12 yıl önce
Sürücü filmine yorum yazdı:
X-Men filmine yorum yazdı:
Karanlık, gerçekçi ve orijinalinden uzak ama başarılı süper kahraman filmlerinin atasıdır diyebiliriz.
X2 filmine yorum yazdı:
Batman'lerden sonraki en iyi süper kahraman filmidir. Çizgi roman ile alakası olmaması yönünde çok çok eleştiri almış, yerin dibine sokulmuştur. Ancak tek film olarak bakıldığında IMDb Top 250'ye girmeyi hak eder. Bryan Singer Last Stand'i bırakmasaydı üçleme çok daha güzel biterdi ama olmadı malesef.
X-Men: Birinci Sınıf filmine yorum yazdı:
Uyarlama olarak bakılınca en başarılı X-Men'dir, hatta "tek" başarılı X-Men'dir.
Ama ayrı film olarak bakarsak, X-Men 2'den iyi değil. Orijinal X-Men ile aynı mertebede.
9/10
X-Men Başlangıç : Wolverine filmine yorum yazdı:
İyi bir filmdir aslında, eğlendirir, ancak Wolverine dediğin adamdan nasıl filmler çıkabileceğini düşününce insan tamamen potansiyel harcanmış diyor.
The Wolverine filmine yorum yazdı:
Bildiğim kadarıyla Origins serisinden bağımsız olacak bu film.
X - Men: Son Direniş filmine yorum yazdı:
Çok ama çok ilginç bir filmdir.
İlk yarısı, malum bir karakter ölene kadarki kısmı, tek kelimeyle harikadır. X-Men 2’den bile daha iyi bir anlatıma sahip, The Dark Knight üçlemesindeki sahnelere taş çıkarabilecek bir kısımdır.
İkinci yarısı, efendim aksiyon yapacaz, savaş olacak, bol bol mutant olacak derken 10 üzerinden 2’ye bile layık değildir. Hani sanki ilk yarıdan sonra kadroda komple değişim olmuş.
Ian McKellen ve Hugh Jackman’in performansları da kurtarmıyor malesef. 6/10.
Kara Şövalye Yükseliyor filmine yorum yazdı:
Batman'in Gırtlak Kanseriyle İmtihanı
Önemli uyarı: Aşağıdaki yazı, Nolanın The Dark Knight üçlemesinden ağır spoilerler içermektedir.
Batmanin benim için çok özel bir yeri vardır diğer kahramanların yanında. Çocukluğum Marvel(özellikle de Spider-Man) çizgifilmleriyle geçmiş olsa da, ciddi olarak sevdiğim ilk süper kahraman Batmandir ve filmini izlediğim ilk süper kahraman da aynı şekilde Batmandir(Batman Forever). Bunun dışında, ne yazık ki Türkiyede olduğumuz için Batmanle fazla içli dışlı olamamışımdır ve daha çok Fox Kidsteki Marvel çizgi filmlerine kalmışımdır, ha onlar da harikalardı elbette ama bir de Batman olsa yanlarında fena mıydı?
Ancak gerek defalarca izlediğim Batman Forever(ufacık çocuğuz malum, aklımıza gelmyor ki Babey başka filmleri de var mı bu betmenin? diye sormak :) olsun, gerek hep ilk bölümünde takıldığım Batman Vengeance oyunu olsun, gerek az da olsa izlediğim çizgi filmleri ve bolca sahip olduğum oyuncakları olsun, B ... DevamıBatman'in Gırtlak Kanseriyle İmtihanı
Önemli uyarı: Aşağıdaki yazı, Nolanın The Dark Knight üçlemesinden ağır spoilerler içermektedir.
Batmanin benim için çok özel bir yeri vardır diğer kahramanların yanında. Çocukluğum Marvel(özellikle de Spider-Man) çizgifilmleriyle geçmiş olsa da, ciddi olarak sevdiğim ilk süper kahraman Batmandir ve filmini izlediğim ilk süper kahraman da aynı şekilde Batmandir(Batman Forever). Bunun dışında, ne yazık ki Türkiyede olduğumuz için Batmanle fazla içli dışlı olamamışımdır ve daha çok Fox Kidsteki Marvel çizgi filmlerine kalmışımdır, ha onlar da harikalardı elbette ama bir de Batman olsa yanlarında fena mıydı?
Ancak gerek defalarca izlediğim Batman Forever(ufacık çocuğuz malum, aklımıza gelmyor ki Babey başka filmleri de var mı bu betmenin? diye sormak :) olsun, gerek hep ilk bölümünde takıldığım Batman Vengeance oyunu olsun, gerek az da olsa izlediğim çizgi filmleri ve bolca sahip olduğum oyuncakları olsun, Batman hep favori süper kahramanlarımdan olarak kaldı. Nolanın ilk Batman filmi Batman Begins de tam bu tutkumun köreldiği zamanlarda gelmişti.
Yıl 2005, o zamanlar adı sıkça duyulan bir film var: War of the Worlds, Türkçe vizyon adıyla Dünyalar Savaşı. Neyse efendim film giriyor vizyona, on yaşındaki ben ise deliye dönüyorum, niye, çünkü filmin yaş sınırı 13 ve beni almıyorlar. Bundan sonra babam bana filmin DVDsini alacağımızı söylüyor ve onun yerine beni o sıralar vizyonda olan Batman Beginse götürüyor. Tabi ben on yaşında çocuk medyasından başka şeye ilgili değilim, nereden bileyim Beginsin bir şaheser olduğunu? Giriyoruz Beginse, Batman sevgim yeniden kabarıyor ama ne yazık ki o yaşta bir çocuğun fazla zevk alamayacağı kadar karanlık ve hikayeye odaklanan bir film Begins. Çıkıyoruz, güzel zaman geçiriyorum ama bir süre sonra unutuluyor haliyle. Yine Batman Foreverıma dönüyorum. Ondan sonraki yıllarda pek Batman ile ilgilenmiyorum çünkü, malum büyümüşüz az biraz, okulda Star Wars ile Yu-Gi-Oh! popüler konular. Ben de kendimi bunlara veriyorum, ikisini de çok severim. Ah, keşke hala oynayanı olsa da milletle düello yapsam.
Neyse birkaç yıl sonra, Batman Beginsi görüyorum bir yerde ve kardeşimin henüz onu izlemediğini hatırlayarak Aslında güzel filmdi lan. mantığıyla alıp götürüyorum eve. Ufaklıkla beraber ikinci defa izlediğimde ben de farkına varıyorum o zaman anlayamadığım şeyin: Batman Begins gerçekten de harika bir film.
Kısa süre sonra, yıl 2008, aynı zamanda benim oyun ve film piyasasını ciddi olarak takip etmeye başladığım yıldır. Yazın bir The Dark Knight fırtınasıdır esiyor. Geç olsun güç olmasın diyerek, sabrediyorum ve yazın vizyondayken yakalayamadığım filmin Blu-Ray versiyonunu, ki aynı zamanda arşivime ilk eklediğim Blu-Ray filmdir, kışın alıyorum. Takıyorum PS3e, başlıyorum izlemeye, son sahnesinde Gordon A dark knight. diyor, müzikler başlıyor ben de bir Tövbe estağfurullah o neydi lan öyle? diyerek mutfağa gidip su içiyorum. O gece IMDbde bir liste yapıyorum(o listenin bugünkü hali deşudurhatta) ve The Dark Knightı listenin en başına koyuyorum düşünmeden.
Sonrası malum, aradan geçen dört senede onlarca defa Batman Begins ve The Dark Knightı yeniden izliyorum, tabi bu arada Arkham Asylum ve Arkham City adlı iki şaheser oyun çıkıyor ve onlarla, özellikle de City ile iyice gaza geliyorum ve nihayet 2012de, hayatımda en büyük heyecanla beklediğim yapımlardan biri çıkıyor: The Dark Knight Rises, Nolanın modern efsanesinin finali. İki hafta önce biletler alınıyor, grup kuruluyor, IMAX salonunda en iyi yerlere gidiyoruz, salon geek dolu, filmden önce Batman tişörtü almadığım için pişmanım. Olsun, son üç ayımı fragmanlarını izleyerek geçirdiğim film başlıyor, devam ediyor, bitiyor ve ekranda The Dark Knight Rises yazısı çıkıp credits başladığında tüm salon alkışlıyor. Tüyler diken diken.
Neyse, Batman filmleri hikayem bu. Şahsen bunu çok güzel yaşayacak bir dönemde olduğumu düşünüyorum, çocukluktan gelen bir Batman sevgisi, sonra bendeki bu hafiften sönmüş tutkunun Nolan babanın yaptığı filmlerle yeniden alevlenmesi, tıpkı dünyanın birden sabah akşam Batman konuşması gibi.
Eğer ki üstteki giriş kısmı uzunluğuyla sizi fazla sıktıysa ve bu adamın asıl olaya gireceği kısmı arıyorsanız, burası orası. Nolan ustaya büyük saygılarla, üç film hakkındaki görüşlerimi belirten ayrıntılı yazılar yazacağım. Ama bunlar artılarla eksilerle yazılar incelemelerden çok, bu efsaneye veda ederken tüm filmleri tek tek hatırladığım ve unutulmaz yönlerini bir kez daha tekrarladığım, öznel yazılar olacak. Batman Begins ile başlayalım bakalım.
Batman Begins, bir köken hikayesi. O yıldan önce, bunun gibi bir kahramanın kökenlerine odaklanan film olarak Spidermani görmüştük sadece, diğer filmlerde ya o anlar çabucak anlatılıp geçiliyor ya da hiç kökenleri anlatılmadan kahramanımız bize tanıtılıyordu(bkz. Batman 1989). Yine köken filmi sayılabilecek olan Spiderman bile Beginsin yanında biraz çocuk işi gibi kalıyordu.
Batman Beginsin başında Nolan yeni Batman filmlerinin nasıl bir üçleme oluşturacağının sinyallerini veriyordu aslında. Diğer kahraman filmlerinin aksine, Beginsin neredeyse yarısında adam gibi Batman görülmüyordu. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Batman ilk saldırısını gerçekleştirip I am Batman! diye klasik repliğini söylediğinde vermişlerdi arayı sinemada. Filmin ilk yarısında, Batmanin gerçek ninjalar gibi eğitim aldığını görürken, bir yandan da geriye dönüşlerle adamın çocukluğundan ta dünyanın öbür ucuna, Gölgeler Birliğine gelmesine kadar yaşanan süreci izliyoruz. Bu kısım bence tüm Kara Şövalye üçlemesindeki en başarılı kısımlardan biridir. Özellikle Henri Ducard, ya da gerçek adıyla Ras Al Ghul buzun üstünde yaptıkları düello sırasında Brucea Ailenin ölümü senin suçun değildi. Babanın suçuydu. dediği anda Bruceun öfkelenme anı, eminim çok fazla insanın kolay kolay unutmayacağı bir andır. Aynı şekilde Bruceun ailesini öldüren adamın duruşmasında yanında silah getirmesi ama o öldüremeden bir başkasının katili vurması, yine unutulmaz bir sahneydi.
Ama bana sorarsanız, Batman Beginsin en güçlü yanı Batman felsefesini çok iyi yansıtması ve bunu mümkün olan en iyi şekilde bir senaryoya oturtmasıydı. Bunun yanında, Nolanın üçlemesini ta bu filmden planladığını açıkça görebiliyorsunuz. Biraz bakınca, Begins, TDK ve Risesın fantezisine yapılmış üç film olmadığını görüyoruz. Beginste başlayan Gothamı yok etme planı, zaten Risesın ana konusunu oluşturuyor. Yine aynı şekilde, Bruceun Rachela verdiği Bir gün, Gotham maskesiz, gerçek bir kahramana kavuşacak ve o günden sonra Batmane ihtiyacı olmayacak. sözü de, ikinci filmin konusunun çok büyük bir kısmını oluşturuyor ve hatta filmin finali tamamen Bruceun bu sözünün gerçekleşmesi üzerine. Yine aynı şekilde Rachelın söylediği bir başka laf daha var, Gerçekte kim olduğun değil, ne yaptığın önemlidir. diye. Bu da, Risesda çok önemli rol alacak olan Herkes Batman olabilir. fikrine dönüşecek ve bu fikir de aynı şekilde Risesın ve tabi ki üçlemenin finalini şekillendirecek.
Tüm bunlara rağmen, Batman Begins ikinci yarısında, hala süper kahraman filmi klişelerinden kurtulamamış bir film olduğunu belli ediyordu. E bu çok doğal aslında. 2003te X2 ve 2004te Spiderman 2 gibi süper kahraman klişeleriyle dolu ama bir o kadar da başarılı iki film gelmiş, Batman serisi ise Batman & Robin ile dibe batmış, Superman dediğin zaten 3. ve 4. filmlerin komikliğinden sonra yirmi yıldır film çıkarmamış. Haliyle Nolan birazcık süper kahraman adının arkasına saklanmak zorunda kalıyor, ama bu işi de cıvıklaşmadan, tam dozunda ayarlıyor ve Batman Begins ile ses getirdikten sonra The Dark Knightte daha kendi ayakları üzerinde duran, Batman adının arkasına saklanmayan bir film yapıyor.
The Dark Knight... Bu serinin kesinlikle en çok şaşırtan, en çok konuşulan ve muhtemelen elli yıl sonra en iyi hatırlanan filmi olacak. Elbette ki bunu en büyük sebebi tek bir karakter: Joker. Öyle ki, Heath Ledgerın oynadığı Jokerden sonra birden Joker çok popüler bir karakter haline geldi, ana düşman olduğu iki oyun(Arkham serisi) yapıldı, Türkiye gibi bu tür şeylerin çok popüler olmadığı bir ülkede bile insanlar Joker tişörtleriyle gezmeye başladılar. Artık geri dönüşü yoktu: Joker de Vader gibi, Don Corleone gibi efsane bir sinema karakteri olmuştu.
Ama benim bu konudaki görüşlerim oldukça fakrlı. Ben Jokeri uzun yıllardır tanıyan birisiyim, izleyip etkilenenlerin yarısı gibi bu filmde görüp seven biri değilim. Belki de bu yüzdendir bilemiyorum, ama Jokeri Heath Ledger yerine bir başkası oynasaydı yine bu filmin notunun benim için çok değişeceğini düşünmüyorum. Filmde Jokeri asıl etkileyici yapan şey, hikayedeki rolü ve sonunda tutuklanmasına ve durdurulmasına rağmen, aslında Jokerin kazanmış olmasıydı. Evet, birçok kişi filmin içindeki anarşik sahnelerden ve Jokerin VAAY SOOO SİRİYUS?? nidalarından zevk alıyor ama bu noktayı kaçırıyorlar.
Sadece Joker de değil tabi, Jokerin gölgesinde kalmış ancak aslında ondan bile daha iyi işlenen bir karakter var The Dark Knightta: Harvey Dent, ya da Two-Face. Filmi kapattığımda bir tövbe estağfurullah dedirten kesinlikle Joker değil, Two-Facetir benim için. Two-Face yıllardır en sevdiğim Batman düşmanıdır ve ben hayatımda bu derece iyi işlenmiş bir Two-Face görmedim. Tüm bir filmi götürebilecek karizmada bir karakter olduğunu düşünerek, ilk çıktığında Lan üçüncü filmde de Two-Facei mi göreceğiz kötü adam olarak? diye düşündüm, filmin sonlarına doğru Harveynin yüzünün yarısı gidince de ilk başta biraz hayal kırıklığına uğradım. Spiderman 3teki Venom gibi, sonunda gözüküp gidecek bir kötü olacağını sandım. Ah be Nolan, ne kadar yanılttın beni. Bir saat gibi kısacık sürede, adamı hiçbir aksiyona sokmadan, zaten o sürenin yarısını hastane yatağında geçirterek o kadar muhteşem bir karakter sundun ki bize, inanamadım resmen. Harvey Dentin filmin başında Batmanin yerini alacak maskesiz kahraman olarak tanıtılması, sonra çektiği acıların da katkısıyla Joker tarafından yozlaştırılması ve en sonunda, bu sembolün savaştığı kişilerden birine dönüşmesi... Batmanin filmin finalinde söylediği bir sözde, kendi, Harvey ve Gordonun oluşturduğu suçla savaş üçlüsünden bahsederek: Sen üçümüzden en iyi olandın. Bu yüzden Joker seni seçti. Harvey Dent kadar iyi birinin bile yozlaştırılabileceğini gösterdi. dediğinde tüylerim diken diken oldu. Aynı şekilde, finalde, Harvey bu üçlüdeki her bir kişi için yazı tura attığında, sıra kendi çocuğuna gelince Gordonun Sen haklıydın Harvey... diyerek ağlaması sırasında kendimden geçmiştim. Belki Joker kadar unutulmaz ve akılda kalıcı bir karakter değil ama, önceden Two-Face karakterini az çok tanıyan herkes, The Dark Knightta asıl olayın Joker değil Two-Face olduğunu anlayacaktır.
Tabi bu filmde yine Two-Face ile ilgili muhteşem bir sahne daha var. Bu sahne birçok insana hiçbir şey ifade etmemiştir ama benim gibi filmi izlerken her an aklında Two-Face olanların kafasında iyi yer tutan bir sahnedir bu. Depoda, Harvey bombaya ulaşmaya çalışırken yere düşer ve benzin dolu bir varili de kendisiyle düşürür. Varilden benzin akar ve bu benzir, yerde sol tarafı üstünde yatmakta olan Harveynin sadece bir tarafına bulaşır. Bu sahnede kalbim çarpmaya başladı ve aklıma hemen Two-Face geldi, nitekim doğru çıktı ve patlama sahnesinde, sadece yüzünün sol tarafı yanarak adamın Two-Facee dönüşümü tamamlanmış oldu. Böyle bir sahne için de Nolana ayrıca teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca, The Dark Knightta üçüncü bir düşman daha vardı. Evet aslında pek kimse fark etmedi, ama üçüncü filmde olsun diye tutturulan düşman The Dark Knightta karşımıza çıkmıştı: Riddler. Nerede diyeceksiniz, hatırlarsanız(unutulabilir mi sanki) Jokerin meşhur hastane patlatma sahnesi vardı. Batmanin kimliğini çözen Coleman Reese adlı Wayne Enterprises çalışanı ölmezse bir hastaneyi patlatacağını iddia etmişti. Coleman Reese, bir şey çağrıştırıyor mu? Fox ona hep Bay Reese diye hitap ediyor. Yani İngilizce, Mister Reese. Yani Mysteries. Yani gizem. Gizemin başka bir İngilizce karşılığı da enigma kelimesidir ve gerçek adı Edward Nygma olan Riddler, aslında yine bir Wayne Enterprises çalışanıdır ve adını kısaltarak kendisine E. Nygma yani Enigma demeyi sever. İkinci olarak, Riddlerın en ünlü özelliklerinden biri de ipuçlarından yararlanarak Batmanin gerçek kimliğine ulaşmış olmasıdır, yani Jokerin Reesei öldürmek isteme sebebi. Yani aslında, adı söylenmese de, açıkça Riddler olarak düşünülmüş bir karakter vardı filmde. Bunu öğrendiğimde belki de hayatımdaki en büyük plot twisti yaşadım ve Nolanın nasıl bu kadar gözümüzün önünde, hikayede hatırı sayılır miktarda yer alan bir cameo koyabildiğine hayret ettim. Helal olsun Nolana ne denir ki artık?
Karakterleri geçip biraz da filmin kendisine odaklanalım. Jokerin ardında, aslında nasıl bir filmdi The Dark Knight? Süper kahraman filmlerinin olması gerektiği gibi ve o tarihten sonra da olacağı gibi bir filmdi. Her ne kadar üçlemede benim için birinci film Rises olsa da, süper kahraman filmlerinde en büyük atılımı yapan film The Dark Knight olacaktır hep. Üstte de belirttiğim gibi, kahramanının değil senaryosunun, diğer karakterlerinin hikayesine bel bağlayan bir film The Dark Knight. Hala Batman ve Joker adları üstünde dursa da, bunu en aza indirmeyi başarmış bir film. Bu yüzden daima üçlemedeki en unutulmaz film olarak kalacaktır.
Tabii, The Dark Knighttan sonra tüm zamanların en çok beklenen filmine sıra geliyor. Bunu sadece ben söylemiyorum, filmin galasında bir spiker de söylemişti ve haksız da sayılmaz. The Dark Knight Risesdan daha çok beklenen bir film hatırlamıyorum ve kendi zamanımdan önceki filmlere de bakınca, bu sıfata aday bir film göremiyorum. Ben de, hem oyun hem de film geçmişime bakınca, Modern Warfare 2 dışında hiçbir şeyi bu kadar büyük heyecanla beklediğimi hatırlamıyorum(MW2 de ne heyecandı ama, adamlar eşi benzeri olmayan bir gaz veriyordu hem seferinde). Dediğmi gibi, son iki ay her gün fragmanlarını izledik, iki hafta önceden biletler alındı, film gününde iki saat erkenden buluşuldu ve IMAX salonuna DESHI BASARA BASARA diye tempo tutularak girildi. Film izlendi, koskoca Cinemaximum Ankamallda iki defa elektrikler gitti ama bu sayede filmi beş dakika daha fazla izledik ve bittiğinde, tüm ekranı creditsin başlangıcını temsil eden THE DARK KNIGHT RISES yazısı kaplayınca bütün salon ayakta alkışladı. Genç yaşımdan ötürü olabilir, ya da benden daha yaşlı olanlarınız da benimle aynı durumda olabilir, sinemada alkışlama olayını başkalarından çok duysam da kendim hiç yaşamamıştım ve inanıyorum ki, hiçbir yapımcının duymadığı, boş bir perdeyi alkışlama hareketi filmin gerçekten ama gerçekten kaliteli olduğunu gösterir. The Dark Knight Rises, benim için serideki en iyi filmdi ve listemde de, uzun bir süre, Once Upon a Time in America ile The Dark Knight arasındaki pozisyonunu, yani üçüncülüğünü koruyacaktır.
Peki Risesı bu kadar özel yapan şey ne? Öncelikle Rises, her şeyiyle tamamen Batman ve evrenindeki diğer karakterlerden bağımsız bir film olmuş. Yani artık Kara Şövalye üçlemesi, kendi ayaklarının üstünde durabilecek olgunluğa ve popüleriteye ulaşmış. Bu, daha önce hiçbir süper kahraman filminin yapamadığı bir şey. Bunun için tüm Batman Begins ve The Dark Knight ekibini kutlamak lazım. Rises, tamamen ayrı bir film olmuş ve bunun ilk belirtisi de Batman: Filmde Batmani topu topu yirmi dakika ha gördük ha görmedik. Bir de film üç saatten sadece on beş dakika kısa. Sadece Batman değil, filmin ortalarında tahminen bir saat kadar bir süre Bruce Wayne de etkisiz karakterdi. Evet, Rises Batmane odaklanan, çöküşünden sonra yeniden yükselişi, sonra yeniden çöküşünü anlatan bir film olabilir ama hikayeyi karakter üzerinden değil karakteri hikaye üzerinden anlatıyor. Bu sırada Batman figürünü çok çok az kullanması ve diğer karakterleri yalnız başına bırakması gerçekten bu filmin başlı başına bir yapım olduğunun kanıtıdır.
Batmanden ziyade, daha çok konuşulan birisi vardı filmde: Bane. Filmin çıkmasıyla tartışmalar başladı: Bane mi daha iyidir Joker mi, Bane olmuş mu olmamış mı, Bane aslında Mirandanın köpeği mi gibi gibi... Öncelikle, Bane ile Jokerin karşılaştırılmasını doğru bulmuyorum. Joker ile Darth Vaderı karşılaştırmak gibi birşey bu aslında. Jokerin filmde Baneden daha ön planda olduğunu tekrarlayarak belirtiyorum ki, Bane tamamen ağırbaşlı, planlı programlı biriyken Joker, kendisinin de dediği gibi plansız, sadece arabaları kovalayan bir köpek. Karakterler arasında bu kadar belirgin bir çizgi var. Karşılaştırma yapmadan, kşisel görüşüm, Tom Hardynin Bane rolünde filme ağırlığını koyduğu, karakterin karizmasını konuşturduğudur. Banein hikayesi hakkında da diyecek söz bulamıyorum. Son sahnelerdeki plot twist şöyle bir güzel ağzımı aralamama sebep oldu. Mirandanın Talia olduğunu IMDb karakterler kısmından öğrenmiştim, gerçi Talianın filmde olduğunu söylemişlerdi ben de muhtemelen tahmin ederdim, ama yine de Bane hakkındaki gerçeği söylediğinde benim de ağzım tüm salon gibi açıldı. Çok şükür o büyük kısmını öğrenmemişim. Bir anda Bane, saf kötü olmaktan çıktı benim için. O flashbackte görünen yüzündeki belli belirsiz gülümseme, Taliaya duyduğu koruyuculuk/babalık duygusu... İşte bu, Jokerde yapılmayan şeydi. Banein de felsefesi yoktu diyenler var ama, Jokerin de yoktu ki? Her akılda kalıcı söz veya her dünya görüşü felsefe demek olmuyor ne yazık ki.
Serideki dört büyük kötü adamı değerlendirmek gerekirse; Liam Neesonın oynadığı Ras Al Ghulun karizması ve filmde çok büyük ağırlığı vardı, ancak diğerlerine nazaran daha sönük kaldığı söylenebilir. Jokerin anarşikliği, bozuk akli yapısı ve aynı zamanda zekası karakteri renkli yapıyor. Harvey Two-Face inanılmaz başarıyla işlenmiş, bir değil iki filmin birden en önemli hikaye kozlarından biri ve Batman Beginsten beri sürekli tekrarlanan Gothamın umudu, maskesiz kahramanı hayalinin yükselişi ve çöküşünün en büyük temsilcisi. Bane ise hikayesi, Two-Face sayılmazsa, en etkileyici olan, uzaktan bakınca sığ gibi gözüken, ama aslında saf kötü olmayan, yine Ras gibi filme ağırlığını koyan bir karakter. Ha bir de, son sahnede Banein Talianın köpeği olduğunu düşünenler var. İngilizcedeki love kelimesini her duyduğunuzda aklınıza aşk gelmesin. O anıda, Taliayı beş-altı yaşındaki bir çocuk, Banei ise yirmilerini geçmiş bir adam olarak görüyoruz. Orada bahsedilen, Banein Taliaya karşı bir babalık, bir koruyuculuk duygusu beslemesiydi. Bunun aşk ile hiçbir alakası yok ve aynı şekilde, Banein kukla Talianın planın arkasındaki beyin olduğunu söylemek mantıksız olur. İkisi beraber planlamış, beraber yürütmüşler planı, bunu aşk gibi filmlerde çok sığ işlenen bir konuya indirgeyip Banee kukla demek haksızlık olur.
Onun dışında, bir de filmin finali var tabii ki, tüm Kara Şövalye efsanesine yakışır bir final... Herkes filmi izliyor, gözleri dolmuş, Alfred Bruce Waynein ve ailesinin mezarı başında ağlıyor(bu adam en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscarını almazsa, bu tarihten sonra Akademiyi ciddiye almam), o sırada Blakein olduğu bir sahne giriyor, gerçek adımı kullanın diyor ve kadın ona Robin diye sesleniyor. Bu sahne aslında tahmin edilmeyen bir sahne değildi, film boyunca acabalarla bizi bu sahneye hazırlamışlardı. Ama yine de bu ağzımızı salyalar akıtarak açmamıza engel olamadı. Sonra da, sıradan bir epilog sahnesi gibi başlayan bir sahnede laf arasında Fox, Batin otopilotunun aylar önce tamir edildiğini öğreniyor, biz noluyor falan derken Alfred, filmin başında kurduğu hayalin gereçkleştiğini görüyor, Bruce ve Selina ile Alfredin Floransada gittiği kafede oturur vaziyette karşılaşıyorlar. Film, Robin John Blakein Batcavee girişiyle bitiyor. Batman öldü, ama Bruce Wayne yaşıyor. Bu üçlemenin daha ne kadar güzel bitirilebileceğini bilmiyorum ben. Bunun üzerinde o kadar çok tartışma yürütülecek ki, burada bahsetmeyue gerek görmüyorum. Sadece, üçüncü defa tekrarlıyorum galiba ama, ekranda credits başladığında tüm salonun alkışlaması, Nolan'ın nasıl epik bir final yaptığını gösteriyor sanırsam.
Nolan, bize 2000lerin efsanesini, son on yılın tartışmasız en iyi filmlerini verdi. Batman Beginsin vizyona girdiği 2005 yılı, belki de süper kahraman filmlerinin sinema tarihinde önemli rol oynamaya başladığı yıl olarak hatırlanacak gelecekte. Bundan sonra gelecek yapımlar, mesela First Class üçlemesinin ikinci filmi olacak olan X-Men filmi, Thw Wolverine, Man of Steel(bu üçü en fazla umut beslediğim filmler), reboot seriye gelecek ikinci Spiderman filmi(bundan da umutluyum, The Amazing Spiderman zaten daha karanlık bir film olmasıyla ve senaryoyu ön plana çıkarmasıyla Batmane az da olsa yakınlık göstermişti, ama bu iş liseli Peterla olmaz arkadaş) derken yeni neslin süper kahraman filmlerinden efsane olacak daha çok yapım çıkacaktır diyorum ben. Şu Marvel de Avengersı ve bünyesindeki kahramanların filmlerini eğlencelik filmler olarak yapma kararı almasaydı çok iyiydi, Civil Warı konu alan efsane bir film çıkabilirdi. Ne yapalım artık, bunca babayiğidin arasına çerezlik filmler olarak kalacak onlar da. Avengersın filmini başyapıt sayanlar var, olabilir tabi zira ben de hiçbir süper kahraman filminde eğlenmediğim kadar eğlendim onda. Ama asla Batman üçlemesi gibi anılmayacak ya, ona yanıyorum.
Neyse artık. 2015te yeni Batman filmi geliyor zaten, bilmeyenler için söyleyeyim, bu seri planlanan bir Justice League(yine bilmeyenler için, kendileri DCdeki Avengers olur diye sığ bir benzetme yapabiliriz) projesi için pek uygun değil. Bu yüzden ona uygun yeni bir film çekecekler. Tabi bundan fazla şey beklememek gerek, ne de olsa sadece uydurmak için yapılmış olacak. Burada benim anlamadığım bir kısım, Man of Steeli de mi JLye uygun çekecekler, çünkü bildiğim kadarıyla o da The Dark Knight gibi bir üçleme olarak planlandı. Değilse yeni Supermani ne ara yapacaklar? Neyse, bunları pek kafaya takmamak lazım. Altı word sayfasının sonunda, belki de yüzüncü kez, Nolana bizi böyle bir efsanenin parçası yaptığı için teşekkür etmek istiyorum. Umarım Kara Şövalye üçlemesi kendisi gibi daha nice süper kahraman filmlerine ilham kaynağı olur. Ben yavaşça klavyeyi bırakıp, DESHI BASARA BASARA diye uzaklaşayım.Basara, basara(Rise, rise)...
Not: Uzun bir süre ikilemde kaldıktan ve birkaç defa fikrimi değiştirdikten sonra, The Dark Knight'ın burun farkıyla Rises'dan daha iyi olduğuna karar verdim. Listedeki değişimleri o yüzden garipsemeyiniz, ayrıca unutmayın liste sürekli güncelleniyor.
Son Ültimatom filmine yorum yazdı:
sinema tarihinin en overrated filmlerinden biri
(gelsin dislikelar...)
Baba filmine yorum yazdı:
Mario Puzo'nun bir başka aile değerlerini işleyen kitabı, The Family(Aile)'nin de filminin çekilmesi gerektiğini ve bunu da CFF Copolla'nın yapması gerektiğini düşünüyorum.
Düzgün bir senaryo, harika yönetmenlik isteyenler ise hiç durmasın, izlesin.