçim. Ölümü farklı şekillere sokmalı ki perdenin karşısındaki izleyici onu yalnızca ağlamak ve acı olarak betimlemesin, paralel düşünceler olsa bile bu gerçeğin içine dalabilsin. Ölümün sularına zihnimizi bırakıyoruz.
Miyazaki'nin en sevmediğim yanı her zaman "özel" ve aşırı olgun çocuk karakterlere yer vermesidir. Bu da her ba karakterin neredeyse aynı olmasına yol açar. Bu kez bir otoportre olmasının da etkisiyle pek de biricik görünmeyen, olgunluktan haliyle uzak bir çocuk olan Mahito'yla tanışıyoruz. Bilerek kendi kafasına taşla vuracak kadar "çocuk" bir çocuk o. Filmin katmanlanmasının en önemli gereksinimlerindendi.
Artık dükkanı kapattığını müjdeleyen final ise tüylerimi diken diken etti. Yıllardır kullandığı fantastik büyü elementlerinin olduğu evreni hem soyut hem somut olarak yıktı ve karakterlerimizi gerçek dünyaya döndürdü. Ve siyah ekran. Film bu kadardı. Miyazaki-san şapkasını göğsüne dayayıp kısa bir el salladı sanki.
En güçlü filmi olduğunu iddia edemeyeceğim ama çok çok güçlü bir deneyimdi. Hem bir Miyazaki filmiydi, hem de bahsettiğim gibi yenilenmişti. Ne kadar güzel olsalar da yıllar içinde alıştığımız yükleri balondan aşağı fırlatmıştı. Muhafazakar kalan tek yanı çizim tarzıydı. Kaldı ki kendisinin filmlerini bu tarz için sevdik ve yılların etkisiyle teknik olarak muazzam bir ilerleme vardı. Ses tasarımı ve müzikler belki de hiç bu kadar iyi olmamıştı. Asıl vaatlerinden olan karakter gelişimi ise yine taş gibiydi. Daha iyi bir uğurlama olamazdı.
Strange Way of Life filmine yorum yazdı:
Pedro Almodovar'ın çok övülen "The Skin I Live In" filminde de çok bir şey bulamamıştım, 30 dakikalık bu kısa filminde de ayırt edici bir şey göremedim. İşin içine Pedro Pascal'ın kötü oyunculuğu da eklenince ne izlediğimi sorguladım.
Silva (Pedro Pascal), eski sevgilisi Jake'i (Ethan Hawke) 20 yıl sonra ziyarete gelir ve aralarındaki romantizm tekrar hayat bulur. Fakat Silva'nın gelmekteki amacı sadece bu değildir.
Western ve kısa film olunca balıklama atladım ama ne yönetmenin gözü özel bir şey yakalayabilmiş, ne özel bir hikaye yazılabilmiş. Sanırım Almodovar sineması benlik değil.
Başka Bir Hayatta filmine yorum yazdı:
"Uykunda hep Korece konuşursun... Anlayamadığım bir dilde rüyalar görüyorsun... Bu beni korkutuyor."
Kaderci aşk filmlerinin zorlama bir araya getirişlerine karşı yapılmış yumuşacık ve özgün bir yorum. Vedalara dair de buruk bir anlatı. Çantama kıyafetlerimi toplayıp içim titreyerek şehirden ayrılmanın sızısını iyi bilirim. Geride bıraktığım insanın yeniden bensiz hayatıyla bir başına kalmasının üzüntüsünü de. Defalarca yaşadım. Bu yüzden Past Lives bana ekstra dokundu.
Nora ailesinin iş hedefleri nedeniyle çocukluk aşkı Hae Sung'u Kore'de bırakmak zorunda kalır. Hae Sung Nora'nın bir anda gidişinin çocuksu acısını yetişkinliğine kadar taşır ve onu bulur. Fakat merak etmeyin, film bu noktadan sonra her zaman izlediğimiz o hikaye olmaktan çıkar.
Film Sofia Coppola'nın Lost in Translation filmine ve Michel Gondry'nin Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmine epey yakınsıyor. Lost in Translation kadar kötü bir film değil ve onun gibi aldatma güzellemesine girmiyor. Past Li ... Devamı"Uykunda hep Korece konuşursun... Anlayamadığım bir dilde rüyalar görüyorsun... Bu beni korkutuyor."
