D
11 yıl önce
Artist filmine yorum yazdı:
Gerçek Sevgili filmine yorum yazdı:
Liars
Sinema bazen sadece öldürmez, gerekirse ölümle tokalaştırır ve sessiz film değilse arkaya mükemmel bir soundtrack koyar sonra da diyardan diyara dolaştıradabilir sizi. En son teknolojiyle-artık kaçıncı D oldu sayamıyorum-5D-7D filmlerde bazen ölümün nefesini ensenizde bile hissedebilirsiniz. Hangi dünyaysa o gün vizyonda olan, o dünyaya bilet alabilirsiniz. Sinema, sanatsal tüm aktiviteler içinde duyu organlarına hitap patlaması yaşatır. Göze, kulağa, popcornuyla dile, korkusuyla tüyleri diken diken eden, hüznüyle gözden pıtır pıtır yaş döktüren dokuya..
Bu bölüm her hafta kendine bir film seçecek, belki de senaristin kafasından çok uzaklaşıp kendi yorumuyla "Ne oluyor burada"'yı anlatmaya çalışacak. Filmlerin zaman mekan ekseninin ötesinde bir aktivite olduğunu iliklerde hissettirecek. Önerilen ve anlatılan filmle alakalı memnuniyetten kesinlikle mesuliyet kabul etmeyecek.
Önemli olabilecek bir not: Yorumladığım filmi izlemediyseniz ... DevamıLiars
Sinema bazen sadece öldürmez, gerekirse ölümle tokalaştırır ve sessiz film değilse arkaya mükemmel bir soundtrack koyar sonra da diyardan diyara dolaştıradabilir sizi. En son teknolojiyle-artık kaçıncı D oldu sayamıyorum-5D-7D filmlerde bazen ölümün nefesini ensenizde bile hissedebilirsiniz. Hangi dünyaysa o gün vizyonda olan, o dünyaya bilet alabilirsiniz. Sinema, sanatsal tüm aktiviteler içinde duyu organlarına hitap patlaması yaşatır. Göze, kulağa, popcornuyla dile, korkusuyla tüyleri diken diken eden, hüznüyle gözden pıtır pıtır yaş döktüren dokuya..
Bu bölüm her hafta kendine bir film seçecek, belki de senaristin kafasından çok uzaklaşıp kendi yorumuyla "Ne oluyor burada"'yı anlatmaya çalışacak. Filmlerin zaman mekan ekseninin ötesinde bir aktivite olduğunu iliklerde hissettirecek. Önerilen ve anlatılan filmle alakalı memnuniyetten kesinlikle mesuliyet kabul etmeyecek.
Önemli olabilecek bir not: Yorumladığım filmi izlemediyseniz eğer, içinde kayda değmez oranda spoiler mevcut olacak. "Artık izlemesem de olur" dedirtecek noktada ben gerekli önlemi alıp ünlem işaretlerini yerleştireceğim sağa sola.
Sinema, filmler ve notlarla ilgili ilk haftadan tez yazmak yerine, geri kalan tüm sıkıcılığı önümüzdeki haftalara pay edip, bu haftanın filmine geçebiliriz sanırım. Tavan arası filmi diyorum ben bazı fimlerime. Artık tozlular ama biliyorum oradalar. Bilgisayarda öylece tıklanmayı bekleyerek duran, yer kaplayan, yer kapladığı için yeni film bile inemeyen bir bilgisayara rağmen, silinemeyen filmler... Çok az sonra anlatmaya başlayacağım film işte bu depoda üstü daha 7 yıllık tozlanmış bir film.
Bu tozlu film serisini oluştururken, film seçiş aşamasında ise,2 tip insan vardır: Konusuna bakmadan film izleyen ve konusunun ıdığını cıcığını inceleyip film izleyen. Ben bu konuda çift kişilikliyim ama bu filmin başına geçtiğimde kendisiyle ilgili sadece şunları biliyordum;
Filmimiz : Lars And The Real Girl
Oyuncular: Başarılı oldukları sürece mi önemliler? Karakteri "real world"de kimin canlandırdığını öğrenmek istemen, kurguya kapılmaktan korkman mı? Başarılı oyuncuları bu kısımda isimlerini açıklamayarak ödüllendiriyorum, gerekli maddi ödülü prodüksiyonlar onlar ile görüşüp halletmiştir zaten. Belli başlı karakterler: Lars, Lars'ın akrabaları, mahallenin sevimli gelinlik kızı ve büyük bir Barbie bebek.
Bu döngü içinde olanları hiç merak etmeden başladım izlemeye ve ilk defa daha film bitmeden yazmaya başladım;
Bazen insanlaryalnızcaarkadaşsızlıklarından ya da annesizlikten veya sevgi-li-sizliklerinden dolayı yalnızlaşmazlar. Yalnızlığın yanılsamasıyla Bianca'yı doğuran Lars Bianca'nın cansızlığına en güzel göndermelerden birini yapan mahalle sakininin verdiği yapay çiçeklere karşı tavrıyla bize Bianca'nın doğum nedenini açıklar: Güzeller değil mi? Bunlar gerçek değil, yani sonsuza dek bir şey olmaz. Zarif değil mi?
Doğumu sırasında ölen annesinin yerine koyarak ölümünde annesinin yanında olma hissini ve deneyimini Bianca'nın üzerinde deneyen Lars aynı zamanda Bianca'nın da annesini aynı yolla öldürerek onu kendileştirir.
Lars bir çok kişinin açıkça yaptığını kendince çok daha ahlaki yoldan, belki çoğu insanın üzerini örttüğü veya örttüğünü zannettiği gerçekliği tüm yapaylığıyla hem çevresindekilerin hem de benliğinin "gerçek" yüzüne çarpar. Bu eksikliğin farkında olan mahalle sakini de kendince yaşadığı bütünlükleri içindeki eksikliği Lars'ın yaptığının belki 1000de belki 10da biriyle Bianca'ya yükler, tabi burada 10 ve 1000 İle kastettiğim bütün delilik Lars'dadır ve garip sıfatı Lars'ın üzerine bırakılmaktadır.
Filmin başında verilen herkes yalnızlığım ve sevgilisizliğim hususunda çok üzerime geliyor mantığını çürütür Lars. Bunu yalnız olduğunu düşünen herkese bir sevgili edindikten sonra da aynı şeyleri hissettirerek başarır. Tam tersi değişikliğin her zaman çözüm olamayacağını hesaba katık yapar, mahalleliyi dürüm yapar, seyirciyi numara mı yapıyor bu lan diye düşündürür ve belki de bizi yer Lars.
Hissiz, bilinçsiz Bianca'yı aldatmaz, ama belki çoğu "modern" "non-modern" erkeğin düşünü yerine getirir ve bir başka kadına geçişi için Bianca'yı öldürür. Bu ölüm Bianca'nın cansızlığı içinde çok da önem kazanmaz ama bilinçli Biancalar da bir çok kez toplum tarafından normal karşılanan kocaları Larslar tarafından mental olarak öldürülür. Birçok kez mental ölüm yaşayan kadınların aksine Bianca'nın gerçekten ölmesi sanırım bizi bu yüzden üzer.
Lars bu kocaman yalanıyla belki hayatında eksik olan tek bir şeyi bulmaya çalışır. O da ismine kattığı yalanın [liars] i'sini. Sonundaki çoğul ekiyse bu yalana eşlik eden herke''s''dir.
Deniz Gül
Yenilik, değişiklik sadece konusunu işlediğim filmlerde yok. Bu küçük bölüm de benden bağımsız kendini yenilemeye, deneysel formatlarla kendini geliştirmeye devam edecek sanırım. Bu hafta kendi içimde yaşadığım sessizliğin dışa vurumunu, film seçiminde açık seçik ifşa ediyorum.
Filmimiz : The Artist
Karakterimiz : George Valentin ve Peppy Miller [Bu hafta da karakterleri ödüllendiriyoruz.]
Ödüller : 5 adet Oscar heykelciği + 115 ayrı ödül + 84 adaylık
Ödüllerin Önemi : 0'ın altında
The Artist'i görsel azınlıkla incelemeyi yediremedim kendime ve filmden görüntüler koparıp sayfaya saçarak, an be an yorumladım neler olup bittiğini. Filmle fotoğrafın kardeşliklerinden ötürü filmin akıcılığına saygısızlık yapmadığımı düşünüyorum.
Anlık görüntülerle film incelemesi mi yapılır?! Cevabım, "Bilmiyorum" ve bu cevabın doğru cevap olduğunu iddia ediyorum. Özellikle "The Artist" için, filmin sakinliği, durgunluğu, r ... Devamı
Yenilik, değişiklik sadece konusunu işlediğim filmlerde yok. Bu küçük bölüm de benden bağımsız kendini yenilemeye, deneysel formatlarla kendini geliştirmeye devam edecek sanırım. Bu hafta kendi içimde yaşadığım sessizliğin dışa vurumunu, film seçiminde açık seçik ifşa ediyorum.
Filmimiz : The Artist
Karakterimiz : George Valentin ve Peppy Miller [Bu hafta da karakterleri ödüllendiriyoruz.]
Ödüller : 5 adet Oscar heykelciği + 115 ayrı ödül + 84 adaylık
Ödüllerin Önemi : 0'ın altında
The Artist'i görsel azınlıkla incelemeyi yediremedim kendime ve filmden görüntüler koparıp sayfaya saçarak, an be an yorumladım neler olup bittiğini. Filmle fotoğrafın kardeşliklerinden ötürü filmin akıcılığına saygısızlık yapmadığımı düşünüyorum.
Anlık görüntülerle film incelemesi mi yapılır?! Cevabım, "Bilmiyorum" ve bu cevabın doğru cevap olduğunu iddia ediyorum. Özellikle "The Artist" için, filmin sakinliği, durgunluğu, renksizliğiyle hayatı renklendirir halini, sadece betimleyerek anlatmak yerine, kareleri teker teker sizin de gözünüz önüne sererek filmin bütününü anlatmaya çalışıyorum. Bakalım yapabiliyor muyum?
"Please Be Silent Behind The Screen" tabelası filmin içindeki sessizliği perde önünde seyirciye de uyarlayarak filmle izleyiciyi bütünleştiriyor.
Filmin başı ve sonu olan her şey için George'un beklediği tek şey artık takdir.
Merak edip arzulanan, seyirciye sessizlikle anlatılanın anlaşıldığını sadece alkış sesi beklentisiyle kavrayabilen George, kendi ironisi içinde kulaklarını salona dikiyor.
Salonun sesini duyamasakda -Be Silent Behind The Scene-sahne önünde sessiz kalamayan ve duyabildiğimiz tek şey olan orkestranın şaha kalkışıyla heyecanın geldiğini algılayıp, alkışları 'görüyoruz'.
Peppyadlı karakterin varoluş sebebi olan gösteri dünyası kimliğini, gösteri dünyasına attığı tek adımla değişen, belki içinde kalan Peppy'yi çıkarıp belki tüm doğallığı belki tüm yapmacıklığıyla-gazeteciler tarafından iki haliyle de benimsenecek olan sansasyonel haber yönüyle-bizim de gözümüzün önüne seren dönemin 'ün' anlayışını anlatan kareyi görüyoruz.
Peppy'nin George'a aslında olmak istediği yere, konuma, birlikte olmak isteyip beğendiği 'dış'ıyla George'un kıyafetlerine içten sarılışı. İç denilen maneviyat'a ulaşamayışının, sarılabileceği tek şeyin içinde George olmadan onun maddiyatı olan ceketine sarılışı. George'un içselliği ise sadece Peppy'nin onun içinden nasıl göründüğüyle alakalı. Peppy ne George'a sarılabiliyor ne de George'un ceketine. Peppy hangi 'ceket' kalıbının içine girerse girsin yine kendine kendi düşünceleriyle var ettiğine sarılıyor.
Sesin yaklaşmakta olduğunu sesi görme umudumuzu duyma ihtiyacımızı artık çok geride bırakıp arkadan gelen klasik müziği ise görme yetimize verdiğimiz dikkatle bazen duyup bazen duymayıp arada verilen diyalogları okuyarak da hala tüm duyularımızı kullanabildiğimizi hatırlatıyoruz kendimize. Georgu'un sesli filmlere karşı gösterdiği ilk reaksiyon olan geleceğin sesli filmlerde olmadığına inancını okuyabiliyoruz. Göremediğimiz şeyse; kendimizi 2011 den çıkarıp 1927 içinde bir yerlere koyduğumuz. Sesli filmlerin olmasını filmin içine girmişlikle biz de George ile yeniliği yadırgayıp ve belki de George'a karşı duyulan sempatizanlığımızla biz de inanmıyoruz sesli filmlerin George'un patronunun elinde olduğuna.
George'un sessiz film kariyerinin bittiği anda gelen bir bina görüntüsü. Merdivenlerin verdiği vurgu hayatın iniş çıkışları mı yoksa George'la konuşurken bir üst basamakta duran Peppy'nin tırmandığı başarı basamakları mı?
Artık seyircinin olayı anlamak, üzülmekten kaçmak, gördüklerini yorumlamak istemediğini gören film, kendi içinde başka bir hamleyle çarpıyor George'un sefaletini. Açık arttırmada eşyaları satılan George için hepsi satıldı geriye hiçbir şeyiniz kalmadı cümlesinin ''tebrikler''le başlaması can acıtan. Eşyalarının maddiliğiyle sattıklarını tekrar paraya dönüştürüp üzülen George mu tebrik edilmeli yoksa George'u o anda yere göğe sığdıramayıp kendi içinde takdir eden, George'un maddi olan eşyalarına karşı manevi anlam yüklemesinin gereksizliğiyle sattığı eşyalarına üzülmesinin anlamsızlığını göremeyip üzülen seyirci mi tebrik edilmeli?
Suyun saflığıyla yansımasını, belki kafasındaki bulanıklığı belki düşüncelerindeki kirliliği temizleyen George, insanın kendini anlatmak için söze ne kadar da gerek kalınmadığını belki en iyi bu sahneyle açıklar.
George'un sesini ilk defa 1 saat 32 dakika sonra duyar kulaklarımız. Duyduğumuz kelime de değildir. Belki de emeğin sesle en bütünleşmiş hali nefes nefese kalınmışlık, işteki telaşe, belki hevesi yansıtan George'un nefes sesidir duyduğumuz. Seyircinin George'un sesini duyacak mıyız sorusu yerini başka bir soruya değil, sorunun cevabına bırakır: George duymadan da salondan çıkılsa olur. George'u duyma isteğinin altında yatan karakteri analiz etme ihtiyacını film, ses olmasa da kalbe, akla, göze ve damakta kalan filmin tadıyla gidermiştir. Belki anlaşılması gereken sadece bir sessiz film yıldızının sönüş ve parlayışı ya da biraz daha derinleştirilmiş fakir oğlan zengin kız hikayesi değildir. Sesi ve rengi en yüksek düzeyde idrak edip algıladığımızı düşünüp yaşadığımız bu dönemde, rasyonelliğe ve de gerçekliğe mantığa ya da duyguya yönelip yaşadığımız her an için beklediğimiz doyumsuzluğu ses ve renk olmadan, ses ve rengin olduğunda algıladığımızdan daha iyi anladığımızı görmektir.
Deniz Gül