3 yıl önce
Köpekler Pantolon Giymez filmine yorum yazdı:
Kameralı Adam filmine yorum yazdı:
Dziga Vertov bence bir gün filmlerdeki benzerliklerden çok sıkıldı ve dedi ki "size bir film vereceğim, hem kamera nasıl kullanılmalı öğrenin hem de size bugünlerden hatıra günlük yaşam görüntüleri kalsın"
Harika bir iş yapmış ki hala aynı kamera teknikleri kullanılıyor.
The Human Condition II: Road to Eternity filmine yorum yazdı:
Yıllardır beklettiğim ve ancak izleyemeye fırsat bulabildiğim muhteşem üçlemenin ilk filmi. Yanlış yolda ilerleyenlere inat ayakta durmaya çalışan bir insanın hikayesi. Arka planda ise Japonya’nın öz eleştirisi. Süre uzun gibi görünebilir ancak su gibi akan bir film izleyeceksiniz. Zaten buraya kadar geldiyseniz bu filmi sevecek birisinizdir aksi halde muhtemelen adını dahi duymayacaktınız. Her film ikişer bölümden oluşuyor. Geniş bir zamanınız yoksa bile 6 bölümlük mini dizi kıvamında da izlenebilir. Kısacası ne yapın edin, daha fazla ertelemeyin ve bu üçlemeyi izlemeden ölmeyin.
Scandal in Sorrento filmine yorum yazdı:
Yönetmenliği kadar oyunculuğuna da hayran olduğum Vittorio De Sica ve güzeller güzeli Sophia Loren bir arada. Eğlenceli bir İtalyan komedisi. Her zevke hitap etmez ama asla ben gibi "sonra izlerim" diye ertelemeyin, hemen izleyin.
Bir Başkadır dizisine yorum yazdı:
Komik bir video vardı, adam önüne gelene tokat atıyordu ve ağaçtaki kedi dahil herkes bundan nasibini alıyordu. Ben bu diziyi o tokat atan adama benzettim. Kimin hangi kesimden olduğuna bakmıyor, basıyor tokadı. Çünkü hepsi az çok demeden bu tokadı hak ediyor.
Koca İstanbul’da herkesin birbirini bir yerden tanıyor olması veya daha doğru ifadeyle tanış çemberi çizilmiş olması klişesini görmezden gelerek hem oyunculuk hem de senaryo bakımından harika bir iş çıkarılmış.
bahsettiğim video: https://www.youtube.com/watch?v=AjXooH2tokY&ab_channel=FrostySyrup
The Hateful Eight filmine yorum yazdı:
QT’nun iki farklı tarzı var, bu sevdiğim tarzdaki filmlerinden.
Birbirlerinden nefret etmelerine rağmen bir arada yaşamak zorunda olanların hikayesi. Aslında tek aradıkları adalet. Ama ya herkesin kendince bir adalet anlayışı varsa ve bunlar aynı değerde birleşmiyorsa? Ya ceza yöntemleri birbirlerinkinden farklıysa?
Reis filmine yorum yazdı:
yönetmenin bir diğer filmi de "eşrefpaşalılar" . O filmde de reisin taa okyanus ötelerine selam yollayıp "gel bitsin bu hasret" dediği kişiyi anlatıyor :)
Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi filmine yorum yazdı:
İnarritu için bir devrin kapanıp başka bir devrin açıldığı film. Bu filmi milat kabul edebiliriz. Çünkü adını duyurduğu, kendini tanıttığı önceki filmleri ile büyük bir kopuş yaşadığı ilk filmidir.
21 gram, babel, amores peros ile birdman ve diriliş birbirinden çok farklı filmlerdir. Buradaki kastım yönetmenlik bakımından. Ben en azından kendisini daha özgün bir tarzı olduğu için sevmiştim ama birdman’i yönettiğini bilmesem david fincher filmi derdim.
Film genel olarak gayet güzel ve yönetmen açısından da başarılı olmakla birlikte İnarritu tarzından uzaklaşmış bir filmdir.
Savaş Makinesi filmine yorum yazdı:
Tam bir underrated film. Sıradan gibi görünen ama önemli bir soruyu mizahi gözle bakabilmek ve anlatabilmek hem yönetmen için hem senarist için oldukça zor olsa gerek. Güzel olan her şeyden bir tutam atılmış gibi. Savaş gibi ciddi bir konuda mizah yapabilen ama ciddiyeti de bozmayan ender bir film. Bunu en son Dr.Strangelove’da görmüştüm sanırım.
Oyunculuk konusunda söylemek istediğim bir husus var. Bir oyuncu için iyi kötü kavramı nasıl yapılır? Veya kişiselleştirelim biraz daha, oyuncunun iyi mi kötü mü olduğuna nasıl kanaat getirirsiniz? Ben farklı rollerde oynayabilmesine bakarım mesela. Brad Pitt’i bu kaçıncı farklı tarzda rolüyle izleyişim bilmiyorum ama hepsinde de döktürüyor.
Filmin beğenilmeme sebebini hem anlıyorum hem anlamıyorum diyebilirim. Sanırım fury veya inglorious bastards tarzında bir şey bekleyenler beğenmediler ama bunlardan bağımsız olarak bakıldığında nasıl beğenilmez bu film anlamadığım kısmı da o.
Kendisini yeni tanıdığım Jukka-Pekka Valkeapaa’nın inanılmaz filmi olan "Koirat Eivat Kayta Housuja" yani "Köpekler Pantolon Giymez"in ilk 10 dakikasında (belki daha erken) anlamıştım zaten başucu filmlerim arasına gireceğini. Hal böyleyken bir miktar zaman ayırıp, iki satır yazı yazmazsak olmaz. Kim okur, kim duyar bilmem. Ben üzerime düşeni yapayım.
Esas oğlanımız olan Juha, "coğrafya kaderdir"i tersten okumuş bir vatandaş. Finlandiya’da misler gibi yaşamaktadır. Henüz kendisinin bile ne kadar çok sevdiğini bilmediği bir kadınla evlenmiş, güzel bir kızı var, doktor, parası pulu da var belli, göl/deniz kenarı bir yerde evi var, ohh kebap valla. Ama bizim gözümüz kalıyor bu durumda ve başına bir büyük olay geliyor. Sonuçta mutluluk öyle kolay mı lan!?
Azıcık şurada kıvrılayım dediği bir an bir bakıyor ki karısı yok ortada, çocuk da başında ağlıyor. Karısını son gördüğünde iskele oturuyordu, suya düşmüş olabili ... Devamı
Kendisini yeni tanıdığım Jukka-Pekka Valkeapaa’nın inanılmaz filmi olan "Koirat Eivat Kayta Housuja" yani "Köpekler Pantolon Giymez"in ilk 10 dakikasında (belki daha erken) anlamıştım zaten başucu filmlerim arasına gireceğini. Hal böyleyken bir miktar zaman ayırıp, iki satır yazı yazmazsak olmaz. Kim okur, kim duyar bilmem. Ben üzerime düşeni yapayım.
Esas oğlanımız olan Juha, "coğrafya kaderdir"i tersten okumuş bir vatandaş. Finlandiya’da misler gibi yaşamaktadır. Henüz kendisinin bile ne kadar çok sevdiğini bilmediği bir kadınla evlenmiş, güzel bir kızı var, doktor, parası pulu da var belli, göl/deniz kenarı bir yerde evi var, ohh kebap valla. Ama bizim gözümüz kalıyor bu durumda ve başına bir büyük olay geliyor. Sonuçta mutluluk öyle kolay mı lan!?
Azıcık şurada kıvrılayım dediği bir an bir bakıyor ki karısı yok ortada, çocuk da başında ağlıyor. Karısını son gördüğünde iskele oturuyordu, suya düşmüş olabilir diye düşünüp atlıyor balıklama ama iş işten geçmiş. Neredeyse boğulana kadar çıkmıyor sudan ve o an, işte tam neredeyse boğulup öleceği o an, karısına en son yaklaşabildiği an olarak beynine işleniyor. Ve bu tarz anlarda zamanın nasıl yavaş geçtiğini Einstein’dan daha iyi anlıyor.
Araya bir not girmeden edemeyeceğim. Filmde "köpek" kadar "balık" metaforu da var. Hatta tam bu sahnede bir balığın son nefeslerini görüyoruz. Ne demek istediğimi yazı bitince daha net anlayacaksınız.
Gel zaman git zaman, yalnızlık zor tabi, sadık Juha en azından kendini karısının hayaliyle tatmin etmeye çalışıyor. Hatta daha iyi kokusunu alabilmek için karısının çamaşırlarını kafasına geçiriyor ve üstüne parfümünü de sıkıyor. Aslında yavaş yavaş "o an"ı arıyor ama henüz ismini koyamamış.
Kızı da büyümüş tabii bu arada. Tam bir ergen, kişiliğini arıyor garibim. Piercing merakı oluşmuş. Babamız da medeniyetin beşiğinden çıkma yağız Fin Erkeği olduğu için hiç itiraz etmiyor, "tabi" diyor beraber gidiyorlar piercing-tattoo dükkanına. O güne kadar kızı sırf çevre edinmek, etrafta cool görünmek için girdiği bu kapıdan birkaç gün sonra gerçekten bunu istemediğini fark edip piercingi çıkartıyor. Ancak baba Juha için durum tam tersi. O ise "buneamna" bakışları altında girdiği mekanın (aslında yaşam tarzının) müdavimi oluyor. Şimdi şurayı es geçmeyelim. Juha yalnızlıktan sıkılmış veya cinsel olarak her şeyi gördüm bir de bunu deneyeyim mantığıyla girmiyor bu farklı dünyaya. Tesadüfi olarak gelişmiş bir olay neticesinde "boğulma anı"nın ufak bir fragmanını yaşıyor ve olay sırasında tırnağı yaralanıyor. Şimşek tam orda çakıyor. Tekrar tekrar gözünün takıldığı yaralı tırnağı ona bir sinyal yolluyor. Juha da zamanla bu sinyale cevap verir oluyor. Doktor arkadaşı kendisindeki bu değişimi fark ediyor ki zaten bütün film boyunca onu "kendi dünyaları"nda tutmaya çalışıyor.
Karısını "köpek" gibi seven Juha, sırf o anı yaşamak için elinden geleni ardına koymuyor. Gözü ne işini görüyor ne kızını. Kendini bile düşünmüyor ve limitleri gökyüzü olan Mona’yı bile korkutacak duruma geliyor. Mona için ayrı bir parantez açmak lazım. Onun hikayesini tam olarak bilmiyoruz ama bu kişiliğini tanımamıza engel değil. Muhtemeldir ki o da başka benzer bir hikayenin başrolü. Sadece belli şeyleri aşmış ve gündüz fizyo terapide yürüyemeyenleri yürütüp/yürütmeye çalışıp mutlu eden melek kalpli hemşire, gece ise insanları köpek gibi yürütüp mutlu eden bir sahibe. İki dünyasının arasına kalın bir duvar örmüş, birbirine karıştırmıyor. Limitlerine ulaşabilen yokken, Juha çıkageliyor ve Mona bile korkak bir kedi durumuna düşüyor.
Olaylardan habersiz kızımız Elli, babası Juha’nın yalnızlığına çok üzülüyor ve müzik öğretmenini ayarlamak istiyor. Juha buna pek yanaşmasa da bakıyor ki Mona’ya ulaşamıyor, denemekten ne çıkar diye müzik öğretmeni ile buluşuyor. Kadın pek Juha’nın tipi değil belli ki çünkü Juha kadının ağırbaşlı ve dominant olanını seviyor ancak bizim müzik öğretmeni balık restorantında kafayı bulup gülme krizine girebilen bir tip. Bak yine balık, tesadüf işte... Juha’nın olayı zaten belli, bu yüzden kadına, karısının parfümünden hediye ediyor. Eve geçiyorlar (burada bir müzik açıyor kadın, Tomaso Albinoni’nin Adagio’su. Fin metal grubu Sentenced, Buried Alive albümünde intro olarak kullanılmıştı. Ablacım bu müzikle nasıl sevişir bir insan, bence bu kadın sado-mazo yapanlardan bile daha garip, neyse) ve yatağa giriyorlar. Juha önce kibarca parfümü sıkmasını istiyor sonra da kendini boğmasını. Kadın doğal olarak garip karşılıyor ama ayak uydurmaya çalışıyor. Olayı yeteri kadar ciddiye almaması ve tekrar tekrar gülmesi nedeniyle Juha istediği seviyeye ulaşamıyor, yani karısını göremiyor. Mutsuz son.
İşler Juha için yolunda gitmiyor ve anlıyor ki bu derde tek çare Mona. Juha ipini koparan köpek gibi geri adım atmadan saldırdığı için Mona, Juha’nın "son kez" sözüne güvenip "ne istersem yaparım bonusunu" da cebine atıyor ve bunu evine alıyor. İşin rengi evde diş çekmeye dönüyor. Ben bunun bir vazgeçirme denemesi olduğunu düşünmüştüm ama öyleyse bile Juha all-in yapıyor. Başta korksa da (ben ikna oldum) köpek gibi sevdiği karısını bir an daha görebilmek için bunu bile kabul ediyor ve dişini çektiriyor. (Acaba bu Yorgos Lanthimos’un Kynodontas’ına bir selam olabilir mi? Lütfen olsun bence! Kalp Gözlü Gülen Smiley). Juha zaman-mekan’dan öyle bir uzaklaşıyor ki Mona artık olayın farklı duruma geçtiğini ve Juha’nın kendini öldürtmeye çalıştığını düşünüyor. Sözünün eri olan esas oğlanımız Juha, bunun da bir hayal olduğunun ve hazzın daha ötesinin olamayacağını yani karısına bir daha ulaşamayacağını istemese de kabul ediyor, evden bir daha gelmemek üzere ayrılıyor. Tüm o kıyafetleri çöpe atıyor hatta durumu kızına itiraf etmeye bile çalışıyor.
Amaaa bir kez suya girmiş Juha, hayatını, hayatının anlamını orada görmüş... Daha da çıkamıyor. Çıktığı an nefes alamıyor, ölüyor. Artık onun karısı bir deniz kızı ve Juha’da ona aşık olan bir balık. En azından gündüz yaşadığı hayatta kalabilmek için doktor arkadaşına da dediği gibi "yalan söylüyor". Gündüzleri rol yaptığı bir hayatı yaşıyor. Gerçekten istediğinin peşinde aynı Mona gibi geceleri koşabiliyor. Kendisini olaylardan önce önünden bile geçmeyeceği barın içinde dans ederken buluyor. Ve karşısında onu anlayan, sudan çıkamayan başka bir balık Mona