4 yıl önce
Bir Rüya İçin Ağıt filmine yorum yazdı:
Easy Rider filmine yorum yazdı:
Easy Rider "Bir Yolculuğun Başlangıcı"
Easy Rider, bana kalırsa gelmiş geçmiş en önemli yol filmlerinden biridir. Billy ve Wyatt isimli iki arkadaşın, motosikletleriyle çıktıkları yolculuğun hikayesidir kısaca. Bu yolculuk esnasında, karakterlerin karşılaştıkları insanlar ve başlarına gelen olaylarla karşı kültürü ve toplumun tepkisini irdeler.Oldukça yenilikçi ve cesur bir tutum sergiler. Toplum tabularını yıkar, bunu yaparken size zorlama hissettirmez. Yüzme sahnesinde, çıplaklığı kullanır; tüm film boyunca da bol bol uyuşturucu gösterir. Toplum tarafından kabul edilmeyen hippi yaşayış tarzını gözler önüne serer. Bir ilke daha imza atarak filmde dönemin müziğini, rock müziği, kullanır. Çalma listesinde Jimi Hendrix, Bob Dylan, The Who, Steppenwolf, The Byrds gibi dönemin popüler ve iz bırakmış sanatçılarını barındırır.Aktörlerin saçları uzun, karakterleri asi, kıyafetleri salaştır alışık olduğumuzun aksine. Görselliği ve duyusallığıyla karşı ... DevamıEasy Rider "Bir Yolculuğun Başlangıcı"
Easy Rider, bana kalırsa gelmiş geçmiş en önemli yol filmlerinden biridir. Billy ve Wyatt isimli iki arkadaşın, motosikletleriyle çıktıkları yolculuğun hikayesidir kısaca. Bu yolculuk esnasında, karakterlerin karşılaştıkları insanlar ve başlarına gelen olaylarla karşı kültürü ve toplumun tepkisini irdeler.Oldukça yenilikçi ve cesur bir tutum sergiler. Toplum tabularını yıkar, bunu yaparken size zorlama hissettirmez. Yüzme sahnesinde, çıplaklığı kullanır; tüm film boyunca da bol bol uyuşturucu gösterir. Toplum tarafından kabul edilmeyen hippi yaşayış tarzını gözler önüne serer. Bir ilke daha imza atarak filmde dönemin müziğini, rock müziği, kullanır. Çalma listesinde Jimi Hendrix, Bob Dylan, The Who, Steppenwolf, The Byrds gibi dönemin popüler ve iz bırakmış sanatçılarını barındırır.Aktörlerin saçları uzun, karakterleri asi, kıyafetleri salaştır alışık olduğumuzun aksine. Görselliği ve duyusallığıyla karşı kültürün içinde size de yer açıyordur.
Konu bazlı yenilik yapmanın yanında kurguda da keşifçi bir tavrı vardır. Örneğin dağa tırmanış sahnesinde iç içe geçmiş sahneler (atlama kesim - jump cut) kullanır. Bir karakterlerimizin tırmanışını, bir oturup yemek yediklerini görürüz. Bu görüntüleri arka arkaya koyup, iç içe geçirerek; geneksellik-çağdaşlık karşıtlığını vurgular. Hızlı ve birbiriyle bağlantısız kesmeler, izlediğimiz sahne bitmeden ilerideki bir başka bir sahnenin başlaması, tekrar edilen görüntüler ve sesler ile Klasik Hollywood anlatım biçimlerinin dışına çıkmıştır.Filmde aynı zamanda manzara ve şehir görüntülerinin arka arkaya kullanıldığını görürüz. Yönetmen bu şekilde, yeni-eski, doğu batı ilişkisi kurup çelişki yaratır. Bir sahnede, bir çiftçi atının nalını değiştirirken Billy ve Wyatt motosikletin lastiğini onarmakla uğraşıyordur. Bu görüntülerin üst üste bindirilmesiyle yönetmen geleneksellik-çağdaşlık kontrastı oluşturmuştur.
Yolda lensten yansıyan güneş ışıkları da Yeni Hollywood’un yarattığı "Yeni Gerçeklik" hissiyatını kuvvetlendirmiştir. Yolculuk filmlerinde senaryoya bağlı kalınmamasının sonucunda oluşan bazı spontane diyaloglar da gerçekçiliği güçlendirmiştir.Filmin sonunda ise bir aracın içindeki insanlar tarafından iki karakterimiz de tüfekle vahşice öldürülmüştür. Hikayesel bağlamda geri kalan filmle bir bağlantısı olmayan bu gelişme seyirciyi şaşırtır ve afişinde sinyallerini verdiği mutsuz sonu önümüze koyar. Bir adam Amerika’yı aramaya gitti ve onu hiçbir yerde bulamadı...
Bonnie ve Clyde filmine yorum yazdı:
Bonnie and Clyde "İyi mi Kötü mü? İkisi de!"
Bonnie and Clyde filmi Yeni Hollywood için çok önemli olan yapı taşlarından biridir. 1967’de çekilen bu film, 1930’larda yaşayan bir kanun kaçağı çiftin gerçek hikayesini anlatıyor.Film, seyirciye çıplak bir kadının vücudunu izleterek başlıyor. İlk anından itibaren, Yeni Hollywood izlerini taşıyan film bize, bu sahnede yaşattığı gözetleme hissini extreme close uplarıyla destekliyor. Bonnie ve Clyde’ı bir yolculuk filmi olarak ele alabiliriz. Film önce, kısaca Clyde’dan önceki Bonnie’yi tanıtıyor bize. Clyde ile tanışmasıyla, kelimenin tam anlamıyla, yolculuğu başlıyor. New Hollywood filmlerinde "climax" (doruk) noktası net olmasa da film ilerledikçe adrenalini daha yoğun hissediyoruz. Bu yolculuğu esnasında, Bonnie’nin karakterinin değişimini izlesek de bu değişim annesiyle buluştuğu sahnede suratımıza vuruluyor. Bonnie’nin, bir "suçlu" olduğunun altı çiziliyor.
Filmin bir diğer yenilikçi özelliği a ... DevamıBonnie and Clyde "İyi mi Kötü mü? İkisi de!"
Bonnie and Clyde filmi Yeni Hollywood için çok önemli olan yapı taşlarından biridir. 1967’de çekilen bu film, 1930’larda yaşayan bir kanun kaçağı çiftin gerçek hikayesini anlatıyor.Film, seyirciye çıplak bir kadının vücudunu izleterek başlıyor. İlk anından itibaren, Yeni Hollywood izlerini taşıyan film bize, bu sahnede yaşattığı gözetleme hissini extreme close uplarıyla destekliyor. Bonnie ve Clyde’ı bir yolculuk filmi olarak ele alabiliriz. Film önce, kısaca Clyde’dan önceki Bonnie’yi tanıtıyor bize. Clyde ile tanışmasıyla, kelimenin tam anlamıyla, yolculuğu başlıyor. New Hollywood filmlerinde "climax" (doruk) noktası net olmasa da film ilerledikçe adrenalini daha yoğun hissediyoruz. Bu yolculuğu esnasında, Bonnie’nin karakterinin değişimini izlesek de bu değişim annesiyle buluştuğu sahnede suratımıza vuruluyor. Bonnie’nin, bir "suçlu" olduğunun altı çiziliyor.
Filmin bir diğer yenilikçi özelliği anti kahramanlar yaratıyor oluşu. Üstüne üstlük bu anti kahramanları pop kültürü ikonu ve ’kahraman’ haline getiriyor. Yönetmen, bize ikilinin hırsızlıklarını ve insanları öldürüşlerini izletirken bir yandan onları daha yakından tanımamızı sağlayarak bağ kurmamıza neden oluyor. Karakterleri suçlu olarak tanımak seyirciyi doğru-yanlış ikileminde bıraksa da Bonnie ve Clyde’ı daha ’gerçek’ hale getirip onları klasik Hollywood’un keskin çizgilerle belirlenmiş iyi-kötü sınırlarının dışına çıkartıyor.
Bu, beyazperdede gerçek insan oluşturan tarz filmin diğer öğelerinin de daha gerçekçi hale gelmesine neden oldu. Klasik Hollywood’dakinden çok farklı bir şiddet elementiyle karşılaşıyoruz Bonnie and Clyde’da. Karakterler daha gerçek olduğu için şiddete tepkileri de doğal olarak daha gerçek hale geliyor. Bu durum da şiddet sahnelerini daha dramatik ve etkileyici hale getiriyor.Filmde kullanılan şiddet ögelerini en iyi final sahnesinde inceleyebileceğimizi düşünüyorum. Filmin sonu, sadece dönemin değil sinema tarihinin en kanlı anlarından biriydi. Acıklı sona gelmeden hemen önceki sahnede kuşların kaçmasıyla seyirciye kötü şeyler olacağının mesajı veriliyor. Ortaklarının babası tarafından tuzağa düşürülen Bonnie ve Clyde’ın acımasızca öldürülüşünü izledik. Sahne önceki filmlerin aksine hızlıca olup bitmiyordu. Kurşunlar bedenlerini delip geçerken karakterlerimizin çektiği acıyı açıkça görüp hissedebiliyorduk. Karakterlerin gerçekliği, çekilen acıyı da gerçek kılıyordu. Ölmelerine rağmen ateş edilmeye devam edilmesi seyirciyi rahatsız etmenin yanında karakterlerle kurulan bağı güçlendiriyordu da. Bonnie ve Clyde filmi en ilkel şekilde şiddeti gözler önüne sererek toplum tabularını yıkmaktan geri durmamıştı.
Mezun / Aşk Mevsimi filmine yorum yazdı:
"Graduate" İkilemler Silsilesi
Graduate, Mike Nichols’un ana karakteri Ben Braddock’u bize tanıtmasıyla başlıyor. Havaalanında yaptığı yürüyüşte Ben’e eşlik ediyoruz. Evdeki parti sahnesinde olduğu gibi havaalanında da karakterimiz henüz bir çocuk. Suratında gençliğini, acemiliğini ve kaygılarını görebiliyoruz.
Benjamin’in hayatını filmdeki dönüm noktaları ile üç parçaya bölebiliriz. İlk kısım Mrs. Robinson’dan öncesi. His concerns over his future are legitimate and real, but to reject the path mapped out for him due to his education and social class means there is no other path for him to follow. (March 2017) Mark Freeman’ın dediği gibi gelecek kaygısı ve ikilem içinde olduğunu görebiliyoruz bu bölümde. Karşılama partisinde extreme close uplar, büyüklerin boğucu soruları ile birleşince Nichols seyirciyi kolayca Ben’in kaygılarını paylaşır hale getiriyor. Bu sahneden hemen önce izlediğim sahnede Ben ve babasının konuşmasına şahit olmuştuk. Ben ... Devamı"Graduate" İkilemler Silsilesi
Graduate, Mike Nichols’un ana karakteri Ben Braddock’u bize tanıtmasıyla başlıyor. Havaalanında yaptığı yürüyüşte Ben’e eşlik ediyoruz. Evdeki parti sahnesinde olduğu gibi havaalanında da karakterimiz henüz bir çocuk. Suratında gençliğini, acemiliğini ve kaygılarını görebiliyoruz.
Benjamin’in hayatını filmdeki dönüm noktaları ile üç parçaya bölebiliriz. İlk kısım Mrs. Robinson’dan öncesi. His concerns over his future are legitimate and real, but to reject the path mapped out for him due to his education and social class means there is no other path for him to follow. (March 2017) Mark Freeman’ın dediği gibi gelecek kaygısı ve ikilem içinde olduğunu görebiliyoruz bu bölümde. Karşılama partisinde extreme close uplar, büyüklerin boğucu soruları ile birleşince Nichols seyirciyi kolayca Ben’in kaygılarını paylaşır hale getiriyor. Bu sahneden hemen önce izlediğim sahnede Ben ve babasının konuşmasına şahit olmuştuk. Benjamin neredeyse hiç konuşmuyordu. Kadrajda ise suratı babasının kafasıyla maskeleniyordu. Filmin ilk dakikalarında havaalanında gördüğümüz tabelalar da Benjamin’in kendiyle çatışmasını ve toplum yargılarını temsil ediyor. Yönetmen bize bu şekilde toplumun karakterimiz üzerindeki baskıyı ve alışageldik düşünce biçimini yansıtıyor. Benjamin’in istekleri toplumun beklentileriyle çakışıp bir ikilem yaratıyordu. Uzun lafın kısası, her ne kadar mezun olmuş olsa da sözde hayata hazır olsa da Bayan Robinson’dan önce Ben henüz bir yetişkin değildi.
Hayatının ikinci kısmı Bayan Robinson ile ilişkileriyle başlıyor. Ben kendinden yaşça büyük bu kadın ile cinselliği ve kendini keşfediyor. Yetişkinlik kimliğine filmde bu bölümde kavuşuyor. O dönemin klasik hollywood filmleri aksine yönetmen cesurca çıplaklığı kullanıyor. Ben’in Bayan Robinson’ı eve götürdüğü gece, kıyafetlerini çıkarttığı sahne gibi. Filmde sadece çıplaklıkla değil toplumda tabu olarak kabul edilen aldatma ve yaşça büyük bir kadınla beraberlik anlatılarak da oldukça cesur bir duruş sergileniyor. Bu ikinci kısımda da Nichols yine bizi bir çelişkinin içine sokuyor. Bayan Robinson’ın kocasını aldatmasını yanlış bulsak da, kadına bir yandan şefkat duymaktan alıkoyamıyoruz kendimizi. Hayatını kendi için yaşayamamış olmasına, hamileliği yüzünden evlenmesine, sanat hakkında tutkusu kalmamış olmasına üzülüyoruz.
Böylece Ben’in hayatının üçüncü bölümüne Elaine ile olan ilişkisine gelmiş bulunuyoruz. Bu illişki başlı başına bir ikilem. Ben’in Elaine’e duyduğu aşkın peşinden koşabilmesi için Bayan Robinson’ın karşısında durması gerekiyor. Ne yazık ki karşısındaki tek engel Elaine’in annesi değil. Saklanan gerçeklerle ve geçmişteki hatalarıyla da yüzleşmesi gerekli. Filmin sonunda Ben’in Elain’i kızın düğnünden kaçırmasıyla, birlikte kaçmalarını izliyoruz. Başta ikisi de mutlu da olsa ilerleyen dakikalarda, otobüste suratlarından gülümsemelerinin silindiğini ve yerini kaygılı bir ifade doldurduğunu görüyoruz.
Mutlu bir son gibi görünse de Nichols karakterlerini saran gelecek endişesini seyircisine de geçirerek kalıpları yıkan ve etkileyici bir son inşa ediyor. Ben’in kendisinden bekleneni yapmayacağına filmin başında havaalanında kapı da işaret ediyordu. "Use the other door."Uyarısına rağmen kullandığı kapı, aynı zamanda onun seçimlerini simgeliyor bence.
Climax filmine yorum yazdı:
"Climax" Rüya Görünümlü Kabus
Gaspar Noe’den Climax, filmi izlerken size rüya görünümlü bir kabus deneyimi sunuyor. Filmin dar koridorlarından, bilinçsiz danslarına; kırmızı ışıklarının çarpıcı etkisiyle, her anı ve tüm atmosferi sizi sonsuz bir dans partisine çekiyor.
Climax, bir grup dansçının provalarından sonra eğlenmek amaçlı düzenlediği bir partinin hikayesi. Filme, ilerleyen dakikalarda daha ayrıntılı olarak tanıyacağımız dansçılarımızın "audition tape"lerini izleyerek başlıyoruz. Film ve kitap referanslarıyla dolu raflar arasında izlediğimiz bu videolarla karakterleri tanıyoruz. Dansçılarımızın dini inançları, en büyük korkuları, şiddet eğilimleri, dansın hayatlarındaki yeri, yaşama şekilleri ve daha önce uyuşturucu kullanıp kullanmadıkları yavaş yavaş ince bir işçilikle önümüze serilmeye başlıyor. Yönetmen karakterleri burada ve ilerideki diyaloglarla şekillendiriyor. Bence Climax, göz dolduran danslarının yanı sıra bir diyalog filmi ... Devamı"Climax" Rüya Görünümlü Kabus
Gaspar Noe’den Climax, filmi izlerken size rüya görünümlü bir kabus deneyimi sunuyor. Filmin dar koridorlarından, bilinçsiz danslarına; kırmızı ışıklarının çarpıcı etkisiyle, her anı ve tüm atmosferi sizi sonsuz bir dans partisine çekiyor.
Climax, bir grup dansçının provalarından sonra eğlenmek amaçlı düzenlediği bir partinin hikayesi. Filme, ilerleyen dakikalarda daha ayrıntılı olarak tanıyacağımız dansçılarımızın "audition tape"lerini izleyerek başlıyoruz. Film ve kitap referanslarıyla dolu raflar arasında izlediğimiz bu videolarla karakterleri tanıyoruz. Dansçılarımızın dini inançları, en büyük korkuları, şiddet eğilimleri, dansın hayatlarındaki yeri, yaşama şekilleri ve daha önce uyuşturucu kullanıp kullanmadıkları yavaş yavaş ince bir işçilikle önümüze serilmeye başlıyor. Yönetmen karakterleri burada ve ilerideki diyaloglarla şekillendiriyor. Bence Climax, göz dolduran danslarının yanı sıra bir diyalog filmi. Mesela Emmanuel’in annelik kimliğini, hamilelik ve çocuk yetiştirme süreci hakkında söylediklerine dayanarak benimsiyoruz. Filmin devamında bu duruma paralel olarak Emmanuel’i her zaman ebeveyn konumunda izliyoruz.
Film çok hareketli bir tanıtım yapıyor. Dansçılar tarafından hazırlanan bayram tadı olan bir dans koreografisi izleyerek başladığımız partiye, dansçıların ilişkilerini ve kişiliklerini ikili ve üçlü diyaloglarıyla tanımaya ve özümsemeye başlıyoruz. Sonra uzun bir solo dans sekansı izliyoruz. Bu bölüm ayrıca karakterleri tek tek gösterirken bize yeniden tanıtıldıklarını hissettiriyor. Karakterlerle birlikte kendimizi climaxe ulaşmış buluyoruz, solo danslardan sonra herkes kontrolsüz bir şekilde dans etmeye başladığı anda birden bire kendimizi jenerikle karşılaşırken buluyoruz.
Bu noktadan sonra, film yeniden ve farklı bir noktadan başlıyor adeta. Sangria kasesine bir Point Of View (Karakterin bakış açışı) çekimi ile bu yeni başlangıcımız tamamlanıyor. Arkadan, şimdiye kadar duyduğumuzdan farklı, non diegetik bir müzik duyuluyor. Diğerlerinden farklı olarak canlı ve heyecan verici bir dans müziği değil. Bu, gerginliğimizi artıran ve olayların devamında iyi şeyler olmayacağına dair mesajlar gönderen yavaş bir müzik. Plastik bardağı kasemize daldırarak ve içecekle doldurarak karakterimizle yürümeye başlıyoruz. Bir sonraki sahnede, çevreye Ivana’nın açısından baktığımızı anlıyoruz, kostümün etkisiyle. Bu sahne çok kısa sürede bitiyor. Gaspar’ın amacının, tıpkı müzikte olduğu gibi, bir şeyin geldiğini anımsatmasını sağlamak olduğunu anlıyoruz. Sangria yakın çekimi de içki hakkında bizi endişelendiriyor. Pek geçmeden içeceğe LSD eklendiğini öğreniyoruz.
Sorun tespit edilir edilmez, bir suçlu aranmaya başlanıyor. Bu anlarda gerilim bizim de damarlarımızda yukarı doğru tırmanıyor. İlk, içeceği hazırlayan Emmanuel suçlanıyor ancak onun da içiyorum olması arayışın devam etmesine neden oluyor. İnançları nedeniyle alkol kullanmayan Omar yargısız infaz ediliyor ve suçlanıyor. Herkesin Omar’ın üzerinde yürüdüğü sahnede kadrajın yamultulduğunu görüyoruz. Yönetmen, karakterlerin etkilenen karar verme yetkileriyle yanlış sonuçlar çıkardıklarını bize böyle anlatmış oluyor. Selva Lou’nun odasına gittiğinde hamile olduğunu öğrendiğimiz Lou, sangriadan içmediği için Dom tarafından suçlanıyor bu kez. Yalvarış ve yakarışlarına rağmen kafası yerinde olmayan Dom tarafından tekmeleniyor ve bebeği düşüyor. Lou yerde yatan bebeğini kaybetmek için acı çekerken yönetmenin "Rule of Thirds"e uygun şekilde kadrajı üçe bölüp Lou’yu kenara konumlandırdığını görüyoruz. Bu şekilde yönetmen kompozisyona gerilim katıyor ve ilgimizi arttırıyor zaten o sahneye bakar bakmaz gözünüz Lou’ya kayıyor. LSD’nin etkisi altında olanlar korkuları ve paranoyaları tarafından yakalanırken, dini (Omar) ve vicdanı (Lou) çevreden uzaklaştırıyorlar.
Bu kırılma noktasından sonra, dansçılarımızın her biri korkularının esiri haline geliyor. Emmanuel, Tito’yu onu korumak için bir odaya kilitliyor, ancak anahtarını kaybederek ölümüne neden oluyor. Kargaşada, bir sahnede odanın kapısında Selva’yı görüyoruz. Burada Lou’nun yerde yattığı sahnede yine aynı amaç için kullanılan "Rule of Thirds"ü görüyoruz. Üçe bölünmüş bir ekran hayal edersek, Selva soldaki ilk hayali çizginin üzerine yerleştirilmiş. Tito’yu çıkartamamanın ve halüsülasyonlarının çaresizliğiyle yerde kıvrılmış halde. Önceki dakikalardan, Taylor’ın kız kardeşi Gazelle için aşırı kıskanç ve aşırı koruyucu olduğunu görmüştük. Bu tutumunun arkasında, Taylor’ın bilinçaltında yatan rahatsız edici dürtülerin olduğunu fark ediyoruz. Gazelle’nin Taylor’dan kaçtığı sahnede kadraj baş aşağı dönüyor. Bu şekilde, yönetmen kızın hayatının alt üst olduğunu vurguluyor. Bu sahnenin devamında dansçıları farklı açılardan izliyoruz. Titrek ve akıcı kamera hareketleri aralarında yürüyormuşuz, onlarla dans ediyor ve korkularımızın beden bulmuş halleri arasına hapsolmuşuz hissini yaratıyor. Karakterlere bazen "high angle", bazen "low angle", bazen de onların seviyelerine bakıyoruz. Bu, onların arasında olduğumuz fikri için güçlendirici bir faktör haline geliyor. Herkesin kendi cehennemini yaşadığı anlarda Selva içerideki odada dans ediyormuş gibi kendi canavarlarıyla mücadele ediyor. Kanepede kıvrıldığı sahnelerde, yine çerçevenin üçte birine yerleştirilmiş halde, ancak bu sefer sağa. Gaspar, karakterlerinin kabuslarının somutlaştırılmış halini başarıyla evlerimizin içine sokuyor.
Filmin sonunda tekrar tepetaklak bir kadraj gördük ve polisler içeri girdi. Tüm karakterlerimize, "omniscient (tanrısal) POV" ile arka arkaya planlarla baktık. Çünkü her şeye tanıklık etmiştik. Ve sonlarını gördük. Bu çekimlerde Psyche’ı odasında gördük. Ve gözlerine asit damlatmasını izlerken suçluyu bulduk. Burada kullanılan "high angle", Alman kızı suç üstü yakaladığımız izlenimini yarattı. Bu şekilde, yönetmen büyük bir "plot twist" yarattı.
Bir çığlık sesi, Tito’nun yerde yatarken gördüğümüz sahneden peşisıra gelen diğer sahnelere sarkarak görüntüyle örtüştüğünde ve bir "soundbridge" (ses köprüsü) yarattı. Çünkü Lou’nun ilerleyen görüntülerde dışarı çıktığını gördük. Çığlıklar onundu.
Gaspar, Başka insanların korkularıyla; gördükleri halüsülasyonları seyirciye göstermeden bizi kanımızın çekilmesine sebep olacak kadar germeyi başardı. Gördüklerini görmüyor oluşumuz benim en beğendiğim noktalardan biri oldu. Ne de olsa en korkunç canavar hayal gücümüzün izin verdiği kadar korkunç.
Sözlerimi burada Gaspar Noe gibi Existence is a temporary illusion. diyerek noktalandıracağım.
The Office dizisine yorum yazdı:
Yapılmış en iyi sitcomlardan biri. kesinlikle underrated olduğunu düşünüyorum. Gerçi popülerleştikçe british humorundan çıkıp klasik amerikan sitcomuna yaklaştı. Sıradan sıkıcı ofis hayatını anlatan kara mizah dizisinin bu şekilde bitmesini tercih etmezdim. hayatımıza Dwight Schrute ve Michael Scott gibi iki efsaneyi kattı. Bir komedi dizisinden çok daha fazlası, sonuna geldiğinizde bir de bakmışsınız siz de kendinizi Michael’ın arkadaşı gibi hissediyorsunuz. Diziden ayrılışında ağlamaktan bir hal oldum. Finalde daha çok görmek isterdim.
"Michael you came!"
"That’s what she said."
Easy Rider filmine yorum yazdı:
Mükemmel müzikleriyle 70lerin "chill" hippi ortamının içine yavaşça çekiyor sizi film. Döneminin Hollywood filmlerinden farklı olarak ticari kaygılardan çok sanatsal kaygıların ağır bastığı Hollywood New Wave akımının öncü filmlerinden. Durağan bir akışı olmasına rağmen soluksuz izletti bana kendini. "Road trip Movie" olarak nitelendirebileceğimiz bu filmin sonun hayat yolculuğumuz gibi ölümle bitmesi oldukça ironik olduğu gibi etkileyici de. Sözlerimin sonunu filmden alıntı yaparak getirmek istiyor ve "Off course don’t ever tell anybody that they are not free." diyorum.
Fil filmine yorum yazdı:
hayranlıkla izleyip bitirdiğim filmin burada bu kadar kötü yorum almış olması şaşırttı beni. filmin karakter konumlandırmaları harikaydı. bütün karakterler amacına iğreti durmadan hizmet ediyordu. oturmuş düzene yapılan eleştiriler yerinde ve çarpıcıydı. lise hiyerarşisini farklı bir yönden ele alıp, popüler kızların büyüleyiciliğini kırıp sığlıklarını göz önüne sererken bir yandan da michelle gibi bir karakterle itelenmiş karakterlere duyduğumuz sempatiyi arttırıyordu. elias’ı biz seyircilerle özdeşleştirip izleme eğlemini fotograf çekmekle meteforlaştırması da ayrıca hoşuma gitti. elias’ın ilk kurbanı gördüğü gibi ölmesi ironisi de ayrıca hoştu. john’un ebeveynlerinin sorumluluğunu üstlenmesini arabanın direksiyonunu devralmasıyla harmanlanması da harikaydı. bunlar dışında yönetmenin bize tanıttığı karakterlerden (benny hariç -onu zaten yeterince içselleştirmedik kanımca-) hiçkimsenin ölümünü izletmesi güzel bir ayrıntıydı. film konusunda en ... Devamıhayranlıkla izleyip bitirdiğim filmin burada bu kadar kötü yorum almış olması şaşırttı beni. filmin karakter konumlandırmaları harikaydı. bütün karakterler amacına iğreti durmadan hizmet ediyordu. oturmuş düzene yapılan eleştiriler yerinde ve çarpıcıydı. lise hiyerarşisini farklı bir yönden ele alıp, popüler kızların büyüleyiciliğini kırıp sığlıklarını göz önüne sererken bir yandan da michelle gibi bir karakterle itelenmiş karakterlere duyduğumuz sempatiyi arttırıyordu. elias’ı biz seyircilerle özdeşleştirip izleme eğlemini fotograf çekmekle meteforlaştırması da ayrıca hoşuma gitti. elias’ın ilk kurbanı gördüğü gibi ölmesi ironisi de ayrıca hoştu. john’un ebeveynlerinin sorumluluğunu üstlenmesini arabanın direksiyonunu devralmasıyla harmanlanması da harikaydı. bunlar dışında yönetmenin bize tanıttığı karakterlerden (benny hariç -onu zaten yeterince içselleştirmedik kanımca-) hiçkimsenin ölümünü izletmesi güzel bir ayrıntıydı. film konusunda en bayıldığım noktalardan biri de unlineer time line oldu. John’un fotografının çekilme sahnesini elias, john ve michelle’in bakış açılarından tekrar izleme fikrini oldukça beğendim. yolların kesişimi en umursamaz karakter michelle üzerinden gösterildi. filmin en tatmin edici noktasının bu sahneler olduğunu da söyleyebilirim. eric karakteri bana kalırsa alex’in gerçek bastırmaya çalıştığı kimliği olarak var olmuş onu öldürüp özgürleşmesiyle içindeki gerçek psikopat tam anlamıyla kontrolü ele geçirmişti. sondaki kurban seçme sahnesi de böyle açıklanıyordu. katliamdan önce alex odasında piyano çalarken şiddet dolu bir oyun oynayan eric’in vücudunun altındaki fil desenli battaniye ise aklıma "elephant in the room" deyimini getirdi. çocukların aileleri ve toplum tarafından kenara itilmişliği devasa bir "fil" gibi gözler önündeydi ama görmezden gelindi. sonunda ise alex "filleşerek" yaşadıklarını kendince kendi aleyhine döndürdü. film hakkında sevmediğimi söyleyebileceğim tek nokta katliam sahnesinde kaçışan çocukların inandırıcılıktan uzak olması, adam akıllı çığlık bile atılmaması, dışarıda izleyenlerin polisi aramaya tenezzül bile etmemesiydi. uzun lafın kısası benim için mükemmele yakın bir film deneyimiydi.
Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi filmine yorum yazdı:
genel olarak beğendiğim bir film olsa da beklentilerimin altında kaldı. heloise in her anının eskizini çizdiği halde, filmin ismini aldığı asıl tablo için benzer sahneler göremedik üstüne üstlük yapılış aşaması da gösterilmedi. marianne in kişilik analizini oldukça yetersiz buldum.
Sinema sanatı, zaman zaman bireysel tutkulardan besleniyor da olsa bir filmin bütün ve başarılı olabilmesi için işbirliği gerekmektedir.
Sinema temelde görme duygusuna dayalı görsel bir sanattır. Ama yalnızca görsellikle bir film oluşturulabileceğini düşünmek yanlış olur. Bir filmin seyircisine sunduğu her kadrajın, en ufak ayrıntısına kadar planlı olmasının yanında görselliğini alt metin ile beslemesi o filmi film haline getiren noktadır. Bu durumda filmin yönetmeni kadar senarist ve görüntü yönetmeninin de filmin akıbeti üzerindeki öneminden bahsedebiliriz.
Fikrimi desteklemek için Requiem for a Dream filmini inceleyebiliriz. Çeşitli bağımlılıkların farklı insanların hayatlarına etkisini dört farklı karakter üzerinden anlatan filmin gerçekçiliğini besleyen en büyük etkenlerden biri karakter gelişimlerinin etkileyiciliği. Harry, Marion ve Tyrone bize ilk andan itibaren uyuşturucu bağımlısı kimlikl ... Devamı
Sinema sanatı, zaman zaman bireysel tutkulardan besleniyor da olsa bir filmin bütün ve başarılı olabilmesi için işbirliği gerekmektedir.
Sinema temelde görme duygusuna dayalı görsel bir sanattır. Ama yalnızca görsellikle bir film oluşturulabileceğini düşünmek yanlış olur. Bir filmin seyircisine sunduğu her kadrajın, en ufak ayrıntısına kadar planlı olmasının yanında görselliğini alt metin ile beslemesi o filmi film haline getiren noktadır. Bu durumda filmin yönetmeni kadar senarist ve görüntü yönetmeninin de filmin akıbeti üzerindeki öneminden bahsedebiliriz.
Fikrimi desteklemek için Requiem for a Dream filmini inceleyebiliriz. Çeşitli bağımlılıkların farklı insanların hayatlarına etkisini dört farklı karakter üzerinden anlatan filmin gerçekçiliğini besleyen en büyük etkenlerden biri karakter gelişimlerinin etkileyiciliği. Harry, Marion ve Tyrone bize ilk andan itibaren uyuşturucu bağımlısı kimlikleriyle tanıştırılıyor. Sara’nın ise sadece televizyon bağımlılığını görmüyor, bağımlı olmaya yatkınlığını içselleştiriyoruz. Film bizi, uyuşturucu, zayıflama hapları ve televizyon bağımlılığı gibi somut bağımlılıkların yanı sıra psikolojik bağımlılıklarla yüz yüze getiriyor. Tyrone’un ailesine bağımlılığını; Sara’nın Harry’ye, Harry’nin Marion’a bağımlılığını görüyoruz. Karakterlerin, onların kusurlarının ve isteklerinin bu denli derin olmasını sağlayan unsur ise senaryo bence.
Ama yeniden belirtmek gerekirse senaryo sinema gibi görsel bir sanatın mükemmelliyetini sağlamak için tek başına yeterli değil. Burada görüntü yönetmeni devreye giriyor ve gördüklerimizin altındaki kocaman anlamlar oluşuyor.
Kuşkusuz filmin en etkileyici sahnelerinden biri olan duş sahnesinde, Marion’un küvette kıvrıldığını görüyoruz. Bu sahne Marion’ın hayatının filmdeki kırılma anı olarak değerlendirilebilir. Bir kaç dakika önce bağımlılığı adına kendinden ödün verişine, bu durumu sürekli hale getirişine şahit olmuştuk çünkü. Küvet sahnesi japon animesi olan "Pafekuto Buru"ya homagedır. Görüntü yönetmeni kadrajı seyirciye animenin o sahnesini hatırlatacak şekilde neredeyse birebir düzenlemesinin yanında, karakterin birey olgusundan ve kendinden kopuşunu gözler önüne sermiştir. Marion’ı, uyuşturucuyu aldığı adamın kapısında gördüğümüz sahnede kızın çaresizliğinin kullanılan low ve high angle açılarla anlatılışı görüntü yönetmeninin anlatıya etkisinin örneklerinden yalnızca biridir.
Filmin sonunda ise sırayla tüm karakterlerimizin cenin pozisyonunda kıvrıldığını görüyoruz. Film boyunca bağımlılıkları yüzünden, kendilerine saygılarını, özgürlüklerini, kollarını ve akıl sağlıklarını kaybettiklerini gördüğümüz karakterlerin kendilerini korumak ve yok olmak üzere kıvrılmasını izliyoruz. Belki de cenin pozisyonunu almakla masum oldukları eski zamanlara dönme isteklerini bağdaştırabiliriz.