şiirsiz yaşanır mı, sevdiğiniz şiirler ?

Akçaburgazlı Yekta'nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur / Turgut Uyar

Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm.

Beni kapıdan karşılayıp ağırlarlardı.

Sofralarına konuk ederlerdi.

Onlar iki kişiydi ben birdim.

Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Kapılarını kapım bellemiştim.

Evlerinde oturacak yerim vardı.

Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm.

Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktaydı.

Tahtadan yapılmıştı.

Beni kapıdan alırlardı, -hoş geldin- derlerdi, onları sevindirirdim.

Birlikte yaşıyorlardı, çocuksuzdular.

Birinin adı Gülbeyaz'dı, o kadındı, öbürünün adı Sinan'dı, o erkekti.

Ben otuzunda Yekta'ydım,

Akçaburgazlıyım, oradan geldim,

Herkes bir yerlidir çünkü, Ben, Yekta bunu pek hoş buluyordum.

Sonra az ışıklı odalarına çıkardık. Bana yeniden -hoş geldin Yekta, bizi

sevindirdin senin yanında birçok şeyleri hatırlıyoruz- derlerdi. Serin

örtülü minderlere oturmak için ayakta dururduk. Beklerdik, Perdeleri

beyaz nakışlı olurdu. Halıları bütün odanın döşemesini usulca mor mor

örterdi. Patlıcan örnekleri ve turuncu güneşler vardı üstünde.

Birden hepimizin aklına o denizler gelirdi. Ayakta durmayı istemezdik. Serin

örtülü minderlere otururduk.

Bana -serin örtülü minderlerimizin üstüne otur- derlerdi.

Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Evlerinde oturacak yerim vardı.

Tütün sunarlardı.

Bir dinlenme zamanı kadar birbirimizi duyardık. Alışmak için zorluk çekmezdik.

Çünkü karşıt yerlerimiz kalmamıştı bilirdik. Girintilerimiz çıkıntılarımız

uygundu. Sussak da ses çıkarmazdık.

Karanlık her yere girerdi. Çünkü her yerde gece olur, Ben, Yekta bunu pek hoş

buluyordum.

Karanlık, serin örtülü minderleri sarmalayan az ışıklılığı altedemezdi. Çünkü

biz öyle bellemiştik. Halı da az ışıklı kalırdı, onun güneşleri,

patlıcanları da, minderlerin serinliği de. Az ışık, bizim, yani onların ve

benim, Yekta'nın, kaçtığımız yer değildi. Birbirimizin ışıktan kaçıracak

yerlerimiz yoktu. Az ışıkta da çok ışıkta da değişmezdik. Hep tıpkı

kalırdık.

Orda buluşmayı severdik yalnız.

Sarı bir kuşları vardı.

Adına kanarya derlerdi. Küçük bir kafeste odayı doldururdu.

Ama ben onların ölümlü, yanılgan insan,

Geçen ve bir daha geri gelmeyen bir rüzgar

olduklarını unuttum.

Çünkü unutmak bana göreydi.

Çünkü ben de ölümlüydüm. Ben, Yekta, bunu pek hoş buluyordum.

Bu unutmak değildi, içinde olmaktı onun.

Önceleri daha iyi mi idi, bilmiyorum.

Gidip geldiğim,

Durulduğum koyu geceler vardı. Yıkık değildim.

Yıkılıp yeniden kurulmamıştım ama, yıkık değildim.

Gaz lambaları yakardık,

Ensiz çalgılar çalardık geceye.

Tekliğimiz ayışığına boğulur giderdi.

Teker teker üçer kişi olurduk. Öyle de iyiydi.

Ben ona, Gülbeyaz kadına, eski yalnızlığımı söylerdim.

Ben söyledikçe eskirdi,

Uzaklaşırdı.

Onunla. Gülbeyaz'la bakışır ısınırdık.

Sonra yanılgan insanlığım başladı.

Birinde üç gece dört gündüz orada, evde kaldım.

Üç gece dört gündüz Sinan'ın yatağında kaldım.

Gülbeyaz'la Allanın emri olduk.

Ne o beni kandırmıştı,

Ne ben onu baştan çıkarmıştım. İkimiz de bildiklerimizin ötesine,

bulduklarımızın üstüne çıkmak istemiştik. Bir noksanlığı vardı sanıyorduk

bütün olanların belki. Ama aslında bütünlüklerimize bahaneydik. Sinan

uzaktaydı. Sinan çemberimizin dışındaydı. Sonra ne bulduk.

Süregeldikçe kutsal gibi,

Kesildikçe kirli, utandırıcı.

Ama utancından kaçmayı biliyorduk.

Kutsal gibiliği üç gece dört gündüz kurtlar gibi bizi kovaladı.

Sonunda öyle bulduk.

Utandırıcılığı öbür insanlardan değildi.

Karşılaştırmadan değildi.

Birdenbire kendi boşluğundandı,

Gelip geçen avutuculuğundandı. Beklemesi vardı.

Kanaryayı görmek ayaklarımızı dolaştırıyordu.

Minderler serin değildi artık. Ben, Yekta, bunu pek hoş bulmuyordum.

Ama dördüncü gecenin yalnız sabahında yine,

O, Gülbeyaz

Benim ilk aklıma gelendi.

O kıyıdaki denizlerin mavişiydi artık.

Önce ve birden değişen dağlar oldu.

İstemek ve vermek başlamıştı çünkü.

Alamamak başlamıştı çünkü.

Gitgide düzelirdi biliyorduk.

Bunu bekliyorduk.

Yeni yeni yerler bulmuştuk birbirimizde

Onunla, yani Gülbeyaz'la ben.

Kaybettiğimizi bir zaman unuttururdu.

Bir zaman yerine yenilerini koyardı

Artık çok ışıktan kaçıyorduk. Gizleyecek yerlerimiz olmuştu birbirimizden.

Hem ikimizin ondan, yani Sinan'dan, hem birbirimizden.

Yine bir eksikliğimiz tamamlanmıştı galiba. İyice seçemiyorduk ama,

anlıyorduk. Uzun yaz gecelerinin durgunluğunu, geniş yapraklarının salıntısı

ile tamamlayan gizli bitkiler gibiydik. Kaçmamız telaşlı değil

sevindiriciydi önce. Ben o zaman, Tanrının, benim yapıma kattığı tatların,

bende ötedenberi durmakta olduğunu, daha ötelere kadar da durmakta

süregideceğini farkettim. Bu beni kendi yanımda yüceltiyordu. Gülbeyaz benim

toprağımı işleyen, kazmaydı. Günah olamazdı yaptığımız. Ben onun çeliğine

göreydim ancak. Biz her şeye inanmıştık. Her şey bizi inandırıyordu ama,

O'nun, Gülbeyaz'ın yanına artık,

Serin minderlerde oturmaya gitmiyordum.

Akşamüstleri yakıcı kırlardan suvata inen kır hayvanları gibi gidiyordum.

Kapıları benim çeşmemdi.

Ekmeğimi edindiğim ocaktı.

Bir bu benim dengemi sarsıyordu.

Beni. ateş sıcağında kavuruyordu.

Suvata inen yanık kır hayvanları gibi gitmemeliydim.

Kapısı ekmeğimi edindiğim ocak olmamalıydı.

Benim bu kavurgan sanılarını belki gizlediğimizdendi.

İnandığımı kurtarmalıydım.

Beni bulup çıkaran, ekleyip bütünleyen,

Bu duyguyu -Kurtulursa eğer bu güçlülüktü-

Arı duru etmeliydim, temizlemeliydim.

Önce onlardan çok iyi yüz gördüm.

Beni elimden tutar belliyordum.

Ona, Sinan'a -Bizi kov- dedim.

Onun kovduğu bizi ödeyecekti.

Onun gözünde kovulmuş olacaktık ama, biz kendimizi kutsanmış belleyecektik.

O, Sinan bizi kovmadı.

İnsanların adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu.

Bizi yakaladılar.

Yani Gülbeyaz'ı ve beni, Beni. Akçaburgaz'lı Yekta'yı. otuzunda.

Yargıçların katına diktiler umudum nerdedir.

Bizim inanarak ettiğimizi yerlere çaldılar, ululuğu nerdedir.

Biz onu bulmuştuk, tükürdüler.

Bizi kirlettiler, yazıklar oldu bize.

Benim donumu ve Gülbeyaz'ın donunu

Ve yattığımız yatağın örtüsünü

Yüreksiz kişilere gösterip onları güldürdüler.

Halbuki biz o örtülerde yatarken,

Aklımız en ulu yerlerdeydi gücümüz.

Biz o zaman yaptıklarımızın günahını değil, yüceliğini biliyorduk. Bu, iki

gücün bir yeniye varması, bir yeni yaratmasıydı. Bu çiftleşme değil

tekleşmeydi. Tekleşmenin bir yönüydü. Yazık bize. O zaman bütün insanlara

inanıyorduk. Yıkmak istediler yıktılar. Yazık bize. Herkesin bir gün

ağlayabileceği, herkesin varamadığı için kutsallığını bulamadığı bir yere

götürüp, yüreksizleri güldürdüler, bizi alçaltıp ağlattılar. Yazık bize.

Olsun yaptılar şimdi kime sığınalım.

Nereye gitsek o yıkıntı bizimle artık.

Yeniden kursak korkarız.

Bu yıkıntı toz duman. Donumuzu gösterdiler.

Yazık bize şimdi nereyi tutalım.

Hangi yolu belleyip oraya düşelim.

Önceleri onlardan iyi yüz görürdüm

Bana elmadan sıkılmış sular sunarlardı.

Serin minderleri vardı, Ben, Akçaburgaz'lı Yekta, Cahil çocuksuz, bunları

pek hoş bulurdum.

Yanılmadım pişman değilim bu da vardı.
yokuş yol'a

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan

dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan

kürdistan'da ve muş - tatvan yolunda bir yer kanar

muş - tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan

eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan

portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan

padişahlar ve muşlar kanar, darülbedayiler kanar

muş - tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki

orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen git gide büyürsen

benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar


Turgut Uyar
Ahmet Erhan gecesi olsun o vakit.. Ankara'nın hep acılı,sarhoş ve sarsak, şiirler çırpıştıran güzel insanı..

...

Bedeninin bir noktasından dalıp
Yüreğini bulabilirim
Geceyse, başlar yastığa düşerse
Ve yorgunsa yüzün
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip
Kandiller gibi başucuna koyabilirim..
Ey bütün tufanların ardında
Bulduğum dinginlik!
Göçmen çiçeği dünyanın
Kökleri ardısıra sürükleyen çılgınlık!
Madem ki yaşam bu
Madem ki taşın taş olmaktan öte
bir umarı yok
Bir türkü söyle kadınım
Yürüsün dünyaya mutluluk...

...

Meyvelerini taşıyamayan
Ağaçlar gibiyim
Sularını taşıran ırmaklar gibi..
Bu kadar mutluluk cok bana
Onu gunlere
Onu aylara bölmeliyim
Ve bir tek gülüşünü senin
Kutlamalıyım yıllarca...

...
"GöçmenÇiçek" şiirinden..
(...)

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası...Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...

(...)

Ahmet ERHAN - Gülşiir
Kurtuluş Parkında Bi Rakı Sonrası



Dokunuyor ve tutuluyorum kimselersiz bi girdaba.

Dönmesi başımın, hayatın bitmesi arası bi vakit

avutuyorum boğazımda düğümlenen olabilirlikleri.

Sövüyorum sonra,

sövdükçe gözümden bi su rengi hüzne çalan nehirlere;

sen dökülüyorsun,

ben içime akıyorum.

Olur olmaz manyaklıklara utanıyorum

yeniden.

şuursuzluğu portakal ağacından bi uğursuz

tuttuğu gibi götürüyor usu karanlık köşeye,

arkasından ağlamıyorum.

Göz altları morarmış orospular geçiyor penceremin önünden,

arkalarında pezevenkler hararetle telefonda bin bir pazarlık

Parça pincik rahmini kusuyor bi fahişe.

Gülüyoruz biz kediyle.

"ulan! kedi" diyorum,

"sen rahmini kustun mu hiç köpeklere?"

O miyavlıyor ben uyuyamıyorum

İp oluyorum rutubetten sararmış tavanlara,

derken gri betonlara devrilmiş bi sehpaya

Ölüyorum.

Sana da, şişelere de

sığamıyorum balkon demirine asılı

olmamışlığıma bağırıyorum.

Gencecik bi intihar alnımdan öpüyor.

Gülüşüyoruz,

Ben içkileri tazelerken seni soruyor o

altını üstüne getiriyorum kirli bi mutfağın.

Apış aralarını kaşırlarken alt sokaktaki çorbacılar,

gözümde yaş kalkıyorum anason sinmiş yatağımdan.

kolasız giriyorum gömleklerin içine,

kafamı kaldırır kaldırmaz dilimde binlerce küfür

günün gelmişine geçmişine.

Elleri kaba saba bi işçi memelerini sıkıyor karısının.

Ve çocuklar kedileri

"Ulan kedi" diyorum

"koş manitanı bafiliyor çocuklar!"

Miyavlıyor,

ben şişenin dibine.

