şiirsiz yaşanır mı, sevdiğiniz şiirler ?

...beyaz haberlerim var kardeşlerim

-gölgesiz meydanlara

aklı yağmalayanlara arasından

yayılırsa karanlık fısıltılar

ya da güzel dışlı yapa çiçekleri

muhtemel bir genç kızın

başına atılırsa

yedi adamdan biri

bir gün bir kan göreni

kabukları soyulmuş

taze devrilmiş bir ağaç gibi

çeker çıkarır kendi kadınlardan

fırlar yataklarından tatlı uykudan

çıplak çıkarır kendi kadınlarından

fırlar yataklarından tatlı uykudan

çıplak yalın ve güzel adaleli

o er alarak

seğirtir danseder gibi

-önce sağlam olmalı arkam

o ince gelin

belirir hemen ardında erin

1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi

gidiyor dansöz gibi

yere ve göğe açık avucunda o kan

o işlem onda güvercin ve sevap

onlarda en ağrımalı yara

ve yollanıyor o güvercin onlara

güvercin değişiyor gittikçe ondan

güvercin değişiyor vardıkça onlara

+ ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek+

yedi adam artık bir kan göreni

varıyor dengede

kuğu gibi sarkıyor onlara

akıyor onlara

şiirler söylüyor ve mısralarında

işlek çelik kümeleri

ve kalkıyor her bir ulaşmasında

iki yanında sülüs ve yay gibi

bir vuruşta öldüren elleri

-karanfil serpercesine

bir kez daha vurdum ya allah diye açtığım yaralara... A.Cahit Zarifoğlu / Yedi Güzel Adam
AŞK ÜÇ KİŞİLİKTİR

yüzümde metresine dantelli don almış
taşralı tüccar mutluluğu var
yüzümde kırık bir şişeyi andıran
yanık izi var baba beni tahrik et
yaralı bir kuşun yanına göm beni
tek koluyla savaşarak tarihe geçen
bir halk kahramanı gibi abart kendini

acı dediğin yaşadıklarının izi değil
yaşamayı ıskaladıklarındır asıl
baba beni ahşap bir ev gibi düşün
yıkık dökük bir han gibi
uyurken saçımı okşa, uyanınca kundakla

herkes bilir; iki kişi sohbet edebilir ancak
bir kişi daha girmezse hayatlarına
aşk falan yoktur. aşk üç kişiliktir baba
cinayet içinse yüzlerce kişi gerekir

metresine molotof kokteyli taşıyan
pis bakışlı kambur bir oğlan kadar mutluyum
dönmemi bekleme boşuna, vuracaksan
sırtımdan vur beni baba
ne yana dönsem arkamda kalıyor hayat
ne yana dönsem sütü taşırmış
bir kadın telaşı. yüzüme bak baba;

sapından koparılmış gül kırmızısı


Altay ÖKTEM
Davet

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan

Bu memleket bizim!

Bilekler kan içinde, dişler kenetli

ayaklar çıplak

Ve ipek bir halıya benzeyen toprak

Bu cehennem, bu cennet bizim!

Kapansın el kapıları bir daha açılmasın

yok edin insanın insana kulluğunu

Bu davet bizim!

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine

Bu hasret bizim!

/Nazım Hikmet
HAZİRANDA ÖLMEK ZOR

orhan kemal'in güzel anısına

işten çıktım

sokaktayım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sokakta tomson

sokağa çıkmak yasak

sokaktayım

gece leylak

ve tomurcuk kokuyor

yaralı bir şahin olmuş yüreğim

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

havada tüy

havada kuş

havada kuş soluğu kokusu

hava leylak

ve tomurcuk kokuyor

ne anlar acılardan/güzel haziran

ne anlar güzel bahar!

kopuk bir kol sokakta

çırpınıp durur

çalışmışım onbeş saat

tükenmişim onbeş saat

acıkmışım yorulmuşum uykusamışım

anama sövmüş patron

ter döktüğüm gazetede

sıkmışım dişlerimi

ıslıkla söylemişim umutlarımı

susarak söylemişim

sıcak bir ev özlemişim

sıcak bir yemek

ve sıcacık bir yatakta

unutturan öpücükler

çıkmışım bir kavgadan

vurmuşum sokaklara

sokakta tank paleti

sokakta düdük sesi

sarı sarı yapraklarla birlikte sanki

dallarda insan iskeletleri

asacaklaraydemir'i

asacaklargürcan'ı

belki başkalarını

pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim

dökülüyor etlerim

sarı yapraklar gibi

asmak neyi kurtarır

sarı sarı yaprakları kuru dallara?

