7 yıl önce
Kutsal Geyiğin Ölümü filmine yorum yazdı:
The Hateful Eight filmine yorum yazdı:
tarantino'nun stilini koruduğu ama yavaş yavaş yaşlılık belirtileri gösterdiği son başyapıtıdır.
inglorious basterds filminin 20 dakikalık giriş sahnesi ve django unchained filminin sonundaki yemek sahnesinden tarantino'nun tek mekan film çekme isteği açıkça gözüküyordu. keza bu filmlerin o uzun ve tek mekan sahnelerine ben bayılmıştım. the hateful eight'in fragmanını izlediğimde "aha" dedim "tek mekan bir tarantino filmi" geliyor. keza tam olarak sayılmasa da 6 bölümlük filmin son 4 bölümü (ki 2 saate tekabül ediyor) tamamen tek mekanda geçiyor. işin bu kısmı güzel ama hiçbir filminde olmadığı kadar "keşke" ve "ama"sı var bu filmin.
---spoiler---
tarantino her zamanki gibi karakter yazmaktaki uzmanlığını yine yeni yeniden sergilemiş. her karakterin konuşma tarzı, kullandığı ingilizcenin kişilik özelliğine göre farklılaşması, devinimleri ve derince yazılmış geçmişleri muazzam! film bittikten sonra tek canımı sıkan şey michael madsen'in oynadığı "joe gage" karakterinin gereksizliği. ... Devamıtarantino'nun stilini koruduğu ama yavaş yavaş yaşlılık belirtileri gösterdiği son başyapıtıdır.
inglorious basterds filminin 20 dakikalık giriş sahnesi ve django unchained filminin sonundaki yemek sahnesinden tarantino'nun tek mekan film çekme isteği açıkça gözüküyordu. keza bu filmlerin o uzun ve tek mekan sahnelerine ben bayılmıştım. the hateful eight'in fragmanını izlediğimde "aha" dedim "tek mekan bir tarantino filmi" geliyor. keza tam olarak sayılmasa da 6 bölümlük filmin son 4 bölümü (ki 2 saate tekabül ediyor) tamamen tek mekanda geçiyor. işin bu kısmı güzel ama hiçbir filminde olmadığı kadar "keşke" ve "ama"sı var bu filmin.
---spoiler---
tarantino her zamanki gibi karakter yazmaktaki uzmanlığını yine yeni yeniden sergilemiş. her karakterin konuşma tarzı, kullandığı ingilizcenin kişilik özelliğine göre farklılaşması, devinimleri ve derince yazılmış geçmişleri muazzam! film bittikten sonra tek canımı sıkan şey michael madsen'in oynadığı "joe gage" karakterinin gereksizliği. ne hikayenin gidişatında, ne de olayların gelişiminde o kadar bir rolü yok ki. sanki sırf yazılan karakterleri 8 kişiye tamamlamak için filme konulan silik bir tip gibi. filmden çıkarsanız 7 kişiyle aynı olaylar yine yaşanmaya devam eder. o derece. her filminde gerek filmin ortasında giren gerek sonlara doğru giren karakterlerin filmin seyrini değiştirdiği bir tarz kullanan tarantino'nun bu kadar gereksiz bir karakter yazması anlayabildiğim bir durum değil.
diğer canımı sıkan bir nokta birçok planın gereksiz uzun bırakılması. yani bu herif o kadar yerinde uzun-kısa tutardı ki planları tam bir yönetmenlik kokardı. bu filmde bazı planlar çok lüzumsuzca uzun tutulmuş. hani o uzun tutulan planların verdiği bir duygu yok. germek için desem değil, heyecanlandırmak için desem değil. pek bir anlamsız. tarantino "bu benim en uzun filmim olacak" demiş ve planları bilerek uzun tutmuş gibi sanki. gerçi egosu böyle bir şeye yapmak için çok müsait itoğlunun.
he bir de şu var. olayların birbirine bağlanımı, hikayedeki twistleriyle filmleri hep zeka kokardı. burada samuel l. jackson'ın marquis warren karakteri kahveye zehir atan tipi bulmak ve "burada bir şeyler dönüyor" açıklamaları çok düz yazılmış ya. inglorious basterds'ta heriflerin alman olmadığını anlama olayına "parmakla üç işareti gösterme" gibi muazzam bir mantığa bağlayan herif, "sweet dave koltuksuz asla bir yere gitmez" gibi sikko bir mantıkla olayları çözdürmüş. wtf? ve birisi bana açıklayabilir mi o kapının kırılba sebebi nedir arkadaş?
filmin iyi yanları da var tabi. hemen hemen tek mekan sayılacak bir filmde tüm yönetmenlik ve yazarlık ustalığını göstermiş adeta sinema dersi vermiş tarantino. klasik tarantino şiddeti bu filmde az ama çok yerinde. yorumlara bakınca çoğu insanın sıkılmasının sebebi bu olmuş filmde. bence gerilimi ilmik ilmik çok güzel işlemiş.
ilk defa bir tarantino filmde kadının güzelliği değil de oyunculuğunun ön planda olduğunu gördüm. jennifer jason leigh "daisy domergue" karakteriyle döktürmüş. gerçi filmin ilk 1.5 saatinde fazla konuşması ve mimiği yok fakat olayların en pik noktaya ulaştığı anda j.j. leigh gerçekten döktürmüş. tam bir villian oluveriyor. oradaki 7 erkekden daha tehlikeli bir konuma çıkıyor adeta ve oyunculuğu ile bunu izleyiciye müthiş geçiriyor.
---spoiler---
he bir de tarantino'nun alametifarikası aforizmaları olmazsa olmaz.
reservoir dogs'ta steve buscemi'nin "garsonlara bahşiş verme" konuşması,
pulp fiction'da john travolta'nın "ayak masajı" konuşması,
kill bill'de uma thurman ve david carradine'in "intikam ve aşk" konuşması,
inglorious basterds'da christoph waltz'un "sıçan-yahudi" benzetmesi,
django unchained'te leonardo dicaprio'nun "kafa tası ve kölelik geni" konuşması akılda kalıcı monologlardandır.
the hateful eight'te tim roth'un "adalet" üzerine söylediği şeylere bayıldım açıkcası.
Kod Adı: U.N.C.L.E. filmine yorum yazdı:
Nerede o eski Guy Ritchie...
Hollywood'un bıkmadan usanmadan 80 yıldır yaptığı klişelerin, saçma mizansenlerin, güldürmeyen basit esprilerinin hepsi vardı bu filmde. Snatch, Lock Stock and Two Smoking Barrels hepsini geçtim felsefe, tespit ve aforizma yardırdığı Revolver filmini çeken adam bu mu diye düşündürmeye başladı artık. Tarzını gerçekten severdim ama özgünlüğünü yitirmiş bu filmde.
Açıkcası geçen sene can ciğer arkadaşı Matthew Vaughn'ın yaptığı "Kingsman" filmi aksiyon, mizah ve sinematografi açısından bu filmden daha doyurucuydu.
Marble Hornets dizisine yorum yazdı:
bu dizi nasıl eklenmemiş hayret ettim. sinefillerin direkt dikkatini çekeceğini düşündüm. internette rastgele gezinirken keşfettiğim bir şey oldu Marble Hornets. 2009 senesinde başlamış ve hakkında baya yazılıp çizilmiş. "Lost" türü gizemin "Blair Witch" türü korkuyla birleştiğini hayal edin.
ben elemanları baya başarılı buldum. projeyi de öyle ucu açık bitirmişler ki bayağı teoriler atılmış ortaya.
saykodelik filmleri ve serileri sevenlerin Marble Hornets'ı da seveceğine inanıyorum açıkcası.
izlemek isteyenleri şöyle alabilirim:https://www.youtube.com/user/MarbleHornets
Better Call Saul dizisine yorum yazdı:
Breaking Bad kadar hızlı başlamadı bana göre (her ne kadar ilk sezon sıkıcı diyenler çok olsa da) ama yine de sinematografisinden, senaryo akışına kadar çok güzel bir dizi olacağa benziyor. Büyük ihtimal Breaking Bad gibi ilerki sezonlar yükselişe geçecektir.
Saul Goodman Breaking Bad dizisinde de yakın kadrajda sevilen bir karakterdi. ki gerçekten içi iyi doldurulmuş üç boyutlu müthiş bir karakterdi. Bir spin-off olacaksa zaten Saul Goodman'dan başka iyi seçenek olamazdı.
Şu an için merak ettiğim tek şey dizinin ilk bölümünün ilk 5 dakikası (siyah beyaz gösterilen sekans) bu hikayenin zaman olarak neresinde durduğudur. Breaking Bad'den sonrası mı? (ki böyle olursa müthiş bir boşluğu doldurmuş olurlar) yoksa Breaking Bad'in başlangıcına denk gelen bir zaman mı? İzleyip göreceğiz.
Karabasan filmine yorum yazdı:
bir film bu kadar iyi başlayıp, dramatik yapısıyla göklere yükselip... bu kadar mı finalinde batırır her şeyi.
anne çocuk arasındaki dramatik yapı iyi kurulmuş ve o duyguları çok başarılı vermiş yönetmen. hatta bu dramatik yapı filmin geriliminin çok üstüne çıkıyor. aslında bu sevdiğim bir şey. amma velakin. filmin son 20 dakikası çok gereksiz uzatılmış ve üstelik finalde babadook'un beslenebilir bir pet olması çok yavan bağlanmış bir durum. çok kötü. ulan koskoca babadook'u boncuk isminde bir köpek gibi bodrumda beslemeye başlıyorsun. yönetmene "sen hayırdır ya?" diye sorarlar arkadaşım.
Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi filmine yorum yazdı:
Üçlemesinin ardından Biutuful gibi bir filmle hayal kırıklığı yaratan Inarritu’nun sinema dünyasına adını altın harflerle yazışını...
Micheal Keaton’ın Hollywood’da yaşlanmanın kariyeri bitirdiği tabusunu performansıyla fersah fersah yıkışını...
Yalnızca 15 sene önceki Fight Club ve American History X oyunculuğuyla hatırlanan Edward Norton’ın müthiş performansıyla asla unutulmayacağını...
Emmanuel Lubezki’nin eline su dökülemeyecek kadar usta bir görüntü yönetmeni olduğunun yadsınamaz ispatıdır.
Film için söylenecek çok şey var ama en akılda kalanı bunlardır bana göre..
(ayrıca kurgu dalında Birdman’i aday yapmayan Akademi ağır liselidir. Bunu da söylemiş olayım)
Godzilla 3D filmine yorum yazdı:
Filmi "karantinaya" almak bi' manidar geldi.
Yazayım dedim.
Büyük Yönetmen filmine yorum yazdı:
komedi ve drama gibi birbirine tezat iki sınıfın nasıl güzel harmanlanabileceğini gösteren birpablo bergerfilmidir.
---spoiler---
karakterin basit bir ansiklopedi satıcısı iken bir an da para kazanmak adına karısıyla kendisinin pornosunu çekmeye başlaması ve ardındaningmar bergmanhayranlığı ile birlikte uzun metraj sanat filmi çekmeye hevesli bir yönetmene dönüşmesini anlatan güzel bir taşlama.
işin taşlama kısmı ise (kendi yorumuma göre tabi bu) sanat filmlerinin çok müstehcen bulunması. pablo berger ispanyanın bu tür tutuculuğunu eleştrirken senaryoda çok güzel bir ironi yakalaması bence filmin esas başarısı olmuş. yani bu tarz bir düşünceyi taşlarken baş karakter alfonso'nun dramatik yapısı ise bu tür müstehcen bir sahneye karısını oynatmak zorunda kalmasıdır. bence filme tezat düşen bu olay filmi klişe bir yoldan alıp güzel yerlere taşımış.
ve tabi ki pablo berger'in film içinde , carmen'in ağda yaptığı kadına "paris'te son tango filmini müzikal zannetmiştim fakat müstehcen bir ... Devamıkomedi ve drama gibi birbirine tezat iki sınıfın nasıl güzel harmanlanabileceğini gösteren birpablo bergerfilmidir.
---spoiler---
karakterin basit bir ansiklopedi satıcısı iken bir an da para kazanmak adına karısıyla kendisinin pornosunu çekmeye başlaması ve ardındaningmar bergmanhayranlığı ile birlikte uzun metraj sanat filmi çekmeye hevesli bir yönetmene dönüşmesini anlatan güzel bir taşlama.
işin taşlama kısmı ise (kendi yorumuma göre tabi bu) sanat filmlerinin çok müstehcen bulunması. pablo berger ispanyanın bu tür tutuculuğunu eleştrirken senaryoda çok güzel bir ironi yakalaması bence filmin esas başarısı olmuş. yani bu tarz bir düşünceyi taşlarken baş karakter alfonso'nun dramatik yapısı ise bu tür müstehcen bir sahneye karısını oynatmak zorunda kalmasıdır. bence filme tezat düşen bu olay filmi klişe bir yoldan alıp güzel yerlere taşımış.
ve tabi ki pablo berger'in film içinde , carmen'in ağda yaptığı kadına "paris'te son tango filmini müzikal zannetmiştim fakat müstehcen bir film çıktı. ispanya'da böyle şeyler olmaz" dedirterek "işte ben yaparım" demesi beni bayağı güldürdü.
---spoiler---
Alps filmine yorum yazdı:
bugün bir kez daha toplucanak izlediğimiz ve benim milyonlarca kez izlemekten bıkmayacağım bir giorgos lanthimos filmidir. filmin alt metni çok dolu. bireysel sıkıntılar ile ilgili çok güzel anlatılara sahip.
başkalarının hayatı. hayatta bize biçilen roller. başka hayatlara dahil olma ihtiyacı.
jimnastik hocası karakteri.
başkalarının yerine geçmekten müthiş bir haz alıyor. kör kadının kocası rolü onun için çok eğlenceli. onu öpmek. ona hikaye anlatmak. bunları anlatırken ki ses tonuyla bunu çok güzel vermiş. filmin ilerleyen sahnelerinde başkalarının yerine geçen bir gruptan olsa da hayatında birinin eksikliğini yaşar (19 senedir gittiği berber) ve artık kendisi bir müşteri olur ve kendi acısını başkalarına yamamaya çalışır.
ambulans şöförü karakteri. alpler grubunun lideridir.
kendinde lider vasfı görür ve gruba hep müdahele etme gereği duyar. kendine alp dağlarının en büyüğünün ismi olan ’mont blanc’ lakabını koyar. tekrar izlediğimde di ... Devamıbugün bir kez daha toplucanak izlediğimiz ve benim milyonlarca kez izlemekten bıkmayacağım bir giorgos lanthimos filmidir. filmin alt metni çok dolu. bireysel sıkıntılar ile ilgili çok güzel anlatılara sahip.
başkalarının hayatı. hayatta bize biçilen roller. başka hayatlara dahil olma ihtiyacı.
jimnastik hocası karakteri.
başkalarının yerine geçmekten müthiş bir haz alıyor. kör kadının kocası rolü onun için çok eğlenceli. onu öpmek. ona hikaye anlatmak. bunları anlatırken ki ses tonuyla bunu çok güzel vermiş. filmin ilerleyen sahnelerinde başkalarının yerine geçen bir gruptan olsa da hayatında birinin eksikliğini yaşar (19 senedir gittiği berber) ve artık kendisi bir müşteri olur ve kendi acısını başkalarına yamamaya çalışır.
ambulans şöförü karakteri. alpler grubunun lideridir.
kendinde lider vasfı görür ve gruba hep müdahele etme gereği duyar. kendine alp dağlarının en büyüğünün ismi olan ’mont blanc’ lakabını koyar. tekrar izlediğimde dikkatimi çeken husus ve kafama takılan bir soru vardı. bu adamın ne işi vardı böyle bir grupta. kendisi de tanımladığı insanlar gibi boşluklara sahipti. hemşire ile aralarında geçen "kupa" muhabbetleri çok anlamlıydı. sahip olduğu kendi eşyasını kullanmaktansa sürekli "senin kupanı kullanmamda bir sakınca yok değil mi?" diye soruyordu. başkalarının malı kendi gözünüzde kutsal bir objedir düşüncesini çok güzel veriyordu. aynı zamanda alpler grubunun mottosu da buydu zaten. başkalarının hayatında kutsal birer objeye dönüşmek. başkalarının rollerini oynamak.
jimnastikçi kız karakteri. nam-ı diğer minik.
filmin giriş ve final kısmı sinematik anlamda bir klasiktir. başladığı sahne ile biten filmler bir döngüyü tamamlar gibidir. bu döngüyü bu karakterin klasik bir müzikte ritm jimnastiği yapmasıyla başlar ve sürekli hayalini kurduğu pop müzikle dans etmekle son bulur. bu karakter filmin en önemli parçalarından biridir. alpler grubu bu kıza sürekli roller biçer. hiç birini beceremez. söylemesi gereken cümleleri adam akıllı kuramaz. ’mont blanc’ tarafından sürekli cezalandırılır. hayatta en ufak başarı elde edememenin verdiği acıyla filmin bir yerinde kendini asmaya yeltenir. başkalarının hayatları bile olsa başarısızlık ona çok büyük acılar verir. filmin sonunda yalnızca pop müzik ile güzel dans edebilmenin onu mutlu etmesi "kendi hayatınızdaki en ufak başarılarla mutlu olunabileceğini" çok iyi veriyordu ve aslında başkalarının hayatına bakmayı kesmemizi çok iyi betimliyordu ki bu da filmin mottolorundan biriydi.
hemşire karakteri. ana karakterimiz.
bu karakter hakkında bildiğimiz tek şey hemşire olduğu ve sadece babasıyla yaşadığıdır. ona hayatın biçtiği rol gün içerisinde babasına belli saatlerde göz damlaları sıkmak. kendi hayatı o kadar sıkıcı gelmektedir ki alpler grubunun ona biçtiği "rol oynama" ritüeline müthiş bir şekilde takıntılı. tenisçi kızın ölümünü gruptan saklayarak bu rolü kendine biçmiş ve o aileye kendi ailesiymiş gibi deli gibi bağlanması olağanüstüydü. diğer oynadığı rollerin yanında duygu dolu mimiklerle oynadığı (bunun lanthimos’un bilerek yaptığını düşünüyorum) tek hayattı tenisçi kız. ’mont blanc’ tarafından bu sırrının ortaya çıkmasıyla o ’’alternatif hayat’’ kızın elinden alınır. hemşire karakteri burada delirmeye başlar. günlük hayatta bile öyle bize biçilen görevler , başkalarına ait hayatları kaybettiğimizde o kadar derin bir boşluk içine düşeriz ki kendi hayatımızı bile yaşamaktan aciz oluruz. nitekim hemşire karakteri de filmin sonlarında bir histeri krizlerine giriyordu. babasını baştan çıkarıp annesinin rolüne bürünmeye çalışıyordu. babasının dans eşiyle sosyopat bir şekilde dans etmesiyle babasının rolüne bürünmeye çalışıyordu. tenisçi kızın sevgilisini çalışmadığı saatler evine davet ederek tenisçi kızın hayatından vazgeçemediğini ve ona gittikçe büründüğünü görüyorduk. atıldıktan sonra bile tenisçinin ailesinin evine zorla hırsız gibi girip rolünü oynamaya devam ediyordu.
bu detaylarla birlikte bu filmi ilk izlediğimde 3 gün kendime gelememiştim.
hayata dair en ufak şüphelerde tekrar tekrar izlenmesi gereken gerçek bir başyapıt. bugün dost meclisi tarafından saatlerce bahsettiğimiz gibi bu yunan sineması şu ana kadar yapılmış en yeni ve farklı şey. giorgos lanthimos’dan bu başarının devamını diliyoruz.
Ah be. bu sefer çok da olmamış be. :( hayal kırıklığı yorumlarını okudum, inanmak istemedim ama evet biraz öyle olmuş. Lanthimos; biraz Amerikan gazıyla mıdır nedir bilemedim bu filmiyle o tuhaf atmosferini ve anlatısını değiştirmiş. Film, yine Lobster filmi gibi ikiye bölük bir şekilde ilerliyor. Filmin ilk yarısını izlerken o kadar üzüldüm ki. çünkü o kadar iyi değildi ki. sürekli bir zoom-in ve zoom-out açılar, diğer filmlerinin atmosferine uysa da bu filmde çok uymayan o Lanthimosvari donuk oyunculuk... neyse ki filmin ikinci yarısı tam bir Lanthimos filmine dönüştü ve birazcık keyiflendirdi. ne kadar hayal kırıklığı olursa olsun tabi ki hiç kötü bir film değil bu arada. hatta ortalamanın da üstünde. özellikle final sahnesi gerçekten sinirleri hat safhada bozdu. çıkışta bi’ 1 saat nefes alamadım o sahneden sonra. çok iyiydi.
filmin kafamı karıştıran birçok şeyi oldu. di ... Devamı
Ah be. bu sefer çok da olmamış be. :( hayal kırıklığı yorumlarını okudum, inanmak istemedim ama evet biraz öyle olmuş. Lanthimos; biraz Amerikan gazıyla mıdır nedir bilemedim bu filmiyle o tuhaf atmosferini ve anlatısını değiştirmiş. Film, yine Lobster filmi gibi ikiye bölük bir şekilde ilerliyor. Filmin ilk yarısını izlerken o kadar üzüldüm ki. çünkü o kadar iyi değildi ki. sürekli bir zoom-in ve zoom-out açılar, diğer filmlerinin atmosferine uysa da bu filmde çok uymayan o Lanthimosvari donuk oyunculuk... neyse ki filmin ikinci yarısı tam bir Lanthimos filmine dönüştü ve birazcık keyiflendirdi. ne kadar hayal kırıklığı olursa olsun tabi ki hiç kötü bir film değil bu arada. hatta ortalamanın da üstünde. özellikle final sahnesi gerçekten sinirleri hat safhada bozdu. çıkışta bi’ 1 saat nefes alamadım o sahneden sonra. çok iyiydi.
filmin kafamı karıştıran birçok şeyi oldu. diğer tüm filmlerinde kendi evrenini biraz daha bariz anekdotlarla veren Lanthimos bu filmde neyi, neyle anlattığını biraz daha dolaylı ve uçları açık şekilde anlatıyor. hikayenin esas mesajını, açıklamadığı bazı şeylerle çok boğmuş. diğer tüm filmlerinde kendi evrenini çizer, sınırlarını belirler ve onun içinde dilediğince oynardı. burada bu evrenin sınırları pek yok, filmin alt metni açıklanmayan ve neye referans verdiği belli olmayan olaylarla biraz boğulmuş. tahmin ediyorum herkeste hayal kırıklığı yaratan kısım bu oldu.
bu arada yanlışsam düzeltin. "The Killing of a Sacred Deer"ın gerçek karşılığı "Kutsal Geyiğin Ölümü" değil de "Kutsal Geyiği Öldürmek" veya "Kutsal Geyiğin Öldürülmesi" olsa çok daha anlamlı olurmuş. ne demek istediğimi filmi izledikten sonra anlarsınız. :)