... Devamı Belgesel sinemayla kurgusal sinemanın buluştuğu, aynı bünye içinde varlıklarını sürdürdükleri FILMLER, beyazperdede pek sık karşımıza çıkan bir durum değildir. Kimi zaman belgesel bazı unsurların FILMLERin ruhuna yedirildiğine tanık olmuştuk ama Hollandalı belgeselci Andre van der Hout’un ilk uzun metrajlı sinema filmi İsa’nın Kolu, bu formülü öykünün kendisi haline getiriyor ve şaşırtıcı bir "uyum"u da peşi sıra sürüklüyor yamacımıza. Filmin belgesel bölümleri, 1930’lar Rotterdam’ında yaşayan ve arkadaşlarının maaşlarını çalarak Amerika’ya iltica etmeye çalışan madenci Hendrik Yzermans’ın üzerine kurulu. "Karanlıktan aydınlığa" çıkabilmek, onca yoksulluğun ağırlığı altında daha fazla ezilmemek için "tek çare" olarak gördüğü Amerika rüyasını gerçekleştirebilmek uğruna her şeyi yapmaya hazır madencinin hikayesi, filmde siyah-beyaz görüntüler eşliğinde kimlik buluyor. 1930’lardaki öyküyle günümüzde geçen öyküyü koşut kurguyla benzersiz bir bütünlüğe kavuşturan yönetmen Andre van der Hout, müzikal sinemadan ödünç aldığı kimi unsurlarla da zenginleştirmeyi başarıyor filmini. Bu durumun tetikçilerinden biri, başroldeki Ferry Heijne oluyor doğal olarak. Çünkü filmin müziklerini de yapan De Kift adlı Hollandalı grubun elemanlarından biri Heijne ve öykünün ritmine uygun şarkılarla "kışkırtıyor" tempoyu. Bir kimlik arayışının ipuçlarıyla yüklü olan İsa’nın Kolu, bu arayışın dinamiklerini son derece doğru hamlelerle açımlayıp önümüze seren bir film. Rotterdam kentinin de her iki dönemiyle başrollerden birini üstlendiği ve zaman zaman "karabasan" kimliğine büründüğü yapım, sinema sanatının her an "araştıran" yüzünü yansıtan bir çağdaş sinema örneği. Sonuç olarak, az sayıda film üreten Hollanda sinemasının "aklın hizmetine verilmiş" yansımalarından biri olduğunu söyleyebiliriz bu ilgiye değer "melez" filmin. Murat Özer