7 yıl önce
Planetes dizisine yorum yazdı:
Şah Mat filmine yorum yazdı:
Bu kadar filmle alakasız yorum yazılır.
Öncelikle "Sadece bu kişi mi zeki?" dediğiniz kişinin Bobby Fischer olduğunun farkına varınız. Düşünün ki bir dünya satranç final maçında, hem de soğuk savaş yıllarında Rusya ile Amerikalı iki oyuncu arasında oynanan bir maçta; rakibine kendisini alkışlatacak kadar muazzam bir oyun sergilemiş olan birisinden bahsediyoruz. Satranç dünyasında salonun ortasında kalkıp da rakibini alkışlamak hiç de alışageldik bir durum değildir. Belki günümüz döneminin satranç oyuncuları, bilgisayar teknolojisinin getirdiği analiz deposu ve geçmişten gelen birikimler sayesinde Fischer karşısında zorlanmazlar; fakat dönemi için eşi benzeri olmayan bir zeka olduğunu hiç kimse ve hiçbir rakibi reddedemez zannedersem. Satranca ilginiz varsa, maçlarına bakıp da, filme adını veren piyon fedasının oyunu nasıl etkilediğini görüp de, hayran kalmamanın elde olmadığını bileceğinizi düşündüğüm için; pek fazla satranç tarihiyle ilginiz olmadığını düşünüyorum böyle bir yorumda b ... DevamıBu kadar filmle alakasız yorum yazılır.
Öncelikle "Sadece bu kişi mi zeki?" dediğiniz kişinin Bobby Fischer olduğunun farkına varınız. Düşünün ki bir dünya satranç final maçında, hem de soğuk savaş yıllarında Rusya ile Amerikalı iki oyuncu arasında oynanan bir maçta; rakibine kendisini alkışlatacak kadar muazzam bir oyun sergilemiş olan birisinden bahsediyoruz. Satranç dünyasında salonun ortasında kalkıp da rakibini alkışlamak hiç de alışageldik bir durum değildir. Belki günümüz döneminin satranç oyuncuları, bilgisayar teknolojisinin getirdiği analiz deposu ve geçmişten gelen birikimler sayesinde Fischer karşısında zorlanmazlar; fakat dönemi için eşi benzeri olmayan bir zeka olduğunu hiç kimse ve hiçbir rakibi reddedemez zannedersem. Satranca ilginiz varsa, maçlarına bakıp da, filme adını veren piyon fedasının oyunu nasıl etkilediğini görüp de, hayran kalmamanın elde olmadığını bileceğinizi düşündüğüm için; pek fazla satranç tarihiyle ilginiz olmadığını düşünüyorum böyle bir yorumda bulunurken.
Ergenlik meselesine gelince, Bobby Fischer filmde de görüldüğü gibi psikolojik sorunlar yaşayan bir insandı. Asperger Sendromu ile yaşamak zorunda kalmıştı. İzlediğiniz kişinin kurgusal bir karakter olmadığının, gerçek bir insan olduğunun ve o insanın da keyfinden ergen tavırlar içerisine girmediğinin farkına varsanız, varamadıysanız da ona göre yorum yapsanız faydalı olur diye düşünüyorum. Filmde biraz daha abartılı bir şekilde sunulmuş olabilir Fischer’ın sorunları; fakat gerçekten de paranoyak, iletişim sorunları yaşayan bir insanmış Bobby Fischer. Filmde karakteri özel kılmak için bazı yönlerini abartmak da normal karşılanabilecek bir şey.
"Filmin Amerika’ya kafa tutmuş hatta vatandaşlıktan çıkartılmış kişiyi Amerika’ya satranç şampiyonluğu getirdi diye övmesi de ilginç doğrusu. Yani Hollywood’a Amerika’yı öven yeni bir konu çıkadursun hemen çekiyorlar." kısmını es geçiyorum. İster Amerika propagandası yapmak için çekilmiş olsun, ister başka bir sebeple; Bobby Fischer, hayatı anlatılmaya ve geleceğe aktarılmaya değer bir insandı ve bu film de tam yeterli olmasa da, güzel bir anlatımla bunu sunmayı başaran bir filmdi. Her Hollywood filmine de "Amariganın oyunu ya" diye bakmamak lazım sanırım.
Sıkılma meselesine bir şey diyemem, kişisel bir şey bu. İçinde satranç olan bir biyografi filmini aksiyon beklentisiyle izlemek de ayrı bir olay; ama sıkılmak mümkün tabi ki. Ben maçların sonuçlarını bilsem dahi heyecanlı izledim, başkası sıkılabilir izlerken. Tabutta Rövaşata izlerken, Kynodontas izlerken, 2001: A Space Odyssey izlerken sıkılan insanlar da var sonuçta. Zevk, alışkanlık ve beklenti meselesi diyelim. Ancak bana kalırsa, sırf bir çatışma olsun, bir gerilim olsun diye gerçek dışı birkaç gereksiz sahne de eklemişler, belli bir izleyici kesimini de filmde tutabilmek için; onlar olmasa daha gerçeğe yakın bir film olurmuş, daha hoş olurmuş.
Bu kadar ağır yazmamın sebebi kişisel bir şey değildi; sadece alttaki yorumu yazan üyenin kullandığı "Bu kadar ergen olunur." ve "Satranç hani tamam zeka işi falan da arkadaş sadece bu kişi mi çok iyi?" tabiri öfklenmeme sebebiyet verdi. Çok da kırıcı olmayan bir dille düşündüklerimi aktarmaya çalıştım, elimden geldiğince.
Son olarak, Bobby Fischer’a olan hayranlığım sanırım yukarıda yazılanlarda belli olmuştur, o yüzden filmde Fischer’la ilgili değil de, onun dışında bir şeyler söylemek gerekirse; filmin 2. Dünya Savaşı sonrası ABD - Rusya soğuk savaş gerilimini gayet güzel ve satrancın kültürüne de uygun olarak onurlu ama karşıya vurucu bir şekilde yansıttığını söyleyebilirim. Daha yazılacak şeyler var; ama onlar da ileriki zamanlara.
Gitmeden ekleyelim; filmi sevenlere veya sevmeyenlere, Stefan Zweig’ın Satranç kitabını öneririm.
Köpekler filmine yorum yazdı:
Rahatsız edici film izleme sevdasına düştüğüm bir zamanlar, `Cannibal Holocaust` filmini "Hmm..." diyerek, `Srpski Film`'i güle oynaya izlemiş beni gece gece fena halde rahatsız etmiş olan film.
Araya bir not, eğer filmi izlemeden önce bir şeyler okumak niyetindeyseniz ve bu yazı okuduğunuz ilk yazıysa; bu cümleden sonra bu filmle ilgili şeyleri okumayın; konusuna bile bakmayın. Zaten konuyu öyle bir yazmışlar ki, filmin ilerleyen bölümlerinde ne olacağı belli oluyor. Neyse ki filmleri izlemeden önce konularına bakmama gibi bir huyum var da spoiler yemeden filmi izleyebildim.
Filme dönecek olursak, dediğim gibi, büyük bir rahatsızlık oluşturdu bende. Filmin ta en başından beri kasabadaki serserilerin bir şeyler yapacağı belliydi, hep bir şeyler yapacakları anın gelmesi gerilimi ve korkusuyla izledim filmi. `Dustin Hoffman`'ın canlandırdığı david karakterini mi çok içselleştirdim, kendime yakın buldum bilmiyorum; ama adamın başına kötü bir şeyl ... DevamıRahatsız edici film izleme sevdasına düştüğüm bir zamanlar, `Cannibal Holocaust` filmini "Hmm..." diyerek, `Srpski Film`'i güle oynaya izlemiş beni gece gece fena halde rahatsız etmiş olan film.
Araya bir not, eğer filmi izlemeden önce bir şeyler okumak niyetindeyseniz ve bu yazı okuduğunuz ilk yazıysa; bu cümleden sonra bu filmle ilgili şeyleri okumayın; konusuna bile bakmayın. Zaten konuyu öyle bir yazmışlar ki, filmin ilerleyen bölümlerinde ne olacağı belli oluyor. Neyse ki filmleri izlemeden önce konularına bakmama gibi bir huyum var da spoiler yemeden filmi izleyebildim.
Filme dönecek olursak, dediğim gibi, büyük bir rahatsızlık oluşturdu bende. Filmin ta en başından beri kasabadaki serserilerin bir şeyler yapacağı belliydi, hep bir şeyler yapacakları anın gelmesi gerilimi ve korkusuyla izledim filmi. `Dustin Hoffman`'ın canlandırdığı david karakterini mi çok içselleştirdim, kendime yakın buldum bilmiyorum; ama adamın başına kötü bir şeyler geleceği belliydi ve hep o anı bekleyerek izledim baştan itibaren.
David'in rahiple yaptığı konuşmada, filmin bütününü ilgilendiren şeyler olduğunu düşünüyorum.
--- `spoiler` ---
Reverend Barney Hood: Radiation. That's an unfortunate dispensation.
David Sumner: Surely is. Yes, indeed.
Reverend Barney Hood: As long as it's not another bomb.
Reverend Barney Hood: You're a scientist - can you deny the responsibility?
David Sumner: Can you?
David Sumner: After all, there's never been a kingdom given to so much bloodshed as that of christ.
--- `spoiler` ---
David şiddet karşıtı bir insan olduğunu filmin başından beri belli ediyor zaten. Rahibe verdiği cevapta son cümlesi önemli olan nokta; çünkü şiddet karşıtı olan david, filmin sonunda "evini" şiddet sayesinde koruyabiliyor ve işini tamamladığında ironik bir şekilde "Jesus, I got them all!" diyor. Ne kadar şiddet karşıtı olsanız da, haklı olduğunuz bir şeyler uğruna ve başka çare kalmamış bir durumda şiddete başvurmak zorunda kaldıysanız, bunu yapmak zorundasınızdır gibi bir anlam çıkarıyorum bu iki cümleden. Böylece hem İsa'nın yaptığını, Hem de David'in yaptığını haklı çıkarıyor gibi görebiliriz. David her ne kadar haklı olsa da, İsa konusunda emin olamayacağım gerçi ben. `:ehe`Belki de gereksiz bir detaydır veya saçmadır, bilemiyorum. Sadece dikkatimi çekmişti, filmin sonunda David "Jesus, I got'em all!" dediğinde.
Evin David için neler anlam ifade ettiğine ilişkin güzel şeyler yazılmış zaten, oralara fazla girmek istemiyorum. Sadece filmin sonundaki efsane repliği tekrar yazmak istiyorum:
--- `spoiler` ---
Henry Niles: I don't know my way home.
David Sumner: That's okay. I don't either.
--- `spoiler` ---
Bu cümle çok derin geldi bana, çok acıklı. Kendisinden beklemediği bir kişiliğin ortaya çıktığını gören david, tüm bu yaşanılanlardan sonra eve nasıl geri döneceğini bilmediğini söylerken, aslında biraz da yeniden eski david olup olamayacağının merakı içindeydi veya bunun cevapsızlığının farkındaydı. Karısını bir sürü cesedin arasında bırakarak gitmesi mantıksız bir hareketti belki; ama kendini kaybetmiş, zincirlerinden kurtulmuş bir haldeydi ve evini aynı zamanda eşini koruyarak bir zafer elde etmişti; karısını ve evini geride bırakıp doğasına geri dönmüştü. Ve hem eski haline, hem karısına, hem de evine nasıl döneceğini bilmiyordu; çünkü artık onun "ben buyum." dediği ev değildi.
Henüz daha dün de tiyatroda `Ellerimin Arasındaki Hayat`'ı izlemişken, üstüne bu filmi izlemek de bir garip oldu. Orada hiçbir suçun cezasının ölüm olmaması vurgulanırken, burada gerektiğinde ölüme bile başvurulabilir olduğunun gösterilmesi; zaten normalde de ikilemde kalmış olan beni üst üste iki gün içinde tekrardan bir ikileme soktu. Hangisi daha ikna ediciydi derseniz, sanırım bu film daha üst noktalarda. Yine de, suçların farklı olması vs. durumlar da var tabi ki.
Artık yavaş yavaş bitiriyorum yazıyı, çünkü uykusuzlukla da birlikte çok boş cümleler kurmaya başladım gibi hissediyorum.`:mehe`Ancak karakterleri başarılı bir şekilde karikatürize edip kabullendirmesi, gerilimi çok iyi vermesi ve "rahatsız etmesi" açısından çok başarılı buldum filmi. Aynı sene çıkmış olan A Clockwork Orange havası almamak imkansız; sanırım o dönem İngiltere'si pek güllük gülistanlık değilmiş. Bir Tarantino tadı da yok değil.
Neden Cannibal Holocoust veya Srpski Film'den rahatsız olmadığıma gelirsek, şurada (https://eksisozluk.com/entry/32380267) yazdığım gibi; "Psikolojik, duygusal konuları işleyen filmler daha ağır darbe vurur bana, böyle fiziksel bir aşınmayı gösteren filmleriyse en fazla bir hafta sonra unutursunuz. Ki eminim, bu film hakkında "çok iğrenç, ay çok kötü, pişmanım!" yorumları yapanlar da, bi hafta sonra ya filmi unutmuşlardır, ya da artık o kadar da iğrenç gelmemektedir." Yani bu film, tam olarak psikolojinize ve ruhunuza etkiyen bir rahatsızlık yaratıyor; mide kalkması değil. Özellikle kilise sahnesinde; yakın çekimler, hızlı ekran geçişleri, birbirine karışmış gürültüler ve `Susan George`'un başarılı oyunculuğuyla birlikte kendinizi baskı altında hissediyorsunuz, amy'nin o an hissettiklerinin hemen hemen aynısını yaşıyorsunuz. O sahneye zor katlandım gerçekten. Ve tabi ki filmin son 40 dakikası da, kilise sahnesi kadar rahatsız etmese de, aşırı gerilimi sebebiyle belli bir miktar rahatsızlık verdi.
Son olarak, filmdeki "kadın"a dair yapılmış olan `pofurtt`un şu incelemesi hoşuma gitti, onu da koyayım buraya:https://eksisozluk.com/entry/37048554
Ve de, filmle ilgili olduğunu düşündüğüm, `maarri`nin şu yazıları da okunmalı diye düşünüyorum. Filmi izlerken bu yazılarda yazanlar aklımdan geçti sık sık. https://eksisozluk.com/kotuluk-problemi--518130?a=search&author=maarri https://eksisozluk.com/entry/46189389 https://eksisozluk.com/entry/46403980
Tezgahtarlar filmine yorum yazdı:
Efsane filmlerimden birisidir. Bir yandan nefret ettiğim, bir yandan sevdiğim tek filmdir.
Absürtlüğü, sıradanlığı, basitliği, saçmalığı bir araya getirmiş; izleyeni filmin içine başarılı bir şekilde sokarak belki de normalde saçma sapan olan diyalogların çok normal görülmesini sağlamış, tüm bunları güzel müziklerle bezemiş bir filmdir.
Senaryo yazma isteğinde ve çabasında olan birisi olarak, genellikle "Muhteşem, çok farklı, daha önce bulunmamış bir konu bulmalıyım." düşüncesiyle hareket ederim. Ama bu film, konu ne kadar sıradan olursa olsun; başarılı bir yönetmenlik ve güzel bir senaryoyla, güzel diyaloglar ve güzel karakterlerle ortaya muhteşem bir filmin çıkabileceğini göstererek bana iyi bir ders vermiştir.
Ayrıca bu filmde, benim açımdan farklı bir şey vardı. Normalde filmlerdeki loserlara tutunurum, onları severim. Ama bu filmde tam tersi oldu, çünkü bu filmdeki loser, sıradan bir loserdı. Diğer filmlerin pompaladığı üstün loserlardan değildi, gerçekten de loser olan bir los ... DevamıEfsane filmlerimden birisidir. Bir yandan nefret ettiğim, bir yandan sevdiğim tek filmdir.
Absürtlüğü, sıradanlığı, basitliği, saçmalığı bir araya getirmiş; izleyeni filmin içine başarılı bir şekilde sokarak belki de normalde saçma sapan olan diyalogların çok normal görülmesini sağlamış, tüm bunları güzel müziklerle bezemiş bir filmdir.
Senaryo yazma isteğinde ve çabasında olan birisi olarak, genellikle "Muhteşem, çok farklı, daha önce bulunmamış bir konu bulmalıyım." düşüncesiyle hareket ederim. Ama bu film, konu ne kadar sıradan olursa olsun; başarılı bir yönetmenlik ve güzel bir senaryoyla, güzel diyaloglar ve güzel karakterlerle ortaya muhteşem bir filmin çıkabileceğini göstererek bana iyi bir ders vermiştir.
Ayrıca bu filmde, benim açımdan farklı bir şey vardı. Normalde filmlerdeki loserlara tutunurum, onları severim. Ama bu filmde tam tersi oldu, çünkü bu filmdeki loser, sıradan bir loserdı. Diğer filmlerin pompaladığı üstün loserlardan değildi, gerçekten de loser olan bir loserdı. Klişelerle bezenmiş filmlerde loserlar genellikle sosyal fobisi olan, ama bir yandan da çok zeki olan ve filmin sonunda filmdeki en güzel kızı götüren üstün kişi olur. Ama bu filmdeki loser, normal hayatta da karşılaşabileceğimiz bir loser, işte bu yüzden diğer tüm filmlerdeki loserları severken, bundakinden nefret ettim. Gerçi Withnail&’I’daki loserlar da gayet başarılıydı, ama onları sevmiştim. Bunda daha farklı olan bir şer vardı, sevmememin sebebi de o.
Bu filmdeki loser bendim. İşte bu yüzden sevemedim buradaki loserı. Kendimi sevmeyişim, filmdeki losera patladı. Filmdeki loserın benle olan benzerliklerini film boyunca sezdim, ama burada karakter tahlili yaparak kendim ifşa etmek istemiyorum. :) Filmi dikkatli izleyenler, loserın iç yapısını çözebilir ve onun filmlerdeki klasik loserlardan değil, gerçek hayattaki klasik loserlardan birisi olduğunu görebilirler ki muhtemelen izleyen herkes bunu görmüştür zaten.
Yeterince özeleştiriyle sizleri boğduktan sonra, IMDB’den topladığımız birkaç güzel bilgi:
-Büyük bir çizgi roman hayranı olan Kevin Smith, bu filmi çekebilmek için tüm koleksiyonunu satmış. Geri kalan ödemeleri de tüm kredi kartı limitlerini kullanarak ve çevresinden üç beş toplayarak yapmış. (Çizgi roman koleksiyonu 27.000$ ediyormuş, söyleyecek bir şey bulamadım.)
-Filmin çekildiği market, gerçekten de Kevin Smith’in o dönemler çalıştığı marketmiş. Marketteki işi bittikten sonra film çalışmalarıyla uğraşırmış.
-Filmi renkli çekmeye çalışmışlar, ancak malzeme yetersizliği sebebiyle kalite düşük olduğu için filmi siyah-beyaz çekmek zorunda kalmışlar.
Ve son olarak:https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-xpa1/v/t1.0-9/1618660_662602820444843_1729617214_n.png?oh=733ab5eabc0ad5cd27992e052c1d7942&oe=551679EB&__gda__=1427198991_390b6d4c19888b6ca26c505ab0c5a33f
Güzel yönetim, güzel müzikler, güzel yapılandırılmış karakterler ve güzel diyaloglarla hazırlanmış bu film; bütçe olmasa da, imkanlar kısıtlı da olsa, konu çok sıradan, karakterler çok gündelik hayattan da olsa ortaya iyi bir film çıkarılabileceğinin kanıtlarından birisi. İzleyelim, izletelim.
Not: Birisi zorla ve işkenceyle izletmediği sürece, bu filmin devamını asla izlemeyeceğim. Seriler hakkındaki genel önyargıma bakarak konuşuyorum, benim için efsane olan bir film hakkında düşüncelerimin değişmesini asla istemem.
