4 yıl önce
Two English Girls filmine yorum yazdı:
Aile Yuvası filmine yorum yazdı:
antoine doinel’in hayatını anlatan 4. film, aynen bir önceki film gibi mizahi bir tonla anlatıyor hikayesini. antoine’ın evlilik hayatı, çocuk, aldatma, çaresizlik, çözüm arayışları vb. ile 400 darbe’de tanımaya başladığımız antoine’ın hikayesini izlemeyi de sürdürmüş oluyoruz.
truffaut filmleri arasında antoine doinel beşlemesi, ilk film 400 darbe haricinde, son filmi izlemedim, ama genelde mizahi unsurların öne çıktığı, bir ana hikaye olarak antoine’ın hayatının akışını gösterebileceğimiz,;küçük anektodlar, sekanslarla sürüp giden olaylar dizisi olarak görülebilir. truffaut’nun hayat hikayesini okuduğumuzda antoine’a benzer bir hayat sürdüğünü öğreniyoruz, en azından çocukluk hayatında. yönetmenin bu karaktere duyduğu şefkatin ilk filmden beri sürdüğünü rahatça söyleyebiliriz. sanki truffaut, antoine’a gülümseyerek, tebessümle, sevecenlikle bakıyor, onu seviyor. çünkü küçük sürçmeleri, debelenmeleri, bütün komikliğiyle antoine 400 darbe’nin sonunda güzel bir hayatı olmayacağını düşü ... Devamıantoine doinel’in hayatını anlatan 4. film, aynen bir önceki film gibi mizahi bir tonla anlatıyor hikayesini. antoine’ın evlilik hayatı, çocuk, aldatma, çaresizlik, çözüm arayışları vb. ile 400 darbe’de tanımaya başladığımız antoine’ın hikayesini izlemeyi de sürdürmüş oluyoruz.
truffaut filmleri arasında antoine doinel beşlemesi, ilk film 400 darbe haricinde, son filmi izlemedim, ama genelde mizahi unsurların öne çıktığı, bir ana hikaye olarak antoine’ın hayatının akışını gösterebileceğimiz,;küçük anektodlar, sekanslarla sürüp giden olaylar dizisi olarak görülebilir. truffaut’nun hayat hikayesini okuduğumuzda antoine’a benzer bir hayat sürdüğünü öğreniyoruz, en azından çocukluk hayatında. yönetmenin bu karaktere duyduğu şefkatin ilk filmden beri sürdüğünü rahatça söyleyebiliriz. sanki truffaut, antoine’a gülümseyerek, tebessümle, sevecenlikle bakıyor, onu seviyor. çünkü küçük sürçmeleri, debelenmeleri, bütün komikliğiyle antoine 400 darbe’nin sonunda güzel bir hayatı olmayacağını düşündüğümüz o çocuğun hiç de kötü bir hayatı olmadığını anlatıyor bizlere. truffaut ona hiç de kötü bir hayat sürdürmüyor.
film, elbette bir truffaut özelliği olarak diyaloglarla dolu. karakterlerin konuşmayı sevdiği, anlatmayı sevdiği, didişmeyi, tartışmayı sevdiği filmler genel olarak bakarsak truffaut filmleri. müzik yine belirgin, kendini yine belli ediyor hemen. senaryo aynen çalınmış buseler’de olduğu gibi asla dramatik yönü ağır basmayan bir yol seçiyor. antoine varsa gülümsemek var, gülmek var. filmin final öncesindeki yemek sekansı tek başına her şeyi özetleyecek kadar güzel.
truffaut’nun karakterleri; ta 50-60 sene öncesinde yaşamış, ilk gençliği siyah beyaz filmlerde bize anlatılmış antoine gibi karakterleri, şu binlerce filmin çekildiği, binlerce pozun verildiği, kamera oyunları ve efektlerle baş döndürülse bile insani özelliği güdük kalmış nice filmin arasında, sahici ve gerçekçi hissiyle nasıl da hayat dolular. evlenmekten korkmuyorum’daki louis ve marion, 400 darbe’de ve serinin diğer filmlerindeki antoine, piyanisti vurun’daki charlie, yumuşak ten’deki pierre, yabani çocuk’taki dr. ıtard ne güzel ve ne kadar gerçek insanlar. truffaut’nun insana sevgi, yumuşaklık, ve şefkatle, gülümseyerek bakarak anlattığı bu hikayeler, arasına karıştıkları yüzbinlerce filme rağmen eskiyemeyerek ışıldıyor bence... işte bu yüzden antoine’ın hayatındaki dördüncü durak olan bu neşeli, sevimli filmi de mutlaka öneriyorum...
Vahşi Genç filmine yorum yazdı:
Büyük hayranlık duyarak izledim filmi. Truffaut’yu oyuncu olarak izlemek keyifliydi, ama beni esas etkileyen şey, yönetmenin tekrar en başa dönmüş olması oldu. Siyah beyaz bir filmle yönetmenlik denemelerinin ilk adımlarını tekrar atmak ister gibi bir istekle çekilmiş bir filmi andırıyor Yaban Çocuk ve ama hem yeni bir 400 Darbe beklentilerimizi boşa çıkarıyor hem de ondan aşağı olmayan bir hikaye anlatıyor. Hikaye anlatıyor dememe rağmen daha çok uygarlaşma, insanlaştırma eğitimi deneyleri diyebiliriz Victor’un yaşadıklarına. Bilim adamı Dr. Jean Itard’ın sebatla ve ısrarla Victor’u insan medeniyetine dahil etme gayretleri, art arda sıralanmış küçük deneylerin başarılı ve başarısız sonuçlarını gösteriyor bize. Itard samimi bir bilim adamı ve işini önemsiyor, ancak aynı şekilde samimi bir insan ve Victor’u da önemsiyor, ancak elbette Madame Guerin’in filmin bir yerinde söylediği gibi önemli bir şeyi ıskalıyor Itard. Filmin finalinde gördüğümüz şey de bu zaten: Victor’ın aradığı ve iste ... DevamıBüyük hayranlık duyarak izledim filmi. Truffaut’yu oyuncu olarak izlemek keyifliydi, ama beni esas etkileyen şey, yönetmenin tekrar en başa dönmüş olması oldu. Siyah beyaz bir filmle yönetmenlik denemelerinin ilk adımlarını tekrar atmak ister gibi bir istekle çekilmiş bir filmi andırıyor Yaban Çocuk ve ama hem yeni bir 400 Darbe beklentilerimizi boşa çıkarıyor hem de ondan aşağı olmayan bir hikaye anlatıyor. Hikaye anlatıyor dememe rağmen daha çok uygarlaşma, insanlaştırma eğitimi deneyleri diyebiliriz Victor’un yaşadıklarına. Bilim adamı Dr. Jean Itard’ın sebatla ve ısrarla Victor’u insan medeniyetine dahil etme gayretleri, art arda sıralanmış küçük deneylerin başarılı ve başarısız sonuçlarını gösteriyor bize. Itard samimi bir bilim adamı ve işini önemsiyor, ancak aynı şekilde samimi bir insan ve Victor’u da önemsiyor, ancak elbette Madame Guerin’in filmin bir yerinde söylediği gibi önemli bir şeyi ıskalıyor Itard. Filmin finalinde gördüğümüz şey de bu zaten: Victor’ın aradığı ve istediği şey aslında bütün çocukların istediği şey ve Itard bunu tam anlamıyla anlayamıyor çünkü bu anlamda o da Victor’dan farklı değil, bir anlamda eksik, ve bu hissi bilmeden yaşamış. Madame Guerin’in anladığı, serzenişle sadece tek bir kez dile getirdiği ve Victor orman "gezisi"nden döndüğünde Victor’a gösterdiği gibi, Itard bunu yapabilmekten aciz, ama tam da kendisinin istediği gibi " eğitilebilir". Victor yani ormanda yaşamış, uygarlaşamamış ve dil bilmeyen ama hissedebilen bir insan, bir canlı olarak Itard’a gösterdiği gibi, Itard da bunu öğrenebilir, filmin sonunda söylediği gibi " derslerine kaldıkları yerden devam edebilir"ler... İşte Truffaut bütün o bilimsel deneyler içerisinde bütün filmografisinde bize anlattığı şeyi gösteriyor, onun yokluğunu ve işte onu öneriyor: insan, sever. Ve insan severek insandır. Truffaut’nun insancıl, incelikli merak duygusunun içerisine sızıp orada çoğalan bu sevgi kendisini yabani bir çocukta da, suç işleyen bir insanda da, okulu kırıp kaçmış bir çocukta da, kırılgan bir piyanistte de belli eder. Böylece Truffaut karakterleri güzelleşirler ve edebiyata dönüşürler. Zihnimize böyle güzel izler, ve hatıralar bırakmış olurlar.
Film, belki de en iyi Truffaut filmlerinden biri. Yönetmenin ilk dönem filmlerinde gördüğüm ve sevdiğim bütün kurgu sürprizlerini, küçük güzellikleri içeriyor. İyi ki sinema var dedirtiyor insana, ve iyi ki edebiyat var. Ve elbette iyi ki Truffaut.
Evlenmekten Korkmuyorum filmine yorum yazdı:
Truffaut’nun 10. filmi, bence kıymeti bilinememiş derecede iyi bir çalışma.
Ben açıkçası yine bir ABD polisiyesi tarzında, ona öykünen bir film izleyeceğimi düşünüyordum, çünkü Siyah Gelinlik öyleydi, bir intikam öyküsüydü. Bu film de ilk yarım saatinde hikayesini o yönde kuruyor, ama ve oysa bizi çok güzel bir hikayeye hazırlıyormuş böyle yaparak. Çünkü aslında bir polisiye veya dram değil, bu film son derece güzel yazılmış, ilgi çekici bir aşk hikayesi. 51 sene önce çekilmiş bir çok filmde belki bu tür yaklaşımlar olmuştur, bilemiyorum bunu, ama ben Truffaut’nun karakterlerine yaklaşımındaki - Siyah Gelinlik hariç- incelikli, yumuşaklığı; karakterlerine inceliklerle alanlar açan ve onlara canlılık kazandıran, onları gerçek insanlara dönüştürmeye çabalayan tavrını burada da ve oldukça iyi, ilgi çekici bir şekilde ortaya koyduğunu düşünüyorum. Hatta bence Louis ve Marion kesinlikle gördüğüm en ilginç çift diyebilirim, özellikle de Louis karakteri bence şu ana dek gördüğüm Truffaut ka ... DevamıTruffaut’nun 10. filmi, bence kıymeti bilinememiş derecede iyi bir çalışma.
Ben açıkçası yine bir ABD polisiyesi tarzında, ona öykünen bir film izleyeceğimi düşünüyordum, çünkü Siyah Gelinlik öyleydi, bir intikam öyküsüydü. Bu film de ilk yarım saatinde hikayesini o yönde kuruyor, ama ve oysa bizi çok güzel bir hikayeye hazırlıyormuş böyle yaparak. Çünkü aslında bir polisiye veya dram değil, bu film son derece güzel yazılmış, ilgi çekici bir aşk hikayesi. 51 sene önce çekilmiş bir çok filmde belki bu tür yaklaşımlar olmuştur, bilemiyorum bunu, ama ben Truffaut’nun karakterlerine yaklaşımındaki - Siyah Gelinlik hariç- incelikli, yumuşaklığı; karakterlerine inceliklerle alanlar açan ve onlara canlılık kazandıran, onları gerçek insanlara dönüştürmeye çabalayan tavrını burada da ve oldukça iyi, ilgi çekici bir şekilde ortaya koyduğunu düşünüyorum. Hatta bence Louis ve Marion kesinlikle gördüğüm en ilginç çift diyebilirim, özellikle de Louis karakteri bence şu ana dek gördüğüm Truffaut karakterleri içerisinde en sevilecek karakterlerden biri: Antoine, Charlie ve Louis. Hatta belki de Louis, Antoine’ın karakterini andırıyor bile diyebiliriz.
Film ilerledikçe, filmin bir polisiyeden beklenebilecek bir çok şeyi kenara iterek diyaloglara odaklanması, neredeyse bir tiyatro oyunu izlediğimizi düşündürüyor, ama bu bile abartı; aslında Louis ve Marion’un yaşadıklarına gerçekten tanık oluyor gibiyiz; ve bence Louis, Marion’u olduğu gibi, bizi de hakikaten, aşka ikna ediyor. Truffaut, aşkı anlatıyor; sevmeyi, sevebilmeyi öğrenen ve suçun içerisinde bile bunu yapabilen insanları anlatıyor bize.
Filmi kesinlikle öneriyorum.
Çalınan Buseler filmine yorum yazdı:
Truffaut’nun Antoine Doinel beşlemesinin 3. filmi olan Çalınan Buseler, 400 Darbe gibi bir başyapıtla çocukluğundan itibaren tanımaya başladığımız Antoine Doinel’in hayatından bize üçüncü bir zaman diliminde anlatılan hikayelerle dolu çok iyi bir sinema eseri.
Truffaut’nun 400 Darbe’de yaptığı, başardığı şeyi; muazzam güzellikte bir şekilde kotardığı, hikayeleştirdiği, görselleştirdiği şeyi yeniden yapmasını veya bu başarıyı aynı şekilde sürdürmesini beklemek elbette ki bir hata, 400 Darbe’nin ardından çekilen 32 dakikalık kısa film Antoine ve Colette’te Antoine’ın ilk aşkını, çalışma hayatına attığı ilk adımları izlerken 400 Darbe’nin verdiği his belki siyah beyaz bir film olmasının da etkisiyle devam ediyordu. Çalınmış Buseler’de ise yönetmenin iyimser, sevecen, mizahi yaklaşımı oldukça iyi bir senaryoyla sürüyor ve Antoine hem iş hem aşk hayatında hayatı tecrübe etmeye devam ederken uğradığı yeni duraklarda karşımıza çıkıyor bu kez. Film, büyük oranda olay bile denemeyecek, ya da h ... DevamıTruffaut’nun Antoine Doinel beşlemesinin 3. filmi olan Çalınan Buseler, 400 Darbe gibi bir başyapıtla çocukluğundan itibaren tanımaya başladığımız Antoine Doinel’in hayatından bize üçüncü bir zaman diliminde anlatılan hikayelerle dolu çok iyi bir sinema eseri.
Truffaut’nun 400 Darbe’de yaptığı, başardığı şeyi; muazzam güzellikte bir şekilde kotardığı, hikayeleştirdiği, görselleştirdiği şeyi yeniden yapmasını veya bu başarıyı aynı şekilde sürdürmesini beklemek elbette ki bir hata, 400 Darbe’nin ardından çekilen 32 dakikalık kısa film Antoine ve Colette’te Antoine’ın ilk aşkını, çalışma hayatına attığı ilk adımları izlerken 400 Darbe’nin verdiği his belki siyah beyaz bir film olmasının da etkisiyle devam ediyordu. Çalınmış Buseler’de ise yönetmenin iyimser, sevecen, mizahi yaklaşımı oldukça iyi bir senaryoyla sürüyor ve Antoine hem iş hem aşk hayatında hayatı tecrübe etmeye devam ederken uğradığı yeni duraklarda karşımıza çıkıyor bu kez. Film, büyük oranda olay bile denemeyecek, ya da herhangi bir anaakım sinema örneğinde anlatılmaya değmeyecek bir şekilde olup bitenleri gösteriyor, ama elbette bizim odak noktamızın Antoine olmasını sağlıyor Truffaut; çünkü esas önemli olan olayların akışı, olayların dikkat çekiciliği veya peş peşe akışı değil, karakterimizin bu olaylar sırasındaki davranışları, oluşu, o olayları yaşayışı önemli, çünkü Truffaut bence bir karakteri çocukluğundan ve onu hapseden, çıkmaza sürükleyen koşulları dahi mizahı asla unutmadan sinemaya aktarırken esas hikayesinin bu karakterin kendisi olduğunun altını çiziyor, aynen bir edebiyatçı gibi, iyi bir yazar gibi. Bu anlamda Antoine nasıl da eskiyememiş bir karakter..ne kadar da gerçek. Ve, ne kadar güzel! Ben bu filmle artık Truffaut’yu seviyorum, ve onun sinemasına gerçekten bir sevgi besliyorum artık. Çünkü insanı anlatmayı, ama insanı seçtiği ve büyüttüğü bir karakterden anlatmayı seçen bir yönetmen bende hayranlık hissi uyandırıyor. Antoine ve Piyanisti Vurun’daki Charlie, nasıl da güzel insanlar... Bu yüzden bu neşeli, ilgi çekici filmi- içerisindeki bir çok ilgi çekici sahneyi de- en başta geleni "evet, Mösyö" sahnesi olmak üzere- o anın anlatılışı, o andaki mahcubiyetin neredeyse elle tutulur halde hissedilir hale gelmesi- düşünerek, ama yönetmenin sıralamasına uyarak izlenmek üzere herkese öneririm.
Mutlaka...
Antoine and Colette filmine yorum yazdı:
François Truffaut’nun ilk filmi ve ilk başyapıtı 400 Darbe’nin hikayesi Antoine Doinel’in çocukluk hayatında yaşadıklarını anlatır. Kesinlikle bir başyapıt olan bu muazzam filmin güzelliği tekrar tekrar izlenmeyi hak ediyor. Korona günlerimin meşgalelerinden birisi seçtiğim yönetmenlerin filmlerini mümkün olduğunca kronolojik sırada izlemek ve sıra benim için Truffaut’da. Şu ana dek 6 filmini izledim yönetmenin, ancak Antoine ve Colette’i kısa film olduğu için geçmiş, ve Antoine isminden şüphelenmemiştim. Meğerse Truffaut 400 Darbe’deki Antoine’ın hayatını çeşitli evrelerinde anlatan kısalı uzunlu 5 film çekmiş. Antoine ve Colette, aslında 20 Yaşında Aşk adında bir filmin açılış filmi, o filmde de önemli 5 yönetmen 20 yaşında aşık olmakla ilgili 5 kısa film çekerek bir araya getirmiş. Truffaut, 32 dakikalık bu kısa filmle hem o filme katkıda bulunmuş hem de Antoine’ın hikayesine devam etmiş.
Filmde Antoine artık 20 yaşında, tek başına yaşıyor ve bir plak şirketinin plak üretiminde çal ... DevamıFrançois Truffaut’nun ilk filmi ve ilk başyapıtı 400 Darbe’nin hikayesi Antoine Doinel’in çocukluk hayatında yaşadıklarını anlatır. Kesinlikle bir başyapıt olan bu muazzam filmin güzelliği tekrar tekrar izlenmeyi hak ediyor. Korona günlerimin meşgalelerinden birisi seçtiğim yönetmenlerin filmlerini mümkün olduğunca kronolojik sırada izlemek ve sıra benim için Truffaut’da. Şu ana dek 6 filmini izledim yönetmenin, ancak Antoine ve Colette’i kısa film olduğu için geçmiş, ve Antoine isminden şüphelenmemiştim. Meğerse Truffaut 400 Darbe’deki Antoine’ın hayatını çeşitli evrelerinde anlatan kısalı uzunlu 5 film çekmiş. Antoine ve Colette, aslında 20 Yaşında Aşk adında bir filmin açılış filmi, o filmde de önemli 5 yönetmen 20 yaşında aşık olmakla ilgili 5 kısa film çekerek bir araya getirmiş. Truffaut, 32 dakikalık bu kısa filmle hem o filme katkıda bulunmuş hem de Antoine’ın hikayesine devam etmiş.
Filmde Antoine artık 20 yaşında, tek başına yaşıyor ve bir plak şirketinin plak üretiminde çalışıyor. Aşık oluyor Antoine. Colette de aşık olduğu kız.
32 dakika içinde Truffaut, 400 Darbe’de nasılsa yine öyle: kameramız kime dönüyorsa orada insan psikolojisine dair ışık, bir aydınlık görüyoruz. Antoine büyümüş, ve ne güzel ki 400 Darbe’deki arkadaşı Rene de burada hatta bir ara geçmişi anıyorlar, biz de 400 Darbe’ye dönmüş oluyoruz bu şekilde....
Truffaut’nun Antoine’ı anlatmaya devam etmesi güzel, 32 dakikada bile film ve Truffaut yine hikayesini anlatıyor. Aynı samimiyet, aynı yalınlık, aynı maharet, aynı güzellik...
Mutlaka...
Siyah Gelinlik filmine yorum yazdı:
Siyah Gelinlik, krolonojik sırada izlediğim 5. Truffaut filmi ve bence Fahrenheit 451’den bile geride kalıyor iyi bir film olmak anlamında. Filmle ilgili inceleme ve eleştirilere baktığımda ortak olarak söylenen bazı şeyler gördüm. Bunlar ilki Tarantino’nun Kill Bill filminin kaynağının aslında bu film olduğu, her ne kadar Tarantino tersini söylese de. İkincisi ise bir Hitchcock hayranı olan Truffaut’nun ünlü İngiliz yönetmene öykünen ilk filminin de bu olduğu. Okuduğum güzel eleştirilerden birinde aslında gerilim filmi türünde olan filmin seyirciyi bu türün klişelerine uymaması ile ters köşe yaptığı yazıyordu. Ama en önemli noktayı da yine bir eleştiride buldum ve burada spoiler devreye giriyor: filmde Julie evlendiği gün, nikah çıkışında kocası vurularak ölünce onun intikamını alıyor. Ancak kocasını vuran adam kilisenin karşısındaki binanın en üst katında eğlenen 5 adam ve bunlar bir tüfekle oynuyorlar ve aralarından biri yanlışlıkla ölümüne sebep oluyor Julie’nin kocasının. Ölüm ola ... DevamıSiyah Gelinlik, krolonojik sırada izlediğim 5. Truffaut filmi ve bence Fahrenheit 451’den bile geride kalıyor iyi bir film olmak anlamında. Filmle ilgili inceleme ve eleştirilere baktığımda ortak olarak söylenen bazı şeyler gördüm. Bunlar ilki Tarantino’nun Kill Bill filminin kaynağının aslında bu film olduğu, her ne kadar Tarantino tersini söylese de. İkincisi ise bir Hitchcock hayranı olan Truffaut’nun ünlü İngiliz yönetmene öykünen ilk filminin de bu olduğu. Okuduğum güzel eleştirilerden birinde aslında gerilim filmi türünde olan filmin seyirciyi bu türün klişelerine uymaması ile ters köşe yaptığı yazıyordu. Ama en önemli noktayı da yine bir eleştiride buldum ve burada spoiler devreye giriyor: filmde Julie evlendiği gün, nikah çıkışında kocası vurularak ölünce onun intikamını alıyor. Ancak kocasını vuran adam kilisenin karşısındaki binanın en üst katında eğlenen 5 adam ve bunlar bir tüfekle oynuyorlar ve aralarından biri yanlışlıkla ölümüne sebep oluyor Julie’nin kocasının. Ölüm olayı gerçekleşince 5 adam hemen oradan ayrılıyor ve birbirlerinden uzaklaşıyor. Cinayetten yakalanmadıklarına göre esas soru şu oluyor o halde: Julie bu adamları nasıl buluyor, kimliklerini nasıl tespit ediyor? Spoilerın sonu da burası olsun. Yani Julie’nin intikam hikayesi baştan çuvallıyor.
Film, görsel ve anlatım gücünü bence en çok final sekansında, hapisanede yakalıyor. Onun dışında yönetmenin fimlerindeki gücü, karakterlere verilen psikolojik derinlik ve gerçeklik hissini burada bulamadığımızı söylemek gerek. Truffaut kimi filmlerinde karşımıza çıkan görsel sürprizleri bu filmde oldukça az, ve olsa dahi film bir bütün olarak yönetmenin nitelikli çıtasına dek ulaşamayan bir yapım...
Truffaut’yu keşfetmeye devam...
Fahrenheit 451 filmine yorum yazdı:
Truffaut’nun 5. filmi bence yönetmen açısından kötü bir senaryo seçimi, çünkü en azından benim düşünceme göre burası yönetmenin mekanı ve alanı değil. Ray Bradbury’nin kitabında anlatılanların Truffaut açısından ilgi çekici ve filme çekilebilir olması normal olsa da yönetmenin hikayeleştirme tarzı önceki dört filmine kıyasla kesinlikle geride bırakıyor filmi. İlginç bir şekilde filmde boşluklar var, uymayan, oturmayan şeyler var, bunun ne olduğunu sinema bilgim olmadığı için doğru kelimelerle ifade edemeyebilirim ama örneğin Montag’ın evde eşinin ve arkadaşlarının arasında kitaptan pasajlar okuduğu bölüm bir örnek. O sahne öyle çekilmemeliydi, ilginç bir şekilde amatör bir his veriyor, bir kopukluk hissi veriyor bu tür sahneler. Aynı şeyi filmin final sekansı için de belki söyleyebiliriz, bir şekilde hikaye anlatmayı bırakıp görevini tamamlamaya çalışanv e bu yüzden sanki bir müsamere izliyormuşuz hissi veren sahnelerle dolu Fahrenheit451. Ancak bununla beraber yönetmenin ilk renkli fi ... DevamıTruffaut’nun 5. filmi bence yönetmen açısından kötü bir senaryo seçimi, çünkü en azından benim düşünceme göre burası yönetmenin mekanı ve alanı değil. Ray Bradbury’nin kitabında anlatılanların Truffaut açısından ilgi çekici ve filme çekilebilir olması normal olsa da yönetmenin hikayeleştirme tarzı önceki dört filmine kıyasla kesinlikle geride bırakıyor filmi. İlginç bir şekilde filmde boşluklar var, uymayan, oturmayan şeyler var, bunun ne olduğunu sinema bilgim olmadığı için doğru kelimelerle ifade edemeyebilirim ama örneğin Montag’ın evde eşinin ve arkadaşlarının arasında kitaptan pasajlar okuduğu bölüm bir örnek. O sahne öyle çekilmemeliydi, ilginç bir şekilde amatör bir his veriyor, bir kopukluk hissi veriyor bu tür sahneler. Aynı şeyi filmin final sekansı için de belki söyleyebiliriz, bir şekilde hikaye anlatmayı bırakıp görevini tamamlamaya çalışanv e bu yüzden sanki bir müsamere izliyormuşuz hissi veren sahnelerle dolu Fahrenheit451. Ancak bununla beraber yönetmenin ilk renkli filmi olarak siyah beyazda da renklide de mizansenin çok güzel oturduğu, estetik anlamda keyif veren bir çok sahne ile dolu bir film olması yönetmenin lehine noktalar. Ayrıca çok baskın bir film müziği duyuyoruz, oldukça belirgin. Ancak genel anlamda filmi zar zor bitirebildiğimi, ve başarılı bulamadığımı söylemem gerek. Evin yakıldığı sekans, aradaki itfaiye sahneleri vb bir çok sahnede görsellik ve atmosfer yaratma anlamında yönetmene yakışan bir çok güzellikle karşılaşıyoruz, ama bence o kadar.
Fahrenheit 451, her ne kadar olumsuz bir düşüncem olsa da bir Truffaut filmi ve sonuçta bir distopyayı anlatıyor, anlatmayı deniyor, bu anlamda ilgiyi hak ediyor diyebilirim.
Yumuşak Ten filmine yorum yazdı:
Truffaut’nun 4. filmi olan Yumuşak Ten, kesinlikle çok iyi bir Truffaut filmi bence, siyah beyaza bu kadar yakışan çok film yoktur herhalde.
Film, yönetmenin karakterlerini çıkmazlara, kendilerini zorlayıcı durumlara sokarak ne yapacaklarını merak ettikleri bir hikayeye dahil ediyor ; bu sefer bir aşk üçgeni söz konusu diyebiliriz. Baş karakterimiz yazar Pierre evlilik dışı bir ilişki yaşamaya başlıyor ve filmin dörtte üçü bu ilişkinin başlaması, gelişmesi ve nihayetine ayrılıyor. Burada, yönetmenin aynen bir önceki filmi Jules ve Jim’de olduğu gibi bir sıradışılık söz konusu: Jules ve Jim üçlü bir ilişkinin mümkün olup olmadığını karakterleri üzerinden hikaye ediyor ve bunuu bir de araya serpiştirdiği ilgi çekici güzel görsel oyunlarıyla ve kurgu sürprizleriyle destekliyordu. Jules ve Jim’de de Yumuşak Ten’de de genel ahlak kurallarına uymayan ve kınanabilecek ilişki, sevgi, aşk imkanlarından, olasılıklarından bahsediyor yönetmen. Yumuşak Ten’in çok güzel müziği, ve siyah beyaz görün ... DevamıTruffaut’nun 4. filmi olan Yumuşak Ten, kesinlikle çok iyi bir Truffaut filmi bence, siyah beyaza bu kadar yakışan çok film yoktur herhalde.
Film, yönetmenin karakterlerini çıkmazlara, kendilerini zorlayıcı durumlara sokarak ne yapacaklarını merak ettikleri bir hikayeye dahil ediyor ; bu sefer bir aşk üçgeni söz konusu diyebiliriz. Baş karakterimiz yazar Pierre evlilik dışı bir ilişki yaşamaya başlıyor ve filmin dörtte üçü bu ilişkinin başlaması, gelişmesi ve nihayetine ayrılıyor. Burada, yönetmenin aynen bir önceki filmi Jules ve Jim’de olduğu gibi bir sıradışılık söz konusu: Jules ve Jim üçlü bir ilişkinin mümkün olup olmadığını karakterleri üzerinden hikaye ediyor ve bunuu bir de araya serpiştirdiği ilgi çekici güzel görsel oyunlarıyla ve kurgu sürprizleriyle destekliyordu. Jules ve Jim’de de Yumuşak Ten’de de genel ahlak kurallarına uymayan ve kınanabilecek ilişki, sevgi, aşk imkanlarından, olasılıklarından bahsediyor yönetmen. Yumuşak Ten’in çok güzel müziği, ve siyah beyaz görüntü yönetmenliği kadar senaryosunun da çok iyi olduğunu söyleyebiliriz, özellikle "yasak ilişki"nin gelişme sürecinde yaşananlar tipik bir filmde görmeyi beklemeyeceğimiz bir çok güzel anla dolu, bunlar örneğin bize binlerce uyduruk senaryosuyla aşkı pazarlayan hatta onu metalaştıran, klişelerle dolu filmler ve dizilerle karşılaştırılınca- hepimizin aşina olduğu, izleme ve seyretme tecrübelerimize kıyasladığımızda neredeyse 60 sene öncesinde çekilmiş olmasına rağmen bir tazelik, bir eskimemişlik hissi veriyor; çnkü Truffaut bence bir edebiyatçı gibi yaklaşıyor karakterlerine ve hikayesine. Bunu çektiği ilk 4 filminde de (şu an sadece 4 filmini izledim yönetmenin çünkü) görebiliyoruz.
Ancak filmin finali, filmin hikaye ettiği şeyi kısırlaştıran ve fazlasıyla film kokan, klişe bir final, ve bu durum filmin niteliğine zarar veriyor, çünkü hikayeyi anlatırken bilindik bir şey anlatmasına rağmen onu yenileştirip anlatabilen bir kalemin mutlaka bir "son" yazacaksa hikayesine, bu sonu da aynı şekilde kıvırabileceğini, çok daha sinemasına uyan, aynı rengi taşıyan bir "son" olabileceğini düşünmemek de imkansız.
Yumuşak Ten, finaldeki teklemesine rağmen çok iyi bir sinema örneği. Truffaut hakikaten de iyi ki sinema var dedirtiyor insana, ve elbette iyi ki edebiyat!
Jules ve Jim filmine yorum yazdı:
Truffaut’nun bu filmi bugün çekilse bu kadar olurdu. Filmin baştan sona hikayeye girişi, hikayeyi geliştirmesi, anlatışı ve sonlandırması, ayrıca filmdeki kadın erkek ilişkilerinin karmaşıklığı; görüntüler arasına serpiştirilmiş küçük görsel ayrıntılar sanki bugün çekilse böyle yapılırdı diye düşündürdü bana. Bu anlamda Jules ve Jim dinamik bir film. Şu ana dek izlediğim 3. Truffaut filmi olarak bu üç filmde de karakterlerimizin konuşmayı, hareket etmeyi seven karakterler olduğunu, yaşadıkları problemler nedeniyle daha karmaşık olaylara ve durumlara sürüklendiklerini söyleyebilirim. Truffaut sanki kısa sekanslar çekmeyi, hareketi seviyor, konuşan karakterleri seviyor; Ama Antoine ve Charlie ile kıyaslandığında Jules ve Jim’deki hiç bir karakterin daha ön plana çıkmadığını söyleyebilirim.
Filmin bir kadının ve ona bağlı iki erkeğin farklı ilişkilerini anlattığını, ayrıca Jules ve Jim arasında değişmeden kalan sevgi ve arkadaşlık hislerini ve ilişkilerini anlattığını söyleyebiliriz. Ken ... DevamıTruffaut’nun bu filmi bugün çekilse bu kadar olurdu. Filmin baştan sona hikayeye girişi, hikayeyi geliştirmesi, anlatışı ve sonlandırması, ayrıca filmdeki kadın erkek ilişkilerinin karmaşıklığı; görüntüler arasına serpiştirilmiş küçük görsel ayrıntılar sanki bugün çekilse böyle yapılırdı diye düşündürdü bana. Bu anlamda Jules ve Jim dinamik bir film. Şu ana dek izlediğim 3. Truffaut filmi olarak bu üç filmde de karakterlerimizin konuşmayı, hareket etmeyi seven karakterler olduğunu, yaşadıkları problemler nedeniyle daha karmaşık olaylara ve durumlara sürüklendiklerini söyleyebilirim. Truffaut sanki kısa sekanslar çekmeyi, hareketi seviyor, konuşan karakterleri seviyor; Ama Antoine ve Charlie ile kıyaslandığında Jules ve Jim’deki hiç bir karakterin daha ön plana çıkmadığını söyleyebilirim.
Filmin bir kadının ve ona bağlı iki erkeğin farklı ilişkilerini anlattığını, ayrıca Jules ve Jim arasında değişmeden kalan sevgi ve arkadaşlık hislerini ve ilişkilerini anlattığını söyleyebiliriz. Kendi adıma bu ilişkinin bana itici geldiğini söylemem gerek, bu anlamda filmi izlerken yer yer sıkıldığım oldu, beni ahlaki anlamda gerdiğini, ve bu yüzden yeterince keyif alarak izleyemedim, ancak karmaşık şeyleri anlamak, sindirmek zaman alabilir, bu açıdan buada hikayesi anlatılan ilişkilerin mahiyeti konusunda tam bir yargıya varamasam bile anlatılması, hikaye edilme, sinemalaştırılması anlamında etkileyici bir görsellikle kotarıldığını söylemem gerek. Truffaut kalbimi zaten 400 Darbe ile kazanmış, Piyanisti Vurun filmiyle bu sevginin raslantı olamayacağını göstermişti. Jules ve Jim’le beraber artık çok iyi bir yönetmenin sinema dünyasına girmiş olduğumu düşünüyorum.
Bu film, Jules ve Jim filmini andırıyor, evet. Her iki filmde de toplum tarafından doğal ve normal kabul edilemeyecek ilişki ve sevgi arayışları hikaye ediliyordu. Jules ve Jim’de iki çok iyi arkadaş aynı kadını seviyordu, daha doğrusu birisi kadınla evleniyordu, ama kadın başka erkekleri de seviyordu, bu iki yakın dostun ikinci kişisiydi elbette, bir kişi dah avar ama o önemli değil. "İki İngiliz Kız" filminde ise iki kız kardeş aynı erkeğe aşık oluyor ve cinselliklerini onunla yaşıyor. İki filmin de senaristi aynı.
Aşkı aramak Truffaut’nun temalarından biri ve yönetmenin insani olan her yerde ve her durumda aşkı arayan insanlardan söz ettiğini düşünebiliriz ki iki film de ... Devamı
Bu film, Jules ve Jim filmini andırıyor, evet. Her iki filmde de toplum tarafından doğal ve normal kabul edilemeyecek ilişki ve sevgi arayışları hikaye ediliyordu. Jules ve Jim’de iki çok iyi arkadaş aynı kadını seviyordu, daha doğrusu birisi kadınla evleniyordu, ama kadın başka erkekleri de seviyordu, bu iki yakın dostun ikinci kişisiydi elbette, bir kişi dah avar ama o önemli değil. "İki İngiliz Kız" filminde ise iki kız kardeş aynı erkeğe aşık oluyor ve cinselliklerini onunla yaşıyor. İki filmin de senaristi aynı.
Aşkı aramak Truffaut’nun temalarından biri ve yönetmenin insani olan her yerde ve her durumda aşkı arayan insanlardan söz ettiğini düşünebiliriz ki iki film de bu temanın uç noktaları oluyor bir şekilde, ancak, bu tamamen benim dar görüşlülüğüm olabilir, bunu reddetmeyeceğim, ama ve ancak, filmlerin, özellikle de Jules ve Jim’in görsel anlamdaki çekiciliği, kurgusal süprizlerinin daha öne çıktığını, İki İngiliz Kız’da da görsel düzenlemelerin, renk kullanımlarının, aslında her şeyin çok iyi olduğunu söyleyebilsem bile hikayelerin insanı (bu durumda insan ben oluyorum galiba) aşka ikna edemediğini düşünüyorum. Ya da belki de bu ilişkileri daha ikna edici hikayelerle anlatılabilmelilerdi. Çünkü ikisinde de, ama özellikle İki İngiliz Kız’da edebi cümlelerle anlatılan duygular gülünç kaçıyor, ve kişileri düzleştiriyor, onların gerçekliklerine hasar veriyor, " sen beni farklı bir insan yaptın" gibi cümleler belki 50 sene öncesi için ilginçti, ama eskimemişler mi... Ormanda kalmış yabani bir çocuğun "medeni" olması için debelenen bir bilim adamının ona sevgi veremediğini anlayamamasını, ya da eşini aldatan pierre’in ızdırabını, antoine’ın ailesinden, sevgilisinden kopuşunu; louis ve marion’un karlı tepelere giden yolu tipiye rağmen yürüyüşünü ve onların bütün çıkmazlarını anlatabilen Truffaut’nun aslında yanlış hikayeler seçtiğini düşünmeden edemiyorum-bir diğeri de Siyah Gelinlik..adamın balkondan aşağı itildiği ve adamın düştüğü sahneyi unutmam zor. Jules ve Jim’in yönetmenin en iyi filmi kabul edildiğini okudum. Bu sinema bilgisi bende yok, ama ben en iyi filmi olsa bile filmi neden sevemediğimi- anlatımındaki ilginçlikleri ve güzellikleri kesinlikle unutmadan- söyleyebilirim sadece diyorum.
İki İngiliz Kızı’nı elbette öneriyorum. Çünkü bu film iyi oynanmış, iyi yazılmış, ve hakikaten filme iyi çekilmiş bir çalışma. Sonuçta bir Truffaut filmi. Ne kadar kötü olabilir ki?