En Çok Sevdiğiniz Çizgifilm Karakteri
- esteban ve ekürisi (gizemli altın şehirler)
- raphael (ninja kaplumbağalar)
- anthony (şeker kız candy)
- misaki (tsubasa)
- charizard (pokemon)
- optimus prime (transformers)
- casper
İtiraf
- çay, kahve, oralet ve benzeri sıvılarından tiskiniyorum. bira neyinize yetmiyo lan.
- çikolata sevmem, seveni de sevmem.
- godfather'ı izlemedim. evet, yıllardır sinefil geçinen bir insanım ben.
- hayatında fantazi/bilim-kurgu ile ucundan kıyısından dahi olsa alakası olmamış insanla alakam olmaz. olmasın.
- sadettin teksoy'u türk televizyon tarihinde tek geçerim. geyik değil, isteyenle tartışmaya hazırım.
- en tatlı sabahlar çokokremle başlar. şaka lan şaka, ondan da tiksiniyorum zaten.
- "burda sigara içilmez cezası 10yüzmilyon lira" levhalarının yanıbaşında sigara içerken fotoğraf çektirmek en büyük zevkim. inadına değil mi lan. siz yasakladıkça ben içicem, günde 2 pakete çıkardım bile hahahah
- fotoğraf çekilmekten de nefret ederim bu arada. bu yaz 1 ay avrupa'yı dolandım toplasan 3 fotoğrafım anca vardır.
- facebook'tan tiskiniyorum. twitter'ın köpeğiyim, sözlüğün hastasıyım.
- şu hayattaki en büyük zevkim evde tek başına bira içip film izlemek. hiçbir şeye değişmem. buna rihanna dahil.
- cep telefonundan tiskiniyorum. bazen çaldığını görsem bile açmıyorum, o derece. hay senin teknoloji gibi.
- bazen hayatı, insanları çok seviyorum. sonra geçiyor.
- 118 80 reklamlarını üreten zihniyeti bir yerde kıstırırsam şayet çok kötü döveceğim.
Taziye Duvarı
aynı şahıstan bana da bi mesaj geldi bu öğlen. büyükhalamın kıllarından falan bahsetmiş. ilginç bir kişilik, cevap olarak fizy.com vasıtasıyla "serdar ortaç - poşet" şarkısını paylaştım kendisiyle. kısa bir süre sonra da hesabı silinmiş zaten. paniğe gerek yok, asayiş berkemal.
Harry Potter Hitap Kitlesi
mevzubahis kitap serileri olsaydı çok başka bir cevap yazardım ancak filmlerden bahsediyorsak eğer, harry potter serisi en genel anlamda "vasat" olarak değerlendirilebilir. kitapların büyük bir hayranı olarak şu ana kadar birkaç sahne dışında hiçbir filmden tatmin olmuş olarak ayrılmadım. ancak twilight serisi ile karşılaştırmak şu noktada yanlış bence: harry potter sinemaya aktarılmadan önce de dünya çapında bir fenomendi. filmlere rağbet gösteren bahsi geçen kitlenin çoğunluğu da kitapları okumuş olarak gitti filmlere. twilight ise dünya çapındaki popüleritesini sinemaya aktarıldıktan sonra kazandı.
benim gibi potter serisinin hastası olan kimselerin herhangi bir filmden "olmuş bu" diyerek çıktığını da zannetmiyorum açıkcası. kitaplardaki o muhteşem kurgu, olay örgüsü ve karakter derinliği -özellikle 7 kitaplık bir seriden bahsettiğimiz düşünülürse- zaten beyaz perdeye aktarılması oldukça güç etmenler. harry potter kitapları detaylarıyla vardır öncelikle, ilk kitapta adı şöyle bir geçen bir karakterin son kitaptaki en önemli karakterlerden biri olduğu böyle bir serinin filme çekilirken atlanmak durumunda kalınan detaylarıdır filmleri başarısız kılan. casting faciasından bahsetmiyorum bile.
yüzüklerin efendisi ise hem sinema hem edebiyat sanatında çok ayrı bir yerde durmaktadır, mukayese edilmesi bile abesle iştigal kanımca.
Niçin Yaşıyoruz ?
havlayankuzu, aynı cephe mensubu olarak mevzu üzerine birkaç kelam etmek istedim. son yazdıklarını okuyunca aklıma, liseden sonra felsefeyle alakasını kesmiş kimselerin bile muhakkak hatırlayacağı şu meşhur söz geldi: "felsefe her daim yolda olmaktır". daha güzel tanımlanamazdı bence, ve en nihayetinde bahsettiğin konu bu noktaya geliyor sanırım.
özetle, sorduğun sorulara cevap bulma arayışında isen doğru yoldasın ve sadece bu bile boşa yaşamadığını gösterir ("cogito ergo sum" bi nevi). ancak sorduğun sorulara cevap bulacağın ümidindeysen, işte o zaman hayal kırıklığına uğrayacaksındır - uğrayacağızdır.
cevapları aramaya devam, mühim olan mevzubahis arayışta kazanılan tecrübedir ki bu da bizi en baştaki meşhur söze götürüyor tekrar.
sometimes the journey is the destination. ya da ne bileyim ben.
maalesef avatar
ya tamam burjuva kültürüne ait bir insanım ben, illa söyleteceksiniz :)
yaşasın sermaye ulan!
maalesef avatar
o halde aynı şeyin hayalini kuruyoruz. ben yalnızca kendi adıma başaramadığım bir konuda dürüst davranmak istedim. cebinde malboro taşıyan solcu mitinin realize edilmiş hali - o kadar da zor değil belki gerçekten de, ancak kolaya kaçmak çoktandır yaptığımız ve milletçe alışkanlık haline getirdiğimiz bir eylem.
kalite konusunda ise bir miktar fikir ayrılığı söz konusu, türk malı iPod çıktı da biz mi almadık gibi bir argümana sığınacak değilim ama ne kadar dönüp dolaşsak da kaçışı yok bunun - en azından öyle görünüyor şu aşamada. kıyafetimiz olmasa yiyeceğimiz, yiyeceğimiz olmasa alet edevatımız, o da olmasa -ve dahi bilinçli bir anti-kapitalist tepki koymayı başarıp mevzubahis malları protesto etsek- günlük yaşantımızda büyük çoğunluğumuzun -farkında olmadan- kullandığı, tükettiği ve belki de içinde yaşadığımız evlerin temeline varana kadar kapitalist sistemin ürünlerine rastlamak mümkün/kaçınılmaz. iPod örneği üzerinden gidersek, benim hiç olmadı ama hani kullanacak olsam aynı oranda başarılı yerli yapım bir ürün kullanmak tercihim olacaktır elbet, ancak mecvut durumda tercihim iPod'dan yana olacaktır maddi gücüm yettiğince. sorun şu ki kaynak da onlarda, pazar payı da. bu noktada sağda solda "kahrolsun kapitalizm" diye çemkirirken kullandığım bilgisayarın dell marka olmasının benim samimiyetime gölge düşüreceği kanısındayım, ondan bu kadar dallanıp budaklandırdım mevzuyu.
yine de hayal etmek güzel elbet. bir gün, belki.
maalesef avatar
havlayankuzu, söylediklerimiz temelde aynı aslında. nihayetinde malum filmlerin kazandığı ödüller kimlerce, ne çeşit bir zihniyetle veriliyor bunu hepimiz biliyoruz. eğlencelik deyip geçilebilirdi belki de, ancak mevcut amerikan propogandası bir yerden sonra gerçekten mide bulandırıcı bir hal almakta. son örneği avatar'dır demiştik, artık eskisi gibi aşikar yapılmıyor olsa da(dünyayı kurtaran amerikalı kahraman) artık varlığını bile çoğu kimsenin farketmediği bir şekilde, "arka kapıdan" dolaşarak yapılıyor(amerikalılar istila eder, kötü karakterler amerikalıdır, ancak onlara başkaldıran ve neticede mağlup eden kahraman baş karakter de amerikalıdır - sorunun da benim, çözümün de der gibi). benim anlatmaya çalıştığım, bu filmlerin görsel yönden sinema -sanatı değil de endüstrisi diyelim hadi- yaptığı yadsınamaz katkılar, ve gerçekten de beğenerek izlenebilen yapımlar olması.
özetlemek gerekirse olay bir yerden sonra benzer düşünen arkadaş çevremizin -ve dahi bizlerin- kapitalizm karşıtlığına dönüyor. kapitalizme küfrediyoruz, nike ayakkabı alıyoruz. kahrolsun emperyalizm sloganları atarken elimizde coca-cola'lar oluyor. amerikan halkı gerzek diyoruz, ortadoğuda yapılan katliamlardan dem vuruyoruz ancak yarın oturma izni çıksa bu ülkede yaşamaya gideceklerin ön sırasında yer alırız. mevzubahis propoganda buna yarıyor işte, ve hadi son örneği bunun dışında sayalım, mevcut kapitalist sistemde amerikan ürünleri günlük yaşamımızda, her yerde. bununla başa çıkma yolunun amerikan ürünlerini ve konumuz olan filmleri protesto etmek olmadığını da öğreneli çok oluyor. görüldüğü üzere ideolojik bir noktaya bağlanıyor olay nihayetinde, benim bu husustaki görüşüm de böyle bir ikilemde kalan çoğu kimsenin görüşüyle aynıdır sanırım. jurrasic park hala en sevdiğim filmlerdendir, star wars desen hayatımın serisi. avatar'ı genel olarak pek beğenmedim -3 boyutlu gözlükle boynum tutularak izlememin bunda büyük katkısı var- ancak görselliğine hayran kaldım. bir yandan tüketim toplumu, bir yandan da manevi amerikan mandası altında yaşayan bir toplum olarak bizim kaçınılmaz ikilemimiz bu. ve ben daha bu öğlen burger king'ten yediysem, bu konuda dürüst olmam gerekir öncelikli olarak.
biraz dallanıp budaklandı farkındayım ama neticede iş dönüp dolaşıp bu noktaya geliyo her birimiz için, değil mi? benim tavsiyem, şu aşamada kaynağı ve amacı ne olursa olsun "iyi" olanın (marka ayakkabı, fast-food, filmler) keyfini çıkarmak, önceki post'ta da dediğim gibi sezar'ın hakkını sezar'a vermek, ama gerektiği yerde tepki koymayı da bilmek. çünkü ancak bu şekilde mücadele edebiliriz, eleştirerek ve en nihayetinde daha iyisini yaparak. biz daha iyisini yapana kadar da, ne yazık ki, en iyisi bu.
avrupa ve uzakdoğu sinemasının yükselişi, endüstrinin eskisi gibi hollywood tekelinde olmaması -her ne kadar hala en fazla pazar payına sahip olsalarda da- bu konuda umut veren gelişmeler. ama işte, sıralamış olduğum nedenlerden dolayı da bir yönetmenin başarısını inkar etmek doğru bir davranış değil.
diye düşünüyorum.
maalesef avatar
hollywood'un çerezlik ve kapitalizm kokan yapımları bir kenara konulduğunda, hadi sinemada devrim maiyetinde yapımlara imza atan spielberg ve cameron'ı da bunun dışında tutalım, chris nolan gibi bir yönetmeni "mal" olarak tanımlamak en basit tabirle haksızlık olur. sadece memento der ve susarım, tartışmak isteyenle de sonuna kadar tartışmaya hazırım.
spielberg, cameron, lucas ve türevlerine gelirsek..
bu adamların hayal gücü 30 küsür senedir yüzlercesine ilham oldu mu?oldu.
başta cgi teknolojisi olmak üzere görsel efektler hususunda birçok yeniliği sinemaya kazandırdılar mı?evet. (star wars, jurrasic park, avatar vs.)
peki bu çektikleri filmlerin sinema sanatı ve/veya senaryo açısından değerlendirildiğinde birer başyapıt olduğunu mu gösterir?yüzbinkere hayır. özellikle çektikleri filmlerdeki alt-metinleri okuduğumuzda karşılaştığımız ucuz propoganda(ki son örneği avatar'dır), olmayan bir amerikan rüyası pohpohlaması, dünyanın amerika etrafında dönmesi vs.
eleştirirken bu noktalara dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim. mevzubahis yönetmenler gerçekten iyi filmler çekmiştir, evet. bunu kabul etmeli. ancak sanatsal yönden incelendiğinde izleyene 2 saatlik eğlenceli seyirlik haricinde ne katmıştır, senaryo ve karakter derinliğinden ne denli bahsedilebilir, alttan alta amerikan ve yahudi propogandası yapılıyor olması -ki birçok amerikan yapımı için geçerlidir bu- ne denli kabul edilebilir, bunları tartışmalıyız.
tekrar ediyorum, tüm bu etmenler bir filmi kötü yapmaz, değersiz kılar yalnızca. o yüzden evet, bu yönetmenler iyi filmler çekmiştir ve evet, teknoloji kullanımı göz önüne alındığında yedinci sanatı bir adım daha öteye taşımışlardır. ancak bu çektikleri filmlerin "değersiz" olduğu gerçeğini değiştirmez. bunun ayrımı yapmak gerektiğini düşünüyorum, ötesi abesle iştigaldir çünkü. önce sezar'ın hakkı sezar'a verilmeli, sonra dibine kadar eleştiri yapılmalıdır.
peki ben niye derdimi anlatmak için bu kadar kastım? çünkü hepsi dönüp dolaşıp ideolojik meselelere bağlanıyor ve bu konuda birşeyleri açıklığa kavuşturmam gerektiğini düşündüm. yanlış anlaşılmak hayatta en sevmediğim şey. umarım anlaşılmışımdır.
saygılar.