6 yıl önce
Bir Zamanlar filmine yorum yazdı:
Yıldızlararası filmine yorum yazdı:
Hakkında orda burda bir dünya şey okudum ve şunu anladım ki, şu eleştirel kabiliyetlerimizi hayatımızın her alanına uygulayabiliyor olsaydık, çok acayip bir memleket olurduk kesinlikle :) sinema tarihinde görsel ve işitsel açıdan bir dönüm noktası sayılabilecek şu filmi bile, "öyle kara delik mi olur yeaa"diye izlerseniz, bu hayatta hiçbir şeyden zevk almazsınız, demedi demeyin.. ne Nolanhayranıyımdır, ne de oyunculardan herhangi birinin.. ama biraz kendinizi bırakın arkadaşlar işlerin akışına..
gerçekten, sunduğuteorileri bir yana koyuyorum,kimi replikleriyleinsanı bir çok konuda düşünmeye zorlayan ("öyle bir zamandı ki, her gün yeni bir buluş çıkıyordu. sanki her gün Noel gibiydi. ama sonra ne oldu? en önemli şeyin tarım olduğunu anladık" minvalindeki sözler.. bakın buraya yazıyorum: 30 yıl, bilemedin 50 yıl sonra,zamanın insanlarıncaen sık zikredilecek olansözlerin anafikridir..), hem göze hem de muhteşem müzikleriyle (ah Hans Zimmer ah)kulağa hitap eden, çok param olsa gösterimden ... DevamıHakkında orda burda bir dünya şey okudum ve şunu anladım ki, şu eleştirel kabiliyetlerimizi hayatımızın her alanına uygulayabiliyor olsaydık, çok acayip bir memleket olurduk kesinlikle :) sinema tarihinde görsel ve işitsel açıdan bir dönüm noktası sayılabilecek şu filmi bile, "öyle kara delik mi olur yeaa"diye izlerseniz, bu hayatta hiçbir şeyden zevk almazsınız, demedi demeyin.. ne Nolanhayranıyımdır, ne de oyunculardan herhangi birinin.. ama biraz kendinizi bırakın arkadaşlar işlerin akışına..
gerçekten, sunduğuteorileri bir yana koyuyorum,kimi replikleriyleinsanı bir çok konuda düşünmeye zorlayan ("öyle bir zamandı ki, her gün yeni bir buluş çıkıyordu. sanki her gün Noel gibiydi. ama sonra ne oldu? en önemli şeyin tarım olduğunu anladık" minvalindeki sözler.. bakın buraya yazıyorum: 30 yıl, bilemedin 50 yıl sonra,zamanın insanlarıncaen sık zikredilecek olansözlerin anafikridir..), hem göze hem de muhteşem müzikleriyle (ah Hans Zimmer ah)kulağa hitap eden, çok param olsa gösterimden kalkana kadar gidip her gün bir kez daha sinemada izleyeceğim bir film yapmış adamlar.. helal olsun..
ve fakat evet, bu tip konulara ilgi duymayan insanların ciddi anlamda izlerkensıkılacağı filmdir.
Masumiyet filmine yorum yazdı:
sembolizmanın dibine vurduğu halde çok da gizemli olmayan imgeler ve birbirinden sevimli kız çocukları sayesinde rahatça izlenebilen, son dakikaya kadar merakı canlı tutan bir film olmuş. yine de bu kadar uzatılacak bir mevzu yokmuş bence ortada ama olsun :)
Oz dizisine yorum yazdı:
ilk bölümüyle "aha game of thrones’un atası" dedim (beklenmeyen ölüm nedeniyle).. biraz daha sonra "hmm orange is the new black de bundan etkilenmiş epey herhalde" (özellikle aşk hikayesi ile) dedim.. ama son tahlilde diyorum ki, prison break’i de izlemiş biri olarak, bu çok farklı bir şey hacı.. bütün dünyayı mikro ölçekte bu hapishaneye sığdırmışlar gibi düşünün.. bireysel ve toplumsal analizler on numara.. hiç büyük planların arka planında kimler var göremiyoruz.. ama sürekli "kötü adamlar"a yardım eden bir takım "iyi adamlar" var.. seyirci de oyuncu gibi aslında sürekli kurban.. karakterlerin hepsinin bir derinliği var. ne kadar azılı suçlular da olsalar, empati ve sempati duymadan edemiyorsunuz bir çoğuna.. tıpkı canımın içi chris keller’ın da peter marie’ye dediği gibi, "ne yapmış olursam olayım, karşımdaki beni koşulsuz olarak sevmeli. aşk böyle bir şeydir.". tıpkı tanrı sevgisi gibi değil mi a dostlar?
1997-2003 yılları arasında değil de, şimdilerde yayınlanmış olsaydı, kimse ... Devamıilk bölümüyle "aha game of thrones’un atası" dedim (beklenmeyen ölüm nedeniyle).. biraz daha sonra "hmm orange is the new black de bundan etkilenmiş epey herhalde" (özellikle aşk hikayesi ile) dedim.. ama son tahlilde diyorum ki, prison break’i de izlemiş biri olarak, bu çok farklı bir şey hacı.. bütün dünyayı mikro ölçekte bu hapishaneye sığdırmışlar gibi düşünün.. bireysel ve toplumsal analizler on numara.. hiç büyük planların arka planında kimler var göremiyoruz.. ama sürekli "kötü adamlar"a yardım eden bir takım "iyi adamlar" var.. seyirci de oyuncu gibi aslında sürekli kurban.. karakterlerin hepsinin bir derinliği var. ne kadar azılı suçlular da olsalar, empati ve sempati duymadan edemiyorsunuz bir çoğuna.. tıpkı canımın içi chris keller’ın da peter marie’ye dediği gibi, "ne yapmış olursam olayım, karşımdaki beni koşulsuz olarak sevmeli. aşk böyle bir şeydir.". tıpkı tanrı sevgisi gibi değil mi a dostlar?
1997-2003 yılları arasında değil de, şimdilerde yayınlanmış olsaydı, kimse bir takım dizilerden efsane diye bahsetmeye cesaret edemezdi diye düşünüyorum ben şahsen. gerçi o zaman da, bunca olayın olup bittiği bir hapishaneye neden ısrarla güvenlik kameraları takılmadığını millete nasıl izah edeceklerdi, değil mi ama, eheh..
ve fakat dizide bu kadar iyi oyuncu varken, hiçbirinin adam gibi bir çıkış yakalayamamış olması bu diziden sonra? zirvede mi bırakmak istemişler ki acaba, kim bilir.. mesela bir christopher meloni’nin neyi eksik de hollywood filmlerinde orda burda başrolde göremedik kendisini hiç?
bu arada elbette ki şunu da buraya eklemeden edemem:
keller - beecher aşkı hakkında:
--- şu noktadan itibaren spoiler içerecek ---
öyle bir aşk hikayesi düşünün ki, içinde şefkat ve şiddet (az dövmediler birbirlerini maşallah), aptallık ve kurnazlık, güven ve güvensizlik kol kola gezsin.. aptallık skorunda bana göre beecher açık ara öndedir ve sanırım en çok ona kızıyorum. tutturdun schillinger’a iyilik yapacağım diye.. acıma, acınacak hale düşersin diye laf var, cuk diye oturdu senin durumuna işte.. dinlemedin keller’ı.. sonra gittin hayatında ilk kez karşılaştığın adamın sözüne inandın, anlayıp dinlemeden "çocuğumu sen kaçırtmışsın lan" diye öldürmek üzere saldırdın keller’a.. sürekli aslında beecher zarar verdi bu ilişkiye, bakmayın siz keller piç diyoruz ama.. o hep bu ilişkiyle ilgili korumacıydı esasen. her şeyi yaptı "biz" dediği şeyi korumak için.
zaten soyadlar çok manidar bakacak olursanız: direkt olarak killer ve bitcher çağrıştırıyor olmaları tesadüf mü bilemedim.. bitcher’ın son iki büyük aptallığı da sonlarını getirdi en nihayet. ilki, tutup keller gibi bir adama, dışarıda yaşamaya başlamış olduğu ilişkiden bahsetmek.. yani arkadaş anladık dürüstlük mürüstlük de, bu adam sensiz yaşamak istemiyor, hala anlamadın mı? deli gibi de kıskanç. sen hem ona kazık atıyorsun "ooh çıktım artık dışarı bana ne lan" diye, hem de böbürlenerek anlatıyorsun.. hadi böyle bir aptallık yaptın da, arkasından gelen tahmin edilebilir tuzağa nasıl düştün kardeş? aşkından mı? inanak mı?
belki de bu hikaye, keller’ın beecher’ın suçlarını üzerine almasıyla ettikleri veda ile bitmeliydi.. keller "aşk uğruna ölmek" istediğini söylemişti o avukat kadına. güzel bir veda ile, aşkı uğruna ölecekti o şekilde işte. hiç beklemiyordum böyle bir son bu hikaye için. en azından beecher’a acır herhalde senaristler de şu adamla mutlu olurlar artık diyordum. düşünsenize, adamın karısı, babası ve çocuğu öldü. hayatının aşkını da öldürmezler artık herhalde diyordum ama olmadı. oz’da böyle bir aşk hikayesi bulabilmişken, bir de mutlu son bekleyerek naiflik yaptım tabii muhtemelen evet..
ama o gidiş nasıldı o gidiş, eheh.. hem beecher’ın ömrü boyunca kendisini suçlu hissetmesini ve böylece kendisini asla unutmamasını garantiledi.. hem bir bakıma tanrı’yı da "ben intihar etmedim kii" şeklinde kandırırım belki diye düşündü belki de, kim bilir.. ne de olsa öyle ya da böyle, öteki tarafta birlikte olabileceklerine inanıyordu.. ne demişti ilk vedalarında:
chris keller: i’ll see you. (görüşürüz.)
tobias beecher: when? (ne zaman?)
chris keller: back here, or in heaven? (burada, ya da cennette?)
tobias beecher: you really think we’re gonna get into heaven? (gerçekten senle benim cennete gireceğimizi düşünüyor musun?)
chris keller: ohh, you and me together, god doesn’t have the balls to keep us out. (sen ve ben beraberken, tanrı bizi ayıracak kadar taşaklı değil.)
bu veda sahnesi, kendisine sorsanız inkar edecek olsa bile ufak çapta homofobik olan eşimi bile ağlatmıştır bu arada.. kendisini en son ne zaman ağlıyorken gördüğümü de hatırlamıyordum ayırca eheh..
peki ya gider ayak keller’ın ortalığı ayağa kaldırması? :) adam toprak altındayken bile etkili bir piç işte, ne yaparsınız.. gerçi keşke bu planı daha önce düşünüp uygulasaymış diye düşünmeden edemedim.. gerçi acabalarla dolu bir dünya soru daha var.. mesela beecher adebisi’nin yanında kalsaydı en başta ürkmeyip, acaba nasıl bir hayatı olurdu oz’da? yine keller ile tanışıp sevgili olabilirler miydi? belki bu sefer güvensizlik temelli bir ilişkileri olmayacağı için her şey daha güzel olurdu, kim bilir.. gerçi eşcinsel bir deneyim yaşamamış olan bir beecher, keller’a aşık olur muydu tabii onu bilemeyiz.. her ne kadar adamda uçan kuşu cezbedecek enerji varsa bile :)
ekleme yapıp duruyorum ama: hangisinin aşkı en gerçekti? hangisininki en çoktu? ikisinin cevabı da başka muhtemelen. zıt karakterlerin birbirine olan aşkından da ne kıvılcım çıkıyor arkadaş, ben onu bilir onu söylerim. biri kazara insan öldürmüş başarılı bir avukat, biri zevkine suç işleyen bir sayko.. hayret vallahi düşününce esasen..
--- şu noktadan itibaren spoiler bitti ---
neyse, bu ikili üzerine çok düşünmemek lazım, çok kafayı yoruyor bu hikaye zira.. ha bu arada dizideki favori karakterim ikisi de değildir. bana göre dizideki en kral adam kareem said idi. hani illa o karakterlerden biri olmam gerekse, onu seçerdim. ama bu ikilinin ilişkisi bambaşka bir hikaye.. hani dostlar başına mı yoksa düşmanlar başına mı olsun, karar veremeyeceğiniz türden... o yüzden de, unutmak çok zor.
Büyük Baba filmine yorum yazdı:
"Ölü Ozanlar Derneği"ndeki rolünün anti-tezi ile izlenen bir Robin Williams filmi.. Değil öğrencilerinin, kendi oğlunun hayatında bile önemli bir rolü olmayan, çaresizlik içinde bir baba.. Dersine 3-5 öğrencinin girdiği bir öğretmen. Sürekli rekabeti elden bırakmaması gerektiği bir ilişki.. Asla basılmayan kitaplar.. Gerçekten, Ölü Ozanlar Derneği'ndeki rolün tam zıttı gibi..
Fakat oğlunun ölüm şekline dikkat... Tesadüfün böylesi..
Aşkın Gücü filmine yorum yazdı:
seneler önce bu filme ilk yorumu ben yazmışım, şimdi yine yazmak geldi içimden.. bu filmin yeri bende çok ayrıdır. defalarca izlememe rağmne her seferinde ayrı bir tat vermiş, tanıdığım herkesin izlemesini istediğim nadir filmlerdendir. bende çok ama çok ayrı yeri olan bir aktörün ölümünün de oynadığı filmle bu kadar bağlantılı olacağını hiç düşünmezdim.. canlandırdığı rollerde hep "her şeye rağmen"di, ama demek gerçekten iyi oyuncuymuş ki, bu rollerin arkasına iyi saklanmış..
alacağın olsun..
Hayat Ağacı filmine yorum yazdı:
Dinozorların bitişine kadar sabrederseniz iyi. Ondan sonra film başlıyor. Yani ödül almış bir film diye öve öve bitirememezlik yapamadım, kimse kusura bakmasın. Eyvallah, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır da kardeş, bu kadar çorba yapmayaydın iyiymiş. Ama yine söylüyorum: Dinozorların bitişine kadar sabredebilirseniz, devamı o kadar da absürt değil en azından. Müzikler ve oyuncuların performansları da gayet güzel bir de.
Ana filmine yorum yazdı:
Ne zaman ki Güney Kore yapımı bir film izlerim, işte ben o zaman asla pişman olmam. Yine olmadım, yine şahaneydi.. Ahh odetaylar detaylar.. Peki ya Anne’nin şahane oyunculuğu? Peki ya şahane kurgu? Hangisi en şahane, vallahi karar veremedim..
Cosmos: A Spacetime Odyssey dizisine yorum yazdı:
"Cosmos: a space and time journey", Planet Earth'ten sonra izlediğim en iyi belgesel oldu. Özellikle 11. ve 12. bölümler acayip düşündürücü. İnsanin nasil da bile bile, göz göre göre sonunu hazirlamakta israrci olduğunu gözler önune seriyor. Ben bu durumu biraz, zararli olduğunu bildigi halde sigara icmeye devam eden kisilere benzettim ilk basta. Hani böyle kisa süreli hazlar icin, aliskanliktan ve bagimlilik yüzünden vazgecmek istemediği bir durum. 1878 yilinda Paris'te bir fuarda kendi çapında bir biliminsaninin Güneş enerjisini bir "buzluk" olarak kullandigini biliyor muydunuz? Güneş enerjisini toplayip bir soğutucuyu calistiracak enerji elde etmis kendisi. 1913 yilinda Misir'da bir adamin tüm sanayi fabrikalarinin toplamindan daha fazla enerji üretip çölü tarlaya donusturebilecek bir projesi olduğunu, fakat sonunda adamin yeni ortaya cikan petrol endüstrisine bir tehtit olduğunu farkeden kisilerin bu adama ödeneğin kesilmesini sagladigini, ve adamin güneş panellerinin 1. Dunya Sava ... Devamı"Cosmos: a space and time journey", Planet Earth'ten sonra izlediğim en iyi belgesel oldu. Özellikle 11. ve 12. bölümler acayip düşündürücü. İnsanin nasil da bile bile, göz göre göre sonunu hazirlamakta israrci olduğunu gözler önune seriyor. Ben bu durumu biraz, zararli olduğunu bildigi halde sigara icmeye devam eden kisilere benzettim ilk basta. Hani böyle kisa süreli hazlar icin, aliskanliktan ve bagimlilik yüzünden vazgecmek istemediği bir durum. 1878 yilinda Paris'te bir fuarda kendi çapında bir biliminsaninin Güneş enerjisini bir "buzluk" olarak kullandigini biliyor muydunuz? Güneş enerjisini toplayip bir soğutucuyu calistiracak enerji elde etmis kendisi. 1913 yilinda Misir'da bir adamin tüm sanayi fabrikalarinin toplamindan daha fazla enerji üretip çölü tarlaya donusturebilecek bir projesi olduğunu, fakat sonunda adamin yeni ortaya cikan petrol endüstrisine bir tehtit olduğunu farkeden kisilerin bu adama ödeneğin kesilmesini sagladigini, ve adamin güneş panellerinin 1. Dunya Savaşı'nda parcalanip teçhizat için donusturuldugunu, ve bu adamin hayati boyunca sadece 3 sene okul yüzü gördüğünü biliyor muydunuz? Vallahi ben bilmiyordum.
Yazacak coook seyim var ama bence beni ugrastirmayin, siz de izleyin. Son bolumu bu pazar yayinlanacak. Onla birlikte toplamda 13 bolümü var.
Anladigim kadariyla kuresel isinmayla ilgili bazi otoriteler "ne malum insanlarla alakali oldugu? Belki güneş ile alakali? Belki normal bi sey? Biliminsanlari daha gunluk hava tahmini bile yapamiyor doğru düzgün" falan gibi laflar ediyor olacak ki, belgesel çok şahane kapaklar hazirlamis bu tip cikislara. Ama tabii kökleşmiş ve bencil bir zihin için yine de hiçbir anlami olmayacaktir ne yazik ki.. feminist ek yorum: len senelerce anca bi marie curie cikmis kadin biliminsani dediniz durdunuz. Meğer birçok hemcins işinize gelmeyen biliminsanina da yaptiginiz gibi, bir sekilde birkac ismi popüler kültürde pompalamayi secerken, bircok onemli ismi hayatimizda bir kez bile duymayalim diye epey enerji harcamissiniz herhalde. Yaziyi ilk kullanan kişinin bir kadın olduğunu hic bilmezdim. Ayni sekilde, Güneş'in gazlardan oluştuğu gercegini ilk ortaya atan, isik tayflarini kullanarak yildizlari ilk kez siniflandiran, yildizlarin sicakliklarini ölçmeyi bulan, ve dunyada ilk caglarda tek bir bütün kita oldugu tezini destekleyen bilimsel bulgulari ilk ortaya cikaran kisilerin kadinlar oldugunu bilmezdim. Ustelik bunlardan biri 12 yasinda gecirdigi bir hastalik sonucu sagir olmus bir kadin..
Erkeklerin butun asagilamalarina, küçük görmelerine ragmen (ve hatta ingiltere'de 1900'lerin başında kadinlarin bilim ile uğraşması YASAK imiş) pes etmeyen, cok guclu bu kadinlarin isimlerini bu vakte kadar duymamış olmaktan çok utandım..
Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri filmine yorum yazdı:
hasta yatağımda, boşluktan izledim tv'de.. ilacın etkisiyle mi artık filmin sıkıcılığından mı bilmem, uyuyakalmışım bi yerden sonra..
nolmuş şimdi onlar kardeş miymiş neymiş? merak ettim yine de eheh
Sinir ederler insanı. Keşke bu kadar gerçekçi olmasalardı =(
edit: Ayrıce filmin Türkçe isminin "Bir Zamanlar" olarak çevrilmesiyle ilgili derin şüphelerim var. Tamam, şarkıya bir gönderme olabilir ama "bir kere" anlamına da geliyor olması, ayrı bir manidar kanımca.