Life Eternal filmine yorum yazdı:
...Yaşam dediğin yürüyen bir gölge,
Bir garip oyuncu;
Bir hışım sahnede dolanıp boy gösteriyor;
Sonra haber çıkmıyor zavallıdan ...
Save Ralph filmine yorum yazdı:
Antroposentrik bakış açısının dayatıldığı bir varlık üzerinden antroposentrik etiği vicdani mastürbasyon adına kabul eden, etmek isteyen, etmiş gibi yapan, uzun lafın kısası bu etiği meşrulaştırıp meşrulaştırdığı kavramın da küfre girdiğini iddaa eden dinleri de referans kabul eden insana ayna tutmak isteyen bir yapım olmuş. Taika Waititi’nin ne kadar muazzam bir sanatçı olduğunu "What Do We Do In The Shadows" filmini izleyenler bilir, fakat sadece seslendirmediğini düşünüyorum, galiba sesi olmak istemiş ses çıkaramadığı için halinden memnun olduğu sanılan tüm ruhlar için.
Çin ve Brezilya gibi ülkelerde kozmetik ürünlerinde hayvanlar üzerinde deney yapmak zorunlu, resmi sayılar yüzbinlerce hayvanın her yıl katledildiğini söylese de büyük ihtimal resmi olan herşey gibi bu sayılar da yalandan ibaret. Korkunç olan sayılar mı bilinmez fakat bazı deneyler hayvanların ne kadar süre ölmeden direnebileceğine yönelik.. Yani ölümün kaçınılmaz olduğu deneyler.. Ama olay sayılar değil, Stalin’ i ... DevamıAntroposentrik bakış açısının dayatıldığı bir varlık üzerinden antroposentrik etiği vicdani mastürbasyon adına kabul eden, etmek isteyen, etmiş gibi yapan, uzun lafın kısası bu etiği meşrulaştırıp meşrulaştırdığı kavramın da küfre girdiğini iddaa eden dinleri de referans kabul eden insana ayna tutmak isteyen bir yapım olmuş. Taika Waititi’nin ne kadar muazzam bir sanatçı olduğunu "What Do We Do In The Shadows" filmini izleyenler bilir, fakat sadece seslendirmediğini düşünüyorum, galiba sesi olmak istemiş ses çıkaramadığı için halinden memnun olduğu sanılan tüm ruhlar için.
Çin ve Brezilya gibi ülkelerde kozmetik ürünlerinde hayvanlar üzerinde deney yapmak zorunlu, resmi sayılar yüzbinlerce hayvanın her yıl katledildiğini söylese de büyük ihtimal resmi olan herşey gibi bu sayılar da yalandan ibaret. Korkunç olan sayılar mı bilinmez fakat bazı deneyler hayvanların ne kadar süre ölmeden direnebileceğine yönelik.. Yani ölümün kaçınılmaz olduğu deneyler.. Ama olay sayılar değil, Stalin’ in dediği gibi bir kişinin ölümü trajedidir, bir milyonun ise sadece istatistik. Yani sayılar arttıkça verilen tepki azalır, normalleştirmenin en basit ve en korkunç yöntemidir. Ve de varlıklar arasında anı, şimdiyi yaşamayan tek varlık da insandır. Bu film tam da bu iki noktaya vurgu yapar nitelikte; sadece bir varlığın bakış açısından, daha doğrusu ona empoze edilmiş etik anlayışının açısından bir empati oluşturma gayretinde, sayıların bir önemi yok, buna maruz kalan varlıkların insan gibi acıyı kanalize edebilecek kurgusal yönleri yok, hep ağrıyacak, hep kaşınacak, hep acıyacak, yaşanılan her an, bunu izlerken, bunu düşünürken, bunu araştırırken bir yerlerde bir varlık tüm bu acıları çekmekte, çekiyor olacak her daim...
Çok uzatmadan Baudrillard’ın da yıllar önce vurguladığı şeyi vurgulayarak bitireyim, imgeler bu film bittiğinde bitse bile Ralph’in şu an aynı acıları yaşadığı gerçeğini değiştiremez... İyi seyirler veya uykular...
Sosyal İkilem filmine yorum yazdı:
Belgesel her ne kadar doğru bilgilendirmelerde bulunsa da ( kısmi olarak) sorunu sadece tek taraflı ele alması ve sosyal medya platformlarına indirgemesi ve de bu sorundan sorumlu olanların "iyi amaçlar", "iyi fikirler" den yola çıkarak aslında böylesi girişimlerde bulunup sistemin kimsenin tahmin edemeyeceği yollara saptığını belirtmeleri biraz gerçek dışı durmakta, sanki bir günah çıkarma belgeseli gibi ama çıkaralım da nasıl çıkarsa çıksın modunda. Komplo teorilerini tiye alan komplo teorisi gibi geldi, galiba her zaman olduğu gibi yine bakış açımız manipüle edilsin diye...
Önce teknolojinin ne olduğundan bahsetmekte fayda var neden belgeseli bu şekilde değerlendirdiğimi anlatabilmek adına. Her ne kadar nesnelere indirgenmiş, araç-gereç olarak beynimizde kodlanmış olsa da sonundaki "-loji" ekinden de anlaşılacağı gibi bilim, bilgi, tasavvur, değer bağlamlarının tamamı. Yani teknik bilgi, pratiğe dökülmüş tasavvur... Ve de en önemlisi kültürün bileşenlerinden bir tanesini oluşturmas ... DevamıBelgesel her ne kadar doğru bilgilendirmelerde bulunsa da ( kısmi olarak) sorunu sadece tek taraflı ele alması ve sosyal medya platformlarına indirgemesi ve de bu sorundan sorumlu olanların "iyi amaçlar", "iyi fikirler" den yola çıkarak aslında böylesi girişimlerde bulunup sistemin kimsenin tahmin edemeyeceği yollara saptığını belirtmeleri biraz gerçek dışı durmakta, sanki bir günah çıkarma belgeseli gibi ama çıkaralım da nasıl çıkarsa çıksın modunda. Komplo teorilerini tiye alan komplo teorisi gibi geldi, galiba her zaman olduğu gibi yine bakış açımız manipüle edilsin diye...
Önce teknolojinin ne olduğundan bahsetmekte fayda var neden belgeseli bu şekilde değerlendirdiğimi anlatabilmek adına. Her ne kadar nesnelere indirgenmiş, araç-gereç olarak beynimizde kodlanmış olsa da sonundaki "-loji" ekinden de anlaşılacağı gibi bilim, bilgi, tasavvur, değer bağlamlarının tamamı. Yani teknik bilgi, pratiğe dökülmüş tasavvur... Ve de en önemlisi kültürün bileşenlerinden bir tanesini oluşturması; tıpkı tarih, değerler, inançlar, normlar gibi . Burdan da çıkarılacağı üzere teknolojinin hangi ihtiyaç ve hangi amaç için kullanıldığı, bulunduğu kültüre, topluma, inanca göre şekillenmekte, tam tersi de geçerli. Yani alt yapıyı ayakta tutmaya yarayan bir üst yapı birimi olarak da veya statükoyu sürdürmeyi amaçlayan bir yönetimin,iktidarın silahı olarak da veyahut gerçek manada dünyanın iyiliği için de kullanılabilecek bir bilgi. Bence asıl mesele, espri Platon’un ahlak anlayışında belirttiği gibi erdemin, eylemin kendisine içkin olmadığını kavramakta. Kimin neyi ne için kullandığının ayrımına varılabilmesinde. Bizdeki amel-niyet ilişkisi gibi de bakılabilir. Başka bir açıdan da bakılacak olursa bu bilimi, teknolojiyi, matematiği Romalılar gibi su kanalları açmak için veya Mısırlılar gibi devasa mezarlar için kullanmak, medyayı kamuoyunu bilgilendirmek veya manipüle etmek için kullanmak, biyolojiyi sağlıklı bir yaşam veya biyolojik silah için kullanmak, kimyayı dezenfektan yapımı için değil elma kokulu, çocuk aldatan kitle imhalarının yapımı için kullanmak vs. de insanın iradesi dahilinde. Belgesel tam da bu noktalarda çıkmaza girmekte. Psikoloji, öğrenme, koşullanma, insan davranışlarının altında yatan nedenlerin keşfi gibi insanlığın ulaştığı bu birikimlerin algoritmalar sayesinde sosyal medya platformları sahiplerinin insanların davranışlarını kaydedip onları istedikleri gibi yönlendirdiğinden, her insan için ayrı gerçeklik tanımları oluşturarak iletişimi, uzlaşı ihtimallerini ortadan kaldırdığından, mekanik ve yabancılaşmış, kalabalıklaştıkça yalnızlaşmış yeni bir nesilden bahsetmekte. Bir diğer nokta ki bence en önemli nokta( hiç bahsedilmeyen konu) sanki masum insanlığı bilinmezliğe, karanlığa sürükleyen görünmez güçler gibi bahsedilmekte bu durumdan (ki ilk başta bu belgeseli de komplo gibi algıladığımı söylememdeki sebep tam da bu.) fakat insanın açgözlülüğünü, hırsını, korkunç yıkıcı doğasını kendi çıkarı için kullanan sistemler kadar bu sistemleri de fırsat olarak gören birçok insan olduğunu, arz-talebin başka bir boyutu olduğunu, iyi satanın doğru olduğuna inanmaya dünden razı olacak menfaat hamurlu kişiliklerin varlığını, gerçek doğamızı denkleme katmamakta. Şahit tarihken, tanık kürsüsüne feysbuku oturtup aklanmaya çalışmak gibi aslında bu durum. Şenliklerde kullanılan barutu silaha çeviren insan için bence herhangi bir şeyi amacı veya nedeni dışında farklı amaçlar için kullanabilmek şaşılası bir durum olmamalı. İnterneti bir kütüphane veya kahvehane gibi görmek de, sosyal ortamları yeni dostluk ortamları olarak veya taverna olarak görmek de kişinin tercihi. Yani provoke eden kadar olan da suçludur, kabahat hiçbir zaman tek taraflı olmadı insanoğlunun tarihinde.
Fazla uzatmadan söylemek gerek ki toplumun ağ toplumuna, kültürün kültür endüstrisine evrildiği bir çağda teknolojinin de diğer üst yapı kurumlarının da görüntüsü değişti sadece, işlevselliği hala aynı. Değişen tek şey bizim günah keçimiz oldu, GDO lu gıdalar tükete tükete sanal keçi oldu pardon sosyal medya platformları. İnsanoğlunun ahlaksızlığının, erdem yoksunluğunun, mizaçsızlığının, kibrinin, hoşgörüsüzlüğünün, bencilliğinin, yeryüzüne saygısızlığının, vicdansızlığının, menfaatı için letheye tapmasının, sosyal ortamları tavernaya çevirmesinin, amacı dışında kullanmaya zaten hazır oluşunun, bu platformları bilinçlice linç, iftira, provoke amaçlı kullanışının, değeri tıklanma sayısına indirgeyen o minik beyninin, var oluşunu sadece dış görünüşüyle değerlendirişinin, beğeniyi takip olarak görmesinin, üstünlüğü cinsel gücü, ekranda benliğini, fikrini değil cinsel organlarını ön plana çıkarmasının tek suçlusu sosyal medyanın bizim davranışlarımızı,zihnimizi çözüp bizi o şekilde yönlendirmesinden dolayı. Kötü sanal keçi seni...Kahrolsun DNA mızdaki tiktokozin feysofosfat nükleotitini keşfedip bizi bu mecralara bağımlı kılan genetik mühendisleri ve onların maşası mikroskop camları !!
Yaratık filmine yorum yazdı:
Film aslında sıradan bir korku- kara mizah karışımı bir yapım değil. Sebebi de filmin genellikle medyayı, sistemi, adalet-hukuk kavramlarını, toplumsal tabakalaşma ve getirdiği yabancılaşmayı, sınıf ayrımını, baskıcı-totaliteryen rejimleri eleştiren yönetmen Bong Joon-ho’ nun elinden çıkması.
Yaratığın evrimine sebep olan aşamalar sonrasındaki askeri-politik kararlar, medyanın şekillendirdiği algılar, fillerin savaşında ezilen aile buketleri ve tüm bunların üstüne araya serpiştirilen işsizlik, sefalet, homeless temalı sekanslar ve de tarihsel düşmanlığın indirgendiği önyargısal durumlar veyahut komplo teorileri bir nevi Japonya-Kore arasındaki benzer durumları anlatan Gokseong filmini çağrıştırdı bende.( Bu filmde de benzer bir şekilde emperyal güçlerle olan ilişki var, belki de kökleri Kore Savaşı’na veya daha da gerilere gitmekte.) Yani alegorik anlatıma sahip olduğunu düşündüğüm filmlerden birisi; yaratığımız da yok edilebilmesi sadece onu yaratanlar tarafından bilinen bir silah, ... DevamıFilm aslında sıradan bir korku- kara mizah karışımı bir yapım değil. Sebebi de filmin genellikle medyayı, sistemi, adalet-hukuk kavramlarını, toplumsal tabakalaşma ve getirdiği yabancılaşmayı, sınıf ayrımını, baskıcı-totaliteryen rejimleri eleştiren yönetmen Bong Joon-ho’ nun elinden çıkması.
Yaratığın evrimine sebep olan aşamalar sonrasındaki askeri-politik kararlar, medyanın şekillendirdiği algılar, fillerin savaşında ezilen aile buketleri ve tüm bunların üstüne araya serpiştirilen işsizlik, sefalet, homeless temalı sekanslar ve de tarihsel düşmanlığın indirgendiği önyargısal durumlar veyahut komplo teorileri bir nevi Japonya-Kore arasındaki benzer durumları anlatan Gokseong filmini çağrıştırdı bende.( Bu filmde de benzer bir şekilde emperyal güçlerle olan ilişki var, belki de kökleri Kore Savaşı’na veya daha da gerilere gitmekte.) Yani alegorik anlatıma sahip olduğunu düşündüğüm filmlerden birisi; yaratığımız da yok edilebilmesi sadece onu yaratanlar tarafından bilinen bir silah, geri kalan için kitle imha mekanizması, yani en korkunç silahlardan biri olan yanlış bir fikrin metastazı; misal Arap Baharı ;), olmayan birşeye olan inancın, inandırılmışlığın yıkıcılığı... İyi seyirler.
Siz, Yaşayanlar filmine yorum yazdı:
Birbiriyle bağlantılı sanıldığı kadar alakasız, alakasız sanıldığı kadar bağlantılı sekanslarla harmanlanmış tiyatral bir film "Siz, Yaşayanlar". İzlemeden önce yönetmenin "İkinci Kattan Şarkılar" filmiyle giriş yapmanızda fayda var, zira tarzını özümsemezseniz bu yapımı veya üçlemenin tamamını es geçebilirsiniz. Şahsen son filmi de izleyeceğimi belirteyim.
Film Goethe’nin muazzam bir aforizmasıyla başlamakta : " Sıcacık mis gibi yatağınızın keyfini sürün siz yaşayanlar, Lethe’nin buz gibi soğuk dalgası açıktaki ayağınızı yalamadan önce." Filmin adını ve temasını bu söz ile isterseniz özetleyebilir veya tüm metni bu temel üzerine sayfalarca inşa edebilirsiniz. Yani yönetmen biz, yaşayanlara(!) en büyük spoilerı veren bir izleyici gibi aralamakta perdeyi. Bundaki en büyük sebep ise "Lethe". Yani ilk çağda form,madde ayrımında veya İsa’nın hakikat-cehalet arasında kurduğu bağlantının temeli olan terimler. Unutulmuşluğun örtüsüyle örtülü olanın hakikat olarak alındığı bu önermenin olumsu ... DevamıBirbiriyle bağlantılı sanıldığı kadar alakasız, alakasız sanıldığı kadar bağlantılı sekanslarla harmanlanmış tiyatral bir film "Siz, Yaşayanlar". İzlemeden önce yönetmenin "İkinci Kattan Şarkılar" filmiyle giriş yapmanızda fayda var, zira tarzını özümsemezseniz bu yapımı veya üçlemenin tamamını es geçebilirsiniz. Şahsen son filmi de izleyeceğimi belirteyim.
Film Goethe’nin muazzam bir aforizmasıyla başlamakta : " Sıcacık mis gibi yatağınızın keyfini sürün siz yaşayanlar, Lethe’nin buz gibi soğuk dalgası açıktaki ayağınızı yalamadan önce." Filmin adını ve temasını bu söz ile isterseniz özetleyebilir veya tüm metni bu temel üzerine sayfalarca inşa edebilirsiniz. Yani yönetmen biz, yaşayanlara(!) en büyük spoilerı veren bir izleyici gibi aralamakta perdeyi. Bundaki en büyük sebep ise "Lethe". Yani ilk çağda form,madde ayrımında veya İsa’nın hakikat-cehalet arasında kurduğu bağlantının temeli olan terimler. Unutulmuşluğun örtüsüyle örtülü olanın hakikat olarak alındığı bu önermenin olumsuzudur aslında "lethe"; yani "aletheian"ın zıddı. Uyurken yorganın altına saklanıp kurguladığı tüm kötülüklerden korunacağını sanan bir çocuğun o korkusu aslında, örtülmeyen tüm yerlere saldıracağı düşünülen, var olmayan izafi bir korkunun, bir kabusun, yanılsamanın zihinde şema bulmuş halidir aslında "lethe"... Ve filmimiz üstü örtük olmasa da ayakkabıları giyinik ( Goethe’nin sözüne muhalefeten) - yani oksimoron saldırısıyla adeta- bir kişinin kabusuyla başlar. Sonrası ise başta belirttiğim gibi yine oksimoron sanatıyla bezeli sekanslarla dolu. Ruhsuz ruhlar, kendini bulduğunu sanan kayıplar, acemi olgunluklar, umutsuz gençler, umutlu orta yaşlılar, gerçekçi rüyalar, pili bitmiş askerler, militarist orkestralar, inancı yitik inananlar...Liste uzatılabilir. Tüm gördüğümüz çelişkiler ve çelişkilerin aksini gösteren rüyalardan ibarettir bütün bir film boyu...?
Tabi böyle olmasını isteyip sonlandırmak isterdim de varoluşun ağırlığını hafif sarsıntılarla atlatmaya çalışan insanlığın sunulduğu sanılan filmin aslında "lethe"den ayakkabılarıyla kurtulan başlangıç karakterinin bir rüyası olmadığını görmemiş olsaydım. Gerçi görmemezlikten gelip "lethe" ye uygun davranabilme imkanı da var aslında filmde tıpkı son sahne gibi...
İzafi gerçekliğin rüyası diyerekten oksimoronu üç boyuta taşıyıp bitireyim yorumumu filmi izleyen ve izleyecek olan "biz, yaşayanlar" için.
Bitireceğimi sandıysanız hizmetler bununla da sınırlı değil :) Film sonu bu tınılar ve klip daha çok yardımcı olabilir yapbozun parçalarının yerleri için, iyi seyirler.
https://www.youtube.com/watch?v=lan-Pjv99Xk
A Serial Killer's Guide to Life filmine yorum yazdı:
Bayağı kıyıda köşede kalmış, Kuzey Sinemasının kendine münhasır kara mizah unsurlarını içinde barındıran bir yapım.
Birbirlerine tamamen zıt mizaca sahip iki kadının - Lousie ve Val Stone’un- bir nevi bir yol filmi olarak nitelendirilebilecek muhtevalara sahip olan yolculuğunda otorite; popüler bir kavram olan kişisel gelişim, spiritüalizm gibi kavramlara indirgenerek aktarılmış gibi. Kendini bulmaya, gerçekleştirmeye, bir kalıba-role sığdırmaya veya kalıbından-kabuğundan taşmaya, sınırlı yaşam ve düşünce alanından sıyrılmaya, aile figüründen bağlarını koparıp özerk olmaya çalışan ve mizacı tüm bu amaçlara zıt olan Louise’in; bir nevi alter egosu olan ve kişisel gelişim uzmanlarını, spiritüalist rehberleri ve onlara inanan deyim yerindeyse müritleri tabiri caizse avlayan ve kendini de avladıkları gibi bir rehber olarak tanıtan; yani rehberleri öldüren bir rehber olarak, korkunç bir tezat oluşturan Val Stone’un yolundan gittiği film putları kıran puta tapanlar filmi gibi resmen. ( Val ... DevamıBayağı kıyıda köşede kalmış, Kuzey Sinemasının kendine münhasır kara mizah unsurlarını içinde barındıran bir yapım.
Birbirlerine tamamen zıt mizaca sahip iki kadının - Lousie ve Val Stone’un- bir nevi bir yol filmi olarak nitelendirilebilecek muhtevalara sahip olan yolculuğunda otorite; popüler bir kavram olan kişisel gelişim, spiritüalizm gibi kavramlara indirgenerek aktarılmış gibi. Kendini bulmaya, gerçekleştirmeye, bir kalıba-role sığdırmaya veya kalıbından-kabuğundan taşmaya, sınırlı yaşam ve düşünce alanından sıyrılmaya, aile figüründen bağlarını koparıp özerk olmaya çalışan ve mizacı tüm bu amaçlara zıt olan Louise’in; bir nevi alter egosu olan ve kişisel gelişim uzmanlarını, spiritüalist rehberleri ve onlara inanan deyim yerindeyse müritleri tabiri caizse avlayan ve kendini de avladıkları gibi bir rehber olarak tanıtan; yani rehberleri öldüren bir rehber olarak, korkunç bir tezat oluşturan Val Stone’un yolundan gittiği film putları kıran puta tapanlar filmi gibi resmen. ( Val Stone bana nedense kullarını, kendine inananları firavunun baskısından ve müdahalelerinden kurtarmaya çalışan ama aynı yöntemlere sahip olan Yehova’yı hatırlattı :) )
Süresi ve konusu itibariyle şans verildiğinde zaman olarak çok birşey kaybettirmeyeceğinden fırsat verilebilir. Ayrıca filmin yönetmeni/ senaristi olan Staten Cousins Roe, Val Stone rolünü oynayan Poppy Roe’nun da eşiymiş. Soyadlarının aynı olduğunu fark edince googleladım ben de, öncesinde yönetmeni ve eşini tanımıyodum :)
Alter ego, üst benlik gibi ekseriyetle ciddi bir sinema diliyle anlatılan kavramlar ve kara mizah unsurlarını bir arada bulundurması da filmi benim nezdimde bayağı özgün kılmakta
Nefes: Vatan Sağolsun filmine yorum yazdı:
"Bir ideoloji için insan öldürmek; bir ideoloji için insan öldürmek değil yalnızca bir insan öldürmektir."
Film; sinematografik olarak ve oyunculuk, rol açısından gerçekten yerli yapımların üstünde. Çıkış tarihi "çözüm süreci" ve "akil insanlar" gibi medyada, günlük hayatta, politikada, mitinglerde insanların enformasyon bombardımanına tutulduğu bir döneme denk geldiği veya getirildiği için olumsuz yönden eleştirilip sözde aktivist ve kendilerini sürü insanı dışında gören sözde bilinçli kesimlerce çok basitçe değerlendirilip önyargıyla yaklaşılsa da aslında muhteva bakımından herhangi bir idelojinin bir propaganda aracı olmadığı izlenince- gerçek manada izlenince- aşikar. Zaten çözümün de herhangi bir süreçle olamayacağını, güç istencinin yansıması olan ağalık, aşiret kavramı gibi feodal düzenlerle iktidar arasındaki çekişmeden dolayı ezilen çimenlerin sorununu sadece ırksal bir zemine indirgemek de zaten istenen bir hedef ve nedense her ırk da bu basit numarayı nedense kendi meşruiye ... Devamı"Bir ideoloji için insan öldürmek; bir ideoloji için insan öldürmek değil yalnızca bir insan öldürmektir."
Film; sinematografik olarak ve oyunculuk, rol açısından gerçekten yerli yapımların üstünde. Çıkış tarihi "çözüm süreci" ve "akil insanlar" gibi medyada, günlük hayatta, politikada, mitinglerde insanların enformasyon bombardımanına tutulduğu bir döneme denk geldiği veya getirildiği için olumsuz yönden eleştirilip sözde aktivist ve kendilerini sürü insanı dışında gören sözde bilinçli kesimlerce çok basitçe değerlendirilip önyargıyla yaklaşılsa da aslında muhteva bakımından herhangi bir idelojinin bir propaganda aracı olmadığı izlenince- gerçek manada izlenince- aşikar. Zaten çözümün de herhangi bir süreçle olamayacağını, güç istencinin yansıması olan ağalık, aşiret kavramı gibi feodal düzenlerle iktidar arasındaki çekişmeden dolayı ezilen çimenlerin sorununu sadece ırksal bir zemine indirgemek de zaten istenen bir hedef ve nedense her ırk da bu basit numarayı nedense kendi meşruiyeti adına hep yutar... Bunun sonucunda da kan davasına dönmüş bir durumu meşrulaştıracak söylemlerin de ideolojik veya haklı bir tarafı yok ve olmayacak da.
Günümüz dünyasını sanal olarak öğrenip değerlendiren, yaşanmışlığın getirdiği tekamül veya ampirik verilerle değil de günü birlik aşılanan medyanın, sanal alemin simülatif verileriyle duygu durumları, tepkileri, öfkeleri, vicdanları şekillenen bir topluluk için aslında iyi bir empati aracı olan bir film, görmek isteyene...
Beyaz Köpek filmine yorum yazdı:
Film, genel hatlarıyla ve konusu, işleyişi, afişi itibariyle faşizan ideolojilerin, ırkçılık karşıtı aktivist eylemlerin bir tezahürü gibi. " Beyaz köpek" kavramının gerçekten de beyaz bir köpek kullanılarak( ki bazı yerlerde Alman çoban köpeği göndermesi) olgu haline getirilmesi veyahut klasik koşullanma kuramında Pavlov’un deneğinin bir köpek olması gibi göndermeleri de mevcut. Hatta Roland rolündeki Jameson Parker ve Carruthers rolündeki Burl Ives dışında abartıya kaçan, sırıtan, amatör bir oyunculuk olmadığını da söylemek gerek. Fakat film genel hatları dışında alt metin veya üst okuma olarak ilk manasından da öte bir gerçeğe ışık tutmak istemekte.
Filmin mesaj aslında aşikar olsa da bunu en son paylaşmak istedim. Her kıssayı ayrı ve daha sonra bir bütün olarak değerlendirdiğinizde sayfalar dolusu kelamı içinde barındıran o mesajı.
Nefretin ırkçılığa indirgendiği filmde aslında, aslolan sadece eğitim ile düalist öğretinin yanlışlanabileceği fakat düalizm ötesi için yanlışın deva ... DevamıFilm, genel hatlarıyla ve konusu, işleyişi, afişi itibariyle faşizan ideolojilerin, ırkçılık karşıtı aktivist eylemlerin bir tezahürü gibi. " Beyaz köpek" kavramının gerçekten de beyaz bir köpek kullanılarak( ki bazı yerlerde Alman çoban köpeği göndermesi) olgu haline getirilmesi veyahut klasik koşullanma kuramında Pavlov’un deneğinin bir köpek olması gibi göndermeleri de mevcut. Hatta Roland rolündeki Jameson Parker ve Carruthers rolündeki Burl Ives dışında abartıya kaçan, sırıtan, amatör bir oyunculuk olmadığını da söylemek gerek. Fakat film genel hatları dışında alt metin veya üst okuma olarak ilk manasından da öte bir gerçeğe ışık tutmak istemekte.
Filmin mesaj aslında aşikar olsa da bunu en son paylaşmak istedim. Her kıssayı ayrı ve daha sonra bir bütün olarak değerlendirdiğinizde sayfalar dolusu kelamı içinde barındıran o mesajı.
Nefretin ırkçılığa indirgendiği filmde aslında, aslolan sadece eğitim ile düalist öğretinin yanlışlanabileceği fakat düalizm ötesi için yanlışın devam edeceği. Yani filmden misal vermek gerekirse nefreti bir yöne kanalize etmiş bir zihne( veyahut kanalize edilmiş) o istikametinin yanlışlığı öğretilirse zihin nefreti - tüm benliğini esir almış, tabu rasa misali şekillenip donmuş, katılaşmış olan o öğretiyi- ifade edebilme adına başka veçhelere kanalize edecektir. Peki bunun bir sonu yok mu? Bu örüntünün veya kısır döngünün? Bende aşikar olan o mesaja (paylaşacağımı söylediğim o özete) göre var;
"İster mermi kullansın, ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı. Kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı."
Malcolm X... İyi seyirler
Broadchurch dizisine yorum yazdı:
Şu anki dizi mantalitesinin aksine ( aslında çoğu zamanki dizi mantalitesinin aksine) minimalist bir yaklaşımı, sadeliği tercih etmiş olan ve sonuna kadar da bu yapısını korumuş olan bir dizi. Genelde olan durum en realistik konuya sahip dizilerin bile bölüm sayıları arttıkça fantastik bir havaya bürünmeleri, gerçeklikten kopmaları. Daha saçma olanın ise kendi içinde tutarlı bir mantık, sistem, düzen veya kaos barındıran fantastik dizilerin de bir süre sonra tutarsızlıklar bütünü haline gelip olayları kendi kurdukları mantık düzleminde bile açıklamakta zorlanmaları. ( kütle çekime yenik düşen yıldızlar gibi işte, Almanya yenildi diye bu diziler de konu derinliklerini bölüm sayılarına karşı koruyamadıklarından yenik düştüler.)
Diziyle ilgili birşeyler söylenmesi gerekirse de başta oyunculukların ve Olafur Arnald’ın müziklerinin harika oluşu, bu minimal dünyada bu iki unsurun da hiç sırıtmadan doğal kalabilmesi. Tabi yanlış anlaşılmasın; abartıya kaçmayan profillerini analiz etmeye çalı ... DevamıŞu anki dizi mantalitesinin aksine ( aslında çoğu zamanki dizi mantalitesinin aksine) minimalist bir yaklaşımı, sadeliği tercih etmiş olan ve sonuna kadar da bu yapısını korumuş olan bir dizi. Genelde olan durum en realistik konuya sahip dizilerin bile bölüm sayıları arttıkça fantastik bir havaya bürünmeleri, gerçeklikten kopmaları. Daha saçma olanın ise kendi içinde tutarlı bir mantık, sistem, düzen veya kaos barındıran fantastik dizilerin de bir süre sonra tutarsızlıklar bütünü haline gelip olayları kendi kurdukları mantık düzleminde bile açıklamakta zorlanmaları. ( kütle çekime yenik düşen yıldızlar gibi işte, Almanya yenildi diye bu diziler de konu derinliklerini bölüm sayılarına karşı koruyamadıklarından yenik düştüler.)
Diziyle ilgili birşeyler söylenmesi gerekirse de başta oyunculukların ve Olafur Arnald’ın müziklerinin harika oluşu, bu minimal dünyada bu iki unsurun da hiç sırıtmadan doğal kalabilmesi. Tabi yanlış anlaşılmasın; abartıya kaçmayan profillerini analiz etmeye çalışmak bayağı zolayıcı ki bunun sebebi de gerçeklikten uzaklaşmış sanal dünyalarda delhizlere sıkışıp kalmamız. Ne kadar sade ve sakin de görünse insanın olduğu her yerde herşeyin mümkün olabileceği hakikatini de her sezon farklı suçlarla, sıradan görünen insanların ağır suçlarıyla hatırlatan, vurgulayan bir yapım.
Corpus Christi filmine yorum yazdı:
" Varoluşun özü tasadır. Tasa, insanın dünyaya terk edilmiş bir varlık olmasından kaynaklanır."
- Heidegger
Film gerçekten de terk edilmiş, terk ettirilmiş bir grup insan arasında geçmekte.Doğal olarak tasa dolu bir ortamda. Başlangıç ve sonu keskin çizgilerle belirlenmemiş bir zamanda, bir ara-kesitte; varoluştaki o mahiyetin veya özün ağırlığı altında, teori- pratik, irade- norm çatışmasının her an hissedildiği bir film.
İzlerken; geçmiş suçları ve ıslah evinden sonraki tavırlarıyla amacı arasında tezatlar oluşturan bir gencin papaz olma yolunda ve sonrasında attığı her adımda izleyiciyi de ekranda paradoksal durumlara, sorulara maruz bıraktığını fark edebilirsiniz. Zaten bir süre sonra da niyet; içinden çıkılması, cevaplanması zor bir bilmeceye dönüşür. Kapalı bir toplumda, iç içe geçmiş din-siyaset ortamında, daha doğrusu her çağda politikanın kötüye kullandığı ( ve belki de yayılması, kullanım amacı, enformasyonu bu nedenle bu kadar yoğun...) inanç sistemlerini, toplumdaki olay ... Devamı" Varoluşun özü tasadır. Tasa, insanın dünyaya terk edilmiş bir varlık olmasından kaynaklanır."
- Heidegger
Film gerçekten de terk edilmiş, terk ettirilmiş bir grup insan arasında geçmekte.Doğal olarak tasa dolu bir ortamda. Başlangıç ve sonu keskin çizgilerle belirlenmemiş bir zamanda, bir ara-kesitte; varoluştaki o mahiyetin veya özün ağırlığı altında, teori- pratik, irade- norm çatışmasının her an hissedildiği bir film.
İzlerken; geçmiş suçları ve ıslah evinden sonraki tavırlarıyla amacı arasında tezatlar oluşturan bir gencin papaz olma yolunda ve sonrasında attığı her adımda izleyiciyi de ekranda paradoksal durumlara, sorulara maruz bıraktığını fark edebilirsiniz. Zaten bir süre sonra da niyet; içinden çıkılması, cevaplanması zor bir bilmeceye dönüşür. Kapalı bir toplumda, iç içe geçmiş din-siyaset ortamında, daha doğrusu her çağda politikanın kötüye kullandığı ( ve belki de yayılması, kullanım amacı, enformasyonu bu nedenle bu kadar yoğun...) inanç sistemlerini, toplumdaki olaylara müdahalesi, yönlendirmesi ve tahribatını taşradaki bir avuç aynı acıyı paylaşan insanlar üzerinden anlatan filmde; tradisyonel ve fundamentalist görüşlere tamamen aykırı bir mizaca sahip bir insanın baskılanmış bir toplum için büründüğü katharsis görevine şahit olmak güzel bir deneyim.
Filmin adının neden böyle seçildiğiyle ilgili görüşümü ise filmin sondan bi önceki sahnesi şekillendirdi. Antik Çağ’da, vücudunda, hakikatleri söylediği için aldığı yaraların çarmıhta sergilendiği bir İsa heykelinin önünde postmodern çağın bir temsilini oluşturan o başkarakterin vücudunu sergilemesi... Bir nevi kurumsallaşmış, bürokratikleşmiş, politikleşmiş, inananların tüketici yerine konulduğu, bir pazar haline gelmiş inanç sistemlerinde artık İsa’nın kanı ve eti de artık tek kullanımlık tüketim ürünleri... İçi boşaltılmış, ritüel sanılan bir dizi kopya eylemi kendi kaybolmuş bedeninle prostesto...
İzledikten, okuduktan, yaşadıktan sonra ( gerçi okurken veya izlerken de yaşanır aslında :) ) iz bırakan şeyleri seviyorsanız izlemenizi öneririm. 9/10
E=mc2 ( c üzeri 2 yapamadım :S ) ye gelene kadar fiziğin katettiği yolları geçmişten bugüne tüm paradigmalarıyla bir dizin haline getirip sonunda bu teorinin pratiğinde ortaya makaralardan oluşan bir basit makina sunmak gibi.. güzel bi seyir fakat nedensel, amaçsal değil de aşırı rastlantısal silsileler dizisi gibi.