Kaderci aşk filmlerinin zorlama bir araya getirişlerine karşı yapılmış yumuşacık ve özgün bir yorum. Vedalara dair de buruk bir anlatı. Çantama kıyafetlerimi toplayıp içim titreyerek şehirden ayrılmanın sızısını iyi bilirim. Geride bıraktığım insanın yeniden bensiz hayatıyla bir başına kalmasının üzüntüsünü de. Defalarca yaşadım. Bu yüzden Past Lives bana ekstra dokundu.
Nora ailesinin iş hedefleri nedeniyle çocukluk aşkı Hae Sung'u Kore'de bırakmak zorunda kalır. Hae Sung Nora'nın bir anda gidişinin çocuksu acısını yetişkinliğine kadar taşır ve onu bulur. Fakat merak etmeyin, film bu noktadan sonra her zaman izlediğimiz o hikaye olmaktan çıkar.
Film Sofia Coppola'nın Lost in Translation filmine ve Michel Gondry'nin Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmine epey yakınsıyor. Lost in Translation kadar kötü bir film değil ve onun gibi aldatma güzellemesine girmiyor. Past Lives daha gerçekçi, etik değerlerini önemseyen karakterlerin mantıklı tavırlarına yer veriyor. Eternal Sunshine filminden aldığı tatlı parçaları onurlandırmak için de filmde doğrudan ismine ve bir kesite yer veriyor.
Birçoğumuz sevdiğimiz insanların bizim için neden özel olduklarını hiç düşünmüyoruz. Yerine hemen hemen aynı niteliklere sahip bir insanı koysaydık yine mutlu olur muyduk? Neden başkası değil de o var yanımızda? O olmasaydı daha iyi olur muydu? Film tüm bu sorularla fikrimizi yavaş yavaş makul, rahatlatıcı noktalara taşıyor. Otobüsle seyahat ederken ani bir tepeden inişte içimizin çekilmesi gibi bir his.
Nora'nın eşi Arthur'un kişiliği de filmlerde gördüğüm en iyi eş temsiliyetlerinden biriydi. Kaç kadın eşinin kollarında, çocukluk aşkına veda ettiği için ağlama özgürlüğü bulabilir ki? Filmin bir ilişkiyi ulaştırdığı ideal nokta buydu ve çok anlamlıydı.
Celine Song, epey iyi bir ilk filmle beyaz perdeye adımını atmış. 2023'ün en kuvvetli filmlerinden biri olduğu açık.
When Evil Lurks filmine yorum yazdı:
Yılın en iyi korku filmi mi? İzleyicilerin geneli böyle anıyor. Şanına yaraşır gore ve şiddet öğeleri de var. Çocuk ölümleri, hayvan ölümleri, irin, kan durmak bilmiyor. Fakat yılın en iyi korku filmlerinden biri olduğunu söylemem zor. Akılda kalıcılık anlamında enlerden, ama kalite anlamında değil.
Film hikayeye doğrudan dalıyor. Diğer korku filmleri gibi gizem öğelerini ve "kötülükle" tanışma aşamalarını filmi ikiye bölmek için kullanmıyor. Gizem kısmı ilk 5 dakikada gördüğümüz cesetler ve anlatıdaki "çürümüş" ile tanışmamızla son buluyor. Çürümüş yanlış bir şekilde yerinden oynatılıyor ve lanet yayılmaya başlıyor. Sahi yerinden edilince neden lanet yayılıyor? Bu tip ufak ayrıntılara bence bir alt metin yazılmamış. Filmin evrenindeki kuralların çoğu var olduğu için var, sebepsizler.
"Çocuklar kötülüğü severler."
Filmin ayakta durabilen tek anlatısı da beceriksiz ebeveynlerin çocuklara yansıması. Children of the Corn'daki gibi kötülüğün çocuklarda beden bulması söz konusu. Ama i ... DevamıYılın en iyi korku filmi mi? İzleyicilerin geneli böyle anıyor. Şanına yaraşır gore ve şiddet öğeleri de var. Çocuk ölümleri, hayvan ölümleri, irin, kan durmak bilmiyor. Fakat yılın en iyi korku filmlerinden biri olduğunu söylemem zor. Akılda kalıcılık anlamında enlerden, ama kalite anlamında değil.
