10 yıl önce
Hediyelik Kız filmine yorum yazdı:
Hugo filmine yorum yazdı:
Film değil de bir masal. Andersen masalları gibi. Bütün karakterler de bu minvalde yaratılmış sanki. Özellikle Sir Ben Kingsley huysuz katı görünüşlü fakat iyi yürekli ihtiyar rolünde başarılı bir portre çizmiş. Görsellik ise tek kelimeyle muhteşem. Böyle bir filmi otobüs yolculuğunda izlemiş olmam büyük talihsizlik.
Ceset filmine yorum yazdı:
Gizem severler için oldukça iyi bir tercih olabilir bu film. Baştan sona merak duygusunun kaybolmadığı finaliyle de tatin edici bir yapım olmuş El cuerpo.
Kış Uykusu filmine yorum yazdı:
Kış Uykusu Üstüne
"Kış Uykusu" çok uzun zamandır gösterime girmesini beklediğim bir filmdi. Nuri Bilge Ceylanın bir önceki işi Bir Zamanlar Anadolu’da’yı izlemeye çalıştığım diğer filmlerinin vermiş olduğu olumsuz bir önyargıyla izlemiş ve çok beğenmiştim. Çünkü sırf Görüntü yönetmenliği değil senaryosu da çok sağlamdı ve bitince dahi üzerinde düşünmeden edemediğiniz bir filmdi.
Bu sebeple sinema salonunda yerimizi aldığımızda da benzer bir film izleyeceğimizi düşünmüştüm fakat film başladıktan sonra iki filmin birbirine çok da benzemediğini fark ettim. Neden böyle düşündüğümü merak ediyorsanız size kısaca filmi özetlemem gerekecek sanırım:
Film harika bir Kapadokya manzarasıyla açılıyor. Üzeri karlarla örtülü sarı kayalar ve yörenin bildiğimiz kendine özgü evlerini görüyoruz önce. Daha sonra bu yapılar üstüne kurulmuş bir kaya( ya da mağara hotel diyelim) hotel.
İşte Aydın Bey bu mekanın sahibidir: orta yaşlarını geçeli çok olmuş kendinden ... DevamıKış Uykusu Üstüne
"Kış Uykusu" çok uzun zamandır gösterime girmesini beklediğim bir filmdi. Nuri Bilge Ceylanın bir önceki işi Bir Zamanlar Anadolu’da’yı izlemeye çalıştığım diğer filmlerinin vermiş olduğu olumsuz bir önyargıyla izlemiş ve çok beğenmiştim. Çünkü sırf Görüntü yönetmenliği değil senaryosu da çok sağlamdı ve bitince dahi üzerinde düşünmeden edemediğiniz bir filmdi.
Bu sebeple sinema salonunda yerimizi aldığımızda da benzer bir film izleyeceğimizi düşünmüştüm fakat film başladıktan sonra iki filmin birbirine çok da benzemediğini fark ettim. Neden böyle düşündüğümü merak ediyorsanız size kısaca filmi özetlemem gerekecek sanırım:
Film harika bir Kapadokya manzarasıyla açılıyor. Üzeri karlarla örtülü sarı kayalar ve yörenin bildiğimiz kendine özgü evlerini görüyoruz önce. Daha sonra bu yapılar üstüne kurulmuş bir kaya( ya da mağara hotel diyelim) hotel.
İşte Aydın Bey bu mekanın sahibidir: orta yaşlarını geçeli çok olmuş kendinden epeyce küçük karısı Nihal ve eşinden boşandıktan sonra İstanbul’dan memleketine, ağabeyinin yanına yerleşmek için gelmiş kız kardeşi Necla ile beraber yaşamaktadır. Eski bir tiyatrocudur. Onlarca yıl oyunculuk yaptıktan sonra babasından yadigar kalan mülkler için memleketine dönmüş ve film boyunca bizim de içinde konaklayacağımız otelin işletmesini devralmıştır(Konaklayacağımız diyorum çünkü hernekadar film Kapadokya’da çekilmiş olsa da üç saatlik filmin çoğunluk süresi otelin kapalı mekanlarında geçiyor)
Sanırım konak ahalisinin nasıl bir araya geldiğini anladık. Yönetmen bundan sonra filmde bu kişilerin birbirleriyle olan diyaloglarını ilişkilerini Aydın, Nihal ve Necla’nın bir aile gibi görünseler de aslında yalnız kalmaktan korktukları, gidecek başka bir yerleri olmadığı için aynı çatı altında buluştuklarını çok net bir şekilde anlatıyor. Karakterlerin hepsinin de ayrı ayrı sıkıntıları var:
Aydın Bey uzun yıllar tiyatro yapmış ama o istediği şöhrete kavuşamamış bir oyuncu. Oldukça takıntılı, egoist bir adam. Oldukça yalnız. Kimseye güveni yok. Adeta bir şato gibi yaşadığı konaktan halka küçümser gözlerle bakıyor. Düzenli olarak yerel bir gazete için suya sabuna dokunmayan yazılar kaleme alıyor.
Suavi adında bir arkadaşı var. Civarın zenginlerinden dul bir adam. Arada sırada yanına uğruyor dertleşiyorlar. Tabii Suavi de Aydın Bey gibi bencil aslında. Birbirlerini idare ediyorlar. Unutmadan bir de Kahya var onu söyleyelim filmde "Hidayet". Aydın beyin sağ kolu. Konaktaki işlerden tutun da diğer mülklerin kiralarının toplanması dahil her işe Hidayet koşuyor.
Tam bir menfaatperest, şark kurnazı olan bu karakter şahane bir oyunculukla canlandırılmış. Filmi izlerken günümüzde bu tip insanların ne kadar çoğaldığı da aklımıza geliyor. Her neyse konuyu dağıtmayalım?
Necla Hanım eşinden boşanıp Kapadokya’ya gelmiş bir İstanbul hanımefendisi. O da ağabeyi gibi Entelektüel. Aydın Beyin çalışma odasında o çalışırken arkasındaki sedire uzanıyor kitap okuyor yahut söyleşiyorlar. Yazının başında söylediğim gibi karakterler sohbet ediyor. Biz üçüncü bir şahıs gibi konuşulanlara şahit oluyoruz. Necla Hanım eşinden ayrıldığı için pişman ve biz bu pişmanlığını abisi ve gelinleri ile olan felsefi sohbetlerinden anlayabiliyoruz. Demet Akbağ’ın şimdiye dek canlandırdığı karakterlerden oldukça farklı bir kişilik.
Nihal ise Aydın Beyin genç eşi. Edilgen olmaktan fazlasıyla sıkılmış bir kadın. Bir yardım organizasyonunun içinde, civardaki okulların bakımı veya yardıma muhtaç öğrenciler için faaliyetler sürdürüyor. Tek başına kocasının gölgesinden çıkıp bir şeyler yapmak istiyor. Evlilik onu Sukutu hayale uğratmış gibi. Burada belirtilmesi gereken bir de öğretmen levent var. Yardım işine gönüllü olmuş bir öğretmen. Yozgatlı ve bekar. Aydın Bey eşine sarkıntı olduğunu düşünüyor (ki ben de haklı olduğunu düşünüyorum) sinsi içten pazarlıklı bir adam. Filmin son anlarında Aydın ve Suavi beylerle ortak bir sahneleri var oldukça etkileyici.
Filmin henüz başlarında etkileyici bir sahne var. Aydın bey yardımcısı Hidayet ile kasabaya indiğinde ufak bir kaza atlatıyorlar detay vermek istemiyorum. Filmi izlerken ne olacağını bilmemek daha etkileyici olacaktır çünkü. Bu noktadan sonra filmin akışına büyük katkı veren ve iz bırakan bir karakter daha ortaya çıkıyor. Aydın Beyin kiracılarından hatta babası sağken de kiracıları olan İmam Hamdi ve ailesi. Durumları kötü olduğu için kira ödemelerini yapmakta gecikiyorlar ve bu yüzden mal sahibi Aydın Beyle araları iyi değil. Hamdi de filmdeki diğer karakterler gibi riyakar yani çok gerçek bir karakter. Bakmakla yükümlü olduğu bir anası ve cezaevinden yeni çıkmış ve iş bulmakta güçlük çeken bir kardeşi var(İsmail-Nejat İşler) Yönetmen gerçek hayatta nasılsa onu vermiş filme. Bir de Serhat kılıç oldukça gerçekçi bir oyun ortaya koymuş bana kalırsa. Kardeşi rolündeki Nejat İşler ise klasik rollerinden birinde. Ben pek etkilenmedim. Nevşehir’de çalışan bir maden işçisi İstanbul ağzıyla konuşunca göze batıyor. Yazının başında sözünü ettiğim diğer Nuri Bilge Ceylan filminde aksanlar konusunda daha titiz bir yönetim vardı (bkz. Ercan Kesal)
Film üzerine sayfalarca yazılabilir aslında.
Kış uykusu diyaloğu oldukça bol üstüne uzun uzun konuşulması gereken bir film. Zaman zaman bir kitap okuyor hissine kapılabilirsiniz. Okumayı seven biriyseniz oldukça keyif alabilirsiniz. Eğer gerçeklerle yüzleşmekten korkmuyorsanız bu filmi sevebilirsiniz. Aksi takdirde uzak durun üç saatinize yazık olmasın derim.
Panzehir filmine yorum yazdı:
BİR ZAMANLAR İSTANBULDA
Her şeyden önce yerli bir aksiyon filmi izlemek düşüncesiyle gitmiştim filme. Özellikle Aksiyon sahneleri ile yeterli bir seyirlik sunan ve bu sebepten filmi merak eden seyircileri doyuran bir film olmuş Panzehir.Filmin konusunu zaten birçok kişi biliyordur ama gene de kısaca özetleyelim :
Mafya tetikçiliği yapan İblis Kadir lakabıyla anılan abimiz artık bu işlerden elini eteğini çekmek sevgilisiyle başka bir hayata yelken açmak istemektedir. Kadirin patronu ve aynı zamanda manevi babası olan Kara Cemal onun bu kararına saygı duyduğunu söyler ve yapmış olduğu hizmetlere karşılık şerefine vereceği bir akşam yemeğine katılmasını rica eder. Yemekte İstanbulun üç mafya ailesi ve onların emrinde çalışan Kadirin meskektaşları ayrıca bir de yabancı tetikçi(İtalyan bir tetikçi aynı zamanda Kadire denk olabilecek tek kişidir bu kadar mafya üyesinin arasında) ve bunlara ek olarak aralarına sızmış bir polis de bulunmaktadır . Tahmin edildiği üzere yemeğin sonu pek de K ... DevamıBİR ZAMANLAR İSTANBULDA
Her şeyden önce yerli bir aksiyon filmi izlemek düşüncesiyle gitmiştim filme. Özellikle Aksiyon sahneleri ile yeterli bir seyirlik sunan ve bu sebepten filmi merak eden seyircileri doyuran bir film olmuş Panzehir.Filmin konusunu zaten birçok kişi biliyordur ama gene de kısaca özetleyelim :
Mafya tetikçiliği yapan İblis Kadir lakabıyla anılan abimiz artık bu işlerden elini eteğini çekmek sevgilisiyle başka bir hayata yelken açmak istemektedir. Kadirin patronu ve aynı zamanda manevi babası olan Kara Cemal onun bu kararına saygı duyduğunu söyler ve yapmış olduğu hizmetlere karşılık şerefine vereceği bir akşam yemeğine katılmasını rica eder. Yemekte İstanbulun üç mafya ailesi ve onların emrinde çalışan Kadirin meskektaşları ayrıca bir de yabancı tetikçi(İtalyan bir tetikçi aynı zamanda Kadire denk olabilecek tek kişidir bu kadar mafya üyesinin arasında) ve bunlara ek olarak aralarına sızmış bir polis de bulunmaktadır . Tahmin edildiği üzere yemeğin sonu pek de Kadirin istediği gibi gitmeyecektir. Bundan sonrasını filmi izleyeceklere bırakmak en doğrusu.
Eğer biraz oyunculara değinirsek yıllar sonra Cüneyt Arkını bir filmde izlemek oldukça keyiflendiriciydi kendi adıma konuşursam. Gençlik filmlerinde yaptığının aksine kendi sesini kullanması da güzeldi ve gene o filmlerden farklı olarak kötü adamı oynaması da ilginçti. Emin Boztepe ise görüntüsü itibarıyle oldukça karizmatik bir oyun ortaya çıkarmış. Ellili yaşlarında olduğunu düşününce neden daha önceleri keşfedilmemiş diye insan hayıflanıyor. Steven Seagal odununun star olduğu Hollywood?da çok daha iyi bir şöhret yapabilirmiş. Adam hem iyi bir dövüşçü hem de oldukça sert doğal bir görüntüsü var. Canlandırdığı karakter ise seyirciye ilk bakışta yerli Punisher gibi bir intiba uyandırsa da gurbetçi aksanı ile bizden biri olması film içindeki samimi diyolagları daha çok mahalleden bir abimizi izliyorum gibi geldi bana çok tanıdık gibiydi. Yıllarca ecnebileri böyle rollerde izledikten sonra ufak da olsa gurur duyuyor insan ve daha önce de belirttiğim gibi hayıflanıyor da altmışlı yaşlarına yakın bu adamın geç keşfedildiğine. Polis rolündeki oyuncu Tolga Akdoğan?ı ise herkesin çok beğendiğini okuyorum yorumlarda. Ben o kadar beğenmedim vasat yapmacık bir oyuncu gibi geldi. Belki de Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz replikleri en çok o kullandığından antipatimi kazanmış olabilir bu eleman bilemiyorum. Başrolü yücelten daha zayıf halka olmuş o kadar. Bunlardan başka Murat Arkın ve Kaan Urgancıoğlu da çok iyi sayılmazlardı. Adana ağzı ile konuşmak o kadar da kolay bir şey değilmiş anlaşılan. Gene de Cüneyt Arkının gençliğini oynaması için oğlunu kullanmanın ne kadar akılcı bir seçim olduğu da ortada. Esas oğlanın sevgilisi Ömür Gedik?in ikizi kızımız da dekor olsun diye filme katılmış oyunculardandı sanırım. Elinde baston olmasa görme engelli olduğunu anlayamazdık herhalde. (hayır oyunculuğu kuvvetli olmayan birine neden böyle zor bir rolü vermişler acaba)
Yönetmenimiz Alper Çağlar?ı izleyenler Büşra isimli filminden hatırlıyorlardır. Ben o filmi izlememiştim. Şu an sadece afişini hatırlıyorum açıkçası. Ancak Panzehiri izleyip de ??Bir Zamanlar Batıda?? isimli Sergio Leone başyapıtına yaptığı göndermelere şahit olunca (aslında gönderme değil de bildiğin aynı sahneler vardı filmde arak mı saygı duruşu mu buna nedir emin değilim şimdi) bundan sonraki işlerini takip etmeye karar verdim.
Panzehir sıkılmadan izleyeceğiniz, yabancı türdeşlerinden çok da aşağıda kalmayan kafa dağıtmalık bir film.İyi seyirler dilerim.
Eklemeden edemeyeceğim -Bir zamanlar Batıda- filminin büyük bir hayranı sanırım yönetmen. Müthiş benzerlikler var. Mesela Henry Fonda gibi Cüneyt de benim bildiğim ilk defa kötü adamı oynuyor. Emin boztepe ' de Charles Bronson 'a denk geliyor sanırım burada. Görünüm olarak da benziyor usta aktöre İblis Kadir. Kimisi gönderme demiş Filmin bir adet düello sahnesi ve sonundaki Kadirin ailesinin vurulma sahnesi birebir aynı. Tarantino da yapıyor böyle şeyleri ama aynısının çekilmesi garip geldi bana.
Kızıl Sakal filmine yorum yazdı:
Akahige (Red Beard) kurosawanın Toshiro Mifune ile beraber çektiği son filmmiş sanırım. konu olarak İdealist hekim filmi diyebiliriz en basitinden. Yojimbo'nun samurayı'nı (büyük karizma Toshiro Mifune) böyle bir rolde izlemek düşüncesi önce garip gelmişti ve uzun zamandır tereddüt içindeydim bu filmi izlemek için ancak izlemeye başladıktan sonra bugüne kadar niye izlemediğime şaştım. Mifune Samuray rollerinden sonra biraz daha yaşlanmış, tatlı sert babacan bir hekim rolünde.
Mekanımız savaş sonrası Japonya. Halk fakirlik içinde (Akahige'ye göre de hastalıkların da sebebi esasında halkın fakirliğidir) insanlar karınlarını doyurmaktan acizler ve bu zor şartlar içinde devletin zaman zaman ödenek dahi vermediği bir klinikte hastalara hizmet vermeye çalışan birkaç hekim. Akahige Başhekimdir ve kliniği kendi usullerine göre (ödeneği kesilince zenginlerden aldığı vizite ücretini yükseltmek gibi)idare etmektedir. Bir gün Kliniğe genç bir hekim atanır(Dr. Yasumoto). İyi bir okuldan mezun olm ... DevamıAkahige (Red Beard) kurosawanın Toshiro Mifune ile beraber çektiği son filmmiş sanırım. konu olarak İdealist hekim filmi diyebiliriz en basitinden. Yojimbo'nun samurayı'nı (büyük karizma Toshiro Mifune) böyle bir rolde izlemek düşüncesi önce garip gelmişti ve uzun zamandır tereddüt içindeydim bu filmi izlemek için ancak izlemeye başladıktan sonra bugüne kadar niye izlemediğime şaştım. Mifune Samuray rollerinden sonra biraz daha yaşlanmış, tatlı sert babacan bir hekim rolünde.
Mekanımız savaş sonrası Japonya. Halk fakirlik içinde (Akahige'ye göre de hastalıkların da sebebi esasında halkın fakirliğidir) insanlar karınlarını doyurmaktan acizler ve bu zor şartlar içinde devletin zaman zaman ödenek dahi vermediği bir klinikte hastalara hizmet vermeye çalışan birkaç hekim. Akahige Başhekimdir ve kliniği kendi usullerine göre (ödeneği kesilince zenginlerden aldığı vizite ücretini yükseltmek gibi)idare etmektedir. Bir gün Kliniğe genç bir hekim atanır(Dr. Yasumoto). İyi bir okuldan mezun olmuş büyük hedefleri olan yeni doktor ilk zamanlarda bu ortamdan kurtulmanın çarelerini aramaktayken sonradan edindiği tecrübeler kararını tekrar gözden geçirmesine neden olacaktır.
Diğer Kurosawa filmlerinde olduğu gibi bu filmde de oyunculuklar çok iyi.Hele bir çocuk var ki günümüzün yetişkin oyuncularından daha iyi irol kesiyor. İzlerken gözleriniz nemlenebilir belki duygusal arkadaşlar hıçkıra hıçkıra ağlayabilirler. Bazı sahneler gerçekten çok dokunaklı.
Akahige herşeyden önce iyimser bir film. İnsana umut aşılıyor.Üç saatdram izleyip filmi bitirdikten sonra mutlu oluyorsunuz ve Dr yasumoto'nun şu sözlerini içinizden geçiriyorsunuz '' Bu dünyada iyi insanlar da var''
Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum efendim. İyi seyirler.
Not:Filmi biraz önce bitirdim ve daha sonra üşenip yorum yapamam belki diye busatırları karaladım. Kopukluklar olabilir kusuruma bakmayın
Yüzleşme filmine yorum yazdı:
??Get Carter?? ilginç bir film. Birçok kişi yeniden çevrim olan aynı isimli filmi izlemiştir eminim (Stallone?nin oynadığı) bu film ondan fersah fersah daha iyi bir film. Burada hiç yorum yapılmayışı TV?lerde gösterilmediğinden olsa gerek.
Film henüz açılış sekansında bizi kendine bağlamayı başarıyor. Uzak planda: ışıkları yanan ,perdeleri açık bir odanın balkonunda, elinde içki bardağı ile bir adam bize bakıyor. Bakışları oldukça soğuk ve düşünceli. İşte bu adam Jack Carter. Bu sırada filmin harika müziğini ilk defa duyuyoruz.Carter içeri giriyor. Odanın içinde projeksiyon cihazı eşliğinde Pornografik fotoğraflara bakıp yorum yapan bir insan topluluğu görüyoruz. Bir fuhuş şebekesine dahil oldukları anlaşılıyor. İçlerinden biri Carter?ı taşraya gitmekten vazgeçirmeye çalışıyor.Bu adam Carter?ın patronu ona gideceği yerde iş yapan mafya üyelerinin onu hoş karşılamayacaklarını söylüyor. İşte Bundan sonra kahramanımızın yolculuğu da başlıyor. İntikamını almak için neler yaptığını filmi ... Devamı??Get Carter?? ilginç bir film. Birçok kişi yeniden çevrim olan aynı isimli filmi izlemiştir eminim (Stallone?nin oynadığı) bu film ondan fersah fersah daha iyi bir film. Burada hiç yorum yapılmayışı TV?lerde gösterilmediğinden olsa gerek.
Film henüz açılış sekansında bizi kendine bağlamayı başarıyor. Uzak planda: ışıkları yanan ,perdeleri açık bir odanın balkonunda, elinde içki bardağı ile bir adam bize bakıyor. Bakışları oldukça soğuk ve düşünceli. İşte bu adam Jack Carter. Bu sırada filmin harika müziğini ilk defa duyuyoruz.Carter içeri giriyor. Odanın içinde projeksiyon cihazı eşliğinde Pornografik fotoğraflara bakıp yorum yapan bir insan topluluğu görüyoruz. Bir fuhuş şebekesine dahil oldukları anlaşılıyor. İçlerinden biri Carter?ı taşraya gitmekten vazgeçirmeye çalışıyor.Bu adam Carter?ın patronu ona gideceği yerde iş yapan mafya üyelerinin onu hoş karşılamayacaklarını söylüyor. İşte Bundan sonra kahramanımızın yolculuğu da başlıyor. İntikamını almak için neler yaptığını filmi izleyince göreceksiniz
Burada bir parantez de Micheal Caine?in müthiş oyunculuğuna açalım ; Batman?deki Alfred ya da diğer Nolan filmi Prestige?deki rolleriyle hatırladığımız oyuncu bu filmde oldukça acımasız gözünü kırpmadan adam öldüren bir katili ustalıkla canlandırıyor.Özellikle cinayet yöntemlerini izlerken bu dediğime hak vereceksiniz. Ayrıca kadınlara yaklaşımı da oldukça pragmatist, sekse düşkün yeri gelince şiddet uygulamaktan da vazgeçmeyen bir adam.
Micheal Caine ? en iyi rollerinden birinde izlemek istiyorsanız bu filmi kaçırmayın. Fazla olarak Britt Eakland ?da var filmde ( a shot in the dark?ta ki sarışın kadıın peter sellers?ın ikinci eşiymiş)
Delik filmine yorum yazdı:
Filmi az önce bitirdim ve fransız sinemasının o dönemki klasik sansür anlayışına lanet ediyorum.
-’’Le deuxieme souffle’’ ,’’Classes tous risques’’ ve ’’The Sicilan Clan’’ gibi filmlerin de senaryosuna katkıda bulunan aynı zamanda eski bir mahkum olan Jose Giovanni bu filmin de senaryosunu yazmış olduğu romanıyla desteklemiş. 60 lar fransız sinemasının (Suç filmleri ya da film noir de diyebilir miyiz?) diğer yapımları nasılsa bu film de öyle.Film hakkında yorumları okuyunca klasik bir hapishane kaçış filmi izleyeceğinizi sanıyorsunuz ama bu son derece yanıltıcı bir tahmin, çünkü :
- Gerek hapishane görevlileri Müdür , diğer yöneticiler gardiyanlar ve onların gözetimindeki mahkumlar hiçbir benzer filmde göremeyeceğiniz kadar kibar bakımlı insanlar. Öyle kahramanlaşanTatar Ramazan ya da izlerken nefret ettiğimiz Gardiyan Zihni gibi karakterler yok bu filmde. Birileri Shawshank Redemption ile kıyaslamış ki o filmle de bir alakası yok yapımın. Filmin başından itibaren uygulamaya konulmuş ... DevamıFilmi az önce bitirdim ve fransız sinemasının o dönemki klasik sansür anlayışına lanet ediyorum.
-’’Le deuxieme souffle’’ ,’’Classes tous risques’’ ve ’’The Sicilan Clan’’ gibi filmlerin de senaryosuna katkıda bulunan aynı zamanda eski bir mahkum olan Jose Giovanni bu filmin de senaryosunu yazmış olduğu romanıyla desteklemiş. 60 lar fransız sinemasının (Suç filmleri ya da film noir de diyebilir miyiz?) diğer yapımları nasılsa bu film de öyle.Film hakkında yorumları okuyunca klasik bir hapishane kaçış filmi izleyeceğinizi sanıyorsunuz ama bu son derece yanıltıcı bir tahmin, çünkü :
- Gerek hapishane görevlileri Müdür , diğer yöneticiler gardiyanlar ve onların gözetimindeki mahkumlar hiçbir benzer filmde göremeyeceğiniz kadar kibar bakımlı insanlar. Öyle kahramanlaşanTatar Ramazan ya da izlerken nefret ettiğimiz Gardiyan Zihni gibi karakterler yok bu filmde. Birileri Shawshank Redemption ile kıyaslamış ki o filmle de bir alakası yok yapımın. Filmin başından itibaren uygulamaya konulmuş kaçış planı son sahneye kadar kendini merakla izletiyor. Hapishane atmosferi ve mahkumların buradan kurtulma çabaları öyle titizlikle verilmiş ki izleyici kaçış anını planı yapanlardan daha fazla bir sabırsızlıkla bekliyor. Burada işin başındaki mahkum Roland’a ayrı bir parantez açmak lazım. Bu karakteri canlandıran ’’Jean Keraudy’’ nin rol aldığı başka bir film bulamadım ancak tek filmle de olsa akılda kalıcı bir performans sergilemiş. Çok akıllı elinden her iş gelen bir adam ve yeteneklerini arkadaşları için de kullanmaktan çekinmiyor. Keşke böyle bir arkadaşım olsaydı diye düşündüm izlerken. ’’Le deuxieme souffle’’ dan hatırladığım ’’Michel Constantin’’ ise aynen o filmdeki gibi bir karakter. Duygularını çok belli etmeyen çok konuşmayan ama dostlarına oldukça bağlı kendisine bir görev verildiğinde eksiksiz yapan biri. Son zamanlarda izlediğim bir çok film gibi ’’ Le Trou’’ için de aynı şeyi söyleyebilirim. Başyapıt değil (Belki o tarihte değerlendirsek böyle olduğunu söyleyebilirdik) ama vasatın üstü olay örgüsüyle seyirciyi filmin içine çekmesiyle izlenebilir bir film. Kesinlikle zaman kaybı olmayacaktır.
Not : Filmin başında’jean Keraudy’’ Jacques Becker’in bir hikayesini izleyeceğimizi ve bu hikayenin gerçek olduğunu kendi hikayesi olduğunu söylüyor. Yani Jean gerçekten hapishaneden kaçmayı başarmış bir adam ve filmde yaşadıklarının bir tatbikatını yapıyor gibi.Gerçekçi sinema dedikleri böyle oluyor. Senarist ve oyuncu eski mahkum. Gerçekten enteresan.
Çöl Şeytanı filmine yorum yazdı:
Sinema çevrelerinde şiddetin ozanı diye de bilinen usta bir yönetmenin : ''Sam Peckinpah'' in elinden çıkma western kategorisinde değerlendirilen fakat aslında klasik western tanımına çok da uymayan bir film ''The Ballad of Cable Hogue''.Bir ??Wild Bunch?? beklemeyin diye yazıyorum : Düellolar , çatışma sahneleri yok bir defa, gözünü kırpmadan adam öldüren kovboylar da görmüyoruz filmi izlerken. Aksine gayet yufka yürekli babacan hatta arkadaşları elindeki suyu alıp onu çölde tek başına bırakmaya yeltendiklerinde dahi silahını kullanmaktan imtina eden bir adam. Silahını doğrulttuğu adam bile onun ateş edemeyeceğini biliyor ve ona korkak diyor.
Akabinde Cable Hogue çölde tek başına kalmış ,susuz perişan bir halde ilerlerken bir yandan da kızgın kumların arasında bir vaha bir su kaynağı bulma ümidini de yitirmiyor. Artık günler sonra susuzluktan bitkin düşmüş hareket edemez hale gelmişken yere kapaklandığında parmaklarının arasında nemli bir ş ... DevamıSinema çevrelerinde şiddetin ozanı diye de bilinen usta bir yönetmenin : ''Sam Peckinpah'' in elinden çıkma western kategorisinde değerlendirilen fakat aslında klasik western tanımına çok da uymayan bir film ''The Ballad of Cable Hogue''.Bir ??Wild Bunch?? beklemeyin diye yazıyorum : Düellolar , çatışma sahneleri yok bir defa, gözünü kırpmadan adam öldüren kovboylar da görmüyoruz filmi izlerken. Aksine gayet yufka yürekli babacan hatta arkadaşları elindeki suyu alıp onu çölde tek başına bırakmaya yeltendiklerinde dahi silahını kullanmaktan imtina eden bir adam. Silahını doğrulttuğu adam bile onun ateş edemeyeceğini biliyor ve ona korkak diyor.
Akabinde Cable Hogue çölde tek başına kalmış ,susuz perişan bir halde ilerlerken bir yandan da kızgın kumların arasında bir vaha bir su kaynağı bulma ümidini de yitirmiyor. Artık günler sonra susuzluktan bitkin düşmüş hareket edemez hale gelmişken yere kapaklandığında parmaklarının arasında nemli bir şey hissediyor. Parmaklarına baktığında suyun etkisiyle çamurlaşmış kumu görüyor ve kazmaya başlıyor. Bu dakikadan sonra ölmek üzere olan bir adamın talihinin nasıl döndüğüne şahit oluyoruz. Hogue elleriyle toprağı kazıp bir çukur oluşturuyor ve yerden kaynayan suyu büyük bir iştahla seyrediyor. Ölümden kurtulan adam şimdi ayağına kadar gelen bu fırsatı değerlendirmek istiyor.Önce oradan geçmekte olan yolculara suyu kullanmaları karşılığında bir bedel ödetmekle başlıyor işe sonra onların arasından bir rahibe arazisini emanet edip en yakın kasabaya giderek binbir güçlükle su kaynağının olduğu araziyi kendi üstüne kayıt ettirmeyi başarıyor. Hogue kasabanın bankasından aldığı bir nevi teşvik parası ile kendisi gibi yalnız olan rahibin de yardımıyla suyun etrafına bir konaklama tesisi yapıyor. Şimdinin benzinlikleri nasıl ortaya çıkmış onun işaretlerini de veriyorlar espirili bir dille. Unutmadan diğer karakterleri de yazayım: Hogue'a kader ortaklığı yapan Rahip son derece üçkağıtçı , çıkarcı dini kendi istekleri için kullanmaktan çekinmeyen ve ahlaki bakımdan başkarakterimize hiç mi hiç benzemeyen bir adam, kasabaya ilk gittiğinde gördüğü hayat kadını Hildy ise her ne kadar yaptığı işe ters olsa da Hogue'dan etkileniyor aralarında çıkarsız bir çekim olmasına izin veriyor.Filmin hikayesini sonuna kadar yazmak niyetinde değilim. Jason Robards ve Peckinpah isimleri için dahi tercih edilebilir bir yapım The Ballad of Cable Hogue. Bir Başyapıt değil elbette ama vasat bir film de sayılmaz. Fazla şiddet içermeyen bir Peckinpah filmi ve başrolde Robards var. Sanırım bunlar filmi izlemek için yeterli sebepler
Öldüren Şüphe filmine yorum yazdı:
Oldukça başarılı bir Macera-Casusluk filmi -ya da Ajanlık mı demeliyim bilmiyorum(!) Daha önce North by Northwest’ te izlediğim Cary Grant , dünyalar tatlısı Audrey Hepburn ile müthiş bir çift olmuşlar. Bu ikilinin dışında kalan oyuncular da gayet tanıdık : The Magnificent Seven (Muhteşem Yedili) veGiu la Testa (Bir zamanlar Devrim ya da Bir Avuç Dinamit) gibi filmlerden hatırladığımız ’’James Coburn’’ İki Hınzır Adam (Grumpy Old Man) filmindeki iki sevimli ihtiyardan biri ’’Walter Mattahu ve Hollywood’un simasını iyi bildiğimiz ama adını çıkaramadığımız karakter oyuncularından : ’’Cool Hand Luke’’ ta Paul Newman ile bir mahkum rolünde karşılıklı oynayan"The Dirty Dozen’’ filminde Binbaşı Reisman (Lee Marvin) ın arkadaşı Binbaşı Max Armbruster’ı canlandıran George Kennedy ( kendisi 1925 doğumlu ve yukarıda bahsi geçen oyunculardan hayatta kalabilmiş yegane kişi) filmimizde rol alan oyuncular.
Filmin açılış sekansı ilgi çekici: Önce yeşil bir arazi ve bir çift ray görüyoruz daha sonra ... DevamıOldukça başarılı bir Macera-Casusluk filmi -ya da Ajanlık mı demeliyim bilmiyorum(!) Daha önce North by Northwest’ te izlediğim Cary Grant , dünyalar tatlısı Audrey Hepburn ile müthiş bir çift olmuşlar. Bu ikilinin dışında kalan oyuncular da gayet tanıdık : The Magnificent Seven (Muhteşem Yedili) veGiu la Testa (Bir zamanlar Devrim ya da Bir Avuç Dinamit) gibi filmlerden hatırladığımız ’’James Coburn’’ İki Hınzır Adam (Grumpy Old Man) filmindeki iki sevimli ihtiyardan biri ’’Walter Mattahu ve Hollywood’un simasını iyi bildiğimiz ama adını çıkaramadığımız karakter oyuncularından : ’’Cool Hand Luke’’ ta Paul Newman ile bir mahkum rolünde karşılıklı oynayan"The Dirty Dozen’’ filminde Binbaşı Reisman (Lee Marvin) ın arkadaşı Binbaşı Max Armbruster’ı canlandıran George Kennedy ( kendisi 1925 doğumlu ve yukarıda bahsi geçen oyunculardan hayatta kalabilmiş yegane kişi) filmimizde rol alan oyuncular.
Filmin açılış sekansı ilgi çekici: Önce yeşil bir arazi ve bir çift ray görüyoruz daha sonra üstümüze gelen trenin altına yaklaşıyor kamera ve tam aksi yönden bir adamın aşağıya yuvarlandığına şahit oluyoruz.Adam kimdi niye trenden atıldı diye meraklanmışken jenerik akıyor ve bir kayak merkezinde tatil yapan Reggina Lampert’ı (Audrey Hepburn) görüyoruz. Bir arkadaşı ve onun yaramaz çocuğu da yanlarında iken karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlar. Reggina kocasının yalanlarından şikayetçi ve boşanmak istediğini söylüyor arkadaşına.(Buradaki 5 dakikalık sahnede filmin genelinde de görmüş olduğumuz espirili zeki diyaloglar mevcut ve filmin tamamı için bir referans olarak alabiliriz bu sahneyi)
Bundan sonrası için filmin gelişme kısmı diyebiliriz sanırım. Evine dönen Reggina önce eşyalarının yerinde yeller estiğini görüyor. Bir sonraki sahnede polis tarafından kendisine ulaşıldığında öldürülüp trenden atılan kocası Charles Lampert ’ın cesedini teşhis etmesi isteniyor.Burada kocasının ölmeden önce tüm mal varlıklarını yüklü miktarda (250,000 dolar) nakde çevirmiş olduğu ve halen paranın nerde olduğunu bilen kimse olmadığı da ortaya çıkıyor.Birdenbire dul kalan kadına büyük bir tehlikede olduğunu kocasını öldüren kimselerin paranın peşinde olduğunu ve kendisini de aynı akibetin bekliyor olabileceğini söylüyorlar. Reggina kayak merkezinde bir tesadüf sonucu tanıştığı Peter Joshua( Cary Grant) ’nın da yardımı ile başındaki tüm belalardan kurtulmayı amaçlıyor.
Elli sene öncesinde çekilmiş olmasına rağmen zekice yazılmış senaryosuyla, akıcılığıyla ve bitene kadar insanı saran merak duygusuyla defalarca izlenmeyi hakeden bir film olduğunu düşünüyorum. İyi seyirler
Scorcese’nin yapımcısı olduğu film 1993 yapımı, De Niro alışılagelmiş sert kanunsuz adam rollerinin aksine bu filmde Wayne adında (lakabı Maddog) bir polisi, üstelik çok da aktif görev yapmayan bir olay yeri inceleme memurunu canlandırıyor. Aslında bu meslek için de oldukça hassas duyarlı biri(bizde olsa pısırık derler sanırım). kırklı yaşlarında ve yalnız yaşayan bir adam.Görev yaptığı gecelerden birinde gene bir tesadüf eseri bir mafya liderinin hayatını kurtarır ve Bill Murray’in canlandırdığı bu karakter daha sonra Wayne’in yaptığı iyiliğe bir karşılık vermek veyahut kendi deyimiyle dost olmak adına ona bir hediye gönderir. Bu hediye mafya patronunun emrinde çalışan bir kızdır ve bir hafta boyunca Wayne’e arkadaşlık etmesi istenecektir.
Kendisi istememiş de olsa ... Devamı
Scorcese’nin yapımcısı olduğu film 1993 yapımı, De Niro alışılagelmiş sert kanunsuz adam rollerinin aksine bu filmde Wayne adında (lakabı Maddog) bir polisi, üstelik çok da aktif görev yapmayan bir olay yeri inceleme memurunu canlandırıyor. Aslında bu meslek için de oldukça hassas duyarlı biri(bizde olsa pısırık derler sanırım). kırklı yaşlarında ve yalnız yaşayan bir adam.Görev yaptığı gecelerden birinde gene bir tesadüf eseri bir mafya liderinin hayatını kurtarır ve Bill Murray’in canlandırdığı bu karakter daha sonra Wayne’in yaptığı iyiliğe bir karşılık vermek veyahut kendi deyimiyle dost olmak adına ona bir hediye gönderir. Bu hediye mafya patronunun emrinde çalışan bir kızdır ve bir hafta boyunca Wayne’e arkadaşlık etmesi istenecektir.
Kendisi istememiş de olsa bir karşı cinsin hayatına girmesiyle beraber Maddog için de değişmenin zamanı gelmiştir. Hediye kızımızı herhalde olanca gençliğiyle Uma Thurman canlandırıyor. De Niro ile çok uyumlu bir çift oldukları söylenebilir ve o kadar iyi oynuyorlar ki bazen izlediğinizin bir film olduğunu unutup gerçekten birbirlerine karşı birşeyler hissettiklerini düşünebilirsiniz.
İzleyici yormayan keyifli bir film. De Niro ’nun 1987 yapımı Midnight Run filminden 6 sene sonra çekilmiş. Hali tavırları bana o filmdeki karakteri (Jack Walsh) hatırlattı. Bana göre ödüllü filmlerinden daha gerçek daha samimii bir karakter yaratmış aktör. İyi seyirler dilerim.
not: Bill Murray içinde birşeyler yazmak gerekti unutmuşum. Sert adam rolünde de komedi filmlerindeki kadar başarılı oyuncu.