13 yıl önce
Üç Renk: Beyaz filmine yorum yazdı:
Crazy Hands filmine yorum yazdı:
Akbank Kısa Film Festivalinden çıkma bir ingiliz kısa filmi. Hikayenin absürdlüğünden ziyade sanat yönetmenliğinin muazzamlığı ve absürd ama bir o kadar muhteşem oyunculuk için izlemeye değer bir film. Bu ingilizler hakikatten tuhaf insanlar ve gerçekten çok tuhaf mizaçları (tipleri) var.
Schizopolis filmine yorum yazdı:
Soderbergh'i pek sevmiyorum ama hakikatten çok tuhaf ve absürd bir film çekmiş ve bu film ile adeta Amerikanın kıçına parmak atmasını sevdim. İletişim problemlerini çok hınzır bir dilde eleştirmiş. Başında ve sonunda bir jenerik olmasa da filmin yönetmeni Soderbergh olarak geçiyor. Yazılmış bir metin yok ve sadece "o an" anlayışıyla akıllarına geleni yazıp bir kaç doğaçlama ile çekilmiş.
Soderbergh karşımıza iki karakterle çıkıyor. Biri anladığım kadarıyla bir kişisel gelişim filozofu olan kozmik bir abinin konuşmalarını ve mali durumlarını toparlayan bir şirkette diğeri ise basit sapık bir diş doktoru. Karısıyla olan konuşmalarını , iletişim problemini eleştirmek adına zekice buldum. "Merhaba" "Nasılsın" gibi konuşmalar yerine. "Gereksizce hal hatır sormak" "Lafı geçiştirmek adına soru yöneltmek" gibi o an ki yaptıkları durumu anlatan laflar çıkıyor karakterlerin ağzından. Karısını yine soderbergh'in canlandırdığı başka bir adamla aldatması v ... DevamıSoderbergh'i pek sevmiyorum ama hakikatten çok tuhaf ve absürd bir film çekmiş ve bu film ile adeta Amerikanın kıçına parmak atmasını sevdim. İletişim problemlerini çok hınzır bir dilde eleştirmiş. Başında ve sonunda bir jenerik olmasa da filmin yönetmeni Soderbergh olarak geçiyor. Yazılmış bir metin yok ve sadece "o an" anlayışıyla akıllarına geleni yazıp bir kaç doğaçlama ile çekilmiş.
Soderbergh karşımıza iki karakterle çıkıyor. Biri anladığım kadarıyla bir kişisel gelişim filozofu olan kozmik bir abinin konuşmalarını ve mali durumlarını toparlayan bir şirkette diğeri ise basit sapık bir diş doktoru. Karısıyla olan konuşmalarını , iletişim problemini eleştirmek adına zekice buldum. "Merhaba" "Nasılsın" gibi konuşmalar yerine. "Gereksizce hal hatır sormak" "Lafı geçiştirmek adına soru yöneltmek" gibi o an ki yaptıkları durumu anlatan laflar çıkıyor karakterlerin ağzından. Karısını yine soderbergh'in canlandırdığı başka bir adamla aldatması ve karısının sıkıcı bir memur olan kocasını "Japonca" dublaj olarak duyması , kocasını aldattığı ve kocasıyla tıpatıp benzeyen adamın "İtalyanca" dublaj olarak konuşması , kadının çevresindeki erkekleri nasıl algıladığı ile alakalı iyi bir detaydı. Hatta sonra bir kafede yine Soderbergh'in oynadığı başka bir adamın gelip "Fransızca" dublaj ile konuşup onu etkilemesi iyi bir kara mizahtı.
Kısacası o kadar muhteşem bir film olmasa da mizahı ve eleştrisiyle izletiyor.
Çölde Kutup Ayısı filmine yorum yazdı:
Kaybetmek genetik bir mutasyon(mu)dur.
Ya da hepimiz yalnızca şanssız mı doğarız.
Kaybeden hikayeleri günümüz modası olsa da bu film diğerlerinin arasından sıyrılmayı çok iyi başarıyor. Karakterleri ise perdeye yansıyan bir başka gölge gibi değil de üç boyutlu olarak çok iyi yazılmış. Komedi ve Drama türü olarak kategorize edilse de filmin dram ağırlıklı olması gönlümü fetheden başka bir detay oldu. Ayrıca aile adeta Shameless "Gallagher"larının Belçika ayağı gibi durmuyor mu.
Filmin Fransa’da geçen kısımlarında bol keseden kullandığı güvercin metaforunu sevdim. şahsımca ait olduğu yer/polonya olarak nitelendirdim. (keza Polonya "kuşların uçtuğu ülke" olarak da bilinir.) Karol’ın evliliği , kendi vatandaşı ile tanıştığı sahne de ve karısından ayrıldıktan sonra yerini doldurmayacağı belli olan heykeli gördüğü sahnelerde bu güvercinler gerek ses gerek görüntü olarak karşımıza çıkıyor. Diyaloglar ve karakterler muhteşem dizayn edilmiş. Bir ara bu aşıklar nerede tanışmış olabilir diye düşündüğümde Karol’ın esprili bir şekilde anahtarı yutmuş gibi yaptığı sahneye denk geldim. Bir fransız kadınını böyle sümsük gibi duran adamın anca esprili mizacıyla (tabi kuaf ... Devamı
Filmin Fransa’da geçen kısımlarında bol keseden kullandığı güvercin metaforunu sevdim. şahsımca ait olduğu yer/polonya olarak nitelendirdim. (keza Polonya "kuşların uçtuğu ülke" olarak da bilinir.) Karol’ın evliliği , kendi vatandaşı ile tanıştığı sahne de ve karısından ayrıldıktan sonra yerini doldurmayacağı belli olan heykeli gördüğü sahnelerde bu güvercinler gerek ses gerek görüntü olarak karşımıza çıkıyor. Diyaloglar ve karakterler muhteşem dizayn edilmiş. Bir ara bu aşıklar nerede tanışmış olabilir diye düşündüğümde Karol’ın esprili bir şekilde anahtarı yutmuş gibi yaptığı sahneye denk geldim. Bir fransız kadınını böyle sümsük gibi duran adamın anca esprili mizacıyla (tabi kuaför olması da buna bir etken) tavlaması olası geldi. Bunu anlatıyorum çünkü filmde olmasa da insanlara çizdiği karakterle bile hikayeye sokabilen adamlar bana göre gerçek sinemacılardır. Gelelim filmin mualif kısmına. Fransa’ya beslediği sempatizanlığı aşikar olan Kieslowski filmin başında bu şehri çok sakin aktarıyor keza bilenler vardır Fransa’nın buram buram kültür ve sükunet koktuğunu. Karol Fransa’dan kaçıp Polonya’ya geldiği daha ilk sahnede bir eleştri başlıyor. Uçak valizlerini kaçıran serseriler , para kaçakçıları , kumarbazlar , avrupalılaşmaya çalışan Polonya’nın komikliği , arazi mafyaları. Sakin ülkede barınamayıp böyle bir kaotik ülkede mizahı ve çakallığı ile barınabilen Karol bana varlığı ile başlı başına bir Kieslowski protestosu gibi göründü.
velhasıl. izleyin. kieslowski (adamın adını yazmaktan bıktım adeta) gereksiz plan kullanmayan yönetmenlerdendir. hani şu "Gerçek Sinema" denilen kavram var ya. He işte o.