9 yıl önce
Don Kişot filmine yorum yazdı:
Pi'nin Yaşamı filmine yorum yazdı:
Aşağıdaki linklerde, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obamanın, Kitapın yazarı Yann Martele gönderdiği Teşekkür mektubunun haberi okunabilir.
Kitabın, Tanrının varlığının zarif bir kanıtı olduğu yazılmış.
Elbette, Barack Obama, istediği yazara, şahsi görüşlerini ileten mektuplar yazmakta özgürdür ve kimse bunun yanlış olduğunu ileri sürmemelidir. Ama ben, Barack Obamanın Cormac McCarthyye mektup yazdığını duymadım. Burada yanlış olan, Yann Martelin mektup nedeniyle duyduğu sevinçdir. Gerçek bir yazar böyle şeyleri umursamaz. Hatta Martel, o kadar ileri gidiyor ki, "Mümkün olsa mektubu sırtıma dövme yaptırırdım" demekten çekinmiyor. Kendi bileceği iş tabii.
Belki de Kitabın ve Filmin samimiyetinden şüphe etmemek gerekiyordur! Buna karşın her ikisinin de bir Proje olduğunu düşünen insanların görüşleri kimseyi şaşırtmamalıdır.
Pi'nin Yaşamı filmine yorum yazdı:
Yaklaşık 400 yıldır, Aristokrasi ya da Burjuvazi olsun, hakim sınıflar bıkıp usanmadan, hatırı sayılır bir enerjiyi tek bir amaca kanalize etmeyi sürdürüyorlar. Tahakküm ve Birikimi tehdit eden fenomene bir panzehir olarak Anti-Don Kişotu kitlelere dayatmak. Böylece uyuşan insancıklar, evrensel bir uyum ve barışıklık içinde, sözde tanrıların hoşuna gidecek bir ataletle yaşatılacak ve başlarına gelen her türden melanetin kabahatini kendilerinde arayarak, düşünmeyi bırakmış, söz dinleyen, laftan anlayan, iş ve hal bilirliğin gündelikçiliğinde çürümeye terk edilmiş faniler olarak sisteme kusursuz bir biçimde entegre edilecekti. Her seferinde, en önemsiz ayrıntılar dahi inceden inceye hesaplandı, ancak ne kadar maharetle boyanmış olsa da, teknokratça tasarımlar sonucu sokağa salınan ürünler, belli, geçici bir çağa ait müzelik parçalar olmaktan öteye geçemedi. İşte, en son teknolojinin ve halkla ilişkiler disiplininin ulaştığı zirvenin medarı iftiharı olan, en kibarı ve utangacından- ki Bro ... DevamıYaklaşık 400 yıldır, Aristokrasi ya da Burjuvazi olsun, hakim sınıflar bıkıp usanmadan, hatırı sayılır bir enerjiyi tek bir amaca kanalize etmeyi sürdürüyorlar. Tahakküm ve Birikimi tehdit eden fenomene bir panzehir olarak Anti-Don Kişotu kitlelere dayatmak. Böylece uyuşan insancıklar, evrensel bir uyum ve barışıklık içinde, sözde tanrıların hoşuna gidecek bir ataletle yaşatılacak ve başlarına gelen her türden melanetin kabahatini kendilerinde arayarak, düşünmeyi bırakmış, söz dinleyen, laftan anlayan, iş ve hal bilirliğin gündelikçiliğinde çürümeye terk edilmiş faniler olarak sisteme kusursuz bir biçimde entegre edilecekti. Her seferinde, en önemsiz ayrıntılar dahi inceden inceye hesaplandı, ancak ne kadar maharetle boyanmış olsa da, teknokratça tasarımlar sonucu sokağa salınan ürünler, belli, geçici bir çağa ait müzelik parçalar olmaktan öteye geçemedi. İşte, en son teknolojinin ve halkla ilişkiler disiplininin ulaştığı zirvenin medarı iftiharı olan, en kibarı ve utangacından- ki Brokeback Mountain filminde işlemesi gereken ciddi bir konuyu, nasıl da baştan savma bir iffetlilik abidesine indirgediğini, Oscarlık hale büründürdüğünü gördük - bir şark oryantalistinin yönetimi ile piyasaya sürülmüş bir teslim ol çağrısı daha. Efendim, inanç çok yücedir de, akıl yürütme ve bilim aslında yalnızca gündelik olanın dar çemberinde işlevselmiş de, yaşamın en zor sorularıyla yüz yüze gelindiğinde, çakozlarmış ki aslolan ruhaniyetmiş. Daha büyük resme bakmak lazım zaten değil mi ama; sen cartlağı çekmişsen de, aslında bunun kozmik bir manası var cancağızım, bizim idrakimiz, bunun sırrına asla mazhar olamaz, kontrol de edemezsin olacağı vardır onun. Rahat ol sen, çok düşünme bunları. Biz zaten çok hoşgörülüyüz, Hindu da olsan, Şintoist de, ya da benzer ne varsa sanki ne oldukları hakkında fikrimiz varmış gibi seni sevinç ve hararetle kucaklarız. Azınlıkların korunması ve kültürel çeşitliliklerin zenginliği de çok önemli. ( Yeter ki birlik olmasınlar ). Hayat bir yolculuk! ( Pöh ) inancımızın gücünü sorgulayan bir sınav! ( Sahte Eyüp yakalandı, sorgusu sürüyor ) Acaba ne kadar inançlıyız? Tanrısallık da Kaplan gibi olmasın sakın? ( Gören de Schopenhauerin İsteminden bahsediyor zanneder. Spinoza Ethicasının yandan yemişi seni ). Hayır. Bu kusmuklar Metafizik değil. Alonso Quijano, ne kadar gülünç ve yetersiz olsalar da, zırhını kuşanıp, mızrak ve kalkanıyla sefere çıktığı zaman Don Kişot oldu. Kuşandıklarını bırakıp, inzivaya çekilince yine Alonso Quijano idi adı, ve ne oldu peki? Yüksek ateşli bir hastalık sonunda düşlerden uyanma ve Ölüm! Unutulan şu ki ölen Don değil, Alonsodur. Don Kişot için mücadeleden başka bir seçenek yoktu. Geride kalan tek alternatif ölümdü çünkü. Ölmeyin
Ran filmine yorum yazdı:
Gördüğüm en iyi iki Shakespeare uyarlamasından biri, bu film. ( Diğeri de bir çeşit, beşi bir yerde olan, Chimes at Midnight. Braveheartdaki savaş sahnelerini beğenenler, bu filme de göz atabilir. Wellesin Gibson kadar personeli de yoktu ama artık kamerayı nasıl kullanıp, çekimleri kurguladıysa, az kişi ile epik sahneler oluşturabiliyordu. Gibson da bu sahnelerin kadrajlarını ve kurgusunu incelemişti ve bu yüzden çok gerçekçi, sert muharebeleri sunabildi. Kendisine gıcığımız varsa da, işini ciddiye aldığı için takdir etmemiz gerekir. Braveheart da, kusurları olsa bile, son kertede taş gibi filmdi zaten ) Çok ilginç, çünkü Kurosawa İngilizce bilmezdi. Hatta, güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere göre tek kelime dahi İngilizce bilmezdi. Ona kadar bile sayamazmış yani o derece. Peki nasıl oluyor da, uyarladığı eserin evrenselliğini ve ruhunu yakalayabiliyor, asıl sorun bu. Galiba, orijinal yapıtın çizdiği kasvetli, zalim, acımasızca umutsuz resim ile, yönetmenin Dünyayı kavrayışı aras ... DevamıGördüğüm en iyi iki Shakespeare uyarlamasından biri, bu film. ( Diğeri de bir çeşit, beşi bir yerde olan, Chimes at Midnight. Braveheartdaki savaş sahnelerini beğenenler, bu filme de göz atabilir. Wellesin Gibson kadar personeli de yoktu ama artık kamerayı nasıl kullanıp, çekimleri kurguladıysa, az kişi ile epik sahneler oluşturabiliyordu. Gibson da bu sahnelerin kadrajlarını ve kurgusunu incelemişti ve bu yüzden çok gerçekçi, sert muharebeleri sunabildi. Kendisine gıcığımız varsa da, işini ciddiye aldığı için takdir etmemiz gerekir. Braveheart da, kusurları olsa bile, son kertede taş gibi filmdi zaten ) Çok ilginç, çünkü Kurosawa İngilizce bilmezdi. Hatta, güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere göre tek kelime dahi İngilizce bilmezdi. Ona kadar bile sayamazmış yani o derece. Peki nasıl oluyor da, uyarladığı eserin evrenselliğini ve ruhunu yakalayabiliyor, asıl sorun bu. Galiba, orijinal yapıtın çizdiği kasvetli, zalim, acımasızca umutsuz resim ile, yönetmenin Dünyayı kavrayışı arasındaki paralellik burada belirleyici oldu. Yalan değil, hakikaten de yaşadığımız Dünya böyle bir yer. Goethenin bir sözü ile bitirelim: Her yaşlı adam, bir Kral Leardır. - Nefret ettiğimiz muğlaklığı gidermek için, ben dahil anlamak istemeyenlere seslenmek beyhude olsa da belirtelim ki, burada kast edilen biyolojik yaşın ötesinde, kuruntular ve yanılsamalardan arınmaktır. Soytarı’nın Lear’ı deliliğe iteklemesinin sebebi de yalnızca budur - Kurosawada Ranı çekerken yaşlı idi ve Kral Lear olmanın ne demek olduğunu biliyordu. Bunun ayırdına varması için, İngilizce bilmesine gerek yoktu ve Ran onun gözünde kişisel bir meydan okuyuş olduğu için başarıya kavuştu. Fırtına, Delilik ve Ölüm. Lear göklere nasıl haykırıyorsa, Akira da yeis ve ızdırabını insanlığa püskürttü. Genç kalın, umutlu olun yine de. İçim karardı şimdi... Cordelia !
Fires on the Plain filmine yorum yazdı:
Aşırı yorumlar ve bilinçli olarak yapılan yanlış okumalar kimi zaman ilginç kapılar aralayabilir.
Hakikaten, Ichikawa’nın eseri, savaş filminden ziyade, düpedüz Inferno’nun yeniden çevrimine benzemekte. Yalnız, yolculuk Şiirdeki hacı gibi kendini yollara vuran, yaşam ile ölüm arasında sıkışmış er Tamuda’nın başlarda kendisine kapı gösterilip haline terk edildiği Araftan Cennete yükselmiyor da Cehenneme doğru ilerliyor. Vergilius da sahneden, perde arkasına çekilmiş ve adı Natto Wada olmuş. Senaristin Kadın olmasının filme getirdiği duyarlılığın, hikayenin incelikli nüansları düşünüldüğünde ve olayların geçtiği zaman ve ortam dikkate alındığında ortaya çıkardığı karşıtlık filmi daha da etkileyici ve sanatsal kılıyor. Dante’nin rehberi de gerçek yaşamında eşcinseldi zaten. ( Burada biraz ileri gitmişiz gibi gözükse de, Virgil büyük yazarların yine de en duyarlısı ve duygusalıdır. Aeneas ve daha yeni Türkçe’ye kazandırılan Der Tod des Vergil’i tanık göstermemiz yeterli olur zannedersem. ... DevamıAşırı yorumlar ve bilinçli olarak yapılan yanlış okumalar kimi zaman ilginç kapılar aralayabilir.
Hakikaten, Ichikawa’nın eseri, savaş filminden ziyade, düpedüz Inferno’nun yeniden çevrimine benzemekte. Yalnız, yolculuk Şiirdeki hacı gibi kendini yollara vuran, yaşam ile ölüm arasında sıkışmış er Tamuda’nın başlarda kendisine kapı gösterilip haline terk edildiği Araftan Cennete yükselmiyor da Cehenneme doğru ilerliyor. Vergilius da sahneden, perde arkasına çekilmiş ve adı Natto Wada olmuş. Senaristin Kadın olmasının filme getirdiği duyarlılığın, hikayenin incelikli nüansları düşünüldüğünde ve olayların geçtiği zaman ve ortam dikkate alındığında ortaya çıkardığı karşıtlık filmi daha da etkileyici ve sanatsal kılıyor. Dante’nin rehberi de gerçek yaşamında eşcinseldi zaten. ( Burada biraz ileri gitmişiz gibi gözükse de, Virgil büyük yazarların yine de en duyarlısı ve duygusalıdır. Aeneas ve daha yeni Türkçe’ye kazandırılan Der Tod des Vergil’i tanık göstermemiz yeterli olur zannedersem. Elalemin sefaletini kendine dert edinir usta şair. ) Edebi eserdeki Şiirsel imgeler perdeye çok kinayeli ve ironik biçimde serpilmiş; Makineli tüfekli Medusa, kılıçtan geçirilen cehennem köpekleri, yılanlar gibi sürünen yaralılardan dayak yiyen hırsızlar, açlığın etkisiyle kuşlara benzetilen sinekler, kibrin temsilcisi subaylar, aşıkların en azından birinin öldürülmesi, yine tıpkı Dante gibi yurdunun özlemi içinde, Floransa’yı değil de Tayvan’ı düşleyen bahtsız divane, Styx ırmağını andıran bataklık çamuruna bulanmış yarı-cesetler, Kutsallığın sembolü kilisenin gözleri önünde katledilmiş, çürümüş gerçek cesetler, top mermileri ile ateşten mezarlarından fışkıran gölgesizler, savaş meydanında ölüler arasında, konuşturulacak yaralıları arayan rahipler, kaçış yollarını tıkayan zebani Düşman askerleri, Friar Alberigo’nun meyvelerine benzeyen, yiyenin fazla yaşamadığı yerelmaları, gıda yerine tütünü tercih edecek kadar iptilanın dibine vurmuş, varlık nedeni olan doğalarını reddeden müptelalar, ruhani açlığın alegorisi olarak fiziksel açlık, bu açlıkla yalpalayan ve zar zor ayakta duran faniler. Dalavere dümen işlerinin kadim üstadı Ulysses’i andıran ve tıpkı bilinen Dünya’nın sınırlarına dayanmış Yunan kahramanının ( Dante’nin, Homeros’un Odysseia’sından haberi yoktu, bu yüzden farklı bir hikaye uydurmuştu. ) 26. Kanto’da, Cehennemin 8. dairesinde bulunması üzerine, filmin sonlarına doğru asıl yüzünü gördüğümüz eyyamcı, içten pazarlıklı, sahte dost kişi ve nihayet Lucifer’in üç ağzında çiğnenen hainler gibi, yenmek üzere katledilen, insanlıktan çıkmış maymunlar, yamyamlığa varan derecede bir çaresizlik, çıkışsızlık, çürüme, cehennemin dibine varış. Cesaret ile Son sınır’ı İnsanlığa utanmazca teşhir etme.
Ichikawa ve Wada, aslında Inferno’dan etkilendiler ve bilinçli olarak mı tüm gördüklerimizi kitaptan uyarladılar, yoksa Dante’nin vizyonu, Beşeriyet içinde değişmeyen ne varsa içerdiği için mi bu benzerlik ve paralellikler kendiliğinden oluştu ? Aslında bu sorunun, artık bir önemi yok. Görünüşe göre Savaşa dair ne var ise Cehennem’in kapısında bulunan dizelerden bunlara dair bir izlenim edinilebilir:
Buradan gidilir acılar kentine,
Buradan gidilir bitmek bilmeyen ızdıraba,
Buradan gidilir yitik insanlar arasına,
Adalet yol gösterdi ulu Tanrıma, ( Bence buradaki Tanrı Mars olmalı. Savaş isteyen bedelini ödemeli manasında. )
Kutsal güç, yüce bilgelik, ilk sevgi
Yarattı beni, ( Savaşın gücü, ölümün gerekliliği ve acıların ölümle bitmesinin merhameti ile oluşturulan üçlem.)
Benden önce her şey sonsuzdu, ( Özgür yaşamın mutluluğunun hiç sona ermeyecek gibi gözükmesi. )
Sonsuza kadar süreceğim ben de, ( Özgürlüğünü yitirenler bilir ki, zaman geçmez. Bir de Savaşı düşünün. )
İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.
Ferdinand Bardamu’nun dediği gibi : " Oraya bir kez girdin mi, giriş o giriş."
Alexander Nevsky filmine yorum yazdı:
Steven Spielberg, 15 yaşında bir ergen iken, John Ford ile yüz yüze görüşme imkanı bulmuş ve ondan şu sözleri duymuştu : "Ufuk çizgisini çerçevenin alt kısmına ya da üst kısmına yerleştirme sanatını ayırt etmeyi öğrendiğin zaman - ama asla çerçevenin tam ortasından geçirmeyi değil - ve neden üstte ya da niçin altta olması gerektiğini anlayabildiğinde, oldukça iyi bir film yönetmeni olabilirsin." Eisenstein da Ford'un değerini bilenlerden biri idi. Alexander Nevsky filminde de ufuk çizgileri hep olmaları gereken yerde bulunur. Verili hikayeyi, amaç doğrultusunda anlatma zorunluluğu nedeniyle can alıcı sekanslarda gerekli olan, bu kadar alçak seviyede ufuk çizgisi kullanımı için, imaj kompozisyonu ve müzik arasında Diyalektik Etkileşim kurulması gerekir ve çok meşakkatli bir girişim olduğu kesindir. Bu filmde, bulutların kıvrımları ile müziğin melodisi, orduların hareketleri ile müziğin akor yürüyüşleri, inanılmaz olsa da birbirleri ile ilintilidir. Özellikle, "Buz Üstünde Savaş" sekansı ... DevamıSteven Spielberg, 15 yaşında bir ergen iken, John Ford ile yüz yüze görüşme imkanı bulmuş ve ondan şu sözleri duymuştu : "Ufuk çizgisini çerçevenin alt kısmına ya da üst kısmına yerleştirme sanatını ayırt etmeyi öğrendiğin zaman - ama asla çerçevenin tam ortasından geçirmeyi değil - ve neden üstte ya da niçin altta olması gerektiğini anlayabildiğinde, oldukça iyi bir film yönetmeni olabilirsin." Eisenstein da Ford'un değerini bilenlerden biri idi. Alexander Nevsky filminde de ufuk çizgileri hep olmaları gereken yerde bulunur. Verili hikayeyi, amaç doğrultusunda anlatma zorunluluğu nedeniyle can alıcı sekanslarda gerekli olan, bu kadar alçak seviyede ufuk çizgisi kullanımı için, imaj kompozisyonu ve müzik arasında Diyalektik Etkileşim kurulması gerekir ve çok meşakkatli bir girişim olduğu kesindir. Bu filmde, bulutların kıvrımları ile müziğin melodisi, orduların hareketleri ile müziğin akor yürüyüşleri, inanılmaz olsa da birbirleri ile ilintilidir. Özellikle, "Buz Üstünde Savaş" sekansında ufuk çizgisinin formel olarak esere nasıl entegre edilebileceğini görmek olasıdır. Töton Şövalyeleri üzerinde haşmetle yükselen gökyüzü, müziğin storyboard temelinde yapılan milimetrik hesaplamalar ile, her zaman en doğru yerde, en uyumlu notalar ve enstrümanlar ile görüntüye eşlik eden armonisi ve ardından seyirciye doğru taarruza geçen düşman ordularının, müziğin en gerilimli anında perdede giderek büyümesi, hacim kazanması gibi biçime ilişkin ayrıntılar ilk izleyişte genellikle algılanmaz ama seyirci istenilen ruh haline sokulmuştur bile. Epik filmlerde, yönetmenlerin hala daha, bu filmdekiler ile aynı kamera açılarını kullanmakta olduğu görülebilir. Filmin bir yerinde 180 derece kuralı dahi ihlal edilir ama topyekun taarruza geçmişken, birdenbire farklı yöne doğru hareket halinde gösterilen süvarilerin kaçtıklarını düşünmeyiz, çünkü müzik izlenimlerimizi çoktan esaret altına almıştır. Prokofiev'in eseri ayrıca, ciddi orkestra repertuarlarına giren ender film müziği örnekleri arasındadır. The Battle on Ice dinlenerek, her zorluk öncesi motivasyon düzeyi arş u ferş'e uzanabilir. Neyse... Temas sağlanıp muharebe başladıktan sonra, ciddiyet elden bırakılarak, biraz cıvıtılır, düşman gülünç duruma düşürülür, burlesk öğeler perdeyi işgal eder ancak amaç, gerçek savaşın arifesinde, topluma bir nebze olsun özgüven aşılamak idi zaten. Yoksa Almanlar filmden korkup da işgalden vazgeçecek değillerdi tabii ki. Komiteler sanat üretemez derler bir de, genelde de doğrudur ama bunlar çok akıllı adamlardı. Hatta Prokofiev bir keresinde, siyah taşlarla oynamasına rağmen, Satranç oyununda Capablanca'yı yenebilecek kadar da zeki bir şahsiyetmiş. Öyle gazozuna oynanan bir parti de değil, cayır cayır mücadele edilen bir müsabaka. Bu oyun kaydedilmiştir ve Internet'de bulunabilir. Star Wars filmlerindeki Palpatine ve Stormtrooper tasarımları bile, bir açıdan bu filmdeki ruhani lider ve piyade birlikleri sunumlarından etkilenmiştir. Barbar Conan filmindeki kimi ayrıntılar için yine aynısı geçerli. Her iki Sergey açısından bu çalışma, asıl başyapıt Korkunç Ivan serisi için de bir nevi ısınma turu, uvertür işlevi görmüştür ve 1941 yılında Moskova'da tepelerine bomba yağarken ve kent boşaltılırken, aynı mekanda çalışamasalar da, işbirliğini bırakmamalarını sağlayan, inançlı ve güçlü birlikteliğin temel harcını karmıştır.
Lincoln filmine yorum yazdı:
Spielberg bu filmi insanlar için değil, Parantez içinde " Yeni Lincoln " olan Obama için çekmiş. Milyar dolarlık servetler kolay kazanılmıyor öyle değil mi ama? Bence Spielberg'in beğenilme çabaları Obama'nın umurunda bile değil. İşadamı yönetmenlerin iş takipçiliği yapması rutin bir meşguliyet haline gelmiş durumda ancak bu senenin Oscar ödülleri gösterisine kadar, yaranmak için yırtınan bu kadar profesyonel adamı bir arada görmemiştik ve bu çok üzücü. Jack Nicholson'dan, Akademi mensubu 6000'den fazla üyeye kadar herkes bu maskaralığa ortak olmuş. Ödül alan Argo filminin anlattığı, asıl tarihi numarayı bütünüyle tezgahlayan da Amerikan yetkilileri değil, Kanadalılardı zaten. Ben Kanadalı olsam çok gülerdim. Bir daha da bana gelmeyin, madem öyle anlatıyorsunuz, siz bilirsiniz derdim. Lincoln filminde anlatılmayan gerçek ne idi peki? Kuzey Ordularında 200.000 Siyah asker ve Kuzeyin Savaş Makinesini işleten, cephe gerisinde görevli 200.000 Siyah Amerikalı vardı. Eğer onlar olmasaydı Lin ... DevamıSpielberg bu filmi insanlar için değil, Parantez içinde " Yeni Lincoln " olan Obama için çekmiş. Milyar dolarlık servetler kolay kazanılmıyor öyle değil mi ama? Bence Spielberg'in beğenilme çabaları Obama'nın umurunda bile değil. İşadamı yönetmenlerin iş takipçiliği yapması rutin bir meşguliyet haline gelmiş durumda ancak bu senenin Oscar ödülleri gösterisine kadar, yaranmak için yırtınan bu kadar profesyonel adamı bir arada görmemiştik ve bu çok üzücü. Jack Nicholson'dan, Akademi mensubu 6000'den fazla üyeye kadar herkes bu maskaralığa ortak olmuş. Ödül alan Argo filminin anlattığı, asıl tarihi numarayı bütünüyle tezgahlayan da Amerikan yetkilileri değil, Kanadalılardı zaten. Ben Kanadalı olsam çok gülerdim. Bir daha da bana gelmeyin, madem öyle anlatıyorsunuz, siz bilirsiniz derdim. Lincoln filminde anlatılmayan gerçek ne idi peki? Kuzey Ordularında 200.000 Siyah asker ve Kuzeyin Savaş Makinesini işleten, cephe gerisinde görevli 200.000 Siyah Amerikalı vardı. Eğer onlar olmasaydı Lincoln, Güneylileri kesinlikle yenemezdi ve ayrıca Güneylilerin iki yüzyıldan uzun bir süre boyunca acımasızca sömürdüğü, ancak Savaşın yol açtığı kaos nedeniyle ellerinden kaçırdıkları firari köleler, bu Toprak Sahipleri için çok ciddi bir tehditti. Ya Yankee ordularına ya da kendi tabirleri ile " Zenciler "e teslim olacaklardı ve tercihlerini buna göre yaptılar. Yani bu savaşın sonucunu Siyah Amerikalılar belirledi. Hollywood ne kadar çırpınsa ve çarpıtsa da Tarih bir kez yazıldı, ama filminizde onlardan bahsetmediniz çünkü " uygunsuz ve yersiz " bir tavır takınmak size yakışmaz. Beyaz olan, her zaman önce gelmeli sizin için. Amistad gibi bir filmde bile bu böyle idi. Halbuki Siyah Amerikalılar, Amerikan Devriminde bile savaşmışlardı. Artık uzun zamandır, kimse sizden herhangi bir duyarlılık ve samimiyet de beklemiyor zaten.
Lincoln, adına çevrilen filmi görse beğenir miydi? Bunu merak ediyorum.
- Argo Komedisi ile ilgili Kanadalıların çırak çıkarılmaya karşı haklı isyanı da aşağıdaki linklerde görülebilir :
http://www.youtube.com/watch?v=5ZH7Mtpie_M
http://www.youtube.com/watch?v=UbpOft2zrdw
http://www.theglobeandmail.com/news/world/history-must-reflect-argo-was-mainly-a-canadian-mission-former-ambassador/article9011859
Stalingrad filmine yorum yazdı:
Yorum değil de temenni,
Yönetmenin babası olan Sergey Bondarchuk, Sinema sanatı ile hiç ilgisi olmayan ama Tolstoy'un eserine had safhada sadık bir Savaş ve Barış uyarlaması çekmişti. Bir yönetmenin kendi vizyonunu feda edip de, ne olursa olsun uyarladığı esere bağlı kalmayı prensip edinmesi sayesinde, ne sinema ne de televizyon filmi olan ama sanki, tarihte bir defa yapılabilecek, aşırı cesur bir girişimin ( çünkü son derecede pahalıydı ve sonunda cümle aleme rezil rüsva olma riski vardı. ) vakayiname'sini izleyebilmiştik. Oğlu da babası gibi davranıp, Stalingrad muharebesini çarpıtmadan, Kapıdaki Düşman filminin yaptığı hatadan ders alıp, aşk zırıltısına indirgemekten kaçınarak sunabilirse eğer... - işte biz o gün tükeneceğiz. [ Duyumsal Catharsis nedeni ile geçici olarak yani, yoksa düşünce tükenmeyecek elbette. ] İşi gücü bırakıp, filmi görmek için Rusya'ya bile gidilebilir çünkü belki de yalnız orada gösterime girecek bu canavar. O zamana kadar aşağıdaki moruklar ile idare edeceğ ... DevamıYorum değil de temenni,
Yönetmenin babası olan Sergey Bondarchuk, Sinema sanatı ile hiç ilgisi olmayan ama Tolstoy'un eserine had safhada sadık bir Savaş ve Barış uyarlaması çekmişti. Bir yönetmenin kendi vizyonunu feda edip de, ne olursa olsun uyarladığı esere bağlı kalmayı prensip edinmesi sayesinde, ne sinema ne de televizyon filmi olan ama sanki, tarihte bir defa yapılabilecek, aşırı cesur bir girişimin ( çünkü son derecede pahalıydı ve sonunda cümle aleme rezil rüsva olma riski vardı. ) vakayiname'sini izleyebilmiştik. Oğlu da babası gibi davranıp, Stalingrad muharebesini çarpıtmadan, Kapıdaki Düşman filminin yaptığı hatadan ders alıp, aşk zırıltısına indirgemekten kaçınarak sunabilirse eğer... - işte biz o gün tükeneceğiz. [ Duyumsal Catharsis nedeni ile geçici olarak yani, yoksa düşünce tükenmeyecek elbette. ] İşi gücü bırakıp, filmi görmek için Rusya'ya bile gidilebilir çünkü belki de yalnız orada gösterime girecek bu canavar. O zamana kadar aşağıdaki moruklar ile idare edeceğiz. Hayırlısı...
http://www.youtube.com/watch?v=rx8tzas09gU
http://www.youtube.com/watch?v=1iPz6joaNCA
Devrim Televizyonlardan Yayınlanmayacak filmine yorum yazdı:
Hugo Chavez, siyasi kariyeri boyunca toplam 15 adet seçimde aday oldu. Bunların 14'ünde halk tarafından demokratik olarak seçildi ve hiçbir namuslu gözlemci geçmişte, şimdi ya da gelecekte bu seçimlerde hile olduğunu iddia etmedi, etmiyor ve etmeyecek. Onun döneminde toplumun en fakir yüzdesine mensup olan kitlelere yönelik Sağlık ve Eğitim harcamaları Venezuela tarihinde görülmemiş düzeylere ulaştı. Celac, Alba, Unasur, Mercosur gibi birliklere ya ülkesini dahil etti ya da kurulmaları için en büyük çabayı harcadı. FARC ve Muhafazakar Kolombiya hükümeti arasında, iki tarafın da kabul edebileceği tek arabulucu olarak, silahların susup şiddetin durması ve o koşullarda olabileceği kadar olsa da, diyalog aracılığı ile fikri mücadelenin tesis edilmesi için uğraştı. Allende'ye karşı tezgahlanan darbenin bir benzeri kendisine karşı düzenlendi ve Halk desteği ile bu darbeyi savuşturdu. Gelir dağılımını ise, Devrimle değil de, seçimle gelen demokratik bir liderin uzanabileceği sınırlara dek düz ... DevamıHugo Chavez, siyasi kariyeri boyunca toplam 15 adet seçimde aday oldu. Bunların 14'ünde halk tarafından demokratik olarak seçildi ve hiçbir namuslu gözlemci geçmişte, şimdi ya da gelecekte bu seçimlerde hile olduğunu iddia etmedi, etmiyor ve etmeyecek. Onun döneminde toplumun en fakir yüzdesine mensup olan kitlelere yönelik Sağlık ve Eğitim harcamaları Venezuela tarihinde görülmemiş düzeylere ulaştı. Celac, Alba, Unasur, Mercosur gibi birliklere ya ülkesini dahil etti ya da kurulmaları için en büyük çabayı harcadı. FARC ve Muhafazakar Kolombiya hükümeti arasında, iki tarafın da kabul edebileceği tek arabulucu olarak, silahların susup şiddetin durması ve o koşullarda olabileceği kadar olsa da, diyalog aracılığı ile fikri mücadelenin tesis edilmesi için uğraştı. Allende'ye karşı tezgahlanan darbenin bir benzeri kendisine karşı düzenlendi ve Halk desteği ile bu darbeyi savuşturdu. Gelir dağılımını ise, Devrimle değil de, seçimle gelen demokratik bir liderin uzanabileceği sınırlara dek düzeltmeye çalıştı ve tüm bunları yaparken, Batı Demokrasileri dediğimiz ülkelerin hükümetlerinden en ufak bir destek dahi görmedi. Erken 21.Yüzyıl tarihi artık Chavez'in yaptıklarından bahsedilmeden yazılamaz; onun adı her zaman anılacak ve başardığı işler üzerinde daha çok konuşulacaktır, çünkü bu yapılanlar onun ölümü ile sona eren arızi, geçici bir sürecin yalıtılmış sonuçlarından ibaret olmayacak. Guzman'ın The Battle of Chile çalışması gibi, İrlandalıların kamerası ile bize gösterilenler de kurgu değil ama saf gerçeklerdir. Bu film ise, gelecekte çekilecek yapıtlar için bir uvertür niteliği taşıyor. Kalatozov'un Soy Cuba'sına benzeyecek olan başyapıtların habercisi bir kolektif başarı destanı olarak ilerde kendisinden daha fazla bahsedilecektir. Oradaydım diye bir program vardı ya bir ara hani, işte asıl " Oradaydım " belgesi de bu yapıt.
Arı Kovanının Ruhu filmine yorum yazdı:
İyi filmleri layığı ile kavrayabilmek için, Dünyanın işleyiş biçimleri hakkında ufak da olsa bir fikrimizin oluşması ve kaçınılmaz bir surette ardından gelen anlama gayretimizin ısrarcılığı yüzünden maruz kaldığımız usandırıcı yorgunluğa bir tiryaki gibi müptela olmamız gerekebilir. Bu nedenle iyi bir film derken kast ettiğimizin, istisnasız olarak en az birkaç defa izleyebileceğimiz, ömür boyu zihnimizi meşgul edebilecek maharette şekillenen özgün bir poetika maliki bir fenomen olduğunu ve dolayısı ile izlenimlerimizi düşünceye yönlendiren manası muğlak imgelerin esiri olmaktan, itiraf edilmesi zor olan bir tür keyif aldığımızı belirtebiliriz. Demek ki Sinema sanatında, başyapıt olduğu üzerinde uzlaşma sağlanan her eser, nihayetinde, sunduğu imajlar ile izleyicisine ismi konmamış ve bu sayede kirletilmediği için masumiyetini koruyan bir müzik dinletisinin uyandırdığı, kişiye özgü, paylaşılması mümkün olmayan bir deneyimi çağrıştıran, hiçbir zaman harcanmayacak kadar kıymet verilen müc ... Devamıİyi filmleri layığı ile kavrayabilmek için, Dünyanın işleyiş biçimleri hakkında ufak da olsa bir fikrimizin oluşması ve kaçınılmaz bir surette ardından gelen anlama gayretimizin ısrarcılığı yüzünden maruz kaldığımız usandırıcı yorgunluğa bir tiryaki gibi müptela olmamız gerekebilir. Bu nedenle iyi bir film derken kast ettiğimizin, istisnasız olarak en az birkaç defa izleyebileceğimiz, ömür boyu zihnimizi meşgul edebilecek maharette şekillenen özgün bir poetika maliki bir fenomen olduğunu ve dolayısı ile izlenimlerimizi düşünceye yönlendiren manası muğlak imgelerin esiri olmaktan, itiraf edilmesi zor olan bir tür keyif aldığımızı belirtebiliriz. Demek ki Sinema sanatında, başyapıt olduğu üzerinde uzlaşma sağlanan her eser, nihayetinde, sunduğu imajlar ile izleyicisine ismi konmamış ve bu sayede kirletilmediği için masumiyetini koruyan bir müzik dinletisinin uyandırdığı, kişiye özgü, paylaşılması mümkün olmayan bir deneyimi çağrıştıran, hiçbir zaman harcanmayacak kadar kıymet verilen mücerret bir hazine sandığıdır. Belirli bir coğrafyada, verili toplumsal koşulların ve tarihsel birikimin ket vurduğu, anlatılmamış, üstü örtülü kalması için baskılanmış hikayeler, cesur sanatçıların kişisel perspektifleri ile anlatısal bir düzlemde kurgulanarak, bütünsel bir biçime kavuşturulur. Sanatsal yetkinlik düzeyi ne kadar yüksek ise, eserin sunulduğu kitlelere mensup olan bireylerin her birinin zihninde, kendi kişisel geçmişleri, düşünsel ufukları, algılama ve anlamlandırma süreçleri çerçevesinde oluşan, yalnız kendi dimağları bünyesinde değerli ve manalı olabilecek bir tecrübenin izi kazınır. Yönetmen Victor Erice, bu yüzden " Bir filmi bitirdiğim zaman, eser benim değildir - halka ait olmuştur artık " demiştir. Arı Kovanının Ruhundan, Guillermo Del Toro’nun Pan’ın Labirenti, Abbas Kiyarüstemi’nin Arkadaşımın Evi Nerede filmleri ve benzeri kıymetler türemiştir. Hepsinden evvel de Charles Laughton’ın Caniler Avcısı ( The Night of the Hunter ) adlı enfes, öncü eseri vardı. Bu filmler birbirlerinden bağımsız birer bütün oldukları gibi, Toplumsal olandan Bireysele, Bireysel olandan Toplumsala yönelen holistik bir ağın örgüleridir aynı zamanda. Franco’nun ve benzerlerinin rejimleri en çok çocuklar üzerinde zararlı olur ve derin, silinemez izler bırakır ama unuttukları temel gerçek şudur ki, o çocuklar bir gün büyüyecekler.
Büyük Romanlar dediğimiz külliyat içerisinde, en kolay okunan eserin Don Kişot olmasının gizeminin ardında yatan gerçek, galiba bu kitabın hepsinden daha zor, çetin, manialı, nihayetinde çözümleyici idrakin ufkunu aştığı için tüketilemez olması. Tarihin en garip ve inanılmaz tesadüflerinden biri, Shakespeare ile Cervantesin, aynı çağda yaşamaları yetmezmiş gibi, sanki sözleşmişçesine, neredeyse aynı günde, 1616 yılının 22-23 Nisanında ebediyete intikal etmeleridir herhalde. Artık devir geride kalan eserlere bırakılmalı mirim, zaten genelde ölümler kutlanır. Dostoyevski ve Tolstoyda, bir kez olsun yüz yüze görüşmüş müydü sanki? İspanyolun muadilinden haberi yoksa da, İngiliz, - artık ne kadar İspanyol ya da İngiliz denebilirse 1612 yılında, Thomas Shelton sayesinde, deli şövalyenin ilk cildinin tercümesini okumuştu. Bugün kayıp olan, Beaumont ve Fletcher ile beraber kotardığı efsanevi Cardenio metni işte bu farkındalık ile yazılmıştı. ... Devamı
Büyük Romanlar dediğimiz külliyat içerisinde, en kolay okunan eserin Don Kişot olmasının gizeminin ardında yatan gerçek, galiba bu kitabın hepsinden daha zor, çetin, manialı, nihayetinde çözümleyici idrakin ufkunu aştığı için tüketilemez olması. Tarihin en garip ve inanılmaz tesadüflerinden biri, Shakespeare ile Cervantesin, aynı çağda yaşamaları yetmezmiş gibi, sanki sözleşmişçesine, neredeyse aynı günde, 1616 yılının 22-23 Nisanında ebediyete intikal etmeleridir herhalde. Artık devir geride kalan eserlere bırakılmalı mirim, zaten genelde ölümler kutlanır. Dostoyevski ve Tolstoyda, bir kez olsun yüz yüze görüşmüş müydü sanki? İspanyolun muadilinden haberi yoksa da, İngiliz, - artık ne kadar İspanyol ya da İngiliz denebilirse 1612 yılında, Thomas Shelton sayesinde, deli şövalyenin ilk cildinin tercümesini okumuştu. Bugün kayıp olan, Beaumont ve Fletcher ile beraber kotardığı efsanevi Cardenio metni işte bu farkındalık ile yazılmıştı. Yazık ki ne yazık, basiretsiz katipler, cahil yazmanlar yüzünden, bu çabanın dökümü, bizden sonsuza dek esirgendi! Dahi Ozan, kendi gibi Nihilist olan Nietzschenin de nefretten, horgörüden çok övgüye yönelen sözlerle ve selefin eserinin aşılması yolunda uğradığı bozgun, hüsran neticesinde Mezar taşlarına şiir yazan sırtlan olarak yaftaladığı Danteyi tahtından indirmekle uğraşırken, bir de düzyazı kurgunun zirvesine sonsuza dek kurulmuş, talihsiz İnebahtı Gazisine rastlayınca, ne hissetmiştir bilmek isterdik. Hislerini bilemesek de, emin olabileceğimiz bir düşünce zihnini kesinkes kurcalıyordu. İnsanlık durumunu tüm çeşitliliği ile irdelemek için, çoğu başyapıt olsa da, ayrı ayrı sahnelenen veya okunan onlarca eser değil de, tek bir asal kitap, tüm yapıtlara üstün gelecek yegane neşriyata imza atma fikri. Shakespearein sorunu, en üstün karakterlerinin aynı sahne veya yapıtta izleyici ya da okura asla sunulamayacağı gerçeğiydi. Iago, Othelloya mahkumdur ve Hamlet ile aynı sahneye konamaz, çünkü Danimarka prensi bilişsel kudretiyle foyasını henüz ilk perde bitmeden açık yürekle, dayanılmaz bir alayla yüzüne vuracaktır. Othello, Hamletin yerine konamaz, çünkü daha en başta, cinayeti öğrenir öğrenmez Claudiusu katledecektir. Aynı şekilde, Hamlet, sığır Poloniusa, inek Opheliaya mahkumdur, çünkü zihni melekeleri işkenceden beslenir; sahne çalacak olan Cleopatra ya da Falstaff gibi Kişiliklerle bağdaşamaz ve Kral Lear gibi bir Evrensel Dramada gezinmesi yasaktır. Kasvetli, köhnemiş Elsinore kalesine tıkılmaktan gayrı bir varolma şansı yoktur. Cervantesin eşsiz dehası işte bu sorunun üstesinden gelebilen tek münevver olmasında gizli görünüyor. Yalnız dört karakter : Don, Sanço, Anlatıcı ve Aylak Okur. Kafka, şövalyenin Sanço Panzanın iblisi olduğunu yazarken haklıydı. Roman ilk okunduğunda Komik ise, ikincisinde Trajiktir. Üçüncüde Epik ise, dördüncüde Hiciv, beşincide Romans, ve ısrar edildikçe sanki her birinin gizli bir formülle bileşimi. Don Kişot, iblisi, yani anlatıcısı ile bir olur, okur ile sonsuza uzanır. O, okuma yüzünden delirir ve okur da onu okurken zıvanadan çıkar. Kitap asla bitmez, yeniden dikkatle okunmak üzere tasarlanmıştır. Okuma, zihne hitap eder ve aklı başında olmayı dayatır. Tekinsizlik, şövalyenin içe dönüklüğünde gizli. Kimse, Sıska Adamın, bilinçten, düşünce dolu bir dimağdan yoksun olduğunu kanıtlayamaz. Çıktığı seferde her eylemi geleneklere, örf ve adetlere aykırı olup, skandallarla ilerler. Kilise ve Devlet otoritesinin dayandığı iptilanın, dayattığı itiyadın resmini çizer. Sanki çok derin bir mücadeledir hasıl olan; kaçınılamaz yüküyle tarihten, içinden çıkılmaz derecede yaralanmış toplumsal hafızadan, muhkem sosyal koşullardan beslenen, muvazenesiz alemin çürümesine, hakikatin doğasına içkin belirsizliğin kavrayışına yöneliktir. Gözden kaçırılan, daha doğrusu görmezden gelinmeye çalışılan öğe, sefere çıkan kahramanın gülünç romantizminin ötesinde beliren, deneyüstü, hatta daha da ileri götürülen Metafizik boyuttur. Yozlaşmış ruhban ona seslenir : Evine dön... Bu avareliğe son ver. Adaletsizliği yok etmek, kibri cezalandırmak, ezilmişin acısını dindirmek, devlere diz çöktürmek, Yanlış olanı düzeltmek gibi vazifelerin üstlenilmesi artık otoritenin umurunda değilse, kimin yazgısı olacaktır? Etik acımasızca yok edilir ve böylece artık üzerinde yeniden düşünülmeye başlanabileceği bir alan, uzam kurgulanır.
İşte bu yüzden