yolunmuş yaprakları

kırılmış dallarıyla

ne anlatır bir ağaç

hani rüzgar

hani kuş

hani nerde rüzgarlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil

asılmamak da değil

kimin kimi astığı

kimin kimi neden niçin astığı

budur işte asıl sorun!

sevdim gelin morunu

sevdim şiir morunu

moru sevdim tomurcukta

moru sevdim memede

ve öptüğüm dudakta

ama sevmedim, hayır

iğrendim insanoğlunun

yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım

neden böyle ağrılı

neden niçin bu sokaklar böyle boş

niçin neden bu evler böyle dolu?

sokaklarla solur evler

sokaklarla atar nabzı

kentlerin

sokaksız kent

kentsiz ülke

kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

işten çıktım

elim yüzüm üstümbaşım gazete

karanlıkta akan bir su

gibi vurdum kendimi caddelere

hava leylak

ve tomurcuk kokusu

havada köryoluna

havada suçsuz günahsız

gitme korkusu

ah desem

eriyecek demirleri bu korkuluğun

oh desem

tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi

yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak

abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

ah yavrum

ah güzelim

canım benim / sevdiceğim

bitanem

kısa sürdü bu yolculuk

n'eylersin ki sonu yok!

gece leylak

ve tomurcuk kokuyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz siz

kimsiniz?

ne söyler bu radyolar

gazeteler ne yazar

kim ölmüş uzaklarda

göçen kim dünyamızdan?

asmak neyi kurtarır

öldürmek neyi?

yolunmuş yaprakları

ve kırılmış dallarıyla bir ağaç

söyler hangi güzelliği?

kökü burda

yüreğimde

yaprakları uzaklarda bir çınar

ıslık çala çala göçtü bir çınar

göçtü memet diye diye

şafak vakti bir çınar

silkeledi kuşlarını

güneşlerini:

oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,

memet!

gece leylak

ve tomurcuk kokuyor

üstümbaşım elim yüzüm gazete

vurmuşum sokaklara

vurmuşum karanlığa

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

bu acılar

bu ağrılar

bu yürek

neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar

bu ağaçlar niçin böyle yapraksız

bu geceler niçin böyle insansız

bu insanlar niçin böyle yarınsız

bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku

kim bu umut

ne adına

kim için?

uyarına gelirse

tepemde bir de çınar

demişti on yıl önce

demek ki on yıl sonra

demek ki sabah sabah

demek kimanda gönü

demek kişile bezi

demek kiyeşil biber

bir dememet'in yüzü

bir degüzel istanbul

bir desaman sarısı

bir de özlem kırmızısı

demek ki göçtüusta

kaldı yürek sızısı

geride kalanlara

nerdeyim ben

nerdeyim?

kimsiniz siz

kimsiniz?

yıllar var ki ter içinde

taşıdım ben bu yükü

bıraktım acının alkışlarına

3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı

şimdi uzakta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

yatıyor oralarda

bir eski gömütlükte

yatıyorusta

bir kırmızı gül dalı

iğilmiş üzerine

okşar yanan alnını

bir kırmızı gül dalı

nazım ustanın

gece leylak

ve tomurcuk kokuyor

bir basın işçisiyim

elim yüzüm üstümbaşım gazete

geçsem de gölgesinden tankların tomsonların

şuramda bir çalıkuşu ötüyor

uy anam anam

haziranda ölmek zor!

Hasan Hüseyin
28 mayıs 1986'da ölmüş edip cansever. bugün 27 yıl olmuş. şiir de ondan olsun istedim. çok sevdiğim tragedyalar'ın üçüncüsü.

EPİSODE

Çünkü bu kahverengi akşam saatlerinde

Her şeyi en soğuk ölçülere vuruyoruz

Bir uzak han kavramına. Hanların

Rahmindeki bir yolcuya, bir semendere

Ve soğuk bir çağdan geçiyoruz. Çağlardan

Başımızda siyah bir hale.

