11 yıl önce
Kan Bağışlaması filmine yorum yazdı:
Possession filmine yorum yazdı:
Zulawski harikası ve sinema sanatını gözümde yücelten filmlerden. Metafor manyağı film Repulsion'ın aynı kuşaktan kuzeni, avrupa korku sinemasının ise kardeşi. Tam anlamıyla sinemasal bir şölen.
Ettiğimiz övgülerden sonra filmimize gelelim. Takibi zor olan ve sağlam dikkat isteyen film, evliliklerden, karşıtlıklara(ki bu metafor inanılmaz baskındı. Doğu-batı almanya, kadın-erkek, modern-yobaz, annelik-fahişe olgusu, batının anlaşıyışı olarak ayrıca bir kez daha doğu-batı...vs.) İnsanın sırtında kambur olmuş sosyal ağırlıktan, metafizik konulara kadar birçok konuyu öyle işliyor, öyle işliyor ki bambaşka, daha önce benzerini hissetmediğiniz bir duyguyla kıvranıp duruyorsunuz. Metafizik olaylar büyük yer kaplıyor. Hala tartışılan şeytan-yaratık olayı Anna'nın mı yoksa Mark'ın eylemlerinin bir sonucu mu? Ya da onu tetikleyen şeylerin kaynağının sahibi hangisi?
Efsane sahnelere sahip filmin en çarpıcı bölümleri Mark'ın kendi kendine konuştuğu bölü ... DevamıZulawski harikası ve sinema sanatını gözümde yücelten filmlerden. Metafor manyağı film Repulsion'ın aynı kuşaktan kuzeni, avrupa korku sinemasının ise kardeşi. Tam anlamıyla sinemasal bir şölen.
Ettiğimiz övgülerden sonra filmimize gelelim. Takibi zor olan ve sağlam dikkat isteyen film, evliliklerden, karşıtlıklara(ki bu metafor inanılmaz baskındı. Doğu-batı almanya, kadın-erkek, modern-yobaz, annelik-fahişe olgusu, batının anlaşıyışı olarak ayrıca bir kez daha doğu-batı...vs.) İnsanın sırtında kambur olmuş sosyal ağırlıktan, metafizik konulara kadar birçok konuyu öyle işliyor, öyle işliyor ki bambaşka, daha önce benzerini hissetmediğiniz bir duyguyla kıvranıp duruyorsunuz. Metafizik olaylar büyük yer kaplıyor. Hala tartışılan şeytan-yaratık olayı Anna'nın mı yoksa Mark'ın eylemlerinin bir sonucu mu? Ya da onu tetikleyen şeylerin kaynağının sahibi hangisi?
Efsane sahnelere sahip filmin en çarpıcı bölümleri Mark'ın kendi kendine konuştuğu bölümler, Anna'nın metroda sinir krizi geçirdiği an(eşi benzeri yok bunun yada ben henüz izlemedim) yine anna'nın tecavüze uğradığı sahne, hayvani atmosferi içinde Anna'nın mutfaktaki olayı ve daha bir çok sahne ve aralarındaki bağlantılar; dahası çözüm bekleyen onlarca soru filmi tamamiyle çarpıcı kılıyor.
Cinsellik ise başlı başına olay. Adjani film için boşuna psikolojik porno dememiş zamanında. Filmdeki erotik ve pornografik(aslında bunları tek bir tanıma oturtmak yanlış) sahneler belli bir yol izleyen algı için farklı bir deneyim olacaktır. Psikolojik porno deyimi uygundur çünkü bu sahnelerin hepsi freudyen açıklamalar içinde yerini alıyor. İşte algının dağılma sebebi bu. Sebep/sonuç diye bir şey yok. Bir tanım yok yani. Anna'nın kendi yaratığını oluşturması ve bunun doğrultusu(öncesi) olan kendi kendine gerçekleşen tecavüz sahnesi genel için saçma ve alakasız gelecektir. Unutulmaması gereken şey ise Anna'nın belli bir kavramı karşılamaması. Algısı kaymış olan değildir, algıyla oynayandır Anna. Bu yüzdendir ki adı bile Anna değildir ya da gerçekleşen tecavüz acaba olmuş mudur?
Zulawski işin bokunu çıkarıp bizi röntgenci konumundan sıyırıp interaktif bir ortama sokmaya çalışıyor. İyi de ediyor çünkü filmle bir bütün oluyoruz. İşte bu yüzden algısı oynanan taraf bizleriz. Oyunculuklar zaten iyi olmak zorunda ki gerçekçilik kaybolmasın. Adjani yarıyor da Sam Neil çok iyi. Kendi kendine mırıldandığı sahnele tavan olmuş. Adjani ise Adele H.'dan bir adım önde şov yapıyor. Deneuve'ün, Adjani'yi izledikten sonra hemen telefona sarılıp övgülerini sıralaması manidar.
Neyse kısaca gerilimiyle etkilendiği Bergman'dan, Polanski'den belki de Nicholos Roeg'den de ileri taşımış olayı. Repulsion'ın, Bad Timing'in, The Tenant'ın ve Don't Look Now'ın önüne rahatlıkla koyabileceğim bu filmi mutlaka izleyin. Ben ikinci defa izledikten sonra bir şeyler yazıyorum ki daha neler neler var filmde. Sinematografiden ve işçilikten bahsetmedim bile.
Utanç filmine yorum yazdı:
Shame: Kimin Utancı?
Belki de Özcan Alper sayesinde daha erken bir süre içerisinde tanıma fırsatı bulduğumuz, bize ilk filmi Hunger'la (Açlık) "İşte yeni bir usta geldi" dedirten, Steve Mcqueen adıyla bazılarının ilk duyduklarında kafalarını da bir güzel karıştıran bu genç ustanın ikinci filmi Shame (Utanç) üçüncü filmi öncesi ilkinden çok daha fazla umut vermekte.
Hemen filme geçersek filmdeki kurulan en kusursuz yapı; Brandon özelinde edeceğimiz tüm lafların diğer incelenen karakterler için de(biri hariç) aynı olması. Farklı yollardan diğer bütün karakterlerin(Patron David, Kardeş Sissy ve Bardaki sarışın Elizabeth) aslında birer Brandon olması gerçekten ilginç. Bunu bozan karakter ise daha etik değerleri sahip görünen karakter Marianne. Zaten Brandon'ın allak bullak olmasının bir sebebi de Marianne'e aşık olması değil, ondan korkması. Brandon katıksız bir materyalist. Filmin kapitalizm eleştirisi de işte burada başlıyor. Brandon para verip ... DevamıShame: Kimin Utancı?
Belki de Özcan Alper sayesinde daha erken bir süre içerisinde tanıma fırsatı bulduğumuz, bize ilk filmi Hunger'la (Açlık) "İşte yeni bir usta geldi" dedirten, Steve Mcqueen adıyla bazılarının ilk duyduklarında kafalarını da bir güzel karıştıran bu genç ustanın ikinci filmi Shame (Utanç) üçüncü filmi öncesi ilkinden çok daha fazla umut vermekte.
Hemen filme geçersek filmdeki kurulan en kusursuz yapı; Brandon özelinde edeceğimiz tüm lafların diğer incelenen karakterler için de(biri hariç) aynı olması. Farklı yollardan diğer bütün karakterlerin(Patron David, Kardeş Sissy ve Bardaki sarışın Elizabeth) aslında birer Brandon olması gerçekten ilginç. Bunu bozan karakter ise daha etik değerleri sahip görünen karakter Marianne. Zaten Brandon'ın allak bullak olmasının bir sebebi de Marianne'e aşık olması değil, ondan korkması. Brandon katıksız bir materyalist. Filmin kapitalizm eleştirisi de işte burada başlıyor. Brandon para verip de satın almadığı hiçbir şeyden haz almıyor. Günümüzün en büyük tüketicisi belki de o. Marianne karşında dağılmasının, değişme çabalarının ve cinsel ilişki sırasında o çok güvendiği iktidarını kaybetmesinin ve ardından duyduğu büyük utancının temelinde bunu keşfetmesi yatıyor. Brandon her ne kadar değişmeye çalışsa da bir yönüyle bunu reddediyor. Otel odasında tüm şifrelerini çözen Marianne karşından hissetiği o müthiş utancı bir hayat kadınıyla para karşılığı yaptığı seksle unutmaya çalışıyor. Her zamanki gibi yine, varlığını özetleyen parasıyla haz satın alıyor. Tüketerek unutmaya çalışıyor. İlk on dakikalık mükemmel giriş bölümü Brandon'ın günlük rutinini de defalarca gözler önüne seriyor. Ruhsuzca izlediği porno filmler, satın aldığı bedenler ve kusursuzca döşenen pahalı apartman dairesinde kendi sosyal hayatına kimseyi sokmayışı Brandon'ın içinde bulunduğu derin çukuru özetliyor.
Bir şeyleri unutmaya çalışan ve Brandon'in aksine değişmek konusunda daha ısrarcı bir diğer karakter ise Sissy. Film boyunca birçok kez ima edilen ensest yapı, kardeşlerin birbirlerine duydukları cinsel aşktan çok şefkat eksikliği. İki kardeş arasında olmayan bedensel yakınlık çok keskin verilmiş yönetmen tarafından. Brandon birçok sahnede Sissy'ye dokunmaktan kaçınıyor, hatta bundan tiksiniyor. Sissy bu konuda daha rahat görünse de onun da bu konuyla nasıl başa çıkamadığını hissediyor ve görüyoruz. Birbirlerine dokunamayan bu iki kardeşin ilişkisini direk ensest olarak açıklamak kolaycılık olur. Brandon'ın kendi evinde kardeşi Sissy'yle patronunun sevişmesine tanık olduğu sahne önemli. Dikkat edilirse Brandon'ın hissettiği şeyler kıskançlıktan çok sahip olamadığı kardeşine duyduğu çocukça nefret. Sahip olamadığı şeyler sonucu Brandon'ın nasıl yıkımlar yaşadığını biliyoruz(Metro sahnesinde elinden kaçırdığı kadın, sahip olamadığı diğer kadın Marianne ve tabiki bunların temelinde en çok sahip olmak istediği kişi kardeşi Sissy) Sissy de Brandon gibi bedensel tatmin yaşayarak unutmak isteyen bir karakter ama Brandon'ın aksine bağlanmak onun için önemli. Şefkat eksikliği bu noktada Sissy için bağlanmak ve kabul görmek ekseninde anlam buluyor. Abisi tarafından hiçbir zaman kabul görmeyen Sissy diğer erkeklerin yataklarında kabul görmeyi bekliyor. Bu sebeple Sissy'nin doğru ya da yanlış, bir çıkış yolu aradığı ve değişmek konusundan Brandon'dan daha istekli olduğu söylenebilir ama Brandon da bir noktadan sonra bu hayatına dayanamıyor ve değişmek için her şeyi deniyor. Bir barda, kendi kutsal bedenini dövdürüyor, eşcinsel ilişkiye giriyor ve finalde kendi porno filminin içinde biz diğer izleyicilerin yüzüne bakıyor. Brandon'ın tükendiğini anladığı an bu. Belki binlercesini izlediği o filmlerin içinde kendi grup sex filmini çekiyor ve kameraya, kendine, kendi tükenmişliğini izleyen Brandon'a bakıyor.
Sissy'nin değişme çabası finalde abisiyle ettiği kavga sonucu bir kez daha hüsranla sonuçlanıyor ve artık varoluşuna, daha önceki denemeleri gibi yeniden son vermeyi seçiyor. Sissy temelinde bu bir yardım çağrısından çok bir son veriş. Telefonunu kapatmış Sissy artık aranmak ve kabul görmek istemiyor. Bıraktığı intihar notu film boyunca iki kardeşin geçmişlerine dair duyduğumuz tek veri. Aileleri tarafından sevilmediklerini anladığımız bu iki kardeşin şefkat açlığının nedenlerini de bir şekilde öğrenmiş oluyoruz. Sevilmemiş bu iki kardeşin de sevmeyi bilmediklerini, ikisinin de şefkati farklı yollardan aradıklarını anlıyoruz. Sevgisiz kalmışlardan büyük olan abi madde düşkünü olup tüketmiş, kız kardeşi ise ironik bir şekilde başkaları tarafından tüketilen olmuş. Karşınızda iki büyük modern kaybeden.
Finaldeki hastane sahnesini ahlakçı bir tutum olarak yorumlamak yanlış olur. Değişmeye kararlı iki karakter için de anlamlı bir son olmuş. Belki umut dolu olduğu söylenebilir en fazla.
Filmin yaratıcısı McQueen ikinci filmiyle en iyi işini yapmış şimdilik. Uzun kesintisiz tek plan çekimleri ve film içindeki bazı küçük flashforward'lar artık onun imzası gibi. Görüntü yönetimi konusunda zaten artık bir usta olduğunu söylemek zor değil. Filmdeki tek planlar gerçekten enfes. Koşu sahnesi, Yemekteki sohbet ve yemek sonrası yürüyüş sahneleri, Carey Mulligan'ın New York New York yorumu ve finaldeki abi kardeş monoloğu enfes. Sevişme sahnelerinin renkler ve açılar konusunda şimdilik benzeri yok.
Bazı filmleri iyi şekilde izlemenin insana vizyon kazandırdığı görüşündeyim. Shame de bu bakımdan, tüm benliğinizle açık bir şekilde izlerseniz sizlere bir şeyler katabilecek ya da bir şeyleri fark etmenizi sağlayabilecek derinlikte bir film.
Açık Deniz filmine yorum yazdı:
Atmosfer yaratmak konusunda müthiş bir iş yapmıştır film ama kurgusu sorunlu evet. Atmosfer süper dedik çünkü herhangi bir özel efekt olmadan, okyanusun küçük bir bölümünü adeta terörize etmiş yönetmen. Bu her babayiğitin harcı değil. İzleyenler sıkıcı bulabilir filmi ama bu tür bir deniz felaketinin gerçeği budur, böyle çekilmelidir. İlk izlediğimde etkilenmiştim. Bir daha izlesem yine severim diye düşünüyorum.
The Garden of Words filmine yorum yazdı:
Çizim kalitesiyle Japon animelerinin nasıl boyutlara ulaştığını görmek etkileyici olsa da içerik ağır bir melodramdan öteye geçemiyor. Şehrin içinde yabancılaşmış ve uyum sağlayamayan karakterlerin altını dolduramaması bir yana inandırıcı bile değil bence. Belki bunda süresinin de etkisi vardır.
Fakat güçlü görselliği gerçekten takdir edilesi olmuş. Ses çalışması da bir o kadar iyi. Zaten teknik konularda bir şey dememiz zor ama içerik çok sıkıntılı ve yeni bir şey sunmak bir yana eskiyi de tekrar ediyor.
Tetsuo: The Iron Man filmine yorum yazdı:
Bence net bir şekilde başyapıt bu film. Belki biraz daha süresi azaltılsa ve hikaye bütünlüğü daha tutarlı olsa daha iyi olabilirmiş ama her yönüyle görülmesi gereken bir iş bu.
Stop Motion’ın ve estetiğin gövde gösterisi adeta. Daha da önemlisi kendinden önceki yönetmenlerden etkilenmesine rağmen(Lynch, Cronenberg ve belki Sam Raimi), etkilendiği yönetmenleri bile etkilemiş bir filmden bahsediyoruz(90 sonrası bazı Cronenbeg filmleri ve tabiki Tarantino)
Öyle basit bir Gore’luk ya da Testere serisi gibi sadece biçimselliğe önem vermiyor, bunun yanında sosyolojik altmetinleri ve bilimkurgusal öğeleriyle çok şık bir cyberpunk filmi de olmayı başarıyor.
Seversiniz sevmezsiniz ama mutlaka deneyimlenmesi gereken bir sinema olayı bu.
Ölümcül Tuzak filmine yorum yazdı:
Bence filmin varoluş üzerine ettiği laflar ve Sisifos Söylemi'nden fırlamış gibi duran baş karakteri izlemeye değer. Bigelow'un ucuz politik numaralarını es geçersek hiç de fena olmayan bir film bu. Filmi izlerken Camus'nün saçmasını düşünmeyi yeğliyorum.
İşkence Tarikatı filmine yorum yazdı:
Çok iyi ilerlerken saçma sapan yerlere gidiyor film. İyi ve derin bir istismar filmi olacakken kendinin bile inanmadığı bazı sorular sorup, üstüne cevap verme gereksizliğine giriyor.
Bu da ilk yarısını çok sevdiğim filmler listesinde. Hakkaten öyle bir liste yapmak istiyorum uzun vadede.
Umudunu Kaybetme filmine yorum yazdı:
Filmin tek yaptığı şey sistemi övmek. Film diyor ki "bu halihazırdaki vahşi kapitalist sistem çok iyi işliyor. Eğer bizim istediğimiz normlarda iş gücü sağlarsan en üste kadar çıkabilirsin. Bu sistemi beğenmeler ise yeteri kadar çalışmayanlar" demeye getiriyor. Bu müthiş sistemin bir parçası olursan, siyah bile olsan en tepeye kadar çıkıp, amerikan rüyasını yaşarsın. Ha kaşın gözün oynamaya başladığında, senden çok daha fazla çalışıp senin kazandığın paranın 5’te birini bile alamayan bir maden işçisi olduğunda ipini çekerler hemen. Filmin çok çalışırsan başarırsın küstahlığına nasıl tahamül edildi anlamadım.
Her yönüyle sahte bir film. Mutluluğu ne kadar para kazandığınla ölçen bir filmden daha fazlasını beklemem. Bu kadar sistem övücüsü bir film üzerinden nasıl empati yapılır anlamak güç.
Oblivion filmine yorum yazdı:
ilk yarısı hiç fena değildi gerçekten. ikinci bölümle beraber biz de dünyaya döndük. ilk yarıdaki iyi görselliği, biraz klişe olsa da iyi çizilmiş karakterleri ve yıkımına görsel olarak inandığımız dünya tasviri son 1 saatte ters yüz oldu. Çizgisini bozmadan, daha minimal bir yapıda gitseydi çok enfes bir şey çıkabilirdi keza hikaye hiç de kötü değil hatta türe yenilik getirebilecek potansiyele sahipti bence ama olmamış. Yönetmenine, oyuncusuna ve prodüktörüne yenik düşmüş filmimiz.
Film izlemeye değer. Ayrıca dillerine de bayıldığımı belirtmem lazım. Dilin linguistik yapısını bilemem tabi ama arnavutça kulağa gerçekten melodik gelen bir dil.