10 ay önce
Return to Seoul filmine yorum yazdı:
First Reformed filmine yorum yazdı:
''Akıl,zihnimizde iki çelişkili hakikati aynı anda tutuyor. Umut ve umutsuzluk. Bu iki fikrin zihnimizde dönüp durması,hayatın ta kendisidir.''
Bu filmin anlatmak istediği şey tam anlamıyla korkunç. Kişisel dertlerden evrensel kocaman bir dert ile paralellik kurduran senaryosu muazzam. Ve film bu dertlerin çözümü için bir çözüm öneriyor. İşte burası korkunç. Ama filmin finaliyle bu soru ucu açık bir şekilde bırakılıyor. Peder'in dediği gibi aynı: ''Akıl,zihnimizde iki çelişkili hakikati aynı anda tutuyor. Umut ve umutsuzluk.''
Filmin sonunda bu iki çelişkili hakikatten hangisinin geriye kaldığını düşünmek bize yani aklımıza kalıyor.
Nefis.
Kuluçka filmine yorum yazdı:
Finlandiya yapımı son body-horror filmi Hatching, yapmacık görüntüsünün altında bir şeylerin döndüğünü hissedeceğiniz banliyö ortamıyla, modern zamanların acımasız bir peri masalını gözler önüne seriyor. Genç bir kız olan Tinja, ormanda gizemli bir yumurta bulur, onu eve getirir ve besler, ta ki bir gün yumurta iki katına çıkıp göründüğünden daha kapsamlı bir şeye dönüşene kadar.
Alegori üstüne alegori sunan film, kendini ayakta tutmak için çok fazla tematik unsuru ele alıyor; aile ve doğa, ergenliğe giriş, sahte bir aile imajı ve annelerinin takdirini kazanmaya hevesli bir çocuğun zihinsel savaşı... Anne/kızın işlevsiz dinamiği bu kadar soğuk bir film için işe yarasa da, anlatmak istediği etkiye asla ulaşamıyor. Animatronik kuklanın kullanımı son derece yaratıcıydı, yapışkan sıvı ve tüylerle kaplıydı, ama bana göre karmaşa ve kaos yaratması için bundan fazlası olmalıydı sanki.
Filmin kısa bir film olarak çok daha iyi sonuç verebileceğini düşünmeden edemiyorum, aceleye getirilmi ... DevamıFinlandiya yapımı son body-horror filmi Hatching, yapmacık görüntüsünün altında bir şeylerin döndüğünü hissedeceğiniz banliyö ortamıyla, modern zamanların acımasız bir peri masalını gözler önüne seriyor. Genç bir kız olan Tinja, ormanda gizemli bir yumurta bulur, onu eve getirir ve besler, ta ki bir gün yumurta iki katına çıkıp göründüğünden daha kapsamlı bir şeye dönüşene kadar.
Alegori üstüne alegori sunan film, kendini ayakta tutmak için çok fazla tematik unsuru ele alıyor; aile ve doğa, ergenliğe giriş, sahte bir aile imajı ve annelerinin takdirini kazanmaya hevesli bir çocuğun zihinsel savaşı... Anne/kızın işlevsiz dinamiği bu kadar soğuk bir film için işe yarasa da, anlatmak istediği etkiye asla ulaşamıyor. Animatronik kuklanın kullanımı son derece yaratıcıydı, yapışkan sıvı ve tüylerle kaplıydı, ama bana göre karmaşa ve kaos yaratması için bundan fazlası olmalıydı sanki.
Filmin kısa bir film olarak çok daha iyi sonuç verebileceğini düşünmeden edemiyorum, aceleye getirilmiş gibi hissettirdi.
The Banshees of Inisherin filmine yorum yazdı:
''Ne için kavga ediyorduk?''
Film, 1923'te İrlanda İç Savaşı sürerken, İrlanda'nın küçük adası Inisherin'de geçiyor. The Banshees of Inisherin, en iyi arkadaşı Colm ile öğleden sonraları barda geçirdiği basit, sıradan varoluşunun tadını çıkaran bir adam olan Pádraic'i konu alıyor.
Colm, bir gün Pádraic ile artık arkadaş olmaktan, hatta onunla bu konuda konuşmak istemediğine karar verdiğinde, Pádraic'in hayatı aniden paramparça olur. Film, Colm'un ani değişimi hakkında inkar, keder ve öfke arasında gidip gelen Pádraic'i takip ediyor.
Buradan itibaren başlıklara ayırarak filmin daha derinlerine bakalım.
Colm Neden Artık Pádraic ile Arkadaş Olmak İstemiyor?
Kasaba rahibiyle yaptığı konuşmalarda, Colm'un bir tür varoluşsal depresyon içinde olduğu ve zamanının ürkütücü bir şekilde tükendiğini hissettiği anlaşılıyor. Bu varoluşsal kaygının çoğunu Pádraic'e yansıtıyor. Onu "sıkıcı" ve "sönük" olarak görüyor ve onunla geçirdiği zamanı, müzi ... Devamı''Ne için kavga ediyorduk?''
Film, 1923'te İrlanda İç Savaşı sürerken, İrlanda'nın küçük adası Inisherin'de geçiyor. The Banshees of Inisherin, en iyi arkadaşı Colm ile öğleden sonraları barda geçirdiği basit, sıradan varoluşunun tadını çıkaran bir adam olan Pádraic'i konu alıyor.
Colm, bir gün Pádraic ile artık arkadaş olmaktan, hatta onunla bu konuda konuşmak istemediğine karar verdiğinde, Pádraic'in hayatı aniden paramparça olur. Film, Colm'un ani değişimi hakkında inkar, keder ve öfke arasında gidip gelen Pádraic'i takip ediyor.
Buradan itibaren başlıklara ayırarak filmin daha derinlerine bakalım.
Colm Neden Artık Pádraic ile Arkadaş Olmak İstemiyor?
Kasaba rahibiyle yaptığı konuşmalarda, Colm'un bir tür varoluşsal depresyon içinde olduğu ve zamanının ürkütücü bir şekilde tükendiğini hissettiği anlaşılıyor. Bu varoluşsal kaygının çoğunu Pádraic'e yansıtıyor. Onu "sıkıcı" ve "sönük" olarak görüyor ve onunla geçirdiği zamanı, müzik bestelemek ve dünyaya anlamlı bir şeyler katmak için kullanabileceği değerli enerjiyi boşa harcadığına inanıyor. Bunu düzeltmenin en iyi yolunun Pádraic ile bağlarını temelli koparmak ve hayatının geri kalanını müziğine adamak olduğuna karar veriyor.
Colm Neden Parmaklarını Koparıyor?
Colm'un parmaklarını kesmesi, müzik çalma yeteneğini de engelliyor. Pádraic ile arkadaşlığının, yapmak istediği iş olan müziğinden uzaklaşmasının bir nevi sembolik anlatımı adeta.
Bayan McCormick'e Neler Oluyor?
Film boyunca Pádraic, tüm kasaba dedikodularını bilen, siyahlar giymiş, tuhaf yaşlı bir kadınla karşılaşır. Bayan McCormick, İrlanda folklorunda bir "banshee" dir. Banshee, Kelt folklorunda doğaüstü bir yaratıktır. Geceleyin bir Banshee'nin hüzünlü yas ağlayışını işitmenin, aileden bir kişinin öleceğinin habercisi olduğuna inanılırdı.
Bayan McCormick'in filmde "banshee"yi temsil etmesi amaçlanıyor, bazı karakterlerin etrafındaki varlığı, yaklaşmakta olan bir trajediye işaret ediyor. Siobhán ve Pádraic, onu tuhaf ve ürkütücü bularak sürekli onunla karşılaşmaktan kaçınıyolar. Filmin sonuna doğru, Inisherin'den iki ölüm geleceğini tahmin ediyor. Bu ölümlerden biri Pádraic'in arkadaşı Dominic ve diğeri Pádraic'in eşeği Jenny olduğundan, Pádraic'in etrafındaki varlığı sonunda mantıklı geliyor.
Dominic'e Ne Oldu?
Dominic, Pádraic'in Colm ile olan arkadaşlığının boşluğunu doldurmak için ona yakınlaşır, ancak hikaye ilerledikçe Dominic'in babası tarafından dövüldüğünü ve cinsel tacize uğradığını öğreniriz. Pádraic'in , babasından farklı olarak iyi kalpli olduğuna inanan Dominic, Pádraic'in Colm'un yeni arkadaşına yalan söylediğini ve ona adayı terk etmesi için babasının öldüğünü söylediğinde bozulur. Bundan kısa bir süre sonra Dominic, Siobhán'a ondan hoşlandığını söyler ve adadan ayrılmadan önce bunu nazikçe reddeder. Dominic'in intihar ederek ölüp ölmediğinden emin olmasak da, Dominic'in acımasız babasının ellerinde katlandığı zorluklar ve ardından en yakın arkadaşlarını kaybetmesi düşünüldüğünde bu sanki en olası cevap gibi duruyor.
Pádraic Neden Colm'un Evini Yıkıyor?
Filmin sonunda Siobhán, tatmin edici bir varoluş için can atarak anakarada bir kütüphane işine girmek için Inisherin'den ayrılıyor. Bu, Pádraic'i dayanılmaz derecede yalnız ve üzgün bırakır ve geriye kalan tek arkadaşı Jenny olur. Colm, Pádraic'in kapısına birkaç kopmuş parmak fırlattığında ve Jenny birinde boğulup öldüğünde, bu Pádraic için bardağı taşıran son damla olur. Filmin çoğu tek taraflı bir kan davasıydı ama bu an, Pádraic'in karakterinde büyük bir değişime işaret ediyor. Öfkeli Pádraic, Colm'a bunun aralarında bir savaşın başlangıcı olduğunu ve ertesi gün evini yakacağını söyler. Öte yandan Colm, rahibe depresyonunun geri döndüğünü söyleyerek, bu kan davasını başlattığına bile pişman görünüyor. Pádraic, Colm'un köpeğini kurtarır ama Colm'un içinde oturduğunu görünce evi yakar. Sonunda öğrendiğimiz gibi, Colm henüz ölmek istemediğine karar verir ve evden kaçar. Bu eylem, her türlü uzlaşma umudunun sona ermesi anlamına gelir, çünkü ikisi de artık birbirlerine onarılamaz zararlar vermişlerdir.
Filmin Sonu
Film boyunca, İrlanda İç Savaşı hakkında ufak tefek bilgiler alıyoruz. Bu, ara sıra uzaktan tüfek ve top sesleri duyan adalılar için havadan sudan konuşulacak bir konu aslında. Daha önce Pádraic, ne hakkında kavga ettiklerini bile bilmediğini söylüyor. Bu ifade, McDonagh'ın İrlanda İç Savaşı'nı Pádraic ve Colm'un kan davasıyla benzeştirdiği filmin sonunun habercisidir. Filmin son sahnesinde, Pádraic evini yaktıktan sonra Pádraic ve Colm kıyıda buluşur. Bu kan davasını bitirmeye hevesli olan Colm, savaşın sona ermek üzere olduğunu düşündüğünü söylüyor; hem suyun ötesinde hem de kendisi ile en iyi arkadaşı arasındaki savaşın durması için hazır. Öfkeyle kaynayan Pádraic, her şeyin bitmesine çok uzak olduğunu söylüyor.
Son çekimlerden biri, Bayan McCormick'in onları bir tepenin tepesinden izlediğini gösteriyor. Siyah pelerinli varlığı, Colm ve Pádraic arasında görsel bir ayrım yaratır ve varlığı arkadaşlıklarının öldüğünün sinyalini verir. Sonunda, Pádraic sevdiği herkesi kaybetmiştir; Colm evini ve en iyi arkadaşını kaybetmiştir. Tıpkı savaş gibi, ne için savaştıklarını bile unuttular, ancak zararlar verildi ve artık geri dönmek için çok geç...
Güneş Sonrası filmine yorum yazdı:
Charlotte Wells'in ilk uzun metraj filmi “Aftersun” duygusal açıdan oldukça derin ve özgün bir eser.
Film, kaybedilen zamanın acısını,uzun süredir kayıp olan bir insanı anlamaya yönelik umutsuzluğu zarif bir şekilde bize sunmuş.
Sophie, 11 yaşındayken babasıyla Türkiye'ye gider. Ucuz bir otelde kalırken babasıyla sayısız güzel anıları olur.(Ucuz olduğunu için Türkiye'yi seçmesi üzücü tabi bizim adımıza) Ancak bir yetişkin olarak, o anıları hatırladığında, babasının duygusal olarak kırıldığını ve ağlayacak bir omuza ihtiyacı olduğunu fark eder. O zamanlar küçük bir çocuktu; belki de her şeyin yolunda olmadığını hissediyordu ama babasını tam olarak anlayacak durumda değildi. Şimdi, bir yetişkin olarak, babasının neler yaşadığını anlıyor ve tek umudu onu kendine yakın tutmak. Onu unutmamak.
Recep İvedik 7 filmine yorum yazdı:
Hükümet eleştirisini anlıyorum ancak bu kadar kör göze parmak yapılınca da pek bir inceliği kalmıyor.
Ahlat Ağacı filmine yorum yazdı:
"Biliyor musun bazen sende, bende ve hatta dedemde gördüğüm şeyler bana ahlat ağacını hatırlatıyor. Bilmiyorum. Hepimiz uyumsuzuz, yalnızız, şekilsiziz."
Nefisti. Nuri Bilgi Ceylan, taşrayı beyaz perdeye o kadar iyi yansıtmış ki taşrada yaşamış herhangi bir insanın filmdeki diyaloglarda kendinden ve çevresinden bir şey bulmaması bana imkansız gelmekte. Filmi izleyince insanın içine bir öküz oturuyor. Etkisi sürüyor, geçmiyor. Fazla söze gerek yok Türk sinemasından NBC gibi bir deha çıktığı için ne kadar da şanslıyız. Ustayı hayranlıkla izliyoruz.
Tokyo Sonatı filmine yorum yazdı:
''Düşünüyorum da, yavaş yavaş batan bir gemi gibiyiz. Filikalar çoktan gitti. Su ağzımıza kadar geldi. Durumun umutsuz vaka olduğunu bilsek de hala bir çıkış yolu arıyoruz. Ve suyun altına dalmaya da cesaretimiz yok.''
Her şeyden önce söylemeliyim ki, bu filmin ne kadar üzücü olduğuna inanamıyorum. Derinden üzücü ve umutsuz. Duygusal olarak o kadar yoğun ki, filmin sonunda kendimi farklı biri gibi hissettim. Sadece iki saat sürdü ama deneyim bana sonsuz gibi geldi. Requiem for a Dream gibi sadece depresyon pornosu değil , aynı zamanda gerçekten içten bir hikaye.
Kerr filmine yorum yazdı:
"Düş içinde dolanıyorum. Düş içinde. Bir türlü benim, ben olduğuma inanamıyorum."
Yaşar Kemal
Tayfun Pirselimoğlu'nun ''Saç'' filminden sonra izlediğim ikinci filmi ''Kerr'' oldu. Saç filmi tuhaf fakat eksik bir filmdi bana göre. Kerr filmi ise teknik açıdan çok daha iyi duruyordu. Görüntüler oldukça estetikti. Film hakkında alt metin aramak gerekiyor ancak hepsinin zorlama olacağı görüşündeyim. Çünkü filmin amacı zaten net bir şeyi anlatmak değil. Kim ne anlarsa.
Film oldukça metafor dolu ve yoruma açık bir film. Bana kalırsa ana karakterin bilinçaltı yolculuğunu izledik. Babasının yanında olmayışının bir tür vicdan azabı. Sürekli bu rüyadan yani ''şehirden'' kaçmak ister fakat kaçamaz. ''Karantina'' vardır çünkü şehirde. Sokağa çıkma yasağı. En sonunda azrail ile yani katil ile son yolculuğa çıkar. Azrail onu bilinçaltının en derin çukuruna öldürüp atar. Can bilinçaltında ölmüştür. Ve son sahne ile ilk sahne aynıdır. Bu da hayatın bir d ... Devamı"Düş içinde dolanıyorum. Düş içinde. Bir türlü benim, ben olduğuma inanamıyorum."
Yaşar Kemal
Tayfun Pirselimoğlu'nun ''Saç'' filminden sonra izlediğim ikinci filmi ''Kerr'' oldu. Saç filmi tuhaf fakat eksik bir filmdi bana göre. Kerr filmi ise teknik açıdan çok daha iyi duruyordu. Görüntüler oldukça estetikti. Film hakkında alt metin aramak gerekiyor ancak hepsinin zorlama olacağı görüşündeyim. Çünkü filmin amacı zaten net bir şeyi anlatmak değil. Kim ne anlarsa.
Film oldukça metafor dolu ve yoruma açık bir film. Bana kalırsa ana karakterin bilinçaltı yolculuğunu izledik. Babasının yanında olmayışının bir tür vicdan azabı. Sürekli bu rüyadan yani ''şehirden'' kaçmak ister fakat kaçamaz. ''Karantina'' vardır çünkü şehirde. Sokağa çıkma yasağı. En sonunda azrail ile yani katil ile son yolculuğa çıkar. Azrail onu bilinçaltının en derin çukuruna öldürüp atar. Can bilinçaltında ölmüştür. Ve son sahne ile ilk sahne aynıdır. Bu da hayatın bir döngü olduğu anlamına gelir. Hep aynı şeyleri yaşar fakat farklıymış gibi hissederiz. Yani mü''Kerr''er. Tekrar etmek.
O gün gelir aklıma.
Hatırası bile acı verir insana.
Tek bir kelime bile etmeden,
Arkamı dönüp, evin yolunu tuttum.
Neden beni tutmadın?
Neden öylece çekip gittin?
Çiçeklere baktığımda gelir aklıma
Neden o şekilde ayrıldık?''