şiirsiz yaşanır mı, sevdiğiniz şiirler ?

PİYER LOTİ

Esrar!

Tevekkül!

Kısmet!

Kafes,han,kervan

şadırvan!

Gümüştepsilerderaksedensultan!

Mihrace,padişah,

binbiryaşındabirşah.

Minarelerdesallanıyorsedefnalınlar,

burunlarıkınalıkadınlar

ayaklarıylagergefdokuyor.

Rüzgarlardayeşilsarıklıimamlarezanokuyor!>>





İstefrenkşairiningördüğüşark!

İste

dakikada1.000.000basılan

kitapların

şarkı!

Lakin

nedün

nebügün

neyarın

böylebirşark

yoktu,

olmayacak!



Şark

üstündeçıplak

esirlerin

açgeberdiğitoprak!

Şarklıdanbaskaherkesin

ortamalıolanmemleket!

Açlığınkıtlıktanolduğudiyar!

Ağzınakadar

buğdayladoluambar!

Avrupa'nınambarı!





Asya!

Amerikandretnotlarınınteldireklerine

seninÇinlilerin

uzunsaclarından

sarımumlargibiasıyorlarkendilerini!

Himalayanın

enyüksek

endik

enkarlıtepesinde

Britanyazabıtlerıcazbantçaldırıyorlar,

karatırnaklıayaklarınıdaldırıyorlar,

Paryaların

beyazdişliölüleriniattığıGanja!

Anadolubaştanbaşa

Armıstrongun

talimmeydanıoldu!

Asyanınbağrıdoldu!

Şark

yutmayacak

artık!

Bıktıkbebıktık!

İçinizdenbiri

canverebilsebile

açlıktanölenöküzümüze,

burjuvaysaeğer

gözükmesingözümüze!

Hattasen

senPiyerLoti!

Sarımuşambaderilerimizden

birbirimize

geçen

tifusunbiti

sendendahayakındırbize

Fransızzabıtı!

Fransızzabıtısen

oüzümgözlüAzadeyi

birorospudan

dahaçabukunuttun!

Kalbimizediktiğin

Azadenintaşını

birtahtahedefgibitopatuttun!

Bilmeyenler

bilsin:

senbirşarlatandanbaşkabirseydeğilsin!

Şarlatan!

ÇürükFransızkumaşlarını

yüzdebesyüzihtikarlaşarkasatan:

PiyerLoti!

Nedomuzbirburjuvaymışsınmeğer!

Maddedenayrıruhainansaydımeğer,

Şarkınkurtuldugugün

seninruhunu

köprübaşındaçarmıhagerer

karşısındacigaraiçerdim!

Benelimisizeverdim,

sizeverdikbirelimizi

kucaklayınbizi

Avrupanınsankulotları!

Sürelimyanyanabindiğimizalatları!

Menzilyakın

bakın

kurtuluşgünüartıksayılı.

Önümüzdeşarkınkurtuluşyılı

bizekanlımendilinisallıyor.

Alatlarımızemperyalizmingöbeğininallıyor.



NazımHikmet

1925

Varla yok arasındayım

Varla yok arasındayım

Hep, varla yok arasındaydım.

Zaten.

Ben bilmedim ki

niye teyelliyim, niye?

Varla yok arasında

Varla yok arasında

Elimde bir kırık testi

Elimde bir kırık testi

Nereye bırakayım!

Birhan Keskin
Bir Gece / Özdemir Asaf

gecede bir uyku,

uykunun içinde ben...

uyuyorum,

uykudayım,

yanımda sen

uykunun içinde bir rüya,

rüyamda bir gece,

gecede ben...

bir yere gidiyorum,

delicesine...

aklımda sen.

ben seni seviyorum,

gizlice......

el pençe duruyorum,

yüzüne bakıyorum,

söylemeden tek hece.

seni yitiriyorum,

çok karanlık bir anda...

birden uyanıyorum,

bakıyorum aydınlık;

uyuyorsun yanımda,

güzelce....
"Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan

Sicim yağmur taklidi

Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan

Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan.

Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut

Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla

Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.

Seni sevince pazara çıktım sevinçten

Enginar aldım süper enginarlar diye bağıran adamdan

Oturup ağladım sonra, şaşırdın.

Bu süper oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.

Canımın acısıydın.

Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.

Sevişmiştik.

Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri

Sevişmiştik.

Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü

boşaltmış gibi

Seni sevince kıpırdayan her şiiri

Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.

Sonra gittin.

Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.

Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini

Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.

Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.

Sonra gittin.

Çocuk oldum bir daha, ağladım.

Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.

Kitaplar, aşk, her şey.

Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.

Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım

Sonra gittin.

Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.

Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.

Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.

Söz dedim, söz verdim.

Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.

Güneşi özledim, sonra seni

Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.

Sonra gittin

Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda

Sicim yağmur taklidiydi

Artık iyice inceldi."

Didem Madak
günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni

kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini

ben ne kadar önemserdim kendimi hay allah

sen ne kadar kumraldın aynalarda hay allah

temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa

gel bağışlayalım birbirimizi..

TURGUT UYAR
Çağrılmayan Yakup / Edip Cansever

I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup

Bunu kendine üç kere söyledi

Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar

O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım

Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli

Daha hiç çağrılmadım

Biri olsun "Yakup!" diye seslenmedi hiç

Yakup!

Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım

Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim

Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım

Sonra bir güzel yıkanayım da.

Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum

Sanki böyle niye ben oradan geliyorum

Telaşlı, aç gözlü kurbağalara

Bakmaktan

Bilmiyorum

Bilmiyorum, bilmiyorum

Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup

Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü

Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü

Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu

Onlar işte hep boyuna koşuyordu

Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve ölgün

Birileri çıkıyordu

Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık

Bir pencerenin sokağa doğru içinde

Bu uyum korkunçtur Yakup!

Yakubun olması korkunçluğudur bu

Dünyanın insana doğru içinde

Yakup, Yakup!

Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum

Lambayı söndürmesinler, geliyorum

Siz bütün lambaları yakın, evet

Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup

Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya

Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun

Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık

Hep böyle istiyorum, ayıp değil ya

Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum

Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde

Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum

Bir ölünün günü boyayan renginde

Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar

Kayalardan dondurmalar sorduğum

Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli

Kim bilir ne diyordum

(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına

Bir baykuş tarafından

Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu

Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı

Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak

Bunu Yakup söyledi

Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense

Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum

Kızgın kağıtların üstüne

Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu

Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen

Oluyordu ve bir de

Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben

Kendimi koruyordum

Bunu bana Yakup söyledi

Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği

Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup

Ben

Bunu hep biliyorum

Bunu hep biliyorum ve işte

Özgürüm, cezasız duruyorum.

II

Kurbağalara bakmaktan geliyorum

Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi

Telaşlı, açgözlü kurbağalara

Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf

Ve Yusuf değil

Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum

Ve durmuyorum. Ben işte Yakup

Yok artık karıştırmıyorum.

Taş merdivenleri ağır ağır çıktım, bunu ben böyle yaptım

Eski taş merdivenleri. Yanımdan bir sürü adam

Geçti ve kolayca gittiler

Müzik aletleri renginde ve pırıl pırıl gittiler

Yanan güneşin altında

Onlar ki.. onlara benzer şeyleri ben çok gördüm

Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar

Ve sordum

Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun

Ve onlar daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki

Yakup ve onlar nasıl olsunlar. İşte ben taş merdivenleri

Kurbağalara bağlayan taş merdivenleri

Durmadan kendimle karıştırıyordum

Kimse beni tutup çıkarmıyordu

Vıcık vıcık taşlar duyuyordum ayaklarımın altında

Anlamsız, yapışkan bir yığın taşlar

Yoruldum! bunu sanki biri söyledi

Yakubun biri

Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim

Kendime bir isim düşünerek

Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır bu kimse değil

Ancak gelebildim

Aşağıda bir luna park kımıldıyordu. Ah kurbağalara bakmam gecikecek

Luna park kımıldıyordu, hem öyle değil

Bu uyum korkunçtur Yakup

Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde

Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup

Yakuup!

Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı

Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup

Kurbağalara bakman gecikecek, bunu ben nasılsa söylüyorum

Nasılsa ben bunu bir kere söylüyorum

Günşse kırmızı top taşıyan bir adamın tahta bacağını çok yakıyordu ki

Adam içinden bağırdıkça dünya

Ters yönden yaratılıyordu, diyebilirim

Bir öğle üzeriydi adamın içindeki kalp

Kan kalp

Kırmızı top

Yakıcı dönüşümler çıkaran

Belli ki susmak yaratılmamış şekliydi dünyanın

Öyle değil mi Yakup

Hemen hemen öyleydi, Yakup bunu söyledi

İyi ki söyledi. Ara katta bir pencerenin önüne ancak gelebildim

Şimdi bir kurtarabilsem ayaklarımı

O benim ayaklarımı.. taşlardan

Bir kurtarabilsem

Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim

Bir zamansızlığın Yakuba doğru içinde

Saat on yediyi ve yirmi biri

Gösteriyordu ki, ben nerdeydim

Her saniyedeki ve işte her saniyedeki

Ben, yani Yakubun o dağılgan şekli

Nerdeydim.

Bilmem ki. Bir avukat benim ellerimi tuttu. Gözlüklü bir kadındı bu, iyi mi

Kim bilir bir çağın neresinden burada. Anlaşılması

Yoktu ki. Kendine özgü bir duruşu

Yoktu ki. Pek güçlü kolları vardı yalnız

Ne diyordum, ben işte Yakup

Çekiverdi beni taş hamurun içinden

Pek öyle gürültüyle değil

Bir başka yapışkanlığın içine

Çekiverdi beni

Göğüsleri pek hoştu, ipekli bir giysinin altındaydı onlar

Sonra elleri ve kalçaları pek hoştu

Kılların ve bütün oynak yerlerin ölümlere doğru içinde

Bacaklarıyla bir şeyler bir şeyler bir şeyler yapıyordu artık

Onu ben çok iyi görüyordum. Ama çarşaflar, öyle bir takım kıpırdanmalar araya

giriyordu

Engelliyordu bizi

Ter içindeydik. Ellerimden çekiyordu. Ter içindeydik

Beni kurtarmak istiyordu, bir isim gibi Ben'i

Ter içindeydik

Terlerimiz üstümüzde duruyordu, yıkanmış yeni kaplar gibiydik

Üstümüzde ölgün ve kararsız su tanecikleri bulunan

Biz Yakup

Biz gözlükten, taş hamurdan ve beyaz çarşaflardan

Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış

Kurbağalara geldik.

III

Kurbağalara bakmaktan geliyorum

Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi

Masalarda oturmuşlardı. Ben oradan geliyorum

Yazı makineleri, kağıt sesleri

Ben oradan geliyorum.

Önce bir kenarda durdum, hiç kimse beni çağırmadı

Sonra bir yer bulup oturdum. Hadi bir sigara içeyim dedim

Olmaz, dedi mübaşir kılıklı kurbağanın biri

Belli ki yeni tıraş olmuştu, bana yakasından bir kopça eksik gibi geldi

Öyleyse peki, dedim, ayağa kalktım, şöyle bir duvara dayandım

Bu kez de duvarlarda sanki duvarca bir sözdizimi

Olmaz ki, Yakup!

Peki Yakup ne yapsın, bu aklımdan bile geçmedi

Herkesin durduğu bir yere gittim. Ben Yakup

Ya onlar kimdi

Aralarına aldılar beni. Artık ben hiçbir şey göremiyordum

Biri bir şeyler söylüyordu yalnız, yüksekçe bir yere oturmuş

Onu ben duyuyordum

Duyuyordum, sesi başımın üstünden dünyaya yayılıyordu

Ve "Yakup" sesini ancak anlıyordum. Yakubun ötesinde

Birtakım sözler ediliyordu, onları ben anlamıyordum

Anlamıyordum ama, iyi sözler söylemiyorlardı benim için

Sonra bir şey daha vardı anlamadığım: yani ben neydim ki, ne yapmış olmalıyım

Ben, yani Yakup

Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin

Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi

Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde

Diye düşündüm ya ben

Ben, yani Yakup

Bütün gücümle bunu bağırdım

Ben ki bağırdım işte, bütün kurbağalar bir olup beni dışarı çıkardılar

Bir odaya aldılar beni, ellerime gözbebeklerime

Daha başka yerlerime de baktılar

Sonra bilmiyorum ki, kapıyı gösterdiler bana

Ben, Yakup, beni hiç kimse çağırmadı

Sokağa çıktım, bir sürü yerlerden geçtim. Şimdi

Hatırlıyorum da, bir deniz kıyısında azıcık durabildim

Yosunlar, kumlar, şeytan minareleri

Ve kumlarda katılaşmış kıvrımlar

Bağırdım, bağırdım, bağırdım

Tanrının ayak izleri!

Tanrının ayak izleri!

IV

Kurbağalara bakmaktan geliyorum. Ben Yakup

Bunu Yakup söyledi

Yıkanmış çamaşırlar duruyordu odamın penceresinde

Gök işte bu beyazlıktan azıcık alıp veriyordu, diyebilirim

Bir kırlangıç onu kirletmese

Ki onlar o kadar çok siyahtırlar ki, ben

Onları hiç sevmem

Ve demek ki benim odamda hiç kimseler yoktur

Odamın düşünülmesi halinde bile

Kimseler yoktur

Biri sanki çarşıya çıkmıştır sürekli bir biçimde

Ve biraz da çarşılar

Ve durmadan satılan o kırık dökükler bitmez ki

Bitmesin

Çünkü bir gün bir boy aynası satın almak istiyorum ben

Kirli ve eski

Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde

Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin

İntiharlara doğru büyüyen içinde

Ben, yani Yakup

Kurbağalara bakmaktan geliyorum işte

Açgözlü, mor kurbağalara

Akşama doğru birdilim ekmek yiyeceğimbelki

Bir bardak da süt içeceğim. Sonra

Bir güzel uyumak istiyorum, bütün gün çok yoruldum

Ben

Gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan

Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup

Uyumak istiyorum.

Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım

Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.

Edip Cansever / Çağrılmayan Yakup (1966)
GÜLŞİİR

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

Sorular sormak için geldim şu dünyaya
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası...Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...

Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kağıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile...

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap
Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
Geceyarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...


Ahmet ERHAN
sen beni öpersen belki de ben fransız olurum

şehre inerim bir sinema yağmura çalar

otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür

dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır

çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi

o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin

hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur

ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek

elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim

elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim

belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma

bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün

yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü
Karşıtlar olmadan ilerleme olmaz..

Çekim ve itim, akıl ve enerji, aşk ve nefret, insanın varoluşu için gereklidir..

Bu karşıtlıklardan dinsel olanın iyi ve kötü olarak adlandırdığı şey doğar..

İyi akla boyun eğen edilgen taraftır.

Kötü ise kaynağını enerjiden alan etken taraftır..

İyi cennettir, kötü cehennem..

Cennet Ve cehennemin Evliliği, BLAKE
MASA DA MASAYMIŞ HA

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip CANSEVER
Bir mesaja cevap veriyorsunuz.
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL