maalesef avatar

Evet bencede özgün bir yapım değil.

Hatta izlediğim en berbat filmler arasına girer,sıkıntıdan patlamış mısırları oraya buraya fırlatmıştım.

Bu kadar gişe yapmasının bence 2 nedeni var;

1)Aşırı reklam.

2)Hiç 3D film izlemeyen seyircinin merakını bu filme gidermek istemesi.

Yok yıllar önce yazılmış falan saçmalık..

Yazıla yazıla bumu yazıldı ?rezalet.

J.Cameron belli ki Bilgisayar efektlerinin ve 3D sinemanın arkasına saklanmış çünkü filmde başka birşey yok.

Yani tam bir ticari film.
yaa siz hala oralarda mısınız yeaa... millet uçmuş fezaya =D :

"Miladi 571, Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v)'in doğum yılıdır. Tarihlere "Fil vak'ası" diye geçen hadisenin Peygamberimiz'in doğduğu yıl gerçekleştiği rivayet edilir.

Yemen Kralı Ebrehe, kendi hükümranlığına rakip bir merkez olabilir endişesiyle Kabe'yi yerle bir etmek üzere harekete geçer. Ordusunda, zamanın en güçlü savaş araçlarından olan filler vardır.

Mekke'nin yakınlarına kadar gelirler.

Mekke civarında otlamakta olan deve sürülerine el koyarlar.

Onlardan bir kısmı Peygamberimiz'in dedesi Abdülmuttalip'e aittir.

Abdülmuttalip, Ebrehe'nin çadırına gider ve develerini ister.

Ebrehe ona istihza ile bakar ve:

-Hem bu memleketin büyüğü olacaksın hem de şehri savunmayı bırakıp develerinin peşinde koşacaksın der.

Abdülmuttalip, Ebrehe'ye şu cevabı verir:

-Kabe'nin sahibi var, onu O korur. Ben ise develerimden sorumluyum.

Sonra Ebrehe ordusu şehrin üzerine yürür ve bu sırada, Kur'an'da Fil Suresi'nde anlatılan olay gerçekleşir:

"Görmedin mi Rabbin ne yaptı fil sahiplerine.

Boşa çıkarmadı mı onların kötü tasarılarını.

Onlara sürü sürü kuş gönderdi.

Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atarak,

Ve sonunda O, yenilmiş ekin yaprağına döndürdü onları..."

Kuşlar, ayaklarında taşıdıkları balçıktan pişirilmiş taşları Ebrehe'nin dev ordusu üzerine atar, Ebrehe ordusu, yenilmiş ekin yaprağına döner.

Bütün bunları neden anlatıyorum?

Avatar'ı seyrettikten sonra, bunları hatırladığım için anlatıyorum.

Ülke Pandora.

Tabiatı tahrip edilmemiş bir dünya Pandora.

İnançlı ve mutlu bir halkı var. Naviler.

İnançlarının sembolize olduğu, kutsal ağaçları ve zikri andıran ritüelleri var.

"Gök insanları" dedikleri bizim dünyamızdan farklılıklarının farkındalar.

Ama Pandora'ya, süper bir güç, deyin ki "Beyaz Adamlar" göz dikiyor. Çünkü orada çok kıymetli bir maden bulunuyor. Maden tam da kutsal ağacın altında.

Beyaz Adamlar, Pandora'yı teslim almakta ve kutsal ağacın altındaki madene el koymakta kararlı.

Pandoralılar ise ülkelerini vermemekte kararlılar.

Sonunda Beyaz Adam'ın istila girişimi başlıyor.

Deyin ki İsrail Gazze'ye saldırıyor ya da Amerika Vietnam'a...

Filmde, Beyaz Adam'ın silah gücü, olabilecek en korkunç boyutta sergilenmiş.

Bu silah gücüne karşılık, Pandoralılar'ın oklarının hiçbir anlam taşımayacağından eminsiniz.

Bu bölümde, bilgisayar ortamında üretilmiş müthiş sahneler yer alıyor. Hele üç boyutlu seyrettiğinizde filmin içinde yaşıyorsunuz.

Savaşın seyrini tersine çeviren şey, Pandoralılar'ın sırtlarına binerek uçak gibi kullandığı kuşlar...

O kuşlarda kuşları aşan bir şey var.

Bir ayrı güç.

Film, bence bunun özenle altını çiziyor.

Filmin hikayesi içinde olabilecek en güzel biçimde eritilerek, bu ilahi güce sık sık atıf yapılıyor.

Film hikayesini yazanlar ya da yönetmen, "Fil vak'ası"nı biliyor muydu, "Ebabil"den haberdar mıydı bilmiyorum. Ama dev Ebrehe Ordusu ile çağın "Beyaz Adam"ının birbiriyle birebir örtüştüğü, kutsallıklara yapılan atıfların ve "Olağanüstü Kuşlar" temasının "Kabe" ve "Ebabil"i çağrıştırdığı çok net.

Avatar, kesinlikle moral mesajlar taşıyan bir film.

Ve Avatar, Kur'an'da geçen kıssaların manevi muhtevasının, çağımız insanına, olağanüstü güzellikte taşınabileceğini örnekleyen muhteşem bir sinema eseri.

Gerekli olan ne?

Kur'an'daki kıssalarla çağımız arasında ilişki kurabilecek bir zihin grafiği ve orada üretilenleri perdeye taşıyacak sanat performansı...

İnsan, James Cameron mu gelip bunları filme dönüştürsün diye sormaktan kendini alamıyor. Ve her alanda olduğu gibi, sinema alanında da yetişmiş insanın ne kadar hayati önem taşıdığını düşünüyor."

link olarak ekleyemedim bir türlü, sürekli hata oluşuyor her nedense.. elestiriyoruz.com'dan alıntıdır =D (ucdeyinceucuyoruz.com olsaymış yav keşke)
peki Bruce :)

Yanlış anlamanı istemem; bu düzen bir savaş ise o savaşta senden daha onurlu bir noktada durmuyorum. Konformizm kötü bir düşmandır,her bakımdan. Sadece bunu düşünüyorum,belki senden fazla; belki senden eksik.

Sonuçta, zaman şaşmaz bir tahsildar. Ne denebilir ki daha fazla ?
ya tamam burjuva kültürüne ait bir insanım ben, illa söyleteceksiniz :)

yaşasın sermaye ulan!
Peki Kafka :)

Bence sözlerin, sermayenin milliyeti var mıdır; noktasına taşıyor bizi.Sermayenin milleti olmadığı gibi, sermayedarlığın da milliyeti yok. Hatta para, burada bir tür harç görevi görüyor. Belki de, paradaşlık denebilir bu yeni nesil, haymatlos bilincine. Bence bu oldukça ironik bir durum ki, Sol Enternasyonel'in yıllardır yapmaya çalıştığı şeyi, paradaşların sadece 10 yılda becerebildiklerini itiraf etmek gerek.

Küçük bir yurttaş, bu paradaşlığın içinde kendisine bir yer bulmak zorunda artık. Lev'is yerine Mavi giymek, Ipod yerine Vpod kullanmak, bir sorunu çözmediği gibi ortaya bir yenisini çıkarıyor.

Bruce gibi ben de bir Dell kullanıcısıyım ve son kullanıcı olarak, aldığım malı neden aldığıma dair bir dizi cevap verebilirim. Mal almak ve malı almak arasında bazı farklar mevcut. Bu nokta önemlidir bence. Zira, bizi bir tür fetişizmle yüzleşmek zorunda bırakmakta. Marka,etiket,barkod ve ambalaj fetişi çok yeni bir fetiş insan aleminde. Son 60 yıldır hız kazanmış. Ve yeni olan her şey gibi, insan evrimine aykırı bir takım sonuçları oluyor.

Markalardan neredeyse soyut bir yaşam, benim bulabildiğim tek çözüm. Kendi çöplüğümü kurgulayamamış biri olarak, içinde yaşadığım aleme tek cevabım bu.
ya türk ya bilmem ne kapitalizm kapitalizmdir.. Türkler ipod yapsa da aynı.. Diesel kotlarını taşlatıyor da Mavi taşlatmıyor mu sanki? Sonuçta kot taşlama işçileri, o kotun markasının ister İtalyan ister Türk menşei olması farketmeden ölüyor!

geçtim bunları...

Avatar'a gelince political correct değil nereden tutsan elinde kalır; sanat anlamında da.. olsa olsa popüler tüketim kültürünün zanaatı..
durun kardeşsiniz :D :D neyse "nolan" benim için ayrı cidden ağlarım kuzumm!

ayrıca bruce çok "orientsin!" :D
o halde aynı şeyin hayalini kuruyoruz. ben yalnızca kendi adıma başaramadığım bir konuda dürüst davranmak istedim. cebinde malboro taşıyan solcu mitinin realize edilmiş hali - o kadar da zor değil belki gerçekten de, ancak kolaya kaçmak çoktandır yaptığımız ve milletçe alışkanlık haline getirdiğimiz bir eylem.

kalite konusunda ise bir miktar fikir ayrılığı söz konusu, türk malı iPod çıktı da biz mi almadık gibi bir argümana sığınacak değilim ama ne kadar dönüp dolaşsak da kaçışı yok bunun - en azından öyle görünüyor şu aşamada. kıyafetimiz olmasa yiyeceğimiz, yiyeceğimiz olmasa alet edevatımız, o da olmasa -ve dahi bilinçli bir anti-kapitalist tepki koymayı başarıp mevzubahis malları protesto etsek- günlük yaşantımızda büyük çoğunluğumuzun -farkında olmadan- kullandığı, tükettiği ve belki de içinde yaşadığımız evlerin temeline varana kadar kapitalist sistemin ürünlerine rastlamak mümkün/kaçınılmaz. iPod örneği üzerinden gidersek, benim hiç olmadı ama hani kullanacak olsam aynı oranda başarılı yerli yapım bir ürün kullanmak tercihim olacaktır elbet, ancak mecvut durumda tercihim iPod'dan yana olacaktır maddi gücüm yettiğince. sorun şu ki kaynak da onlarda, pazar payı da. bu noktada sağda solda "kahrolsun kapitalizm" diye çemkirirken kullandığım bilgisayarın dell marka olmasının benim samimiyetime gölge düşüreceği kanısındayım, ondan bu kadar dallanıp budaklandırdım mevzuyu.

yine de hayal etmek güzel elbet. bir gün, belki.
Sanırım, başarıdan anladığımız şeyler farklı Bruce. Konu; doğrudan popüler kültürün içine düşen, küçük insanın ikilemleri değil tabi. Ama istersen bunu da tartışırız.

"Cebinde Malbro taşıyan Solcu" miti, tahmin ediyorum; "Solcu kızlar,taş gibi oluyor azizim" mitinden sonra en çok sevilen en çok kullanılagelen tez.

Haklılık payı da var.(Kız konusu hariç,o koca bir yalan)

İçinde yaşadığımız evren, öyle sarmalanmış ki.Bilgelerin bile bir şeylerini "satmak" zorunda kaldıkları, illa ki, sistem; ille ki,sistem, paradoksuna sorgulamaksızın sallandıkları bu dünya, aslında yatmadan evvel çok şeker yemiş bir çocuğun, rüyasını andırıyor.

Geçen yıl, en çok satılan ürün "Salata Sosu" imiş, bak bu bize bir şeylerin çözümlemesini sunmalı. Demek ki, insanlar artık sosa bulamadan salata bile yiyemiyorlar.

Ama senin de sorman gereken bazı sorular var. Üretim sonrası devletler her şeyin en iyisini mi yaparlar ? Nike çok iyi olduğu için mi çok satar, Ipod çok kaliteli olduğundan mı bu kadar çok insanın elindedir, dahası bütün bunlar modern dünyanın küçük kaçamakları mıdır ? Kapitalizm'e küfretmek, aslında doğrudan hiç bir anlam taşımaz. Zaten küfür, iyi bir şey de değildir. Kapitalizm'in kendi gerçeklikleri var ve kendisini bu gerçekler üzerinden ifade ediyor.

Çok zor gelecek farkındayım. Ama bu sistemin içine girmemek o kadar da zor bir iş değil. Güzel kızlarımızın, Dolce Gabbana mı Chanel mi sorusunu sormadıkları, yakışıklı oğlanlarımızın Converce peşinde koşturmadıkları bir alem; malın yüceltildiği bir dünyanın kabusudur.

Markaları yaratan, onları yücelten, her alanda ama, değerli kılan biziz. Yerli Spilberg taklitlerinin adamdan sayılmadığı bir dünya da hayalim.

En azından hayalini kurayım. Belki olmaz ama.
havlayankuzu, söylediklerimiz temelde aynı aslında. nihayetinde malum filmlerin kazandığı ödüller kimlerce, ne çeşit bir zihniyetle veriliyor bunu hepimiz biliyoruz. eğlencelik deyip geçilebilirdi belki de, ancak mevcut amerikan propogandası bir yerden sonra gerçekten mide bulandırıcı bir hal almakta. son örneği avatar'dır demiştik, artık eskisi gibi aşikar yapılmıyor olsa da(dünyayı kurtaran amerikalı kahraman) artık varlığını bile çoğu kimsenin farketmediği bir şekilde, "arka kapıdan" dolaşarak yapılıyor(amerikalılar istila eder, kötü karakterler amerikalıdır, ancak onlara başkaldıran ve neticede mağlup eden kahraman baş karakter de amerikalıdır - sorunun da benim, çözümün de der gibi). benim anlatmaya çalıştığım, bu filmlerin görsel yönden sinema -sanatı değil de endüstrisi diyelim hadi- yaptığı yadsınamaz katkılar, ve gerçekten de beğenerek izlenebilen yapımlar olması.

özetlemek gerekirse olay bir yerden sonra benzer düşünen arkadaş çevremizin -ve dahi bizlerin- kapitalizm karşıtlığına dönüyor. kapitalizme küfrediyoruz, nike ayakkabı alıyoruz. kahrolsun emperyalizm sloganları atarken elimizde coca-cola'lar oluyor. amerikan halkı gerzek diyoruz, ortadoğuda yapılan katliamlardan dem vuruyoruz ancak yarın oturma izni çıksa bu ülkede yaşamaya gideceklerin ön sırasında yer alırız. mevzubahis propoganda buna yarıyor işte, ve hadi son örneği bunun dışında sayalım, mevcut kapitalist sistemde amerikan ürünleri günlük yaşamımızda, her yerde. bununla başa çıkma yolunun amerikan ürünlerini ve konumuz olan filmleri protesto etmek olmadığını da öğreneli çok oluyor. görüldüğü üzere ideolojik bir noktaya bağlanıyor olay nihayetinde, benim bu husustaki görüşüm de böyle bir ikilemde kalan çoğu kimsenin görüşüyle aynıdır sanırım. jurrasic park hala en sevdiğim filmlerdendir, star wars desen hayatımın serisi. avatar'ı genel olarak pek beğenmedim -3 boyutlu gözlükle boynum tutularak izlememin bunda büyük katkısı var- ancak görselliğine hayran kaldım. bir yandan tüketim toplumu, bir yandan da manevi amerikan mandası altında yaşayan bir toplum olarak bizim kaçınılmaz ikilemimiz bu. ve ben daha bu öğlen burger king'ten yediysem, bu konuda dürüst olmam gerekir öncelikli olarak.

biraz dallanıp budaklandı farkındayım ama neticede iş dönüp dolaşıp bu noktaya geliyo her birimiz için, değil mi? benim tavsiyem, şu aşamada kaynağı ve amacı ne olursa olsun "iyi" olanın (marka ayakkabı, fast-food, filmler) keyfini çıkarmak, önceki post'ta da dediğim gibi sezar'ın hakkını sezar'a vermek, ama gerektiği yerde tepki koymayı da bilmek. çünkü ancak bu şekilde mücadele edebiliriz, eleştirerek ve en nihayetinde daha iyisini yaparak. biz daha iyisini yapana kadar da, ne yazık ki, en iyisi bu.

avrupa ve uzakdoğu sinemasının yükselişi, endüstrinin eskisi gibi hollywood tekelinde olmaması -her ne kadar hala en fazla pazar payına sahip olsalarda da- bu konuda umut veren gelişmeler. ama işte, sıralamış olduğum nedenlerden dolayı da bir yönetmenin başarısını inkar etmek doğru bir davranış değil.

diye düşünüyorum.
Bir mesaja cevap veriyorsunuz.
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL