12 yıl önce
Zincirsiz filmine yorum yazdı:
Lincoln filmine yorum yazdı:
Lincoln
Schindler's List, Empire of the Sun ve Saving Private Ryan gibi başyapıtlarıya dünya sinema tarihine damgasını vurmuş yönetmenlerin başında gelen Steven Spielberg'ün son zamanlardaki çalışmaları, sektör içinde tartışılmaya başlanmıştı.Geçtiğimiz seneki filmi War Horse ile eski günlerinden uzak bir görüntü çizen büyük yönetmen ise Amerika Birleşik Devletleri'nin belki de en efsane ismini sinema perdesine taşıyarak tartışmalara güçlü bir nokta koydu.Zenci köleliğini kaldırması nedeniyle köklü bir ulusun kahramanı olan eski ABD Başkanı Abraham Lincoln'e hayat verdiği Lincoln'de Spielberg, sevenlerini yeniden heyecanlandırabileceğinin sinyallerini vermekte.
Öncelikle yapımı Abraham Lincoln'ün hayat hikayesi olarak görmemek lazım.1860'lı yılların ortalarında, kölelik meselesi nedeniyle ABD ve bağımsızlığını ilan etmiş Güney Eyaletleri arasında patlak veren Amerikan İç Savaşı'nı durduracak tek şey olduğuna inandığı 13. Yasa'yı değiştirmek a ... DevamıLincoln
Schindler's List, Empire of the Sun ve Saving Private Ryan gibi başyapıtlarıya dünya sinema tarihine damgasını vurmuş yönetmenlerin başında gelen Steven Spielberg'ün son zamanlardaki çalışmaları, sektör içinde tartışılmaya başlanmıştı.Geçtiğimiz seneki filmi War Horse ile eski günlerinden uzak bir görüntü çizen büyük yönetmen ise Amerika Birleşik Devletleri'nin belki de en efsane ismini sinema perdesine taşıyarak tartışmalara güçlü bir nokta koydu.Zenci köleliğini kaldırması nedeniyle köklü bir ulusun kahramanı olan eski ABD Başkanı Abraham Lincoln'e hayat verdiği Lincoln'de Spielberg, sevenlerini yeniden heyecanlandırabileceğinin sinyallerini vermekte.
Öncelikle yapımı Abraham Lincoln'ün hayat hikayesi olarak görmemek lazım.1860'lı yılların ortalarında, kölelik meselesi nedeniyle ABD ve bağımsızlığını ilan etmiş Güney Eyaletleri arasında patlak veren Amerikan İç Savaşı'nı durduracak tek şey olduğuna inandığı 13. Yasa'yı değiştirmek adına mücadele verdiği dönem işleniyor sadece.Başkanlığı öncesi ve sonrası, hep köleliğin kaldırılmasını isteyen Lincoln'ün, yasa değişikliği yolunda defalarca zorluklarla karşılaşması ancak hiç yılmayıp mutlu sona ulaşması güçlü bir senaryo derinliğiyle anlatılıyor.Ancak bu anlatılırken tarihin hep temiz hamlelerle yazılmadığının ve zafere giden her yolun mübah olduğunun altı da kalın çizgilerle çiziliyor.
Filmde bize yansıtılan Abraham Lincoln karakteri çok insancıl ve sıradan bir adam görünümünde.Amerikan Başkanı kasıntılığına sahip olmadığı, halktan biri gibi davrandığı vurgulanmış.Oğlunun yanına yere uzanması ve Dışişleri Bakanı'nın yanında diz çöküp şömineyi harlaması kimse ile arasına set çekmediğini göstermekte.Son raddeye kadar sabırlı olan, en ağır yükler üzerinde olmasına ve binbir zorlukla mücadele etmesine rağmen sinirini kontrol edebilen bir insan profili çizmiş Spielberg.Ancak böyle özverili ve hümanist bir adamın bu işleri başarabileceğine ikna oluyorsunuz.İnsanın ister istemez bir kez daha kanı ısınıyor eski başkana.
Yapım Lincoln'ün insani yanına değinse de duygu yüklü bir işlenişe sahip değil.Hatta Spielberg'in büyük prodüksiyonları arasında duygusallığı en az olan filmidir herhalde.Kendisini "Ağlatan Yönetmen" olarak bildiğimizden Lincoln'deki tarzı bu açıdan biraz farklılaşıyor.Kurgusunun daha çok olay odaklı olması nedeniyle ciddi bir tavır takınıyor film.Bu notun dışında Lincoln'de yönetmenin tipik özelliklerinin ağır bastığını söyleyebiliriz.Her sahne üzerinde uzun uzun çalışıldığı belli oluyor.Hepsi yeni basılmış bir romanın mis kokan sayfaları gibi taptaze ve el değmemiş.Dönem filmleri gibi derin hikayelere sahip yapımlarda rahatlıkla kullanabildiği sihirli parmaklarının izleri her karede fark edilmekte.Kendine has kamera açıları sayesinde oyuncu ile seyirciyi başbaşa bıraktığı ve bunu çok iyi kotardığı anlar usta işi gerçekten.Filmde en ince ayrıntısına kadar girilip sindirilerek işlenen olay örgüsü, Spielberg'in bir başka bildiğimiz özelliği olarak ortaya çıkıyor.Bunda Tony Kushner'in detaylı senaryosunun da büyük etkisi var tabi ki.Munich'te Spielberg'le birlikte harikalar yaratan Kushner, Lincoln için yazdığı terzi işi senaryo ile bir kez daha takdiri hak ediyor.Bu sene gördüğüm en güçlü senaryo örneklerinden biri diyebilirim.
Teknik yanlara baktığımızda da filmin gayet olmuş olduğunu görüyoruz.Geniş platolar üzerine kurulmuş setlerin yanında başarılı bir sanat yönetimi ile tasarlanmış iç mekanlar dönemi oldukça şık yansıtmış.Kostümler etkili ellerden çıkmış.Bu dallarda Anne Karenina ve Les Miserables gibi oldukça güçlü rakipleri olmasa ödül alması kuvvetle muhtemeldi.Çok etkileyici bulduğum makyajların (tabi ki Abraham Lincoln) Oscar adayı olmaması da ayrıca üzücü.Müzikler için ise eski John Williams kalitesinden uzak kalmış diyebilirim.
Oyunculuk konusunda bu yılın en fazla tatmin eden filmlerinden biri Lincoln.4 oyunculuk dalının 3'ünde adaylık çıkarmayı başardı.Bunların 2'sinde çok iddialı.Abraham Lincoln rolüyle ışıkların altında duran kişi Daniel Day-Lewis.My Left Foot: The Story of Christy Brown ve There Will Be Blood filmleriyle Oscar'ı daha önce kazanmış usta isim, gerçekten eşine zor rastlanır bir aktör.Lincoln'de de fazla söze gerek olmayan bir iş çıkarıyor.Özellikle eşsiz yakın plan oyunculuğu ve muazzam mimik oyunları kelimleri kifayetsiz kılıyor.Kimi zaman coşup yükseklere çıktığı, kimi zaman hipnotize edici bir ağırlığa büründüğü performansı paralize edici.Bu sene Lincoln ile tüm ödülleri toplayan Lewis'in, Oscar gecesinde "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü almasına kesin gözüyle bakılıyor."En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında Oscar adayı olan Tommy Lee Jones, filmin diğer bir ağır topu.Thaddeus Stevens rolünde agresif ve laf sokmayı seven bir karakteri canlandıran Jones da son derece başarılı performansı sergilemiş.Hem gülümseten hem de havaya sokan bir kaç sahnesi aday olduğu dalda neden çok güçlü olduğunu kanıtlamakta.Abraham Lincoln'ün eşi rolündeki Sally Field içinse gerçekten üzgünüm çünkü gösterdiği muhteşem performansın boşa gitme olasılığı çok yüksek.Daha önce 2 kez Oscar heykelciğine uzanmış aktrisin "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalındaki rakibi Anne Hathaway, Les Miserables'da insanüstü bir performans sergilememiş olsaydı bu ödül kendisine gidebilir ve belki de Lincoln 3 oyunculuk ödülüyle geceye damgasını vurabilirdi.Tabi ki hem Field'ın hem de Lincoln'ün bu şansı hala devam ediyor.
12 dal ile Oscar gecesinin en fazla adaylığına sahip olan Lincoln, Spielberg'in Warhorse'dan sonra biraz silkelenmesini sağlamış.Bazı bünyelere ağır kaçan kurgusu ve ihtişamdan uzak tavrıyla sektörde beklenilen sesi getiremese de kalitesi tartışılmaz.Son yıllardaki en zorlu Oscar yarışının içine giren filmin geceden kendini tatmin edecek sayıda ödülle ayrılacağını düşünüyorum.
Prestij filmine yorum yazdı:
Nolan'ın en iyi filmi olmasının yanında benim için tarihin en iyi filmidir.Onun kalitesini aşabilecek bir eserin daha gelmesi çok zor.
Kafasında birkaç tahtası eksik, dahi yönetmen Quentin Tarantino’nun kendisini sevsem de tarzına bir türlü ısınamamıştım.Pulp Fiction, Kill Bill, Reservoir Dogs, Death Proof gibi filmleri hiç bana hitap etmemişti.Ta ki Inglourious Basterds’i izleyene kadar.Usta işi bu eser Tarantino’ya olan bakış açımı değiştirmişti.Ancak şimdi görüyorum ki başarılı yönetmen çıtasını olabilecek en yüksek yere yeni filmiyle koymuş.İşte beyni başka çalışan bu rahatsız sanat adamı, Amerikan İç Savaşı öncesindeki siyah-beyaz ayrımı ve kölelik konusuna hafifkara mizahla yaklaştığı; ancak yine hikayeyi o alıştığımız şiddet dolu tarzıyla pekiştirdiği son başyapıtıyla karşımızda: Django Unchained.
Tarz sahibi yönetmenlerden bahsedilince ilk akla gelenlerin başındadır Quentin Tarantino.Farklı filmler çekse de o aynı, kendine has stilinden parçalar ekler.Bir Tarantino filmini izlediğinizde yüzde yüz onun çektiğini anlarsınız.Karakteristik yapısından dola ... Devamı
Kafasında birkaç tahtası eksik, dahi yönetmen Quentin Tarantino’nun kendisini sevsem de tarzına bir türlü ısınamamıştım.Pulp Fiction, Kill Bill, Reservoir Dogs, Death Proof gibi filmleri hiç bana hitap etmemişti.Ta ki Inglourious Basterds’i izleyene kadar.Usta işi bu eser Tarantino’ya olan bakış açımı değiştirmişti.Ancak şimdi görüyorum ki başarılı yönetmen çıtasını olabilecek en yüksek yere yeni filmiyle koymuş.İşte beyni başka çalışan bu rahatsız sanat adamı, Amerikan İç Savaşı öncesindeki siyah-beyaz ayrımı ve kölelik konusuna hafifkara mizahla yaklaştığı; ancak yine hikayeyi o alıştığımız şiddet dolu tarzıyla pekiştirdiği son başyapıtıyla karşımızda: Django Unchained.
Tarz sahibi yönetmenlerden bahsedilince ilk akla gelenlerin başındadır Quentin Tarantino.Farklı filmler çekse de o aynı, kendine has stilinden parçalar ekler.Bir Tarantino filmini izlediğinizde yüzde yüz onun çektiğini anlarsınız.Karakteristik yapısından dolayı sinema jargonuna "Tarantino Sineması" tanımını sokmuştur.İşte Django Unchained de saf bir Tarantino Sineması örneği.Bundan önce yönetmenin hangi filmini izlediyseniz oradaki özelliklerin aynıları bu çalışmada da var.Onu baştan söylemeliyim.
Amerikan İç Savaşı’nın 2 yıl öncesinde geçen hikayemiz, eski bir dişçi olup daha sonra kelle avcılığı yapmaya başlayan Alman Dr. King Schultz’un (Christoph Waltz), hiç tanımadığı zenci köle Django’yu (Jamie Foxx) köle tüccarlarının elinden kaçırmasıyla başlıyor.Schultz’un Django’yu kurtarma nedeni, peşinde olduğu ve ödül için öldürmesi gerektiği kişileri yalnızca bu kölenin tanıyor olmasıdır.Django adamları Schultz’a gösterecek, Schultz onları öldürecek ve Django da bu iş birliği sonucunda özgürlüğünü kazanacaktır.Ancak kimyaları iyi tutan ikili, iş bittikten sonra kendi yollarına gitmek yerine birlikte kelle avlamaya başlarlar.Amerika toprakları içerisindeki nadir özgür zencilerden biri olan Django, zamanında kendi gibi köle olan, izini kaybettiği karısını kurtarma vaktinin geldiğini düşünerek onu bulmaya karar verir.Ortağı Schultz da Django’yu bu yolda yalnız bırakmaz ve ikili yeni bir maceraya yelken açar.
Film tüm kurgusunu başından sonuna kadar o yıllardaki siyah-beyaz ayrımı temeline oturtuyor.Birçok farklı olay ve karakter barındırsa da hep bu altyapı izleyiciye yansıyor.İtaat ve hizmet etmenin zencilerin genlerinden geldiği düşüncesinin yaygın olduğu kölelik dönemindeki faşizm ve siyahlara yapılan şiddet dolu aşağılama, klasik Tarantino bakış açısıyla karşımıza geliyor.Aslında kendisi mağdurun tarafında yer almış.Tüm hikaye tekil bir siyahi devrim, bir zenci başkaldırısı gibi.Bu yüzden nam-ı diğer "nigger" sempatizanlığını destekleyip ’antibeyazcılık’ yaptığı yönünde de eleştiriler almakta.Yapımın bu seneki ödüllerde yarıştığı Lincoln de aynı dönem ve konu üzerinde döndüğünden, siyah-beyaz ayrımı ve kölelik için son zamanların popüler teması yorumunu yapmak yanlış olmaz.
Western filmi çekmek, yeni bir dünya yaratmayı gerektirdiğinden zor bir iştir ancak hikayenin geçtiği mekanlar ve yaratılan atmosfer Tarantino’nun tüm bu zorlukları yıkmasını sağlamış.Yapımı asıl sürükleyici yapan da işte bu ortamın varlığı.Bir Western filminde yer alan hemen hemen her klişeyi kullanması yapıma ayrı bir tat katmış.Diyaloglar yine akıl dolu.Mesaj veren örneklerin yanında zekice tasarlanıp eğlendirenler de var haliyle.Schultz’un Django’yu tanıtırken soyadı için ’Freeman’ demesi ve gülmekten gözlerden yaş getiren Ku Klux Klan göndermesi, yönetmenin keskin zekasına verilebilecek örneklerden sadece ikisi.
Tarantino Sineması’nın en önemli özelliklerinden biri de aşırı derecede şiddet içermesidir.Ancak kullanılan şiddetfazla abartılı ve hayalgücü destekli olduğundan gerçeğe biraz uzaktır.Bu yüzden izleyiciyi asla rahatsız etmez, tam tersi motive eder.Django Unchained?de de bu aynen devam ediyor.Patlayan kafalar, fışkıran kanlar, vurulunca havada uçuşan insanlar.Hepsi görsel bir şölen havasında.Rahatsız olmaktan çok eğleniyor, deşarj oluyorsunuz.Bu anlamda yine epik bir iş çıkararak herkesi doyurmuş Tarantino.
Filmde neredeyse herkes oyunculuk anlamında yıldızlaşmış.Takım olarak döktürüyorlar.Özellikle Tarantino’nun vazgeçemediği Christoph Waltz başka diyarlardan gelmiş gibi.Dr. Schultz rolünde başroldeki Jamie Foxx’tan daha ön planda.Onun Almanca konuşmasını Inglourious Basterds’den sonra yeniden duymak çok hoş.Aslında Tarantino’nun hikayelerini oynatacağı oyunculara göre yazıp yazmadığını merak ediyorum zira Waltz’ın varlığı senaryoyu çok etkilemiş.Leonardo DiCaprio filmin bir başka devleşen oyuncusu.Zaten hakkında fazla methiye düzemeye gerek yok, inanılmaz performanslarına alıştık.Ancak her zamanki gibi Akademi, onun filmdeki başarısını es geçerek adaylık vermedi.Anlaşılan DiCaprio güzel yüzünün cezasını ömür boyu çekecek.Bir başka dev Samuel L. Jackson’dan bahsetmezsek olmaz.Siyahi uşak Stephen karakterini öyle gerçekçi bir iticilikle canlandırıyor ki, herkes kendini bir an için zencilerden nefret eden bir faşistmiş gibi hissediyor.Başroldeki Jamie Foxx’u sona bırakmamın nedeni, performans olarak diğerlerinin gölgesinde kalmış olması.Genel olarak iyi bir oyunculuk sergileyen Oscarlı oyuncudan biraz daha fazlasını beklerdim.
Django Unchained’in en güzel yanını sona bıraktım: Müziklerini.Son zamanlarda hiç bu kadar etkilenmemiştim.Hepsi tek kelimeyle muhteşem eserler.Bütün atmosferi tamamlayan, seyirciyi hikayenin içine çekerek yerine çivileyen melodiler filmi taçlandırarak kusursuzlaştırmış.Yapımdaki her kareye cuk oturarak dinleyeni başka diyarlara savuran müziklere nadir rastlıyoruz.İçinde her şey olan bir pastanın üzerindeki çok estetik bir çilek diyebiliriz bu eserlere.Günlerdir hiç durmadan dinlediğim soundtrack albümünün en beğendiğim eserleri ise Luis Bacalov’a ait main theme "Django" ile "Trinity".
Özetlemek gerekirse; artık Tarantino eserlerinin karakteristik özelliği olan kara mizahla yoğrulmuş bu Spaghetti Western filmi, parıldayan oyunculukları ve tarz sahneleri ile göze, muazzam müzikleriyle kulağa, dokunduğu hassas noktalar ve keskin zekasıyla da zihinlere hitap eden bir başyapıt.Belki de geçtiğimiz senenin en iyi filmi olarak unutulmayacaklar listesine rahatça giriyor.