KORO

Birdenbire yapayalnızsanız her yerde

Ve bundan korkuyorsanız

En küçük şeylerden bile. Örneğin birine saati sorsanız

Karşıdan karşıya geçseniz bir caddede

Sesinizi alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize

Biriyle bir şeyler konuşsanız

Ve her gün kitaplar, dergiler alsanız. Postacı her gün mektup getirse

Sözgelimi bir resmi dairede

Fazlaca oyalansanız

Şöyle bir iki otobüs kaçırsanız üst üste, neden olmasın

Kaldı ki, hiçbir şey yapmasanız bile

Tuhaftır

Sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.

Ve işte bir lokantaya girdiniz, garsonla çene çaldınız

Şarapla yiyecek bir şeyler söylediniz, hepsi bu kadar

Biraz da güldünüzdü aklınızdan geçen bir şeye

Ya gülünç bir olaya, ya önemsiz bir söze

Ama az ötede düğmeleriyle oynayan

Ve yiyen tırnaklarını bir adam

Duraksız sizi izliyordur belki de.

Ya da bir dernekte üyesiniz, azıcık mutlusunuz

Ya da küçük bir memur bir banka servisinde

Durmadan suçlusunuz

Durmadan suçlusunuz

Durmadan suçlusunuz ve artık kendinizi

Gücünüz yok ödemeye.

Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık

Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine

Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi

Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız

Bir yankı: durmadan yalnızsınız

Durmadan yalnızsınız.

EPİSODE

Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler

Doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte

İçimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar

Bir yarasa ayaklanır. Aç gözlü bir kuş

Varır kocaman bir şey olmanın bilincine

Birden bir ses biçiminde, radyomuzun içinde

Duyurur iki caz parçası arasından biri

Ya gülünç bir yas töreni

Ya toptan bir öldürme.

Belki de

Soğumaya yüz tutmuş bir fincan sütlü kahve

Dönüşür ellerimizde kanlı, kırbaçlı

Bastırılmış bir greve, yırtılmış dövizlere

Örneğin üç yüz ölü, bir o kadar yaralı

Ve sömürge şapkalı ve sten tabancalı

Gözü dönmüş biriyle

O güvenlik manşetleri birtakım gazetelerde.

Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler

Belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte

Ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar

Damlayan bir musluktur yerine göre

Yoksa bir enkaz altında bir ölüm

Ya da puslu bir havada, bir cinayette

Bir ölüm

Ölümün anlamı ne?

KORO

Sizin hiç korkmadığınız şeyler ya da hep öyle sandığınız

Beslenir kimi zaman de sevgilerle

Çok içten bir selamla ve içten bir gülümsemeyle

İşte her sabah rastladığımız birinin

Durakta, yolda, işyerinde

Ya da bir meyhanenin kuytu bir köşesinde

Yıllarca süren o dostça ilişkinin

Ve hatta bir sevgilinin

Yerine

Kin dolu gözleriyle bir ölüm yargıcı gibi

Biri

Kapkara giysilerle, özenti bir zincirle

Öyle

Dikilmiş sorguya çekiyor sizi

Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi

Vakit yok öğrenmeye.

Canım en basiti, arkanızdaki bir duvarın

Mineler, sarmaşıklar, o yaban gülleriyle

Örtülü bir duvarın ansızın

Kanlı, kireçli bir taş yağmuru halinde

Korkunç bir silah olduğunu yerine göre

Düşünün

Ve sakın sormayın işte: bir hesap yanlışlığı mı, değil mi

Vakit yok öğrenmeye.

Ya da bir düşte yürüyor gibi

Islak mavi bir sabahtı, açtınız pencerenizi

Şöyle bir gerindiniz, gökyüzüne baktınız

Tutarak sapından bembeyaz bir karanfili

Sevinçle okşadınız

Ve içerde kahvaltınız bekliyordu sizi

Öyle ki, kahvenizi içiyordunuz, birazdan çıkacaktınız

Tam o sıra kapının zili

Tuhaf şey.. bu saatte.. kim olabilir ki

Ve işte az önce aldınızdı gazeteleri

Öyleyse?

Yaktınız bir sigara daha, kapıya yöneldiniz

Bırakıp masaya kahvenizi

Kilidi çevirdiniz, açtınız kapıyı usulca

Bir kurşun!

Birden o zamansız, o yersiz başdönmesi

Hani av araçları satılan bir dükkan vardı

İçi doldurulmuş çulluklar, kardelen çiçekleri

Bir kurşun!

Geçerken uğrardınız, iyiydi, cana yakındı

Yeleğinden çıkmazdı elleri

Bekardı, umutsuzdu, yalnızdı

Ve belki..

Bir kurşun!

Sormayın kendinize: bir vahşet mi bu, değil mi

Düştünüz sırtüstü yere ve işte avlandınız

Sadece avlandınız

Ağız dil bilmaz söylemeyi.

Ötede

Islak mavi bir sabahtı. Gökyüzü

Bembeyaz karanfiller, pencere

Kahveniz, masanız, kahvaltınız

Bir yankı

Ve bütün çay fincanları: durmadan yalnızsınız

Durmadan yalnızsınız.

AĞIT

Gün bitti. Saat kaç. Bitecek mi bir gün savaşımız

Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de

Dönüp dönüp arkamıza baktığımız

Bir dünya kalıntısı üstünde

Hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.

KORO BAŞI

Daha bir sürü böyle

Silahlar eleştirecek sizi belki de

İşte siz

Toplayıp susacaksınız içinizdeki ölüleri

Bakmadan geçeceksiniz o duvar diplerine

Gözleriniz olacak, yüzünüz, elleriniz

Ne korku, ne kin, ne de yenilme

Ve asıl günleriniz olacak, günleriniz

Duyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız

Dünyanın tekdüzenli renginde.
ben

o çocuğum

kirli yuvarlak yüzlü

her köşede karşına çıkıp

bir çeyrekliğin var mı diyerek

canını sıkan

ben

yüzü kirle kaplı

hiç şüphesiz

kimse tarafından istenmeyen

diğer çocuklar

atlayıp zıplayıp gülüşüp oynaşırken

uzakta durup gelip geçen

at arabalarını izleyen

ben istenmeyen o çocuğum

kesinlikle istenmeyen

kirli yuvarlak yüzlü

öyle ki dev sokak ışıkları ya da

büyük annem beni aydınlatmadan

ya da küçük kızların önünde

öylece aptal aptal dikilip durmadan

çok önce

kirli yüzünün aşağılayıcı bakışlarını yansıtan o çocuğum ben

ben o her zaman kızgın

ve yalnız olan çocuğum

sizi o her zaman kızgın olan

çocuğun aşağılamasına maruz bırakan ve uyaran

eğer yanlışlıkla başımı okşayacak olursanız

bu imkanı sizin cüzdanınızı çalmak için kullanırım

ben her zaman o çocuğum

işlenmiş ve yakında işlenecek suçların

sonucu çıkması yakın terörden

gelecek olan cüzzamdan ve pirelerden önce

hep o çocuk olarak kalacak olanım

ben o itici iğrenç çocuğum

eski kartonlardan uyduruktan bir ev yapan

ve bir gün kendisine

eşlik edeceğinizi bilerek

sabırla bekleyen

reinaldo arenas
Mendilimde Kan Sesleri

Her yere yetişilir

Hiçbir şeye geç kalınmaz ama

Çocuğum beni bağışla

Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer

İçimden öyle geldiği için değil

Ama hiç değil

Ah güzel Ahmet abim benim

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Konyanın beyaz

Antebin kırmızı düzlüğüne benzer

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

Denize benzer ki dalgalıdır bakışları

Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına

Öylesine benzer ki

Ve avlularına

(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

Ve sözlerine

(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)

Ve bir gün birinin adres sormasına benzer

Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne

Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına

Minibüslerine, gecekondularına

Hasretine, yalanına benzer

Anısı işsizliktir

Acısı bilincidir

Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir

Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.

Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --

Cıgara paketinde yazılar resimler

Resimler: cezaevleri

Resimler: özlem

Resimler: eskidenberi

Ve bir kaşın yukarı kalkık

Sevmen acele

Dostluğun çabuk

Bakıyorum da simdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

İstasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

Kadının ütülü patiskalardan bir teni

Upuzun boynu

Kirpikleri

Ve sana Ahmet Abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

Sofranı kurardı

Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi

Çocuklar doğururdu

Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar...

