Filmin afişini görünce aklıma direk ravenous filmi geldi.Vahşi doğada geçmiyor,vahşi insanın doğasında geçiyor (: .Güç içinde leo unutma.Oscarda bol şans aslan parçası
tek kelimeyle mükemmel ama mutlaka yüksek çözünürlükte ve sağlam bi ses sistemiyle izlemelisiniz,Dicaprio'nun oyunculuğuna bu sefer tam not verdim film oskarlara dönecektir kesin.
1963 Meksika doğumlu, acının dibinin neresi olduğunu seyircisine kamera ile gösteren yönetmen. Filmleri evrende herkesin bir şekilde birbirinin hayatı üzerinde etkisi olduğu; birbirinden kopuk ve farklı görünen yaşamların kaderin kesiştirdiği noktada nasıl birbirini parçalayabileceği ve bütünleyebileceği düşüncesi üzerine kuruludur.
Filmlerinde kullandığı karakterler ve yarattığı olay kurgusu ile sahip olunan sosyal statü, maddi imkan, fiziksel yeti, güzellik vb. yargı unsurlarının en dipteyken önemsizleştiğini ve acının insanları nasıl birbirine eşitlediğini; 'olgunluk' ya da 'insanlık' diye belirlediğimiz kavramların yaşadığımız travmatik olaylarla beslendiğini anlatıyor.
Bunu yazarken aklıma gelen Elif Şafak'ın Ted Konuşmasında geçen bir hikayeyle örneklendirecek olursam:
Yirmili yaşlarımda İstanbula taşındım, aşık olduğum şehir.
Çok canlı ve kozmopolit bir muhitte yaşadım ve birkaç romanımı burada yazdım.
19... Devamı
Alejandro Gonzalez Inarritu
1963 Meksika doğumlu, acının dibinin neresi olduğunu seyircisine kamera ile gösteren yönetmen. Filmleri evrende herkesin bir şekilde birbirinin hayatı üzerinde etkisi olduğu; birbirinden kopuk ve farklı görünen yaşamların kaderin kesiştirdiği noktada nasıl birbirini parçalayabileceği ve bütünleyebileceği düşüncesi üzerine kuruludur.
Filmlerinde kullandığı karakterler ve yarattığı olay kurgusu ile sahip olunan sosyal statü, maddi imkan, fiziksel yeti, güzellik vb. yargı unsurlarının en dipteyken önemsizleştiğini ve acının insanları nasıl birbirine eşitlediğini; 'olgunluk' ya da 'insanlık' diye belirlediğimiz kavramların yaşadığımız travmatik olaylarla beslendiğini anlatıyor.
Bunu yazarken aklıma gelen Elif Şafak'ın Ted Konuşmasında geçen bir hikayeyle örneklendirecek olursam:
Yirmili yaşlarımda İstanbula taşındım, aşık olduğum şehir.
Çok canlı ve kozmopolit bir muhitte yaşadım ve birkaç romanımı burada yazdım.
1999da deprem İstanbulu vurduğunda oradaydım.
Sabahın üçünde koşarak binadan çıktığımda sokakta gördüğüm bir şey hızımı kesti.
Mahallenin bakkalı oradaydı -- huysuz ve alkol satmayan yaşlı bir adam vardı.
Marjinal tiplerle konuşmazdı, uzun siyah bir peruk takmış ve rimelleri akmış bir transseksüelin yanında oturuyordu.
Adamın sigara paketini açıp titreyen elleriyle bir tane de ona uzatmasını seyrettim.
Ve depremin olduğu gece ile ilgili aklımda kalan temel görüntü budur -- muhafazakar bir bakkal ile ağlayan bir travestinin kaldırımda yan yana sigara içişleri.
Ölüm ve yıkım ile yüzleştiğimizde dünyevi farklılıklarımız buharlaşır, ve bir kaç saat için bile olsa hepimiz "bir" oluruz. Filmlerine başka bir açıdan baktığımızda ise hikayelerini anlatırken bir yandan ultra bir itikatla maneviyatın üzerinde oturan, insanların bilerek kendilerini mahkum ettiği 'madde bağımlılığını' (güzellik, para hırsı, lüx gelecek planları) kader olgusu ile yerle bir edip 'Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset 'derken; diğer taraftan yarattığı karakterlerin öfkesiyle bir nevi tanrıya meydan okumaktadır.
Çok az sayıda filmi olmasına rağmen 2000 yılında film piyasasına bomba gibi düşen 'amores perros' ile gösterildiği çeşitli festivallerde 30 küsür ödül almış, Babel//21 grams filmleri ile 'en iyi yönetmen', 'en iyi film' gibi çeşitli ödüllere aday gösterilmiş, 2007 Venedik Film Festivali'nde jüri üyesi olarak yer almıştır. 2001 yılında BMW için çektiği kısa film 'Powder keg' ile bile -ki biraz Amerikan sahtekarlığı temalı olduğu için rahatsızım- 7 dk.da gözlerimi doldurmayı başarmıştır. Yönetmen olmadan önce bir süre icra ettiği dj'lik mesleğinin filmlerindeki olağanüstü müzik seçimlerini açıkladığı kanaatindeyim. Bir rivayete göre yönetmen olmaya Yılmaz Güney'in 'YOL' filmini izledikten sonra karar vermiştir.
Son olarak en son filmi olan baş rollerinde Javier Bardem'in oynadığı 'Biutiful'a değinecek olursak izlemeyen bir insana bile sadece filmin adıyla çok şey anlatır aslında. Herkes güzel bir hayat ister, ama bu her zaman bu konuda başarılı olacağın anlamına gelmez.
O zaman sen de onu olduğu kadarıyla tanımlarsın 'BİUTİFUL'.
@yollarbenibekle
9 yıl önce
9 / 10
Dövüş - boğuşma sahneleri olabildiğince gerçekçi; insanı gerim gerim geriyor.
@rashomon
9 yıl önce
8 / 10
@umutpa
9 yıl önce
@vecihi51
9 yıl önce
@melissimo
9 yıl önce
9 / 10
@norminbeyts
9 yıl önce
Beğenileceğine şüphe yok. Merakla bekliyorum.
@zett
13 yıl önce
1963 Meksika doğumlu, acının dibinin neresi olduğunu seyircisine kamera ile gösteren yönetmen. Filmleri evrende herkesin bir şekilde birbirinin hayatı üzerinde etkisi olduğu; birbirinden kopuk ve farklı görünen yaşamların kaderin kesiştirdiği noktada nasıl birbirini parçalayabileceği ve bütünleyebileceği düşüncesi üzerine kuruludur.
Filmlerinde kullandığı karakterler ve yarattığı olay kurgusu ile sahip olunan sosyal statü, maddi imkan, fiziksel yeti, güzellik vb. yargı unsurlarının en dipteyken önemsizleştiğini ve acının insanları nasıl birbirine eşitlediğini; 'olgunluk' ya da 'insanlık' diye belirlediğimiz kavramların yaşadığımız travmatik olaylarla beslendiğini anlatıyor.
Bunu yazarken aklıma gelen Elif Şafak'ın Ted Konuşmasında geçen bir hikayeyle örneklendirecek olursam:
Yirmili yaşlarımda İstanbula taşındım, aşık olduğum şehir.
Çok canlı ve kozmopolit bir muhitte yaşadım ve birkaç romanımı burada yazdım.
19 ... Devamı
1963 Meksika doğumlu, acının dibinin neresi olduğunu seyircisine kamera ile gösteren yönetmen. Filmleri evrende herkesin bir şekilde birbirinin hayatı üzerinde etkisi olduğu; birbirinden kopuk ve farklı görünen yaşamların kaderin kesiştirdiği noktada nasıl birbirini parçalayabileceği ve bütünleyebileceği düşüncesi üzerine kuruludur.
Filmlerinde kullandığı karakterler ve yarattığı olay kurgusu ile sahip olunan sosyal statü, maddi imkan, fiziksel yeti, güzellik vb. yargı unsurlarının en dipteyken önemsizleştiğini ve acının insanları nasıl birbirine eşitlediğini; 'olgunluk' ya da 'insanlık' diye belirlediğimiz kavramların yaşadığımız travmatik olaylarla beslendiğini anlatıyor.
Bunu yazarken aklıma gelen Elif Şafak'ın Ted Konuşmasında geçen bir hikayeyle örneklendirecek olursam:
Yirmili yaşlarımda İstanbula taşındım, aşık olduğum şehir.
Çok canlı ve kozmopolit bir muhitte yaşadım ve birkaç romanımı burada yazdım.
1999da deprem İstanbulu vurduğunda oradaydım.
Sabahın üçünde koşarak binadan çıktığımda sokakta gördüğüm bir şey hızımı kesti.
Mahallenin bakkalı oradaydı -- huysuz ve alkol satmayan yaşlı bir adam vardı.
Marjinal tiplerle konuşmazdı, uzun siyah bir peruk takmış ve rimelleri akmış bir transseksüelin yanında oturuyordu.
Adamın sigara paketini açıp titreyen elleriyle bir tane de ona uzatmasını seyrettim.
Ve depremin olduğu gece ile ilgili aklımda kalan temel görüntü budur -- muhafazakar bir bakkal ile ağlayan bir travestinin kaldırımda yan yana sigara içişleri.
Ölüm ve yıkım ile yüzleştiğimizde dünyevi farklılıklarımız buharlaşır, ve bir kaç saat için bile olsa hepimiz "bir" oluruz. Filmlerine başka bir açıdan baktığımızda ise hikayelerini anlatırken bir yandan ultra bir itikatla maneviyatın üzerinde oturan, insanların bilerek kendilerini mahkum ettiği 'madde bağımlılığını' (güzellik, para hırsı, lüx gelecek planları) kader olgusu ile yerle bir edip 'Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset 'derken; diğer taraftan yarattığı karakterlerin öfkesiyle bir nevi tanrıya meydan okumaktadır.
Çok az sayıda filmi olmasına rağmen 2000 yılında film piyasasına bomba gibi düşen 'amores perros' ile gösterildiği çeşitli festivallerde 30 küsür ödül almış, Babel//21 grams filmleri ile 'en iyi yönetmen', 'en iyi film' gibi çeşitli ödüllere aday gösterilmiş, 2007 Venedik Film Festivali'nde jüri üyesi olarak yer almıştır. 2001 yılında BMW için çektiği kısa film 'Powder keg' ile bile -ki biraz Amerikan sahtekarlığı temalı olduğu için rahatsızım- 7 dk.da gözlerimi doldurmayı başarmıştır. Yönetmen olmadan önce bir süre icra ettiği dj'lik mesleğinin filmlerindeki olağanüstü müzik seçimlerini açıkladığı kanaatindeyim. Bir rivayete göre yönetmen olmaya Yılmaz Güney'in 'YOL' filmini izledikten sonra karar vermiştir.
Son olarak en son filmi olan baş rollerinde Javier Bardem'in oynadığı 'Biutiful'a değinecek olursak izlemeyen bir insana bile sadece filmin adıyla çok şey anlatır aslında. Herkes güzel bir hayat ister, ama bu her zaman bu konuda başarılı olacağın anlamına gelmez.
O zaman sen de onu olduğu kadarıyla tanımlarsın 'BİUTİFUL'.