Film hikayeye doğrudan dalıyor. Diğer korku filmleri gibi gizem öğelerini ve "kötülükle" tanışma aşamalarını filmi ikiye bölmek için kullanmıyor. Gizem kısmı ilk 5 dakikada gördüğümüz cesetler ve anlatıdaki "çürümüş" ile tanışmamızla son buluyor. Çürümüş yanlış bir şekilde yerinden oynatılıyor ve lanet yayılmaya başlıyor. Sahi yerinden edilince neden lanet yayılıyor? Bu tip ufak ayrıntılara bence bir alt metin yazılmamış. Filmin evrenindeki kuralların çoğu var olduğu için var, sebepsizler.
"Çocuklar kötülüğü severler."
Filmin ayakta durabilen tek anlatısı da beceriksiz ebeveynlerin çocuklara yansıması. Children of the Corn'daki gibi kötülüğün çocuklarda beden bulması söz konusu. Ama iyi de ailelerinden eğitim görmemiş çocuklar neden ailelerinden şiddetle intikam alıyorlar?
Hiçbir şeyin tam olmadığı bu sürpriz Arjantin filmini izlemek değişik bir tecrübe sunuyor. Eğer midenizle aranız iyi kalacaksa, konfor alanınızda kaldığınız süreyi tehdit altında geçirmek istiyorsanız izlemelisiniz. Fakat bunun dışında bir sebep sunamayacağım.
Russell, iyi bir basketbolcu olmaya karar verdiği anı iki olayla açıklıyor. Birisi oğlu beyaz adamlar tarafından dövülerek öldürülen annenin, cenaze merasimini ısrarla açık tabut yaptırması. Beyaz adamın onun bedenine neler yaptığını acıyla ve cesaretle gösterme inadı. Diğeri ise otobüste bir beyaza yer vermediği için dava edilen Rosa Parks'ın mücadelesi. İşte bu olayların beynine sıçrattığı kanla basketbolu halkı için kullanmaya karar veriyor Bill Russell. Evinin duvarlarına dışkıyla nefret söylemleri yazan yağmacılara da yılmıyor. Ve büyük resim için mücadele ederken, görece küçük olan bir devrim de yapıyor. Basketbolu, savunmayı değiştiriyor. Zıplayarak savunma yapmanın, blok vurmanın hoş karşılanmad ... Devamı
Russell, iyi bir basketbolcu olmaya karar verdiği anı iki olayla açıklıyor. Birisi oğlu beyaz adamlar tarafından dövülerek öldürülen annenin, cenaze merasimini ısrarla açık tabut yaptırması. Beyaz adamın onun bedenine neler yaptığını acıyla ve cesaretle gösterme inadı. Diğeri ise otobüste bir beyaza yer vermediği için dava edilen Rosa Parks'ın mücadelesi. İşte bu olayların beynine sıçrattığı kanla basketbolu halkı için kullanmaya karar veriyor Bill Russell. Evinin duvarlarına dışkıyla nefret söylemleri yazan yağmacılara da yılmıyor. Ve büyük resim için mücadele ederken, görece küçük olan bir devrim de yapıyor. Basketbolu, savunmayı değiştiriyor. Zıplayarak savunma yapmanın, blok vurmanın hoş karşılanmadığı muhafazakar anlayışı yıkıp bugünün pivotlarına yol açıyor. Hem sporculuğuyla hem de aktivizmiyle iki yoldan koştuğu günlerin dilediği saygıyı buldu.
2 bölümlük bu belgeselden klasik Netflix belgesellerinin müjdelediklerini beklememelisiniz. Zira Last Dance eserindeki gibi dramatik tempo artışlarına yer vermiyor. Russell'ın sert hayatı da buna pek izin vermiyor. Öte yandan oynadığı dönem gereği görsel malzemelerin genelde fotoğraflardan oluşması nedeniyle klasik bir belgesele daha çok yakınsıyor. Fakat kariyerindeki dönüm noktalarına yeterli süreleri ayırıp, dengeli bir kurgu oluşturmayı başarmışlar.
Eleştirebileceğim en büyük eksiklik müzikler oldu. Afroamerikan komünitesinin ve kültürünün o dönemdeki ve günümüzdeki en büyük çapalarından biri de sanatlarıdır. Fakat belgeselde 1-2 dönem hiti dışında hiç şarkı kullanılmamış.
Bill Russell: Legend, 2023 yılının en iyi spor belgesellerinden biri.