Torka aldrig tårar utan handskar dizisine yorum yazdı:
"what is told in this series has happened. ıts happening in this city, in these quarters, amongst the people that live here. ın a city where most people go on living as if nothing has happened when young men start to get sick, fade away and die." cümleleriyle başlayan, eşcinsellerin ve dünyanın yeni yeni aids'le tanıştığı seksenli yıllarda, taşradan stockholm'e okumaya gelmiş rammus ve şakirt benjamin'in aşk hayatının temelinde(eheh)olmak üzere o dönemdeki bir grup eşcinselin hayatını anlatan ve gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yapılmış bir dizi.
sadece 3 bölümden oluşması biraz can sıkıyor, özellikle de paul'u daha çok görmek istiyor insan; ama gerçek bir hikaye ve sulandırılmak istenmemesi normal.
paul'u apayrı bir yerde, benjamin'i de biraz ayrı bir yerde tutmak kaydıyla; dizideki tüm karakterler çok tatlı, insanın kanı ısınıyor hemen. böyle böyle anlatınca da dizi dramatik değil gibi duruyor; ancak işin aslı hiç öyle değil. dizinin ismi bile dizinin drama dozunu ortaya koyuyor ... Devamı"what is told in this series has happened. ıts happening in this city, in these quarters, amongst the people that live here. ın a city where most people go on living as if nothing has happened when young men start to get sick, fade away and die." cümleleriyle başlayan, eşcinsellerin ve dünyanın yeni yeni aids'le tanıştığı seksenli yıllarda, taşradan stockholm'e okumaya gelmiş rammus ve şakirt benjamin'in aşk hayatının temelinde(eheh)olmak üzere o dönemdeki bir grup eşcinselin hayatını anlatan ve gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yapılmış bir dizi.
sadece 3 bölümden oluşması biraz can sıkıyor, özellikle de paul'u daha çok görmek istiyor insan; ama gerçek bir hikaye ve sulandırılmak istenmemesi normal.
paul'u apayrı bir yerde, benjamin'i de biraz ayrı bir yerde tutmak kaydıyla; dizideki tüm karakterler çok tatlı, insanın kanı ısınıyor hemen. böyle böyle anlatınca da dizi dramatik değil gibi duruyor; ancak işin aslı hiç öyle değil. dizinin ismi bile dizinin drama dozunu ortaya koyuyor: "don't ever wipe tears without gloves"
yazacak daha çok şey vardı dizi hakkında, onlar da ilerleyen zamanlara artık.
not: dizinin internette türkçesini geçtim doğru düzgün bir ingilizce altyazısını bulmak bile zor. baktığım birkaç sitede hep aynı çeviri vardı ve çoğu yerde senkronizasyon sıkıntılarıyla boğuştum, yine de iyi kötü izleniyor. yetkili birileri el atsa süper olur.
---spoiler---
paul'un cenaze töreni görüp görebileceğiniz en fantastik, en komik ve en dramatik cenaze töreni olabilir. tam da paul'a yakışan bir cenaze töreni olmuştur.
---spoiler---
Yıldızlararası filmine yorum yazdı:
evet belki bir matrix gibi felsefesi, bir twelve monkeys gibi güzel bir kurgusu olmayabilir; ama yine de çok sevdim bu filmi. onlardan iyi midir ya da kötü müdür diyemiyorum, çünkü bu film onlardan farklı bir yerde benim için. farklı bir yerde demem onlardan üstte ya da altta olması anlamına gelmiyor. hani ortaokulda klasik öğretmen lafı vardır ya, "elmayla armudu toplayamazsınız." diye. o hesap işte, bu filmi onlarla karşılaştırmıyorum.
evet senaryosu pek de derin değildi, diyaloglar üst düzey değildi belki de. ama bu filme beni çeken bir şey var. buna görsellik ve bilim de dahil. filmin yapımında kip thorne'un da olacağını öğrendiğimden beri heyecanlıydım zaten, o heyecanımı karşıladı gerçekten.
bu filme yapılan olumsuz eleştiriler genel olarak senaryo ve kurgu üzerinden yapılıyor, buradaki eksikliklerden bahsediliyor. ama ben hiç bunlara takılmadım bu filmi izlerken. çünkü ben bu filmi bir bilimkurgu filmi olarak izlemedim, her ne kadar sinemaya o niyetle gittiysem bile. bu film b ... Devamıevet belki bir matrix gibi felsefesi, bir twelve monkeys gibi güzel bir kurgusu olmayabilir; ama yine de çok sevdim bu filmi. onlardan iyi midir ya da kötü müdür diyemiyorum, çünkü bu film onlardan farklı bir yerde benim için. farklı bir yerde demem onlardan üstte ya da altta olması anlamına gelmiyor. hani ortaokulda klasik öğretmen lafı vardır ya, "elmayla armudu toplayamazsınız." diye. o hesap işte, bu filmi onlarla karşılaştırmıyorum.
evet senaryosu pek de derin değildi, diyaloglar üst düzey değildi belki de. ama bu filme beni çeken bir şey var. buna görsellik ve bilim de dahil. filmin yapımında kip thorne'un da olacağını öğrendiğimden beri heyecanlıydım zaten, o heyecanımı karşıladı gerçekten.
bu filme yapılan olumsuz eleştiriler genel olarak senaryo ve kurgu üzerinden yapılıyor, buradaki eksikliklerden bahsediliyor. ama ben hiç bunlara takılmadım bu filmi izlerken. çünkü ben bu filmi bir bilimkurgu filmi olarak izlemedim, her ne kadar sinemaya o niyetle gittiysem bile. bu film bilimle kurgunun arasında bir yerde, bilime daha yakın. bu film benim için, bir oyun gibi, sigara içmek gibi, masaj gibi. açıp o görselliği, o heyecanı, o atmosferini hissetmek sadece. bu benim için yeterlidir, çünkü ben bu filmi izledikçe rahatlayacağım, heyecanlanacağım, o muhteşem astrofizik kuramlarından her bahsedilişinde her nerede duyarsam yaptığım gibi bu filmi izlerken de ilk defa duymuş gibi heyecanlanacağım, kendimi uzayda hissedeceğim, tars'ı gördükçe güleceğim. bu film benim için ayrı bir yerde ve ben bunu anlatamamanın üzüntüsünü yaşıyorum şu an. yani düşünün ki, ben bu filmi izleyip sinemadan çıktıktan sonra "lan dünyada daha neler olacak, neler bitecek, neler yaşanacak, ne filmler çekilecek, ne müzikler yapılacak; ama ben şu sigaranın yüzünden belki 5 sene erken öldüğüm için bunlardan birçoğunu göremeyeceğim." dedirtti, iki günlüğüne de olsa sigarayı bırakmamı sağladı. eheh. (ama bırakacağım.)
ayrıca film iki noktada da beni çok iyi yakaladı: geleceğimiz nasıl olacak, olası bir dünyanın sonu nasıl olacak konuları.
çoğu filmde gelecekte insanlar aşırı teknolojik bir çağda, farklı giyim tarzları, farklı beslenme şekilleri, farklı insan ilişkileriyle yaşıyorlar; oysa tıpkı bu filmde olduğu gibi ben de hep geleceğimizin öyle aman aman uçuk bir şey olmayacağını düşünürdüm. gerçi bu film o kadar uzak bir geleceği işaret etmiyor olsa da, yine de bunu görmek sevindirdi.
ikincisi, çoğu filmde dünyanın sonu hep karmaşanın hakim olacağı, insanların birbirini ezip geçeceği bir ortam gibi gösteriliyor. ama o filmlerde düşülen büyük bir hata var ki, kıyamet hop diye geliyor pat diye yıkıyor ortalığı. ama tıpkı bu filmde olduğu gibi bana göre de, dünyanın sonu hop diye gelmez, gelemez. haliyle de insanlar birbirini parçalamak yerine, daha akılcı yöntemler bulur; bunlardan birisi de silahlanmayı bırakıp gerçekten gerekli şeylere yatırım yapmaktır. bu film bu noktada da diğer filmlerden ayrılıyor.
filmin bilimiyle ilgili de birçok yazı internette mevcut, onlardan bahsedip laf kalabalığı yapmak istemiyorum; çünkü filmdeki bilime olan eleştiri ve o eleştirilerden cevap verilebilenler verilemeyenler vs. hepsi zaten defalarca yazıldı. araştırmak isteyip de bulamayanlara linkler atabilirim.
filmle ilgili daha uzun yorumum:https://eksisozluk.com/entry/47117627
gerçi buradaki yorumum da filmle ilgili düşüncelerimin tamamını yansıtmıyor aslında. daha detaylı ve filmi hem iyi hem kötü hem farklı hem sıradan yönleriyle ele aldığım bir yazı yazmayı düşünüyorum. o da ikinci izleyişimden sonra artık.
Fil Adam filmine yorum yazdı:
insanı cevabını veremediği, vermekten korktuğu sorgulamalara iter.
"john merrick'in yerinde olsaydım onun kadar dirençli, istekli ve umutlu olabilir miydim?"
"onu gören, onunla konuşan alelade bir insan olsam ne düşünürdüm onun hakkında?"
öyle etkiledi ki beni john merrick, her konuşmasında gözlerim doldu, hatta çoğunda gözyaşı döktüm. "onca yaşadığı şeye rağmen bir insan nasıl böyle kibar ve centilmen kalabilir lan?" diye sormaktan alamadım kendimi. öyle masum ve iyi niyetli olamaz bir insan. ama ancak dinginleşmeye başlayınca sorabildim kendime neden ağladığımı. ona mı acıyordum? o da bir insan, hem de senden daha insancıl. acıma değildi bu duygu, ama neydi anlayamadım. bazı yerlerde kızdım ona "lan tamam bu kadar masum olma, arkadaşım deme ona buna!" diye, her arkadaşım dediğinde gözüm doluyordu çünkü.
bi yerden sonra öyle sıradan geldi ki bana joseph merrick... onun isteği de buydu zaten, yalnızca sıradan olmak.
sıradan bir in ... Devamıinsanı cevabını veremediği, vermekten korktuğu sorgulamalara iter.
"john merrick'in yerinde olsaydım onun kadar dirençli, istekli ve umutlu olabilir miydim?"
"onu gören, onunla konuşan alelade bir insan olsam ne düşünürdüm onun hakkında?"
öyle etkiledi ki beni john merrick, her konuşmasında gözlerim doldu, hatta çoğunda gözyaşı döktüm. "onca yaşadığı şeye rağmen bir insan nasıl böyle kibar ve centilmen kalabilir lan?" diye sormaktan alamadım kendimi. öyle masum ve iyi niyetli olamaz bir insan. ama ancak dinginleşmeye başlayınca sorabildim kendime neden ağladığımı. ona mı acıyordum? o da bir insan, hem de senden daha insancıl. acıma değildi bu duygu, ama neydi anlayamadım. bazı yerlerde kızdım ona "lan tamam bu kadar masum olma, arkadaşım deme ona buna!" diye, her arkadaşım dediğinde gözüm doluyordu çünkü.
bi yerden sonra öyle sıradan geldi ki bana joseph merrick... onun isteği de buydu zaten, yalnızca sıradan olmak.
sıradan bir insan gibi uyurken öldü.
edit: ikinci kez izledim bu gece. bu sonda söylediğim "bir yerden sonra öyle sıradan geldi ki" kısmı hakkında, david lynch'i övmeden geçemeyeceğim. filmin başından beri, john merrick'e karşı öyle iyi hazırlıyor ki seyirciyi. başlarda "nasıl bir şey çıkacak lan acaba?" diye merak ediyorsunuz, yavaş yavaş bu düşünce yerini acıma ve onun için üzülme duygusuna salıyor bizi yönetmen daha john merrick'i tam olarak göstermeden ve tanıtmadan. bunu bilerek yapıyor, herkesin düşeceği hataya bizi de düşürüyor; farklı olanla ya dalga geçeriz, ya da ona üzülürüz. önce bize üzülmemizi aşılıyor, sonra doktoru örnek göstererek kendimize kızmamız gerektiğini gösteriyor. yardım etme isteğinin ve birisine acımanın dozajını artırdığımızda, aslında kendi vicdanımızı rahatlatmaya başladığımızı anlatıyor bizlere(öncelikle karşı tarafı düşünmeden).
ayrıca bir de, filmde john merrick aynada kendisini görünce bağırıyor ve kendisinin farklılığını daha iyi hissediyor. ancak aslına bakarsanız bu kendisini ilk görüşü değil; filmde daha öncelerde bir sahnede odasının camında kendisini görüyor.(bakmıyor gerçi, ama görebilir sonuçta.) ancak bunun teknik bir hata olduğu veya yönetmenin önceki bir sahnede de kendisini görebileceğini gözden kaçırdığı konusunda emin değilim; belki de bilerek yapılmış bir şeydir. çünkü halihazırda, hastahaneden önceki hayatında da kendisine aynadan bakmıştır mutlaka. aklımda orada anlatılmakla istenenler hakkında bir şeyler dönüyor, ancak toparlayamıyorum ve yazıya dökemiyorum, bir sonraki edit'te belki toparlayıp yazarım. :)
siz siz olun, ilk izleyişinizse eğer yalnız izleyin bu filmi. daha rahat empati kurabilmek ve daha rahat ağlayabilmek için.
Tanrıkent filmine yorum yazdı:
İzlemekte geç kaldığım ve ertelediğim için çok pişman olduğum filmlerden birisi.
Yine böyle erteleye erteleye çok geç izlediğim bir film var;Pulp Fiction. Bu filmi izlerken benden başka Pulp Fiction tadı alan yok mu? Çoğunlukla ortak konulara sahip iki film de, ayrıca olayların işleniş sırasında oynamaların olması da büyük bir benzerlik. Ancak ayrıldıkları nokta şu ki; Pulp Fiction olayları çoğunlukla sadece absürdleştirerek sunarken, Cidade de Deus’da hemtrajedi ve dramönümüze ağır bir şekilde sunuluyor, hem de insanların ve yaşadıkları şehrin içindekimizahı ve ironiyigörüyoruz.
Uzun bir metne girişmeden önce kısa bir ara bilgi: Filmdeki oyuncuların hiçbiri profesyonel oyuncu değilmiş. Ne diyelim, helal olsun.
Filmde üç ayrı dönem yaşanıyor ve şehrin geçirdiği evrimi anlatıyor:
1-Tender Trio dönemi ve sakinlik
2-Lil Ze dönemi ve nispeten sakinlik
3-Lil Ze dönemi ve savaş
Filmi şöyle genel olarak özetleyebiliriz:
İlki Lil’inLil Diceolduğ ... Devamıİzlemekte geç kaldığım ve ertelediğim için çok pişman olduğum filmlerden birisi.
Yine böyle erteleye erteleye çok geç izlediğim bir film var;Pulp Fiction. Bu filmi izlerken benden başka Pulp Fiction tadı alan yok mu? Çoğunlukla ortak konulara sahip iki film de, ayrıca olayların işleniş sırasında oynamaların olması da büyük bir benzerlik. Ancak ayrıldıkları nokta şu ki; Pulp Fiction olayları çoğunlukla sadece absürdleştirerek sunarken, Cidade de Deus’da hemtrajedi ve dramönümüze ağır bir şekilde sunuluyor, hem de insanların ve yaşadıkları şehrin içindekimizahı ve ironiyigörüyoruz.
Uzun bir metne girişmeden önce kısa bir ara bilgi: Filmdeki oyuncuların hiçbiri profesyonel oyuncu değilmiş. Ne diyelim, helal olsun.
Filmde üç ayrı dönem yaşanıyor ve şehrin geçirdiği evrimi anlatıyor:
1-Tender Trio dönemi ve sakinlik
2-Lil Ze dönemi ve nispeten sakinlik
3-Lil Ze dönemi ve savaş
Filmi şöyle genel olarak özetleyebiliriz:
İlki Lil’inLil Diceolduğu dönemler.Tender Trio’nun hüküm sürdüğü, çetenin nispeten masum işlerle uğraştığı dönemler. Ama büyük iş demek büyük sorumluluk demek ve büyük sorumluluğu kaldıramayan, ortadan kalkmaya mahkumdur. Tender Trio’nun sonu da, nispeten büyük bir işe soyundukları zaman geliyor.
Başa geçense, henüz çocuk olan Lil Dice.Piç kurusu herkes gibi topunu oynamaz, kızların peşine koşmaz da; adam öldürmekten zevk alır, güçten zevk alır.Nitekim böyle zeki ve hırslı birisinin emellerine ulaşmaması imkansız; sinsice büyüyor, gerekirse en yakınındakileri de satıyor ve sonundaLil Zeolmayı başarıyor. Ama daha fazla güç istedikçe daha çok düşman kazanıyor; daha fazla düşman kazandıkça daha çok hırslanıyor; daha fazla hırslandıkça daha çok kontrolünü kaybediyor.
Ve sonundaesas oğlanımızın kızını çalmasına rağmen hiçbirimizin yadırgamadığı Benny’nin şehre ve dünyaya veda partisinde olaylar patlak vermeye başlıyor.Şehrin en iyi insanıBenny öldürülüyor. Benny’yi öldürense, Ze’nin onun canını bağışlamasını sağladığıBlacky. Dostunu kaybetmenin acısını, zaten yok etmek için fırsat aradığıCarrotve çetesinden çıkarmak için yola çıkıyor Ze. Ama bir mucize gerçekleşiyor ve Carrot kurtuluyor. Ama bir mucize gerçekleşiyor ve Lil Ze’nin sonu o gece hazırlanıyor.
Nakavt Nedadında yağız bir delikanlı çıkıyor ortaya o gece. Barışçıl ve kavgadan uzak bir insan olarak tanıyoruz önce onu, sonra girmeyi seçtiği yaşam, onu da kendi karanlığının içerisine çekmeyi başarıyor.
Ned’in intikam hırsından yararlanarak Lil’i ortadan kaldırmaya çalışıyor Carrot, şimdi sıra onda çünkü. Fakat işler öyle büyüyor ki, resmen bir iç savaş patlak veriyor. Ve işte bu savaş sırasında çok net bir gerçeklik yüzümüze vuruluyor;savaşlarda kazanan taraf yoktur, tarafsız görünen taraflar kazanır.Silah tüccarı her iki tarafa da silah satıyor, polis işine geleni yapıyor. Savaş devam ediyor ve onlar kazanıyorlar.
Ve sonunda savaş öyle bir hale geliyor ki, çocuklar bile silahlanmaya başlıyor; şehir resmen ikiye bölünüyor. Filmdeki bir çok etken bu savaşın sebebiyken, asıl sebep ortaya çıkıyor; filmi başındakitavuk. Ve tavukla birlikte arada kalan birisi daha var, o da korkaklığı açısından düşünürsek bir tavuk. Bu arada, o sahnede polisin"Bırakalım da birbirlerini öldürsünler."diyerek olay yerinden ayrılması da gözden kaçmayacak bir konuşmaydı.
Barışçıl ve kavgadan uzak bir şekilde filme giren Nakavt Ned, bir soygun sırasında babasını öldürdüğü bir çocuk tarafından vuruluyor. Lil Ze, tıpkı bir zamanlar kendisine yapıldığı gibi küçümsediği çocuklar tarafından delik deşik ediliyor.
Ve filmde en sevdiğim sahneye gelelim:
Çocukların Lil’i vurduktan sonra başa geçmeleri sonrası gelen diyaloglar. Eğer bu sahne başka bir filmde olsaydı, çocukların ellerindekileri oyuncak silah zannetseydik ve o konuşmaları duysaydık"Çocuklar çetecilik oynuyorlar ne kadar masumlar baksana."der gülümserdik belki. Çünkü söyledikleri şeyler masumluklarını öylesine yansıtıyor ki..."Şunu öldürelim bunu öldürelim. Yazmayı bilen varsa kara liste çıkaralım hepsini öldürelim. Leonard’ı listenin başına koyalım bana borcu var. Chainaman’ı da vuralım kendini bir şey zannediyor."Çocukça sebepler var ortada, çocuklar var ortada ama silahlar konuşuyor; biliyoruz bu çocukların o söylediklerinin hepsini yapacağını. Çünkü kendilerinden önceki Tender Trio çetesi de, Lil’in çetesi de büyüseler bile çocuktu ve yaptı bunları.
Şimdi okurken belki de fark etmediğiniz garip bir noktaya değinip bitireceğim; yukarıda filmi anlatırken esas oğlanımızRocket’den neredeyse hiç bahsetmedim, onun yaşamını anlatmadım. Çünkü filmdeki Rocket de kendini arka planda bırakıp çevresini anlatıyor, çünkü o fotoğrafçı sadece. Sadece izliyor. Çünkü Rocket bizi yansıtıyor, biz de sadece izliyoruz. Yerde yatan Lil’in sadece fotoğrafına bakıp gidiyoruz, ölümleri, suçları izleyip gidiyoruz. Kadınları elde etmek için uyuşturucu buluyoruz; uğruna ara sokaklara girdiğimiz kadını birisi elimizden alınca da susuyoruz. Dünyada sadece izleyici oluyoruz ve susuyoruz. Ve bunları da en büyük hayallerimiz diye kendimize yutturuyoruz.
Withnail ve Ben filmine yorum yazdı:
Alkol, sigara, hap, ot, viski gibi dünya nimetlerini bolca içinde barındıran, tam bir erkek filmi. Filmde üç beş yaşlı kadından başka kadın yoktu diye hatırlıyorum. Muhabbetler çok eğlenceli, yer yer dramatik. Filmi izleyip de, o sondaki tiradı görüp de Withnail'e hayran kalmayacak bir insan yoktur herhalde.
Marwood:I shall miss you, Withnail.
Withnail: I shall miss you too. Chin-chin
Withnail: "I have of late,
but wherefore i know not,
lost all my mirth.
And indeed it goes so heavily with my disposition...
that this goodly frame the earth...
Seems to me a sterile promontory.
It's a most excellent canopy, the air.
Look you, this brave,
o'er hanging firmament.
This majestical roof
fretted with golden fire.
Why, it appeareth nothing to me...
but a foul and pestilent
congregation of vapors.
What a piece of work is a man,
how noble in reason,
how infinite in faculties,
how like an angel in apprehension.
How like a god!
The bea ... DevamıAlkol, sigara, hap, ot, viski gibi dünya nimetlerini bolca içinde barındıran, tam bir erkek filmi. Filmde üç beş yaşlı kadından başka kadın yoktu diye hatırlıyorum. Muhabbetler çok eğlenceli, yer yer dramatik. Filmi izleyip de, o sondaki tiradı görüp de Withnail'e hayran kalmayacak bir insan yoktur herhalde.
Marwood:I shall miss you, Withnail.
Withnail: I shall miss you too. Chin-chin
Withnail: "I have of late,
but wherefore i know not,
lost all my mirth.
And indeed it goes so heavily with my disposition...
that this goodly frame the earth...
Seems to me a sterile promontory.
It's a most excellent canopy, the air.
Look you, this brave,
o'er hanging firmament.
This majestical roof
fretted with golden fire.
Why, it appeareth nothing to me...
but a foul and pestilent
congregation of vapors.
What a piece of work is a man,
how noble in reason,
how infinite in faculties,
how like an angel in apprehension.
How like a god!
The beauty of the world:
paragon of animals:
yet to me, what is this quintessence of dust?
Man delights not me.
No, nor women neither.
Nor women neither."
Türkçesi:
Marwood: Seni özleyeceğim Withnail.
Withnail: Ben de seni özleyeceğim. Şerefe.
Withnail: "Geciktim ama neden, bilmiyorum,
tüm neşemi kaybettim.
Ve yaratılışım yüzünden
çok şiddetli bir biçimde soluyor...
iyi hali dünyanın,
bana verimsiz bir dağ gibi gözüküyor.
Gökyüzü, en şahane kubbe.
Bir bak, bu yukarıda duran cesur gökyüzüne.
Bu haşmetli çatı, altın alevlerle süslü.
Neden bana melankolinin öldürücü ve yanlış
birliğinden başka bir anlam ifade etmiyor peki...
Ne çeşit bir görevdir insanınki,
nasıl azametli,
nasıl sonsuz bir beceri,
korkudan nasıl bir melek gibi!
"Nasıl Tanrı gibi!
Dünyanın güzelliği:
Hayvanların mükemmel örnekleri:
Hala aklımda, toprağın özündeki.
İnsani zevkler bana göre değil.
Buna kadınlar da dahil.
Kadınlar da dahil."
Bu da videosu:
http://www.youtube.com/watch?v=6zEVZGuU3BU
Köpek Dişi filmine yorum yazdı:
Yorumlamaya başlamadan önce şunu söyleyeyim; film zevkinizin uyuşmadığı veya film zevkine güvenmediğiniz, sinemadan aksiyon-macera-komedi filmleri üçgeninde zevk alabilen bir arkadaşınıza bu filmi önermeyin. Ben denedim, olmuyo; sizin imajınız zedeleniyor sonra, "Porno desem değil, şöyle değişik bi film desem değil bu ne be?" cevabı alabilirsiniz.
Daha önceden de yorumlarda belirtilmiş, devletin veya dinin bir toplumu kendi öğretileriyle eğittiğinde nasıl bir tabloyla karşılaştığımızı gösteren bir film. Ve bunu hiç çaktırmadan, ama en dramatize haliyle sunması apayrı bir başarıdır.
Filmde dikkatimi çeken bir noktaya geleyim. Filmdeki evden yalnızca baba, o da sadece arabasıyla çıkabiliyordu. Araba da Mercedes. Yani şöyle bir mesaj verilmek isteniyor olabilir; filmdeki aileyi toplum olarak ele alırsak, mevcut düzende, toplum tarafından yüksek bir zümreye ait bir kişi değilseniz (baba) ve güç elinizde değilse (araba) özgür kalamazsınız. Eğer öz ... DevamıYorumlamaya başlamadan önce şunu söyleyeyim; film zevkinizin uyuşmadığı veya film zevkine güvenmediğiniz, sinemadan aksiyon-macera-komedi filmleri üçgeninde zevk alabilen bir arkadaşınıza bu filmi önermeyin. Ben denedim, olmuyo; sizin imajınız zedeleniyor sonra, "Porno desem değil, şöyle değişik bi film desem değil bu ne be?" cevabı alabilirsiniz.
Daha önceden de yorumlarda belirtilmiş, devletin veya dinin bir toplumu kendi öğretileriyle eğittiğinde nasıl bir tabloyla karşılaştığımızı gösteren bir film. Ve bunu hiç çaktırmadan, ama en dramatize haliyle sunması apayrı bir başarıdır.
Filmde dikkatimi çeken bir noktaya geleyim. Filmdeki evden yalnızca baba, o da sadece arabasıyla çıkabiliyordu. Araba da Mercedes. Yani şöyle bir mesaj verilmek isteniyor olabilir; filmdeki aileyi toplum olarak ele alırsak, mevcut düzende, toplum tarafından yüksek bir zümreye ait bir kişi değilseniz (baba) ve güç elinizde değilse (araba) özgür kalamazsınız. Eğer özgür kalmak istiyorsanız, bir şeylerinizi feda etmek zorundasınız(köpek dişinizi kırmalısınız); tabi yine özgür kalıp kalmamak babanızın sizi bagajdan çıkarıp çıkarmamasına bağlıdır, aksi takdirde boğulup ölebilirsiniz.
Ve cahil ve eğitimsiz(veya devletin isteğine göre eğitilmiş) toplum, devlet tarafından yaratılmış ve toplumun gözünde büyüttüğü korkularla kontrol altına alınır (kedi). Toplum aslında çok küçük şeylerle avutulur, ama büyük ilerlemeler elde ettiğini zanneder. (Oyuncak uçaklar, çıkartma hediyeleri vs.)
Eğer toplumun dünyaya ve olaylara farklı bir bakış açısıyla bakmasını sağlayacak birileri ortaya çıkarsa, devlet onları imha etmekte, yok etmekte hiç çekinmez. (Christina, onun hediyeleri, video kasetleri)
Toplum, her zaman bir umut varmış gibi yaşatılır, her zaman köpek dişi düştüğünde dışarıya çıkabileceğine, özgür kalacağına inandırılır. Köpek dişi düştüğünde, yani vahşi duygulardan arındığında, eski heyecanı yok olduğunda. Zaten beklediği özgürlük de, onun olamayacaktır.
Yok, sonu gelmeyecek filmdeki sembollerin, imgelemlerin; düşündükçe, filmdeki her şeyi, başka bir olaya/olguya benzetiyorum. Böyle başarılı bir filmin bu kadar az tanınması çok kötü, ben de filmi daha önceden keşfedemediğim için çok üzgünüm. Kesinlikle izlenilmesi gereken, insanın ufkunu açacak bir film.
yazının bundan sonraki kısmı spoiler içermese de, dizinin mesajları ve konuları işleyişine dair görüşler içeriyor. animeyi izlemediyseniz, kalanını okuyup okumama kararı size ait.
planet es'i diğer animelerden ayıran en önemli özelliği, gerçekçiliği bana kalırsa. ne karakterlerde ne de olaylarda neredeyse hiçbir abartı unsuru barındırmıyor hikaye. ne son derece karizmatik, cool, güçlü, iyilik timsali bir ana karakter var ne de abartılı, içinde salt kötülük barınan, manyak bir kötü var. ana karakterler ve yan karakterlerin hepsi realist bir şekilde yapılandırılmış, bizim gibi sıradan insanlar. hepsinin bir derdi var, bir amacı var, iyi yanları ve kötü yanları var. hikayedeki kötü karakterlere bile sonuna kadar kötü diyem ... Devamı
yazının bundan sonraki kısmı spoiler içermese de, dizinin mesajları ve konuları işleyişine dair görüşler içeriyor. animeyi izlemediyseniz, kalanını okuyup okumama kararı size ait.
planet es'i diğer animelerden ayıran en önemli özelliği, gerçekçiliği bana kalırsa. ne karakterlerde ne de olaylarda neredeyse hiçbir abartı unsuru barındırmıyor hikaye. ne son derece karizmatik, cool, güçlü, iyilik timsali bir ana karakter var ne de abartılı, içinde salt kötülük barınan, manyak bir kötü var. ana karakterler ve yan karakterlerin hepsi realist bir şekilde yapılandırılmış, bizim gibi sıradan insanlar. hepsinin bir derdi var, bir amacı var, iyi yanları ve kötü yanları var. hikayedeki kötü karakterlere bile sonuna kadar kötü diyemeyiz, hepsi hayatın kendilerini getirdiği noktaya, belirli sebeplerden ötürü sürüklenmiş.
karakterlerini çok güzel kurmasının ötesinde, benim animede en sevdiğim nokta, olayları da karakterler gibi son derece gerçekçi bir biçimde, sistem eleştirisi alt metniyle de başarılı bir şekilde harmanlayarak vermesiydi. çoğu bilim-kurgu animesinde ve filminde gelecekteki dünya ile şimdiki arasında dağlar kadar fark olur. insanların alışkanlıkları, giyim tarzları, insan ilişkileri ve devlet yapıları çok farklı resmedilir genelde. o da bir tarzdır ve onun da iyileri vardır elbette (bkz: 2001 a space odyssey); ama bu animede olduğu gibi, aslında teknolojiyle birlikte, moda anlayışının, insan alışkanlıkları ve sosyal yapısının, siyasi ilişkilerin o kadar da değişmeyeceği fikri daha gerçekçi geliyor bana. ve animeyi yapanlar da, böyle bir düşüncede olduklarını birçok yerde göstermişler.
özellikle de sınıf farkları, sınıfsal çatışmalar, iç savaşlar, terör, sömürme politikaları ve eşitsizliklerin düşünce yapımızı değiştirmediğimiz sürece teknolojide ne kadar ileriye gidersek gidelim yine başımıza bela olacağını güzel bir şekilde göstermiş anime. bunları gösterirken verdiği mesajlar sayesinde de, klasik bir "hayallerine ulaşmaya çalışan gencin başından geçenler" hikayesinden sıyrılıp derdi olan bir anime statüsüne erişiyor planet es. Animedeki gibi Ay'a yerleşemesek de, Venüs'e doğru yola çıkamasak da; Mars'a araç yollamamıza rağmen hala üçüncü dünya ülkelerinin sömürülmesine, iç savaşlarla da bu sömürünün devamının sağlanmasına ve terörün asıl kaynağının ne olduğuna dair güzel mesajlar içeriyor ve daha önce de dediğim gibi, teknolojimizi geliştirirken düşünce yapımızı da geliştirmediğimiz sürece bu düzenin böyle devam edeceğini vurguluyor. Rönesans döneminde insanlık olarak bilimdede ilerlerken aynı zamanda düşünce yapımızı da geliştirmeyi başardık. ateşi ilk kullanmaya başlamayı da bilimsel ilerleme olarak alırsak, onunla beraber de yine düşünce yapımızda ilerleme kaydettik. ancak sanayi devrimi'nden itibaren teknolojide hızla ilerlerken, düşünsel olarak halen olduğumuz yerde sayıyoruz. animenin burada getirdiği çözüm noktası ise biraz basit diyebiliriz, ancak basit olduğu kadar da doğru denilebilir: sevgi. özellikle tanabe'nin iç sesleri ve yaptıklarıyla, sürekli olarak bir sevgi, empati ve dayanışm vurgusu yapılıyor. sevginin yanında bir de, animedeki terör örgütünün öne sürdüğü "dünyadaki sorunları halledememişken uzayla uğraşmak yanlış!" düşüncesini, hachi'nin kendi iç dünyamız, dünyamız ve evren arasındaki bağlantıyı kurması aracılığıyla çürüterek içten dışa bir bütün olduğumuz ve hem düşünsel olarak hem de bilimsel olarak ilerlemek zorunda olduğumuz fikri iyice vurgulanıyor.