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi

Umudu dürt

Umutsuzluğu yatıştır

Diyeceğim şu ki

Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

Çocuklar, kadınlar, erkekler

Trenler tıklım tıklım

Trenler cepheye giden trenler gibi

İşçiler

Almanya yolcusu işçiler

Kadınlar

Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

Ellerinde bavullar, fileler

Kolonyalar, su şişeleri, paketler

Onlar ki, hepsi

Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler

Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever
Bu sıcaklarda seni düşünüyorum

çıplaklığını

boynunu bileklerini

minderde ak bir kuş gibi yatan ayağını

senin söylediklerini.

Bu sıcaklarda seni düşünüyorum

bilmiyorum aklımda en çok kalan ne

gözümün önüne gelen

boynun mu bileklerin mi

çıplak ayağın mı

bana benim olurken söylediklerin mi?

Bu sarı sıcaklarda seni düşünüyorum

bu sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp

yalnızlığımı soyunuyorum

biraz da ölüme benzeyen yalnızlığımı.

nazım hikmet / sıcaklarda
Beceriksiz

Kabuğunu koparmadan

ne bir elmayı soyabildim

ne de iyileştirebildim bir yaramı

ama karşıma çıkınca

kızmadım hiç elma kurduna

bendim çünkü bıçağı saplayan

onun yurduna ......

Sunay Akın
EK III: DÜŞLER

ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan

bıktım kendimi yaralı

bir geyik gibi sırtımda taşımaktan

anı defterlerinin arasında kurutulmaktan

aslında hiç yaşanmamış olduğunu sandığım

o eşsiz yazdan

ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan

o düşü gördüğümü sana söylememiş miydim? o kadar mı

aldattım kendimi sana bunca yakınken.bunca yalanken ya-

şadığımız tek kişilik oda.

odalar. onlar. en yalın gerçeğimiz. ken.

bunca,

hayatı aynı anda nasıl yaşadık hala

bir anlam veremiyorum kendi yalanlarıma

o düşü gördüğümü sana söylemiştim, emin değilim. simsi-

yah bir odadaydık ikimiz diğeri yoktu. diğeri yoktu bizi

kendimizle avutacak.

yetmedi çırılçıplak soyunduğumuz. daha da

çıplak olmalıydın çünkü dahası vardı çıplaklığının

derini soydum incecik. gittikçe daha şeffaf oluyordun kork-

muyordum bundan. kıpkırmızı titreşiyordu elimin altında

etin. göğüslerinin içi sapsarı yağ tanecikleriydi. incecik, be-

yaz, parlak sinirlerle doluydu her yanı

onları öylesine içten emdim

simsiyah bir odadaydık, artık eminim. o düşü gördüğümü

sana söyledim

sana başka şeyler de söyledim, artık önemi yok onların.

bunca yıl kendi yalanlarımla

ben ne mutlu yaşadım.

ölüler çekip gitmeli hayatımızdan

çünkü bir tek sen kaldın inandığım.

hatırlar mısın seni görmüştüm düşümde. bir kır kahvesinde

oturuyordun sarı tüyler vardı bacaklarında. göğüslerin çıp-

laktı

garson mağrur bir söğüt dalı gibi uzanmıştı yanına. elinde

pembe kapaklı bir kitap vardı. seni okuyorum, demiştin.

nasıl bir kitaptı, ne zaman yazmıştım, bilmiyorum. pembe

kapaklı bir kitaptı yalnızca

46.sayfayı açtın. daha dünmüş gibi hatırlıyorum

daha ölmemişsin gibi,sımsıcakmış gibi

avuçlarının içi,annem annem üstümdeki

hırkayı daha örmemiş gibi hatırlıyorum

46.sayfayı açtın.

kırmızı bir rujla altını çizmişsin bir dizenin,düş işte.

kırmızı bir rujun varmış gibiydi zaten

dudakların

bu dizeyi ancak bir kadın yazdırabilir insana

diyen sesin hala kulaklarımda

oysa bir tek kadın bile tanımadım ben hayatımda

o dizeyi yazdıran zambak kokulu

küçük bir kızdır olsa olsa

hala pişmanım bu gerçeği

hiçbir zaman söyleyemedim sana

altay öktem - herşey: oda kırbaç ayna'dan
Bir mesaja cevap veriyorsunuz.
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL