... Devamı Antoine adlı, altı yaşındaki kör bir çocuğun öyküsünü anlattığı filminde Laura Bari, Antoineın yetişkinlerin boğucu dünyasında sürüp giden yaşamını takip etmek yerine, bir çocuğun uçsuz bucaksız renklilikteki hayal gücüne odaklanarak oldukça zor bir işi üstleniyor. Yakın plan çekimler ve Antoineın yüzünden ayrılmayan alt açılar, seyirciyi bir çocuğun gözünden dünyaya bakmaya çağırıyor, tabii Antoine için bir sesler dünyası bu Filmde Antoine, sakin bir ses tonuyla, oksijen yetersizliğinden ötürü prematüre doğuşunu ve retinalarının nasıl aktığını anlatır bize. Bu gerçek yaşam öykülerinin ardından, kurgusal yaşam öyküleri gelir ve böylece Antoine, kimi zaman keskin gözlü bir dedektif, kimi zaman meraklı bir gazeteci, kimi zaman da muzip bir radyo sunucusu ya da kendi eksikliklerinin farkında olan hassas bir çocuk olarak çıkar karşımıza. Yönetmenin, Antoineın hassas yanıyla iletişim kurabilmek için geliştirdiği bir yol olan Dedektif Dec karakteri, filmde ön plana çıkıyor. Madam Rouski isimli birinden telesekretere bırakılmış telaşlı bir mesaj, duş yaparken kaybolduğunu, moleküllerinin suya karıştığını ve Antoineın yardımına gereksinim duyduğunu söyler. Bilmiş bir tonla, Dedektif olmak, hayal ettiğim şeyleri duyabilmek ve söyleyebilmektir diyen Antoine ve onun minik arkadaşları da, Madam Rouskiyi nehirde, yağmurda ve karda aramaya başlarlar. Gerçek ile hayal, bu görsel, işitsel ve şiirsel şölende iç içe geçiyor. Öğretmenine en sevdiği rengin portakal rengi olduğunu söylediğinde mesela, bunu gayet kendinden emin bir sesle söylüyor Antoine. Ama elbette, fiziksel engelinin onu zorladığı zamanlara da tanıklık ediyoruz film boyunca. İşte böyle zamanlarda Antoine, kendisine neyin iyi geldiğini çok iyi biliyor: Şaşmayan mizah anlayışı ve sonsuza kadar kaybetmemesini dileyeceğiniz bir hayal gücü.