Üst kattan ağlama sesleri geliyor

Gülüyorum her raftan bi kitap düşürüp.

anla işte öyle kanıyorum

&

(Sensiz cinayetler kuruyorum, sövüyorum temiz sayfalara Bakkala sepet sarkıtıp suskunluğun cehennemim diyorum, gülüyor şerefsiz. Kediyi lanetleyip tek başına uzayan eşek olan bi çocuk gibi kendime binişime şaşıyorum. Yastık ölüyor, utanmadan sonuçlarımı soyutluyorum.)

&

Kedi öldü.

Onu saksıya gömdüm

belki yeşerir diye.

Kuşuna sataşıyorum yan komşunun

seni soruyor

suratına tükürüp kaçıyorum...




Murat KARA
Eline sağlık ne de güzel gitti günün bu saatinde.
Geyikli Gece / Turgut Uyar

Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta

Her şey naylondandı o kadar

Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.

Ama geyikli geceyi bulmadan önce

Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz

Yeşil ve yabani uzak ormanlarda

Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan

Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük

Bir yandan kaybolduk

Gladyatörlerden ve dişlilerden

Ve büyük şehirlerden

Gizleyerek yahut döğüşerek

Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı

Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk

Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza

Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları

Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk

Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz

Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç

Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü

Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"

İster istemez aşkları hatırlatır

Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş

Şimdi de var biliyorum

Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz

Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum

Aşktan ve umuttan başka

Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı

Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez

Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini

Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi

Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek

Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı

Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi

Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa

Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak

Gümüş semaverleri ve eski şeyleri

Salt yadsımak için sevmiyorduk

Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz

Ne iyiydik ne kötüydük

Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa

Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi

Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan

Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda

Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında

Büyük otellerin önünde garipsiyorduk

Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte

Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız

Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk

Yahut bir adam bıçaklasak

Yahut sokaklara tükürsek

Ama en iyisi çeker giderdik

Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede

İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı

Sultan hançerleri gibi ayışığında

Bir yanında üstüste üstüste kayalar

Öbür yanında ben"

Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım

Eskimiş şeylerle avunamıyoruz

Domino taşları ve soğuk ikindiler

Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık

Gölgemiz tortop ayakucumuzda

Sevinsek de sonunu biliyoruz

Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum

İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada

Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum

Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum

İyice kurulamıyorum saçlarını

Bir bardak şarabı kendim için içiyorum

"Halbuki geyikli gece ormanda

Keskin mavi ve hışırtılı

Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
Nejat için bi tane daha.. Dostlar bu güzel insanı seviniz..

"Geçen sene Cihangir'de bir kafede dostlarla otururken, arkamdan biri seslendi;Ooo, Nejat Bey burdaymış, tanımaz şimdi bizi. O'ydu... Arkamı dönmeden adı çıktı ağzımdan. Hala güzeldi. Kocasıyla tanıştırdı. Çocukları varmış, bizimki bir üniversite de öğretim görevlisi olmuş, iyiymiş. Öğrencileri benimle bir zamanlar okul arkadaşı olduğuna inanmıyormuş. Üst kata çıkmak için merdivenlere doğru hamle yaptığında, bir an durdu ve dönüp şöyle dedi;Senin başarılarını görünce gurur duyuyorum arkadaşım.Gülümsedim, belli belirsiz;Hala mı?diye sordum. Ya anlamadı ya da anlamazlıktan geldi. 26 Yıl evvel O'na aşıkken boyum 1.80, kilom 70'ti... Hala öyle... Bazı şeyler değişmiyor..."

Nejat İşler
şiir değil evet ama bu başlık altında gideri var :)

-uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada, keşke yalnız bunun için sevseydim seni-

"Dehşet salakça şeyler yapıyordum. Daha dehşeti, bu durumun farkına varmama rağmen, aynı şeyleri yapmaya devam ediyordum. Mesela bi yerde sesini duysam, banasesleniyor diye O'na bakıyor, bi şey söylesin diye bekliyordum. Akşamları okuldan sonra bir grupla tiyatroya giderdik. Oyundan sonra Saray Muhallebicisi'ne gidilir oyun üzerine tartışılırdı. Ben parasızlık tatlıyı es geçerdim. Sonra onu Gayrettepe'deki evine taksiyle bırakır, muhallebicideyken tuvalet bahanesiyle çıkıp aldığım gülü iç cebimden çıkarır O'na verir, iyi geceler dileyerek asansöre binmesini bekler sonra yürüyerek Gayrettepe'den Eyüp'e giderdim. En büyük salaklığım okulun, ne okulu be, evrenin en güzel kızına aşık olmaktı işte..."

Nejat İşler
Bir mesaja cevap veriyorsunuz.
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL