1 ay önce
Mükemmel Günler filmine yorum yazdı:
The Killer filmine yorum yazdı:
Yıllar sonra David Fincher'dan suç filmi izlemek iyiydi. Onun suç filmlerinde suçluların zihni, motivasyonları, yöntemleri, psikolojileri ve kurbanları ile kurdukları ilişkiler ağırlıklı yer tutar ve böylelikle izleyici kendi icinde de bir yerlerde saklı duran ama günlük hayatında oldukça uzak yaşadığı suçlu psikolojisini derinden hisseder. Yani Fincher insan dogasinin kötücül yanını kaşımayı ve seyirciyi rahatsiz etmeyi cok sever. Yıllar sonra gelen bu filmde de teknik ve görsel olarak klasik bir Fincher filmi izlemek güzeldi ancak senaryo oldukça zayıf oldugu için beklenti bir başka Fincher filmine kaldı. Her şey çok güzel başlıyor, soğuk kanlı bir kiralık katilin kafasının içine giriyoruz ardından o saat gibi işleyen katilimiz bir hata yapıyor ve yanlış kişiyi öldürüyor ancak burdan sonra film hiç bir yere ilerlemiyor. Hiç bir çatışma veya karakter gelişimi yok. Güzel bir dizinin herhangi bir bölümü gibi akıp gidiyor. Bir çizgi roman veya oyun senaryosunun dışına çıkamamış gibi. O y ... DevamıYıllar sonra David Fincher'dan suç filmi izlemek iyiydi. Onun suç filmlerinde suçluların zihni, motivasyonları, yöntemleri, psikolojileri ve kurbanları ile kurdukları ilişkiler ağırlıklı yer tutar ve böylelikle izleyici kendi icinde de bir yerlerde saklı duran ama günlük hayatında oldukça uzak yaşadığı suçlu psikolojisini derinden hisseder. Yani Fincher insan dogasinin kötücül yanını kaşımayı ve seyirciyi rahatsiz etmeyi cok sever. Yıllar sonra gelen bu filmde de teknik ve görsel olarak klasik bir Fincher filmi izlemek güzeldi ancak senaryo oldukça zayıf oldugu için beklenti bir başka Fincher filmine kaldı. Her şey çok güzel başlıyor, soğuk kanlı bir kiralık katilin kafasının içine giriyoruz ardından o saat gibi işleyen katilimiz bir hata yapıyor ve yanlış kişiyi öldürüyor ancak burdan sonra film hiç bir yere ilerlemiyor. Hiç bir çatışma veya karakter gelişimi yok. Güzel bir dizinin herhangi bir bölümü gibi akıp gidiyor. Bir çizgi roman veya oyun senaryosunun dışına çıkamamış gibi. O yüzden Fincher'in suç filmlerinin içinde en zayıfı olarak hatırlayacağım. Bunun yerine mindhuntera yeni sezon çekse daha tatmin edici olurdu. Ancak film sadece senaryodan ibaret değil diyenler için çerezlik bir film olmuş ki çerezlik tabiri herhalde Fincher'a yapılabilecek en ağır hakaret.
Toprağın Tuzu filmine yorum yazdı:
Yeterince çok acıya tanık olan bir insanın ruhu olgunlaşır. Salgado hayatı boyunca dünyanın ihmal edilmiş coğrafyalarında, açlığın, yokluğun, politik karmaşaların ve yalıtılmışlığın hüküm sürdüğü topraklarda insana dair hemen her duyguyu görmüş ve renksiz birer fotoğraf halinde sunmuş bizlere. Belgesel boyunca Salgado her konuştuğunda ruhundaki o olgunluk ve kabulleniş de açığa çıkıyor. İnsan denen bu tuhaf canlıyı en çıplak haliyle anlatabilmek için renksiz bir şekilde sunuyor karelerini. O kendi gözleriyle baktığında her şeyi olduğu gibi renkli görüyor, ama bizler onun makinesinden çıkan kareleri solgun, renksiz ve uzak bir halde izliyoruz. Bizler yani tüm bu acılara ve doğanın yokoluşuna kayıtsız kalanlar. Salt of earth incilde geçen, iyi ve saygıdeğer insan anlamına gelen bir ifade. Salgado'nun ruhu bu çorak topraklarda yeşeren bir orman adeta. Bizi tuzuyla besliyor.
Güneş Sonrası filmine yorum yazdı:
Filmin bir çok sahnesinde bize sezdirildiği gibi film kafasında yasamakla her şeyden vazgeçmek düşüncelerinin dolandığı bir babanın veda etmeden önce kızına bir tatil hatırası bırakmak istemesini anlatıyor. Onu hatırladığı son anın mutlu bir tatil anısı olmasını istiyor. Kendini bırakmadan önce hayatta belki de sahip olduğu tek değerli şey olan kızının tüm yaşamı boyunca aklında güzel bir anı olarak kalmak istiyor. Odasında tek başına hüngür hüngür ağladığı sahnede olduğu gibi en zoru da içten içe acı çekerken kızı için, o son hatıra için mutlu görünmeye çalışması. Evet sıkıcı film ama tüm tatili babanın vedası olarak görünce ve filmde kızın büyük halinin karanlıkta babasını düşerken tutmaya çalışması sahnesini düşününce oldukça duygusal bir hal alıyor. Belki de o tatil kız icin hayatı boyunca babasını tutamamanın yükü olarak kalacak. Her izleyende farklı bir duygu bırakacağını düşünüyorum.
"Çok mu dertsiz duruyorum uzaktan bakınca
Çok mu kalender sandınız dert anlatmayınca"
The Banshees of Inisherin filmine yorum yazdı:
İrlanda iç savaşı sırasında uzaktan savaşın seslerinin duyulduğu bir köyde her gün aynı anlamsız sohbetlerden ve uğraşlardan sıkılmış bir adam en yakın arkadaşıyla artık konuşmamaya karar verir ve bu iki arkadaşın arasında da mikro düzeyde bir iç savaş başlar. Colm savaşın sesleri uzaktan gelirken hayatın anlamsızlığını, yaptığımız hiçbir şeyin Tanrı'nın umurunda olmayışını ve kayıtsızlıktan başka bir çıkış yolu olmadığını kabullenip kalan ömrünü beste yaparak ve aptalca sohbetlerden uzak sessiz bir hayat yaşayarak geçirmeyi planlamaktadır. Oysa Colin Farrell'in çok iyi oynadığı Padraic karakteri ise hayatın monotonluğunun ve boşa geçen zamanın farkında bile değildir. İkili arasındaki temel çatışma Padraic'in hayatı kabullenişi ve çok dallandırıp budaklandırmadan olduğu gibi yaşama isteğiyle Colm'in hayatı anlamlı kılacak ve ölüp gittiğinde arkada bırakabileceği bir şeyler yapabileceğine olan inancı arasındaki çatışmadır. İrlanda kırsalındaki iki adam arasındaki bu çatışma aslında herk ... Devamıİrlanda iç savaşı sırasında uzaktan savaşın seslerinin duyulduğu bir köyde her gün aynı anlamsız sohbetlerden ve uğraşlardan sıkılmış bir adam en yakın arkadaşıyla artık konuşmamaya karar verir ve bu iki arkadaşın arasında da mikro düzeyde bir iç savaş başlar. Colm savaşın sesleri uzaktan gelirken hayatın anlamsızlığını, yaptığımız hiçbir şeyin Tanrı'nın umurunda olmayışını ve kayıtsızlıktan başka bir çıkış yolu olmadığını kabullenip kalan ömrünü beste yaparak ve aptalca sohbetlerden uzak sessiz bir hayat yaşayarak geçirmeyi planlamaktadır. Oysa Colin Farrell'in çok iyi oynadığı Padraic karakteri ise hayatın monotonluğunun ve boşa geçen zamanın farkında bile değildir. İkili arasındaki temel çatışma Padraic'in hayatı kabullenişi ve çok dallandırıp budaklandırmadan olduğu gibi yaşama isteğiyle Colm'in hayatı anlamlı kılacak ve ölüp gittiğinde arkada bırakabileceği bir şeyler yapabileceğine olan inancı arasındaki çatışmadır. İrlanda kırsalındaki iki adam arasındaki bu çatışma aslında herkesin hayatında yaşadığı evrensel bir çatışmadır. Filmi izlerken etrafımdaki insanlarla gün içindeki anlamsız ve bir yere varmayan sohbetlerimizi düşündüm. Zamanın bize hiç aldırış etmeden hızla akıp gidişini ve şu dünyada anlamlı tek bir şey yapamayışımızı düşündüm. Bazıların ise bunu bir an için bile düşünmeden ömrünü geçirdiğini düşündüm. Sorun da burada işte bu anlamsız boşluğun farkında olanlarla boşluk hiç yokmuş gibi yaşayanlar. İkili arasındaki çatışmada Padraic'in elini sürekli artırarak daha da kötü şeyler yapması ne güzel iki sohbet edip zamanı geçiriyorduk nereden çıktı bu hayatı sorgulama saçmalığı tepkisi adeta. Çünkü Colm ile olan dostluğu olmadan o ıssız kırsalda o da boşluğun içine düşecek. Ana karakterlerin haricinde Padraic'in kız kardeşi, köyün saf oğlanı Dominic ve Sinan Engin'e benzeyen Rahip karakteri gibi yan karakterlerin de içinde bulunduğu durumu kabullenenler ve daha iyi bir hayat isteyenler olarak ayrılabileceği oldukça iyi bir film olmuş. Müzikleri ve enfes görüntüleri de cabası.
Bıçaklar Çekildi: Gizemli Bir Serüven filmine yorum yazdı:
İlk filmin sevilme nedeni uzun yıllardır hasret kaldığımız Agatha Christie tarzı tek mekan dedektif öykülerinin iyi bir örneği olmasıydı. Herkes tarafından beğenilince devam filmi kaçınılmaz oldu ancak ortaya Netflix'in çerezlik filmlerinin bir örneği çıkmış. Hikaye oldukça sıradan olmuş devam filminde çok daha ilgi çekici bir hikaye beklerdim. Hikaye yerine daha çok seyirciye ulaşma kaygısı güdülerek oyunculara ve mekanlara çalışılmış. Whodunit filmlerinde bence en önemli şey katilin motivasyonudur, zekice işlenmiş bir cinayet kadar cinayetin neden işlendiği de önemlidir. Burada ne zekice işlenmiş bir cinayet ne de elle tutulur bir motivasyon var. Ayrıca Benoit Blanc oldukça geri planda kalmış, zekasını zorlayacak bir vaka olmamış bence, bundan sonraki devam filmlerinde onun kişisel hayatına da yer verilse hiç fena olmaz. Her şeye rağmen hafta sonu keyifle izlenebilecek bir film olmuş ama polisiye severleri tatmin etmeyeceği kesin.
Kahraman filmine yorum yazdı:
Yine insanı çözümü olmayan, bir tarafı seçemediği ahlaki ikilemler arasinda bırakan bir film. Asghar Farhadi iyi bir yönetmen ancak onu büyük yapan yazarlığı bence. Genellikle filmleri aynı senaryo düzeni üzerinden ilerliyor ama her defasında seyirciyi vicdani olarak arada bırakmayı başarıyor. Yalan mevzusu ve insanların birbirlerinden sakladıkları sırlar her filminde esas konuyu oluşturuyor. Şu hikayede kim haklı kim haksız kolaysa karar verelim hadi, herkesin haksız olduğu bir hikaye anlatmak nispeten kolay ancak herkesin bir şekilde haklı olduğu bir hikaye anlatmak gerçekten zordur. Ve bu film de bunu başarıyor. İyi yazarlik karakterleri karikatürize etmeden yazmaktir filmdeki alacaklı karakterini kim kolayca kotü bir insan olarak kodlayabilir? Doğruyu söylememekle yalan söylemek arasında esaslı bir fark vardır yalan söyleyen birisi hakkında haklı ve haksız diye karar vermek kolaydır ancak doğruyu söylemeyen birisini kolayca yargılayabilir miyiz? Tüm bu sorular arasında geçen hakkı ... DevamıYine insanı çözümü olmayan, bir tarafı seçemediği ahlaki ikilemler arasinda bırakan bir film. Asghar Farhadi iyi bir yönetmen ancak onu büyük yapan yazarlığı bence. Genellikle filmleri aynı senaryo düzeni üzerinden ilerliyor ama her defasında seyirciyi vicdani olarak arada bırakmayı başarıyor. Yalan mevzusu ve insanların birbirlerinden sakladıkları sırlar her filminde esas konuyu oluşturuyor. Şu hikayede kim haklı kim haksız kolaysa karar verelim hadi, herkesin haksız olduğu bir hikaye anlatmak nispeten kolay ancak herkesin bir şekilde haklı olduğu bir hikaye anlatmak gerçekten zordur. Ve bu film de bunu başarıyor. İyi yazarlik karakterleri karikatürize etmeden yazmaktir filmdeki alacaklı karakterini kim kolayca kotü bir insan olarak kodlayabilir? Doğruyu söylememekle yalan söylemek arasında esaslı bir fark vardır yalan söyleyen birisi hakkında haklı ve haksız diye karar vermek kolaydır ancak doğruyu söylemeyen birisini kolayca yargılayabilir miyiz? Tüm bu sorular arasında geçen hakkı verilmiş bir film.
Yaşamın Kıyısında filmine yorum yazdı:
İnsan bazen sırtında taşıdığı yükün altında ezilir ve hareket edemez hale gelir. Hayatta ufacık bir anda yaptığınız ufacık bir hata yaşamı çekilmez bir yük haline getirir ve ruhu çekilmiş bir insan gibi sadece bedenden ibaret bir canlı gibi kalırsınız. Lee' nin sessizliği, kayıtsızlığı, ani öfkeleri ve donuk bakışları hayatını mahveden o ufacık hatanın sonucu. Filmde geçmişe gidilen sahnelerde aslinda Lee'nin ne kadar da hayat dolu bir insan olduğunu görüyoruz. Ancak hayat tam olarak böyle bir şey, tek bir an tek bir hata tüm güzel günleri yok edip götürebilir. Hayatın mutlu anları o kadar kırılgan ve geçicidir ki. Film bize hayatın bu kırılganlığını anlattığı için oldukça gerçek geliyor. Lee'nin üstesinden gelemiyorum dediği sahnede o sıkışmışlık hissini, içinde bastırdığı o çığlığı çok iyi anlıyoruz. Filmin Türkçe isminin çok yerinde seçildiğini düşünüyorum, Lee ne intihar edip terkedebiliyor yaşamı ne de içine girebiliyor eski günlerde olduğu gibi, yaşamın kıyısında kimseye dokunmad ... Devamıİnsan bazen sırtında taşıdığı yükün altında ezilir ve hareket edemez hale gelir. Hayatta ufacık bir anda yaptığınız ufacık bir hata yaşamı çekilmez bir yük haline getirir ve ruhu çekilmiş bir insan gibi sadece bedenden ibaret bir canlı gibi kalırsınız. Lee' nin sessizliği, kayıtsızlığı, ani öfkeleri ve donuk bakışları hayatını mahveden o ufacık hatanın sonucu. Filmde geçmişe gidilen sahnelerde aslinda Lee'nin ne kadar da hayat dolu bir insan olduğunu görüyoruz. Ancak hayat tam olarak böyle bir şey, tek bir an tek bir hata tüm güzel günleri yok edip götürebilir. Hayatın mutlu anları o kadar kırılgan ve geçicidir ki. Film bize hayatın bu kırılganlığını anlattığı için oldukça gerçek geliyor. Lee'nin üstesinden gelemiyorum dediği sahnede o sıkışmışlık hissini, içinde bastırdığı o çığlığı çok iyi anlıyoruz. Filmin Türkçe isminin çok yerinde seçildiğini düşünüyorum, Lee ne intihar edip terkedebiliyor yaşamı ne de içine girebiliyor eski günlerde olduğu gibi, yaşamın kıyısında kimseye dokunmadan, acısını içinde taşıyarak geçip gidiyor. Denize tutkulu ama hep kıyıdan izliyor artık denizi.
Dünyanın En Kötü İnsanı filmine yorum yazdı:
Hayatı boyunca bir şeyler arayan, aradığı şeylerin gerçekten istediği şeyler olup olmadığını bilmeyen, kafasında kurduğu planların isteklerinden çok birer heves olduğunu anlayamayan, şansı yaver gider de isteklerine ulaşırsa onlardan da bir bahane bulup çabucak sıkılan modern insanın yani az çok hepimizin hayatından bir kesit sunuyor film. Filmde herkesin dondugu sahnedeki gibi dünya içindeki insanlarla beraber bir anlığına dursa ne de iyi olurdu, özgürce koşturup gerçekten sevdiğimizi düşündüğümüz o hedeflere doğru kosardik ancak hayat akmaya başlayınca biz de onunla birlikte savruluyoruz. Ne istedigini bilememek bir kusur degil artik o kadar hizli savruluyoruz ki kafamizi kaldırdığımızda bambaşka bir istek belirlemiş oluyoruz kendimize. Oslo 31 August'ta ne kadar çabalarsa çabalasın akıntıya karsi yüzemeyecegini anlayan bir insanın boğuluşunu görmüştük. Bu film ise biraz daha ümitli. Bu sefer tutunacak dalları olan ama hangi dala tutunacağıni bilmeyen bir genç kadın var. Dallara tutu ... DevamıHayatı boyunca bir şeyler arayan, aradığı şeylerin gerçekten istediği şeyler olup olmadığını bilmeyen, kafasında kurduğu planların isteklerinden çok birer heves olduğunu anlayamayan, şansı yaver gider de isteklerine ulaşırsa onlardan da bir bahane bulup çabucak sıkılan modern insanın yani az çok hepimizin hayatından bir kesit sunuyor film. Filmde herkesin dondugu sahnedeki gibi dünya içindeki insanlarla beraber bir anlığına dursa ne de iyi olurdu, özgürce koşturup gerçekten sevdiğimizi düşündüğümüz o hedeflere doğru kosardik ancak hayat akmaya başlayınca biz de onunla birlikte savruluyoruz. Ne istedigini bilememek bir kusur degil artik o kadar hizli savruluyoruz ki kafamizi kaldırdığımızda bambaşka bir istek belirlemiş oluyoruz kendimize. Oslo 31 August'ta ne kadar çabalarsa çabalasın akıntıya karsi yüzemeyecegini anlayan bir insanın boğuluşunu görmüştük. Bu film ise biraz daha ümitli. Bu sefer tutunacak dalları olan ama hangi dala tutunacağıni bilmeyen bir genç kadın var. Dallara tutunmak istemediği için kendini akıntının götürdüğü yerlere bırakıyor. Kış güneşi gibi bir film bir sıcaklık hissediyoruz ama hala üşüyoruz.
The Batman filmine yorum yazdı:
İyi veya kötüden ziyade yorucu bir film olmuş. Filmin senaryosunda yükselme asla olmuyor belirli bir çizgide 3 saat boyunca devam edip gidiyor bu da haliyle izleyeni yoruyor. Atmosferi ve dedektiflik unsurları güzel tabiki ama az çok her batman filminde olan şeyler bunlar. Film Batman evrenine bence yeni hiç bir şey getirmiyor yine yozlaşmış bir şehir ve o şehrin ürettiği kötülüklerle mücadele eden bir batman var karşımızda. Nolanın Dark Knight'ta yaptığı gibi Batman evrenine iyi ile kötü arasındaki net çizgiyi bulanıklaştıran bir boyut getirme işinin çok uzağında bu film. Senaryo atmosfer oluşturma çabasının gölgesinde kalmış ki cinemaximumda o atmosferi yaşamak da mümkün değil. Özetle bence sıradan yeni bir boyutu olmayan bir batman filmiydi.
Filmi izlerken Albert Camus'nun Tanrıların gazabına uğrayarak sonsuza değin bir kayayı dağın tepesine çıkarmak gibi anlamsız ve tekdüze bir işe mahkum edilmiş Sisifos'un trajedisine getirdiği yorum aklıma geldi. Hayat biz ne kadar çabalarsak çabalayalım hele de ekonomik olarak alt ve orta sınıf içerisindeysek tekdüze ve anlamsız işlerin kıskacında olmaktan öteye gidemiyor. Her gün bir kayayı o kayanın tekrar aşağı düşeceğini bile bile sırtlayıp dağın tepesine çıkarmak için uğraşıyoruz. Hirayama'nın hayatına uzaktan baktığımızda varlığından haberimiz bile olmayacak silik, çekingen, kendi halinde ve hiç kimseye dokunmadan gelip geçen birini görüyoruz. Herhalde yapılabilecek en kötü işi yapan -tuvalet temizliği-, günlük rutinlerin arasına sıkışmış ve en önemlisi yalnız bir insan o. Ancak dışarıdan bakıldığında ne kadar sıradan ve anlamsız bir hayatı olsa da hayatın anlamının her şeye rağmen yaşamak olduğunu bilen bir insan o. Bir ağacın gölgesinde oturm ... Devamı
Filmi izlerken Albert Camus'nun Tanrıların gazabına uğrayarak sonsuza değin bir kayayı dağın tepesine çıkarmak gibi anlamsız ve tekdüze bir işe mahkum edilmiş Sisifos'un trajedisine getirdiği yorum aklıma geldi. Hayat biz ne kadar çabalarsak çabalayalım hele de ekonomik olarak alt ve orta sınıf içerisindeysek tekdüze ve anlamsız işlerin kıskacında olmaktan öteye gidemiyor. Her gün bir kayayı o kayanın tekrar aşağı düşeceğini bile bile sırtlayıp dağın tepesine çıkarmak için uğraşıyoruz. Hirayama'nın hayatına uzaktan baktığımızda varlığından haberimiz bile olmayacak silik, çekingen, kendi halinde ve hiç kimseye dokunmadan gelip geçen birini görüyoruz. Herhalde yapılabilecek en kötü işi yapan -tuvalet temizliği-, günlük rutinlerin arasına sıkışmış ve en önemlisi yalnız bir insan o. Ancak dışarıdan bakıldığında ne kadar sıradan ve anlamsız bir hayatı olsa da hayatın anlamının her şeye rağmen yaşamak olduğunu bilen bir insan o. Bir ağacın gölgesinde oturmak, bir çocuk yetiştirir gibi özenle ve şefkatle çiçek yetiştirmek, güneş batarken yolda olmak, enfes müzikleri her gün sanki ilk kez dinlermiş gibi aynı heyecanla dinlemek, uyku ile mücadele ederek heyecanla bir kitabı okumak, bir daha yaşanmayacak olan ufacık bir anı fotoğraflamak gibi mikro anlamlar onu mutlu etmeye yetiyor. Kaderine küfredebilir, başkalarına haset duyabilir, neden böyle bir hayatı yaşıyorum diye mutsuzluk sarmalına girebilir veya bu hayatı yaşamaktansa intihar edebilir ancak o kendi küçük dünyasında kendi küçük zevkleriyle yaşamaktan memnun. Oldukça zengin olduğu belli olan kız kardeşinin ondan daha mutlu ve huzurlu bir hayatı olduğunu kim söyleyebilir ki. Wim Wenders bize Hirayama'yı mutlu hayal etmeliyiz diyor. Çünkü yaşamın tek anlamı yaşamın kendisidir ve o da ufacık anları mutlu kılmaktan ibarettir. Her şey daha iyi olabilir ancak hangi koşulda olursan ol gökyüzüne gülümseyerek bakmak yaşayarak kazanılabilecek bir meziyettir. Wim Wenders içinde bulunduğumuz "yorgunluk toplumu" çağının çok dışından sesleniyor bize. Bu çağın insanı için kabullenmesi oldukça zor bir yaşam biçimi Hirayama'nın yaşamı ancak ya biz de bu çağın sularına kapılıp gideceğiz ya da tatminsiz ve huzursuz bir hayatın içinde sıkışmışlık duygusuyla yaşayacağız. Üçüncü yol ise Hirayama'nın Sisifos gibi anlamsız görünse de yüreğini huzurla doldurmak için çabaladığı hayatı. Filmin sonunda ekranda beliren Japonca kelime ise adeta hem filmin hem de hayatın özeti gibi;
"Komerebi: Rüzgarda sallanan yaprakların yarattığı ışık ve gölgelerin kaynaşması ile oluşan parıltı; sadece bir kez o an için var olur."
İşte yaşamak da başı sonu olan bütünlüklü bir hikaye değildir, sadece bir kez o an için var olan anlardan ibarettir.