2 yıl önce
Anomalisa filmine yorum yazdı:
Sound of Metal filmine yorum yazdı:
Hayat gerçekten de devam ediyor ve yitirdiğimiz bazı şeyleri, belki de geri almamamız gerekiyordur. Her kırılan şeyi tamir edemeyiz. Değişimleri kucaklayıp, yolumuza devam edebilmemiz için biraz dinginliğe ihtiyacımız var.
Son zamanlarda izlediğim en etkileyici filmlerden biri. Boğazda düğüm bırakan cinsten...
I Smile Back filmine yorum yazdı:
Kırılmış Ebeveynler ve Kısır Döngüler Üzerine
Gerek Sarah Silverman’in oyunculuğuyla gerekse hayatın tam da içinden oluşuyla bana inanılmaz keyif veren bu filmin, neden bu kadar düşük puan aldığını ister istemez sorguladım. Zira bana kalırsa filmler ne kadar hayatın içinden olursa o kadar duygulara hitap ediyor ve bizi aslında hepimizin öyle ya da böyle karşılaştığı veya yaşadığı dünyevi problemlerle yüzleştiriyor. Konu davranış psikolojisiyse bazen bazı şeyler gerçekten beyaz perdede gösterildiği kadar "basit" fakat bir o kadar anlaşılması zor olabilir. Çocukken aile içerisinde yaşadığımız sorunların yetişkinlikte sinsi bir hastalık gibi vücudumuzu ele geçirmesi ve son evreye kadar ne olduğunu bilmememiz veya inkar etmemiz gibi. Sanırım hepimiz kabul etmeliyiz ki, sağlıklı bir birey sağlıklı aile ilişkilerinden doğar. Filmdeki bir replikten alıntılamam gerekirse; "Mutlu ebeveynler mutlu çocuklar yetiştirir."
Filmi bu ana fikir çevresinde ele ... DevamıKırılmış Ebeveynler ve Kısır Döngüler Üzerine
Gerek Sarah Silverman’in oyunculuğuyla gerekse hayatın tam da içinden oluşuyla bana inanılmaz keyif veren bu filmin, neden bu kadar düşük puan aldığını ister istemez sorguladım. Zira bana kalırsa filmler ne kadar hayatın içinden olursa o kadar duygulara hitap ediyor ve bizi aslında hepimizin öyle ya da böyle karşılaştığı veya yaşadığı dünyevi problemlerle yüzleştiriyor. Konu davranış psikolojisiyse bazen bazı şeyler gerçekten beyaz perdede gösterildiği kadar "basit" fakat bir o kadar anlaşılması zor olabilir. Çocukken aile içerisinde yaşadığımız sorunların yetişkinlikte sinsi bir hastalık gibi vücudumuzu ele geçirmesi ve son evreye kadar ne olduğunu bilmememiz veya inkar etmemiz gibi. Sanırım hepimiz kabul etmeliyiz ki, sağlıklı bir birey sağlıklı aile ilişkilerinden doğar. Filmdeki bir replikten alıntılamam gerekirse; "Mutlu ebeveynler mutlu çocuklar yetiştirir."
Filmi bu ana fikir çevresinde ele aldığımızda Sarah Silverman’ın üstün bir performansla bize sunduğu karakterimiz Laney’nin, çocukken babası tarafından terk edilmiş oluşu işte onun sinsi hastalığıdır.
Terk edilmek her yaşta birey için zor olsa da, aileleri tarafından terk edilmiş çocuklar için bu travmatik durum -tıpkı Laney’de olduğu gibi- onları kendilerini sürekli olarak değersiz hissettikleri bir döngünün içine atar. Her birey bu değersizlik hissiyle başka şekillerde başa çıkmaya çalışsa da kendi kendini yiyen yılan gibi bu döngü her nesilde yeniden çocuklara aktarılır aslında. Bunu Laney’nin babasının da travmatik bir çocukluk anısına sahip oluşu ve aslında babasının da tıpkı kendisi gibi eksik kalmış bir birey ve ebeveyn olduğunu fark ettiğimizde daha iyi anlıyoruz. Aynı şekilde film ilerledikçe Laney’in davranışlarının oğlu E’nin karakterini ve davranışlarını sistematik olarak etkilemeye başlaması da döngünün devam edeceğinin bir göstergesi gibi.
Filmde davranış psikolojisine yönelik gerçeğe çok yakın bir betimleme söz konusu. Film roman uyarlaması olduğu için belki kitapta daha detaylı çıkarımlar yer alıyordur fakat bu haliyle bende herhangi bir soru işareti bırakmadı. Şahsen bu tarzda karakter portreleme çalışmalarını ben beyaz perdede oldukça beğeniyorum. Aslında Laney’nin madde veya seks bağımlılığı vücudunun hastalığına karşı verdiği tepkiler ve bunlar sadece birer sonuç. Filmi sadece bu sonuca göre değerlendirmek bence bu filmin doğasıyla ters düşüyor. Yani filmi "madde bağımlısı, kocasını aldatan kadın" olarak değerlendirmek yerine "Küçük yaşta babası tarafından terk edilmesinin yarattığı ruhsal sorunlar ve bu sorunların hayatındaki izdüşümleri" olarak değerlendirmemiz gerektiği kanısındayım. Çünkü filmin asıl keyfi karakterin geçmişi ve benliği arasında yaşanan savaşımda gizli. Babasının onu terk edişi o kadar benliğine işlemiş ki, karakterin ağzından çıkan her kelimeyi, verdiği her tepkiyi ve aldığı her kararı etkilediğini görebiliyoruz. Örneğin, Laney ile kocası arasında geçen basit bir köpek sahiplenme muhabbetinin bile arkasında o duygusal savaşım gizli. Buna benzer psikolojik alt metinlerin filmde bolca bulunduğunu söylemem gerekiyor.
Bana kalırsa ’I Smile Back’, yapay veya zoraki olmayan bu davranış ve karakter analizi için özellikle de oyunculuğu ile filmi bir yerden alıp başka bir yere taşıyan Sarah Silverman için kesinlikle izlenmeli.
Duygusal ağırlığına rağmen su gibi akıp giden 1 saat 25 dakika sonunda, insan şunu bir kez daha sorguluyor;
Yaptığımız seçimler, anlam veremediğimiz davranışlarımız, bizi biz yapan düşüncelerimiz, kim olduğumuz, kim olacağımız eninde sonunda mutlu veya mutsuz ebeveynlerimizin üzerimizdeki yansıması değil midir?
Charlie Kaufmann en insancıl duygularımızı beyaz perdeye aktarır filmlerinde. Onun filmlerindeki gerçeklik ve kimlik arayışları ve gerçek dünya ile fantezi dünyasını harmanlaması kendine özgü tarzıdır. Bu bakımdan Anomalisa da tipik bir Kaufmann filmi.
Film izleyiciyi belli bir noktaya kadar şüphede bırakacak şekilde ilerliyor. Bir yandan Michael’in çevresindeki herkesin gerçekten aynı olduğunu düşünürken diğer yandan ise Michael’in herkesi aynı görüyor olabileceği arasında gidip geliyoruz. Filmin belli bir noktasına kadar bu şüpheyle boğuşuyoruz. Bu şüpheye düşürülmemizin sebebi hayatımızda da benzer düşüncelerle yaşadığımızın bir anlatımı aslında. Hepimiz hayatımızın bir döneminde tanıştığımız veya konuştuğumuz herkesin aynı olduğunu düşünmedik mi? Hep bir farklılık aramadık mı?
Filmin bence 2 tane dönüm noktası var. Bunlardan biri Michael’in otel odasında birdenbire koridordan gelen bir ... Devamı
Charlie Kaufmann en insancıl duygularımızı beyaz perdeye aktarır filmlerinde. Onun filmlerindeki gerçeklik ve kimlik arayışları ve gerçek dünya ile fantezi dünyasını harmanlaması kendine özgü tarzıdır. Bu bakımdan Anomalisa da tipik bir Kaufmann filmi.
Film izleyiciyi belli bir noktaya kadar şüphede bırakacak şekilde ilerliyor. Bir yandan Michael’in çevresindeki herkesin gerçekten aynı olduğunu düşünürken diğer yandan ise Michael’in herkesi aynı görüyor olabileceği arasında gidip geliyoruz. Filmin belli bir noktasına kadar bu şüpheyle boğuşuyoruz. Bu şüpheye düşürülmemizin sebebi hayatımızda da benzer düşüncelerle yaşadığımızın bir anlatımı aslında. Hepimiz hayatımızın bir döneminde tanıştığımız veya konuştuğumuz herkesin aynı olduğunu düşünmedik mi? Hep bir farklılık aramadık mı?
Filmin bence 2 tane dönüm noktası var. Bunlardan biri Michael’in otel odasında birdenbire koridordan gelen bir kadın sesi duymasıdır. İzleyici de aynı zamanda filmin başından beri farklı bir ses duyar. Bu da karakterin duygu durumuyla izleyicinin duygu durumunun paralel şekilde ilerlemesini sağlar. Yani izleyici olarak Michael ne hissediyorsa biz de anlık olarak onu hissederiz. Farklılık... Filmde bize empoze edilen şüphe bu dönüm noktasından sonra yön değiştirmeye başlar. Çünkü biz de Lisa’yla tanışma anından itibaren problemin Michael’dan kaynaklanmadığını gerçekten de bazı insanların farklı olabileceği kanısına yaklaşıyoruz. Fakat anlatılmak istenen gerçekten öyle mi? Tam her şey yerine oturmaya başladı ve Michael gerçek aşkı buldu dediğimiz sırada, Michael ve Lisa’nın birlikte geçirdikleri ilk sabah kahvaltısında ikinci dönüm noktasıyla karşılaşırız. Film burada bize sürpriz bir yaklaşımla ve biraz önceki varsayımlarımızı yıkarak acı gerçeği yüzümüze çarpar; Michael aslında farkında olmadan insanları idealize etmeye çalışıyordur. Bunu kahvaltı sırasında Lisa’ya söylediği "ağzında yemek varken konuşma" ve "çatalı dişlerine vurarak yeme" şeklindeki söylemlerinden yani Lisa’yı farklılaştıran özelliklerini törpüleyici yaklaşımından anlayabiliyoruz. Kaçınılmaz olarak, bu tarz yüzeysellikleri ve mükemmelliyetçiliği ile Michael, bir kez daha hazin sonla yüzleşir. Lisa’yı da yavaş yavaş diğerleri gibi görmeye başlar. Lisa kendisini başkalaştıran değerlerini yitirir ve Michael’ın ilk başta ona aşık olmasına sebep olan kendine özgü sesi bile yok olmaya başlar. Bir süre sonra o da herkes gibidir.
Michael bir yandan hayatına giren insanların özgü yanlarını yakalamaya çalışırken diğer yandan farkında olmadan onları tekdüzeleştiriyordur aslında. Mesleğinde başarılı olması bile bu sebepten olabilir. Çünkü herkesi bir bakıma "müşteri" olarak görür ve onlara aynı kalıplaşmış davranışlarla yaklaşır. Hayatta bazen bazı şeylerin birbirini tetiklemesi gibi Michael’in içsel dünyası meslek hayatını, meslek hayatı da aslında içsel dünyasını tetikler. Dünyayı ve gördüklerimizi farklılaştıran bizim bakış açımız ve gerçekten insanların farklılıklarını görüp göremediğimizdir. Michael, konferans konuşmasında insanlara başkalarında özel olan şeylere bakmaları ve onlara odaklanmalarını söylerken aslında özel hayatında bunu hiçbir zaman başaramamış olduğunu fark eder ve bunu nasıl yapacağını bilmediğini itiraf eder. Hayatına giren her özel kişiyi zamanla nasıl kaybettiğinden bahsederken ağlamak ister fakat bunu bile başaramaz.
Kapanış sahnesi de yani Lisa’nın Michael’a yazdığı mektup, bana kalırsa filmin tamamen çözüldüğü sahne olmuş. Bu sahnede dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da Lisa’nın yanında arabayı kullanan arkadaşının kendine ait yüzünü görebiliyor olmamız. Lisa özbenliğini ve onu diğer insanlardan ayıran özelliklerini benimsemiştir. Çünkü insanın önce kendini görebilmesi ve farklılıklarını kabul edebilmesiyle başlar farklılaşma ve Anomali’den türetilmiş bir kelime olan "Anomalisa" Japonca’da Cennetin Tanrıçası demektir...