2 yıl önce
Bergen filmine yorum yazdı:
Hellbound dizisine yorum yazdı:
Dizide iyi bir şey yakalanmış, fakat iyi işlenememiş. Dizi boyunca cevabını bulamadığım bir şey var:
Bu ülkenin bir başkanı, siyasi figürü yok mu arkadaş? Tarikat sevdalıları bi karakolu basınca aniden kurumsallaşmış bir otorite olarak gösteriliverdi. Halkı teskin edecek, darbeye ses çıkaracak bir siyasiniz, karşı koyacak askeriniz, ne bileyim hiç ateist ya da tarikat karşıtı kitleniz yok mu da ergen züppeler birden ortamlara tebelleş oluveriyor. Tarikatın durumu kullandığını gören üç kişi mi vardı toplamda Allah aşkına?
Bir de bütün dünyada gerçekleşen bir durumun başka ülkelerde nasıl karşılandığı, nelere sebebiyet verdiğini görebilseydik iyiydi.
Son olarak, zebaniler, o kül yutmuş hulklar’dan daha iyi tasarlanabilirdi bence. Harry Potter’daki ruh emiciler ya da Yüzüklerin Efendisi’ndeki nazgulları örnek alabilirdiniz. Teşekkürler.
Hayat Işığım filmine yorum yazdı:
bütün suç kadına aitken film boyunca neden tom suçlandı, anlamakta güçlük çektim. isabel çocuğun yetimhaneye verileceğini söyleyerek tom’u ikna etti ama o çocuğun bir ailesi olabileceğini, kendisi nasıl doğmamış çocuğuna üzülüyorsa başka bir annenin de belirsizlik laneti içinde hem kocasının hem çocuğunun yasını tutabileceğini düşünmesi gerekirdi. kayıktaki ölü adamın kim olduğunu hiç merak etmediği gibi o kadınla karşılaşana kadar yaptığı hatadan ötürü de hiç pişmanlık duymadı. sırf bencil duygularını tatmin etmek için herkesin hayatını mahvetmeyi seçtiği için suçlu başından beri isabel’di. adamdan intikam almak için cinayet iftirası atmasına ise söyleyecek bir şey bulamıyorum. çok tehlikeli kadın bu isabel.
Fatma dizisine yorum yazdı:
türk dizilerinin standardının üzerinde olmakla birlikte bazı bölümleri aceleye gelmiş gibi hissettiren dizi.
burcu biricik’in oyunculuğu çok övülmüş ama fatma karakteriyle kırmızı oda’daki boncuk karakterinin tarzı, şivesi, karakteri, bakışları, ürkekliği arasındaki yedi farkı bulana ödül.
bazı sorunlara işaret etmek gerekirse:
1. fatma’nın aslında hep güçlü, zeki ve şiddete meyilli biri olması, aşırı ürkekliğini eğreti hale getiriyor.
2. fatma’nın görünmezliği fazla abartılmış. onca delile, görüntü ve tanığa rağmen, fatma koca holdingi kundaklayarak kendisini yakalatana kadar ne doğru düzgün aranıyor ne bulunuyor. sorgu sırasında polislerin fatma’ya, onca delile, gayet açık görüntü ve videolara rağmen hala "cinayetleri üstlenmen için para mı verdiler?" diye sormaları var, evlere şenlik. bizim türk polisiye dizilerinin "polisiye" kısımlarının zayıf olması sorunundan bu dizi de nasibini almış.
3. çocuk istismarı meselesinin diziler aracılığı ... Devamıtürk dizilerinin standardının üzerinde olmakla birlikte bazı bölümleri aceleye gelmiş gibi hissettiren dizi.
burcu biricik’in oyunculuğu çok övülmüş ama fatma karakteriyle kırmızı oda’daki boncuk karakterinin tarzı, şivesi, karakteri, bakışları, ürkekliği arasındaki yedi farkı bulana ödül.
bazı sorunlara işaret etmek gerekirse:
1. fatma’nın aslında hep güçlü, zeki ve şiddete meyilli biri olması, aşırı ürkekliğini eğreti hale getiriyor.
2. fatma’nın görünmezliği fazla abartılmış. onca delile, görüntü ve tanığa rağmen, fatma koca holdingi kundaklayarak kendisini yakalatana kadar ne doğru düzgün aranıyor ne bulunuyor. sorgu sırasında polislerin fatma’ya, onca delile, gayet açık görüntü ve videolara rağmen hala "cinayetleri üstlenmen için para mı verdiler?" diye sormaları var, evlere şenlik. bizim türk polisiye dizilerinin "polisiye" kısımlarının zayıf olması sorunundan bu dizi de nasibini almış.
3. çocuk istismarı meselesinin diziler aracılığıyla istismar edildiğini düşünmeye başladım. fatma zaten yeterince ağır travmalar ve tecrübeler yaşamış bir kadın. dönüşümünün nedenini illa çocukluğuna indirmek gerekli mi? sanırım senaristler ağır dramlara alışkın türk izleyicisini daha azının kesmeyeceğini düşünüyorlar.
4. muhtemelen netflix’in de talebiyle dizide pek çok toplumsal soruna birden yer verilmiş. köyden şehre göç, çocuk istismarı, çocuk gelin, kadına fiziksel ve psikolojik şiddet, engelli çocuk sahibi olmak, toplum içinde yalnız kadın olmak, işçi sorunu, kürt meselesi, sınıf farkı, adalet, vs. bir dizide bütün toplumsal sorunlara değinmeye çalışmak, bu kadar önemli konuların şöyle bir özet geçilerek hiçbirinin hakkının verilmemesine neden oluyor maalesef.
5. bayram’ın toplantıya giderken silah ve deste deste paranın olduğu kasayı hangi akla hizmet açık bıraktığını anlayan beri gelsin.
6. konunun dönüp dolaşıp bekaret meselesine gelmesine ne demeli peki? dizi boyunca zafer’le yüzleşmeyi bekliyoruz ve zafer’in karısı ve çocuğuna yaptıkları ve yapmadıklarının nedeninin bekaret meselesine dayandığını öğreniyoruz. gerçekten mi??
7. son bölümde fatma’nın soğukkanlılıkla karakoldan kaçacakken birden bire özet geçilir gibi öldürdüğü kişileri sırayla karşısında görmesine gerek var mıydı? kardeşle yüzleşme meselesi biraz aceleye gelmiş gibi. ayrıca köklerinden utanma meselesi, emine-mine klişesine girilmeden aktarılamaz mıydı? bu klişe, yanlış hatırlamıyorsam en son ibrahim erkal’ın canısı dizisinde kullanılmıştı. çocuk yaşta gelin olan bir kızın hayatının nasıl "kurtulduğu" ve köyden çıkıp sosyeteye nasıl girebildiği de soru işareti kafamda.
bayram karakteri çok özgündü ve iyi yazılmıştı. oyuncusunu ayrıca tebrik etmeli. dizide çok fazla tanıdık yüzün bulunmasını ise avantaja çevirememişler. neredeyse figüranların bile ünlü oyuncular olması dizinin inandırıcılığına maalesef biraz zarar vermiş. ayrıca dizide o kadar çok karakter ve mesele var ki dizi bitince, o kadar çok sahnesi ve aslında dizide önemli bir yeri olan uğur yücel bile aklınızda kalmıyor.
Pieces of a Woman filmine yorum yazdı:
bu film aslında anne kız arasındaki hesaplaşmayı merkeze alıyor. martha’nın verdiği bütün kararlar annesine karşıyken yas tecrübesiyle birlikte, travmalarla doğup büyümüş olan annesiyle barışıp onun tarafına geçiyor. bu anne’yi anlama ve onunla barışma sürecinde annesinin hoşnut olmadığı her şeyden uzaklaştığını da görüyoruz. sean’ı sessiz sedasız hayatından çıkarıyor, bebeğinin küllerini teslim alıp denize savuruyor ve annesini dinleyerek mahkemeye çıkıp acısıyla yüzleşiyor. köprü metaforu bence tam da anne-kız ilişkisini ifade etmek için kullanılmış. elma metaforunu güzel bulmakla birlikte işlenme biçimini, özellikle son sahnedeki romantizmi abartılı buldum.
doğum sahnesini tek plan çekerek bir gövde gösterisi yapmak istemişler ama izlemesi çok zor ve yorucuydu. böyle bir belgesele ihtiyaç var mıydı emin değilim. kadının acı çekerken hala adamla flörtleşebilmesi ise hiç gerçekçi gelmedi.
kadının neden evde doğum yaptığını anlamadım ayrıca. ... Devamıbu film aslında anne kız arasındaki hesaplaşmayı merkeze alıyor. martha’nın verdiği bütün kararlar annesine karşıyken yas tecrübesiyle birlikte, travmalarla doğup büyümüş olan annesiyle barışıp onun tarafına geçiyor. bu anne’yi anlama ve onunla barışma sürecinde annesinin hoşnut olmadığı her şeyden uzaklaştığını da görüyoruz. sean’ı sessiz sedasız hayatından çıkarıyor, bebeğinin küllerini teslim alıp denize savuruyor ve annesini dinleyerek mahkemeye çıkıp acısıyla yüzleşiyor. köprü metaforu bence tam da anne-kız ilişkisini ifade etmek için kullanılmış. elma metaforunu güzel bulmakla birlikte işlenme biçimini, özellikle son sahnedeki romantizmi abartılı buldum.
doğum sahnesini tek plan çekerek bir gövde gösterisi yapmak istemişler ama izlemesi çok zor ve yorucuydu. böyle bir belgesele ihtiyaç var mıydı emin değilim. kadının acı çekerken hala adamla flörtleşebilmesi ise hiç gerçekçi gelmedi.
kadının neden evde doğum yaptığını anlamadım ayrıca. sanki sırf annesine karşı çıkmış olmak için böyle bir seçim yapmış gibi geldi. barbara’nın başka bir doğumda olduğunu öğrenince hemen hastaneye gitmesi gerekirdi. film boyunca öfkesinin kendisine karşı olduğunu, olanlardan ötürü suçluluk hissettiğini düşünmüştüm, fakat mahkeme salonunda yaptığı konuşmayla mevzuyu hikmeti ilahiye bağlayarak şaşırttı. ayrıca evde doğum yapma seçimi sistem ve bilim karşıtı bir aktivist olabileceğini düşündürmüştü, fakat bebeğinin bedenini üniversiteye bağışlayarak bu ihtimali de eledi.
vanessa kirby’nin oyunculuğu muazzam. shia labeouf’un gerçek hayattaki halini oynadığına eminim, belki biraz araştırsam kanıtlarım da. her ne kadar başlangıçta sean karakterinin acısına inanmış ve onun içinde bulunduğu yas sürecinin görmezden gelindiğini düşünmüş olsam da sonradan üst üste yaptığı hatalar martha’nın annesinin ne kadar vizyon sahibi bir kadın olduğunu kanıtladı bence.
amerikan köprüsü diye ortaköy camiili boğaz köprüsü’nü göstermelerine ayrıca şaşırdım. bu bir hata mıydı, yoksa sean uydurma bir hikaye mi anlatmak istedi bilmiyorum.
I Care a Lot filmine yorum yazdı:
kusurları olmakla birlikte iyi vakit geçirten film.
komedi unsuru eklemek için mafyanın fazla karikatürize edilmesi hoş değildi tabi.
koskoca tyron lannister’ı duvarlara smoothie fırlatan, buluşmalara donutlarla gelen, avukat döven karadenizli tefeci olarak izlemek biraz üzdü tabi. bi şive komedisi beklemedim değil. :)
çok güçlü bir mafya liderinin tek korumayla gezmesi, silahsız tek bir kadın tarafından kaçırılması, kaçırıldıktan sonra kimsenin arkasını aramaması, pahalı ve tehditkar bir mafya avukatının, avukat bile olmayan bir kadın tarafından mahkemede alt edilecek kadar kolay lokma olması, öldürdükleri kişileri doğal yolla ölmüş gösterecek kadar özenli çalışan suikastçilerin kadınların öldüklerinden emin olmadan olay yerini terk etmeleri vs. garip durumlar hayal kırıklığı yarattı biraz. netflix yapımlarının altın kuralı olan eşcinsel ilişki dayatması ve kadın haklarını savunma çabasının yanlışlıkla para dışında hiçbir şeyi önemsemeyen, kök ... Devamıkusurları olmakla birlikte iyi vakit geçirten film.
komedi unsuru eklemek için mafyanın fazla karikatürize edilmesi hoş değildi tabi.
koskoca tyron lannister’ı duvarlara smoothie fırlatan, buluşmalara donutlarla gelen, avukat döven karadenizli tefeci olarak izlemek biraz üzdü tabi. bi şive komedisi beklemedim değil. :)
çok güçlü bir mafya liderinin tek korumayla gezmesi, silahsız tek bir kadın tarafından kaçırılması, kaçırıldıktan sonra kimsenin arkasını aramaması, pahalı ve tehditkar bir mafya avukatının, avukat bile olmayan bir kadın tarafından mahkemede alt edilecek kadar kolay lokma olması, öldürdükleri kişileri doğal yolla ölmüş gösterecek kadar özenli çalışan suikastçilerin kadınların öldüklerinden emin olmadan olay yerini terk etmeleri vs. garip durumlar hayal kırıklığı yarattı biraz. netflix yapımlarının altın kuralı olan eşcinsel ilişki dayatması ve kadın haklarını savunma çabasının yanlışlıkla para dışında hiçbir şeyi önemsemeyen, köksüz, sapsız, duygusuz ve erkek düşmanı olan bir tür "evil woman" övücülüğüne dönüşmesi eğilimine rağmen, rosamund pike’ı gone girl’den sonra yeniden sınırları olmayan gizemli kadın rolünde izlemek keyifliydi.
9 Kere Leyla filmine yorum yazdı:
9 Kere Ölüp Akıllanmayan Leyla
film hakkında çok fazla kötü yorum okumuş olmama rağmen kadın meselesine ilgimden ötürü oturup izledim. hayatım boyunca kendi mesajına bu kadar ihanet eden çok az film gördüm.
film, mesajını salağa anlatır gibi anlatıyor ama asıl mesaj nedir? erkeğin doğasında katillik vardır, kadınınkinde ise ayartma mı? sırf kadın olduğu için herkes kocasının metresine sahip çıksın mı? yapılan her hatayı gençliğe ya da erkek olmaya verelim mi? her erkeğin katil olduğunu farz edelim mi? erkeği katil doğasına rağmen sırf nihayetinde kadına muhtaç olduğu için affedelim mi? kadınların işi onları iyileştirmek olmalı mı?
işe bakın ki bağımsızlığı, eşitliği savunan leyla, kendisini "adem’in karısı" olarak tanımlıyor. boşanmak istediğini söyleyen, kendisini göz göre göre aldatan, defalarca öldürmeye çalışan kocasının yaptıklarını hazmedip evliliği ısrarla sürdürüyor. zaten evlilikten anladığı da kocası, zevkine göre rahat bir yaşam s ... Devamı9 Kere Ölüp Akıllanmayan Leyla
film hakkında çok fazla kötü yorum okumuş olmama rağmen kadın meselesine ilgimden ötürü oturup izledim. hayatım boyunca kendi mesajına bu kadar ihanet eden çok az film gördüm.
film, mesajını salağa anlatır gibi anlatıyor ama asıl mesaj nedir? erkeğin doğasında katillik vardır, kadınınkinde ise ayartma mı? sırf kadın olduğu için herkes kocasının metresine sahip çıksın mı? yapılan her hatayı gençliğe ya da erkek olmaya verelim mi? her erkeğin katil olduğunu farz edelim mi? erkeği katil doğasına rağmen sırf nihayetinde kadına muhtaç olduğu için affedelim mi? kadınların işi onları iyileştirmek olmalı mı?
işe bakın ki bağımsızlığı, eşitliği savunan leyla, kendisini "adem’in karısı" olarak tanımlıyor. boşanmak istediğini söyleyen, kendisini göz göre göre aldatan, defalarca öldürmeye çalışan kocasının yaptıklarını hazmedip evliliği ısrarla sürdürüyor. zaten evlilikten anladığı da kocası, zevkine göre rahat bir yaşam sürebilsin diye onun beceremediği finansal işleri yönetmek, sürekli arkasını toplamak, beyefendinin yemeğini elleriyle pişirip camlarını silmek, sırf huzurları bozulmasın diye adamın yaptığı her şeyi görmezden gelip sineye çekmek. neden? çünkü ölümsüz, dünyayla yaşıt, bilge ve güçlü mü güçlü bir kadın böyle yapar değil mi? 9 kere öldürülür ve katilini 9 kere affeder değil mi? 9 kere öldürülür ama yine de iflah olmaz değil mi?
güçlü kadın tanımını bile erkeğe göre yapıyorsunuz siz. size göre güçlü kadın femme fatale’dir. erkeklerin uğruna savaşıp ölümü göze aldığı, bir erkeğin, kendisine sahip olduğunda başka erkekler üzerinde zafer kazanmış gibi övündüğü, erkeklerin bütün zaaflarını kendi lehine kullanmayı bilen, erkeklere kendini her anlamda iyi hissettiren, iktidar ve para peşinde olan ve bu iki şeyi elde etmek için yine erkeklere muhtaç olan kızıl saçlı ateşli kadınlar. güçlü kadın imajınız bile erkeklerin fantezisinden ibaret, farkında değil misiniz?
güya pankart taşıyarak eylem yapan kadınları göstererek kadın sorununa dikkat çekiyorsunuz ama katilliği erkeğin doğasının bir parçası farz ederek aslında kadın cinayetlerini ve şiddeti meşrulaştırıyorsunuz. cinayet erkeklerin doğasında olduğundan, bir erkeği hayatına alan, onunla evlenen kadın da ölümü göze almış, gülü sevince dikenine katlanmış oluyor böylece. kadınlara pankart taşıtarak hiçbir sorunu çözemezsiniz sayın yönetmen. çünkü kadın sorunu aslında kadınların değil, erkeklerin sorunudur. erkeklerin sorununu ise, onları kadınların ayaklarına kapatarak, bir cinsi diğerine kırdırarak değil, insanlıkla çözersiniz. o pankartları sadece kadınlara değil, erkeklere de taşıttığınız gün az da olsa bir yol katetmiş olacağız.
filmin türünün komedi olmasına rağmen hiç güldürmemesine ne demeli peki? sürekli karısını öldürmeye çalışan adama mı gülelim? saçları iki yana ayrılmış sağlık personeline mi? haris’in el kol hareketlerine mi? mahdum’un iki takıntısına mı? nergis’in la la la’larına mı? mahdum’un her türlü pis işini yapıp cennete giren adama mı? adem’lerin söyledikleri saçma şarkılara mı?
oyunculara gelirsek, haluk bilginer’in ezel akay’a can borcu vardı sanırım. böyle bir projede yer almasını başka türlü açıklayamıyorum çünkü. demet akbağ benim için vizontele’dir. kadın nereye gitse yılmaz erdoğan’ın ruhunu da yanına götürüyor sanki. elçin sangu’ya ise çok fazla maruz kaldım, biraz araya ihtiyacım var.
Kimsesiz Çocuk Remi filmine yorum yazdı:
aşina olduğumuz çocuk hikayelerinin birleşimi olduğu için hiçbir orjinalitesi olmayan film. oturdum remi’nin hikayesi hakikaten acıklı mıydı diye düşündüm ciddi ciddi. başına gelen şeyler yaklaşık bir yıl gibi bir süreyi kaplıyor. bu süre içinde yaşadığı sıkıntılar da evlatlık olduğunu öğrenmesi, kendisini evlat edinen müzisyenin ve maymununun ölümü ve dayısının komplosuna düşmesi. bunun dışında yaşadığı şeyler ise muazzam; 10 yaşına kadar merhametli bir kadın tarafından cennet gibi bir yerde büyütülüyor, kendisine babalık eden bir gezginle pek çok ülke geziyor, aslında dünyaca ünlü bir müzisyen olan gezginden şarkı söylemeyi öğrenerek geleceğini inşa ediyor, ileride evleneceği ve birlikte mutlu bir yaşam geçireceği kadınla tanışıp arkadaş oluyor, londra’nın çok zengin bir ailesinin kayıp çocuğu olduğunu öğreniyor. dolu dolu geçen bir maceranın sonucunda annesine kavuşuyor ve büyük bir mirasa sahip dünyaca ünlü bir müzisyen olarak mutlu mesut ge ... Devamıaşina olduğumuz çocuk hikayelerinin birleşimi olduğu için hiçbir orjinalitesi olmayan film. oturdum remi’nin hikayesi hakikaten acıklı mıydı diye düşündüm ciddi ciddi. başına gelen şeyler yaklaşık bir yıl gibi bir süreyi kaplıyor. bu süre içinde yaşadığı sıkıntılar da evlatlık olduğunu öğrenmesi, kendisini evlat edinen müzisyenin ve maymununun ölümü ve dayısının komplosuna düşmesi. bunun dışında yaşadığı şeyler ise muazzam; 10 yaşına kadar merhametli bir kadın tarafından cennet gibi bir yerde büyütülüyor, kendisine babalık eden bir gezginle pek çok ülke geziyor, aslında dünyaca ünlü bir müzisyen olan gezginden şarkı söylemeyi öğrenerek geleceğini inşa ediyor, ileride evleneceği ve birlikte mutlu bir yaşam geçireceği kadınla tanışıp arkadaş oluyor, londra’nın çok zengin bir ailesinin kayıp çocuğu olduğunu öğreniyor. dolu dolu geçen bir maceranın sonucunda annesine kavuşuyor ve büyük bir mirasa sahip dünyaca ünlü bir müzisyen olarak mutlu mesut geçiriyor ömrünü. bu çocuğun şansı kimde var allah aşkına. başlığı kimsesiz çocuk remi koymuşlar bir de. kibritçi kız mezarında ters dönmesin de ne yapsın.
Anomalisa filmine yorum yazdı:
insanı düşünmeye iten film. michael’in kaldığı otelin adının fregoli olması bir tesadüf değil. fregoli sendromu insanın her tanıdığını aynı kişi sanması şeklinde tezahür eden nadir bir psikolojik rahatsızlığı ifade ediyor. michael’ın kadın, erkek, çocuk herkesin sesini aynı algılaması, farklı bir ses duyar duymaz peşine düşmesi bundan. lisa ya da anomalisa’yı duyunca kendisini boşluktan kurtaracak anlamı da bulduğunu sanıyor, fakat hayatın tekdüzeliği içinde bir tek kendini yitiremeyen hasta bir adam olarak bulduğu güzel sesin de bir zaman sonra çatallandığını fark ediyor. insan bu; iyi yönlerine değil, en çok kusuruna bir arkadaş arıyor, sonra ona ruh eşi diyor. yazık ki kendine tahammülü olmayan insan, başka bütün sesleri çatallı işitiyor.
Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum filmine yorum yazdı:
"coming home is terrible,
whether the dogs lick your face or not,
whether you have a wife,
or just a wife-shaped loneliness waiting for you.
coming home is terribly lonely
so that you think of the oppressive barometric pressure
back where you have just come from in fondness,
because everything’s worse when you’re home.
you think of the vermin clinging to the grass stalks,
long hours on the road,
roadside assistance and ice creams,
and the peculiar shapes of certain clouds and silences with longing,
because you did not want to return.
coming home is just awful.
and the home-style silence and clouds contribute to nothing but the general malaise.
clouds, such as they are, are in fact suspect and made from a different material from those you left behind.
you yourself were cut from a different cloudy cloth,
returned,
remaindered,
ill-met by moonlight,
unhappy to be back,
slack in all the wrong spots.
seamy suit of clothes, dishrag-ratty, worn.
you return home, moon-landed, foreign.
the ... Devamı"coming home is terrible,
whether the dogs lick your face or not,
whether you have a wife,
or just a wife-shaped loneliness waiting for you.
coming home is terribly lonely
so that you think of the oppressive barometric pressure
back where you have just come from in fondness,
because everything’s worse when you’re home.
you think of the vermin clinging to the grass stalks,
long hours on the road,
roadside assistance and ice creams,
and the peculiar shapes of certain clouds and silences with longing,
because you did not want to return.
coming home is just awful.
and the home-style silence and clouds contribute to nothing but the general malaise.
clouds, such as they are, are in fact suspect and made from a different material from those you left behind.
you yourself were cut from a different cloudy cloth,
returned,
remaindered,
ill-met by moonlight,
unhappy to be back,
slack in all the wrong spots.
seamy suit of clothes, dishrag-ratty, worn.
you return home, moon-landed, foreign.
the earth’s gravitation pull, an effort now redoubled,
dragging your shoelaces loose and your shoulders,
etching deeper the stanza of worry on your forehead.
you return home deepened, a parched well linked to tomorrow by a frail stand of anyway.
you sigh into the onslaught of identical days, one might as well, at a time.
well anyway, you’re back.
the sun goes up and down like a tired whore,
the weather immobile like a broken limb while you just keep getting older.
nothing moves, but the shifting tides of salt in your body.
your vision blears, you carry your weather with you; the big, blue whale; your skeletal darkness.
you come back with x-ray vision,
your eyes have become a hunger.
you come home with your mutant gifts to a house of bone.
everything you see now,
all of it,
bone."
erdal beşikçioğlu ve nergis öztürk'ün oyunculuğuna diyecek yok tabi ama farah zeynep yine her zamanki gibi çocuksu, fazla avrupai ve yapmacık bir oyunculuk sergilediği için bergen'in arabesk ruhunu ve tarzını ne kadar zorlasa da yansıtamamış. sesi bergen'in sesinden ve gırtlağından fersah fersah uzak. hareketleri aşırı abartılı. serenay sarıkaya hem sesi hem de arabesk ruhu ile daha iyi bir seçim olurmuş.
hikaye muhtemelen toksik ilişkiye özendirmeme kaygısıyla fazla sterilize edilmiş. neredeyse bergen halis serbest'le sadece onun tehditleri yüzünden evlenmiş ve tekrar tekrar affetmiş gibi bir görüntü sergilenerek bergen'in öyle bir adamla birlikte olma motivasyonu ihmal edilmiş. bergen muhtemelen gördüğü bütün kötülük ve uğradığı şiddete rağmen hayatındaki baba boşluğunu dolduran mahlukata hala aşık ve bağımlıydı. sahte nikah yapmış, üç çocuklu evli bir adamın şiddetine ve ev hapsine maruz ... Devamı
erdal beşikçioğlu ve nergis öztürk'ün oyunculuğuna diyecek yok tabi ama farah zeynep yine her zamanki gibi çocuksu, fazla avrupai ve yapmacık bir oyunculuk sergilediği için bergen'in arabesk ruhunu ve tarzını ne kadar zorlasa da yansıtamamış. sesi bergen'in sesinden ve gırtlağından fersah fersah uzak. hareketleri aşırı abartılı. serenay sarıkaya hem sesi hem de arabesk ruhu ile daha iyi bir seçim olurmuş.
hikaye muhtemelen toksik ilişkiye özendirmeme kaygısıyla fazla sterilize edilmiş. neredeyse bergen halis serbest'le sadece onun tehditleri yüzünden evlenmiş ve tekrar tekrar affetmiş gibi bir görüntü sergilenerek bergen'in öyle bir adamla birlikte olma motivasyonu ihmal edilmiş. bergen muhtemelen gördüğü bütün kötülük ve uğradığı şiddete rağmen hayatındaki baba boşluğunu dolduran mahlukata hala aşık ve bağımlıydı. sahte nikah yapmış, üç çocuklu evli bir adamın şiddetine ve ev hapsine maruz kalan birinin bütün yaşadıklarına rağmen aynı adamla evlenmesinin sebebi de ancak böyle bir motivasyon olabilir gibi geliyor. gözünü kaybettikten sonra o adamla filmde gösterilen dışında başka bir sürü fotoğrafı olduğu ve mutlu aile pozları verdiği çok rahat görülebilir.
film gereksiz derecede uzun olmasına rağmen pek çok şey üstünkörü geçiliyor. mesela ben aile düzenlerini pek anlamadım. yedi kardeş oldukları söylendi ama bütün kardeşler aynı anneden miydi? anne neden sadece bergen'i alıp gitti. diğer çocuklar nerede büyüdüler ya da babasının hastalığına kadar hiç bir araya gelip de birbirlerini tanıma şansı buldular mı? orası karışık bende.
bir ara bergen hamile olduğundan şüphelenmişti. hamile değil miydi yoksa aldırdı mı belli değil.
kızı daha küçücükken "sen de şarkıcı olursun" diyen ve ona yıllarca müzik eğitimi aldıran annenin kızının şarkıcı olmak istediğini duyduğunda kötü yola düşüyormuş gibi tepki vermesini de çok anlayamadım. kadın konservatuvarı bitirse de o yılların şartlarında yine kulüplerde gazinolarda sahne alıp plak yapmayacak mıydı? bu ne şiddet ne celal?
abdullah'ın kız okuyacak diye ortadan kaybolup kızın okulu bırakıp sahnelere çıktığını görünce neden ortaya çıkmadığını da anlamadım. kızın annesinin neden direkt onları ayırmak yerine okul bitince evlenin demediğini hiç anlamadım. oğlanın da askerliği vardı, yapıp gelene kadar okul biterdi belki :)
bergen'in babasıyla ilişkisi de fazla es geçilmiş. küçükken enstrüman hediye eden ilgili baba yıllar sonra karşılaştıklarında kızla muhatap bile olmamışken, hastaneye gittiğinde şarkıcı olduğu ve "normal insanlar gibi evlenmediği" için kötü tavırlara maruz kalmışken, birden nasıl araları düzeldi de kız mutlu mutlu hastane odasına gelip "babacım bak ben evlendim" moduna girebildi vs. vs.
sanki acıların kadını bergen'i değil de kolejli seren serengil'in hikayesini izledik gibi bir hisle salondan çıktım.