12 yıl önce
Yol filmine yorum yazdı:
Atlıkarınca filmine yorum yazdı:
Bir yönetmen enkazı daha... Bakın çok cesur konu seçtik, bunu film yapalımla ortaya film çıkarılmıyor. Bu yanlılığımız, üretimimizdeki beceriksizliğimizi kapatır düşüncesi, artık bilinçli sinema izleyiciliğinde ivme kazanmış Türk seyircisinin yutmayacağı bir ezik davranış şeklidir. Gereksiz, özensiz, hatalarla ve boş sahnelerinin çokluğuyla bir film ortada öylece dımdızlak duran.
Bu kurgu tekniği bize nereden bulaştı bilemiyorum. Yönetmen kimliğini bu kadar dibe vuran bir film anlatımına bu kadar hevesli olmanın hiç bir menfaatı yok zararı bu kadar devasayken. Yönetmenlerin önce sinemada hikayeyi sunma mantığını kavramaları gerekir.
Cinnet filmine yorum yazdı:
Zamanındaki ve hala günümüz korku ve gerilim filmlerine oranla hala ayakları sağlam basabilen bir film. Tabi aklımızda birkaç filmden başka iyi korku filmi gelmeyebilir ve hep aynı klişeleşmiş mevzularda seyir sunan filmlere göre bu film kalitesini koruyor
Normal korku filmlerine göre müzikle ortamı germe işi hayli yüksek dozla işlenmiş Ayrıca karakterlerin mantıklı ve zekice davranması harikuladeydi. Eşine pek rastlanır bir durum değil.
Odaya kitleme ve labirentteki kovalamaca, kaçan karakterlerin klişelere kurban edilmemesi gayet de hoş olmuş
Ciddi Bir Adam filmine yorum yazdı:
Yerel sinemamızın bir türlü yapamadığı karakter filmlerine başka bir tat ile örnek olabilecek bir film.
Benim Adım Sam filmine yorum yazdı:
Sanki baba ile kızın ayrılığında duygusal ilişki zayıf kalmış gibi. Sam üzerinden bu duyguyu vermeye uzaktan dokunmuş gibiler. Çocuk tarafından ise hiç ellenmeden bırakılmış Belki de bunu bilerek yapmışlardır. Çocuğun ayrılık hissine değinebilselerdi eminim ki izleyicinin akan gözyaşlarına mendil yetiştiremezlerdi. Film bu bağlamda hüzün vermekten çok kara mizaha yakın seyir görmüş. Bunu Sam üzerinden yerinde müdahalelerle mizahlandırarak işlemişler
Tatlı bir duygusallık içinde yer yer dolu gözlerle hafif gülümseyerek izlenecek bir film
Deccal filmine yorum yazdı:
Trier insanın zihnindeki şeytanı çıkarmış... Makasın başrolde olduğu anda, iki elim boynumda ve yakamı aşağı doğru çekerek tüm kasılmalarımla derin bir nefes eşliğinde "uuppp sssss"...
Cadı kazanının kızarmış odunu, küle dönüşmenin hazzını ve pişmanlığını ruhunu boğarak şeytanın ayaklarına seriyor.
İnsan beyninin yanında şeytan da kimdir! korku pramidinin de zirvesinde yer alan kendisi, ruhunun esir düşebileceği en büyük korkusu. Eden, her şeyin başladığı ve finaliyle beslenen doğanın en lanetli yuvası. Yanan toprağına basan ruhu, esirleştirerek kötülüğün kalbi olarak nitelendirilen doğanın karanlık suretinde bedbahtlaşıyor.
Cadı kazanındaki odunların kara dumanıyla boğulmaya başlayan beyni, şeytana ilk hizmeti en büyük kıymetliye giydirilmiş ters ayakkabılarla gösteriyor. Kurbanı ise zevkle dörtköşe olduğu bir anda karanlığın gözlerine inmesiyle seyircisi oluyor. Anlık tatmindeki bu seyirlik, devami bir acıya bürünür. Kara dumana sarılmış olan ruhunun sırtı, bu defa iyice kamburlaş ... DevamıTrier insanın zihnindeki şeytanı çıkarmış... Makasın başrolde olduğu anda, iki elim boynumda ve yakamı aşağı doğru çekerek tüm kasılmalarımla derin bir nefes eşliğinde "uuppp sssss"...
Cadı kazanının kızarmış odunu, küle dönüşmenin hazzını ve pişmanlığını ruhunu boğarak şeytanın ayaklarına seriyor.
İnsan beyninin yanında şeytan da kimdir! korku pramidinin de zirvesinde yer alan kendisi, ruhunun esir düşebileceği en büyük korkusu. Eden, her şeyin başladığı ve finaliyle beslenen doğanın en lanetli yuvası. Yanan toprağına basan ruhu, esirleştirerek kötülüğün kalbi olarak nitelendirilen doğanın karanlık suretinde bedbahtlaşıyor.
Cadı kazanındaki odunların kara dumanıyla boğulmaya başlayan beyni, şeytana ilk hizmeti en büyük kıymetliye giydirilmiş ters ayakkabılarla gösteriyor. Kurbanı ise zevkle dörtköşe olduğu bir anda karanlığın gözlerine inmesiyle seyircisi oluyor. Anlık tatmindeki bu seyirlik, devami bir acıya bürünür. Kara dumana sarılmış olan ruhunun sırtı, bu defa iyice kamburlaşmıştır. Taşımaya zorlandığı yükü bu sefer en büyük acıdır ki ruhunun duman tarafından zehirlenmesini hızlandırır. İlahi ruhu, dirayetindeki son çırpınışlarını cadı kazanının altında alev almış odunun kızarıklığında yitiriyor. Noksanlığında gizlenmiş insanlığı bir defalık da olsa dile geliyor ve ölümü arzuluyor çaresizce...
Yan unsurlarla desteklenen anlatımlar öyle yerinde ve iyi işlenmiş ki seyirciyi kendi kıvrımları arasında kaybolmasına neden oluyor. Bu yüzden bir çok yorumcu da kaybolduğunu kendi dizelerinde anlatıyor. Filmi, anlatımda kulladığı bir çok kültürel imgeyi bilmeden anlamak zorlayıcı unsur ki yabancı izleyici için bazı anlamları süzmekte zorlanmalar yaşanabilir. Ama imdada "Son Söz" yetişiyor.
Finaldeki tüm kadınların gözükmesi ise bu filmin değerlendirilmesinde yanılgıya düşmemek için dikkat edilmesi gereken en önemli husus. Bu noktanın gözden kaçması yapılabilecek yorumda hatayı doğurabilir. Bununla bağlantılı olarak hala koca olamamış terapistin gördükleri de görünür temadaki olayları anlamada ip uçlarını seyirciye gösteriyor. Ve izlediğimiz eğer bir Trier filmi ise mutlaka bir anlatılmak istenen için arka temayla gizlenmiş bir aslımız var demektir. Yani Trier aslında ne göstermek istedi? Görünür temanın arkasındaki ne? Zaten son part "Son Söz" olarak karşımıza çıkıyor ki işte tam burada hem yönetmenin sözü hem de insanlığın sözü olarak sunuluyor. Adam, bağnaz düşüncedeki kadını alt ederek bir nevi tüm kadınların onurunu ve gerçek kimliğini kurtarıyor. Ortaçağ fikrindeki Kadın, kadınların cadı olduğuna inanarak karanlık beklentiler peşinde kendini lanetliyor. Bu düşüncenin karşısındaki Adam ise canıpahasına da olsa mücadele vererek altettiği karısı değil, bu günahkar düşüncenin kendisi olmuş oluyor. Ve ortaçağda cadı gibi safsatayla, av niyetiyle canından olmuş masum kadınlar saf ruhu hissettiren bir müzikle gün yüzüne, özgürlüğe çıkıyorlar... (Bunun öncesinde ise laneti temsil eden karga, tilki ve ceylan soyut bir hayal olarak görünüyorlar. Somutlaşan ise talihsiz kadınların yazgılarını yenmesi oluyor...)
Ayrıca bunlara ek olarak, Trier’ın bu filminde direk kadın aşağılaması olarak nitelendirmek, yapılabilecek en tuhaf hareketlerdendir ki bakınız Melancholia. Film için yapılacak değerlendirmeleri filmin dışından şeylerle ele alınması ise daha tuhaf bir harekettir. Karakter yapılarında ve diyaloglarda sırf kadın olduğu için bir aşağılama ya da yüceltmeye gidilmemiştir. Alt metinlerde de bu tarz bir eylem yoktur. Ortada net ve belirgin olan akıl sağlını yitirmiş ve ruhunu karanlığa teslim etmiş, yer yer bunun çırpınışlarını da göstermiş bir kadın karakter ile onun psikolojisini düzeltmeye çalışan ve aynı zamanda kocası olan terapisti var. Sadelikteki bu betimlemenin yanında kültürel mistik olguların etrafı sarması ve bu olguların karakterleri etkilemesi, filmdeki görselliğe eşlik etmesi ve asıl temanın bir Trier klasiği eşliğinde doğrudan seyircinin önüne sunulmaması var. Aksi halde görünür ki bu tuhaf yorumlarda, Trier ortaçağ Avrupasında kadın yakan bireylerden pek bir farkı kalmaz, zira aynı tarz bir düşünme ortadadır.
Melankoli filmine yorum yazdı:
Dünyanın yok oluşunu bu kadar sanatsal ve psikolojiyle nasıl anlatılır ki. Trier hala yaşıyorken kafatasını açıp beyninin işlevinin incelenmesi gerek. Bir kere bu filmi oyuncularına hangi cümleleri kurarak anlattı acaba. İşin bu kısmı daha zor olmuştur herhalde.
Mekanın ve ışığın sinemada bu kadar cilveli hale gelmesi, sinemanın ne denli büyük bir sanat olduğunun ispatı oluyor.
Ve filmimiz Trier klasiği ile bambaşka bir sunumla başlıyor. Sinemanın en öte büyüsü kendini biraz gerçeğe yaklaştırdığında hafif baş dönmesi yaratabilir. Sebebi kameranın sürekli hareketli kullanımı. Alışmakta zorlandığımız bu çekim tekniğine belli bir süre sonra ayak uydurabiliyoruz. ve annenin konuşmasıyla artık karakterlerin kilitleri açılmaya başlıyor. Filmi anlamaya çalışan ve karakterlerin asıl meselesini kavramak için çaba sarfeden seyirciye bu kadar muazzam sahneler sergilemek Trier için dahiliğinin büyük ispatı olsa gerek.
Düğün gecesinde yıldızları gördüğü ilk anda değişim yaşamaya başlayan Justine ... DevamıDünyanın yok oluşunu bu kadar sanatsal ve psikolojiyle nasıl anlatılır ki. Trier hala yaşıyorken kafatasını açıp beyninin işlevinin incelenmesi gerek. Bir kere bu filmi oyuncularına hangi cümleleri kurarak anlattı acaba. İşin bu kısmı daha zor olmuştur herhalde.
Mekanın ve ışığın sinemada bu kadar cilveli hale gelmesi, sinemanın ne denli büyük bir sanat olduğunun ispatı oluyor.
Ve filmimiz Trier klasiği ile bambaşka bir sunumla başlıyor. Sinemanın en öte büyüsü kendini biraz gerçeğe yaklaştırdığında hafif baş dönmesi yaratabilir. Sebebi kameranın sürekli hareketli kullanımı. Alışmakta zorlandığımız bu çekim tekniğine belli bir süre sonra ayak uydurabiliyoruz. ve annenin konuşmasıyla artık karakterlerin kilitleri açılmaya başlıyor. Filmi anlamaya çalışan ve karakterlerin asıl meselesini kavramak için çaba sarfeden seyirciye bu kadar muazzam sahneler sergilemek Trier için dahiliğinin büyük ispatı olsa gerek.
Düğün gecesinde yıldızları gördüğü ilk anda değişim yaşamaya başlayan Justine’i anlamak biraz daha fazla çaba gerektiriyor. bu kadar aralara gizlenmiş anlatım ve durağanlık Türk seyircisinin alışık olmadığı bir durum. Bu yüzden bu film seyirciye biraz daha çaba sarf etmesini gerektiriyor ki belli bir süreden sonra Claire ve kocası seyircinin imdadına yetişiyor. Claire temalı part 2 kısmında ise filmin sunduğu görünür tema seyirci tarafından tamamen algılanmış oluyor.
Filmde yalnızlık unsuru öyle bir veriliyor ki seyirci direk etkiyi alabiliyor. Özellikle part 2’de felaket bu kadar yaklaşmışken ne bir haber bülteni ne bir sokak, ne de bir şehir görebiliyoruz. Sadece ana karakterlerin müstakil sınırları içinde felakete tanıklık ediyoruz. Yönetmenin yakaladığı üslup ve iliklerimize işleyen müzikle vermek istediği bu yalnızlık seyirciye altın tepside sunulan bir seyirlik taşıyor.
Trier karakterlerinin altmetinleri dolu dolu oluyor. Özenle bezenmiş karakterler kendi amigdalalarına oturuyorlar. Gitgide daha da sertleşen amigdala, ruhun ve bedenin yer yer sarsılmasına sebep olurken beklenen anın muhteşemliğinde sakinleşme çabası içinde, bedenen kayboluyor.
Genel manada Trier’ın görünür temanın ardında sunmak istediği ise biziz gibi sade ve basit bir anlatımı kullanmak istemiyorum. Hatta bu tarz bir söyleme karşı da çıkıyorum. İnsanın olduğu hemen hemen herşey zaten hep bizi anlatır. Olayın içine özellikle yalnızlık, isyankarlık ve çaresizlik girince bu tür klişe ve anlamsız söylemlerle olayı sıradanlaştırıyoruz ve değer kaybına uğratıyoruz. Bu tür söylemler karakterin altmetinlerini, öznellik boyutundan nesnellik boyutuna getirir ki filmin kahramanlarının olayını basitleştirir. Karakter yansımalarından mutlka nesnellik boyutuna ulaşılabilir fakat karakterlerin de öznelliğini korumalıyız.
Görsellikle bizi keyiflendirerek harikalar uyandıran yabancı gezenin yaklaşması, asıl dert edinilen karakterlerin psikolojik travmalarının anlatımda, seyirlik doyumun zirvelerine çıkarıyor. Aralarda gizlenmiş replikler amigdaladan sızan duyguların göstergesi. Seyirciye sorgulatan sözsel sanat, şeytanın kılkuyruğundan akıyor en zehirlisinden. Pek de sert gelebilecek bu doz, filmden ne aldığımızla bizi uçurabilir.
Filmin içine daha da somut verilerle girecek olursak bazı detayları yazabiliriz. Bu detaylar yönetmene yönelik hiç bir suçlama ve kınama içermez. Özellikle Trier’a... Karakter içeriğinde ve çevresinde betimlenen sentezler, kendi çevremizde de her zaman görebileceğimiz cinsleri oluşturduğundan senarist ve yönetmeni ahkamlarla boğmak gibi bir destursuzluk anlaşılmamalı. Aksine bu kadar sağlam ve yerinde yapılan gözlemlerin aralara sentez olarak katılması tam anlamıyla bir harikuladedir. Hikaye içinde hikaye; altmetin içinde altmetin daha ne isteyim ki canımıniçi...
Trier bu filmde erkekleri belli bir standart kalıba sokmuş ve kadınları erkeklere göre daha bir üstün kılmıştır. Özellikle Part 1 Justine kısmında bizzat gelin Justine’in damata yaptığı tavırları eziyet olarak da nitelendirebiliriz. Bir damat herhalde hiç bu kadar aşağılanmamıştır. Zavallı pozisyonunda yerin dibine giren damat beyimiz elveda derken bile bir ıslık da geri dönebileceğini göstermekten geri kalmaz. Onursuz ve gurursuz kalıplar içerisinde en şöhretli yerini almıştır zaten. Diğer bir erkek figürü gelin babası ise ahmaklığını part 1 boyunca gösterir ve en son kızına yazdığı notta da kendinin aptal olduğunu belirtir. Daha sonra ise kızlarının çağırmalarına olumsuz yanıt vererek ne denli güvenilmez ve çocuklarını bile umursamaz bir karakter serilediğini gösterir. Patron karakteri ise düğün gecesinde gelinle kurduğu her diyaloğu istisnasız kendi işi bakımından ele alır. Sürekli şirketin muhabbetini açar durur ve part 1’in finaline doğru ezikliğinin isyanı içerisinde çaresizliğini tabak kırıklarında bırakır. Patronun yanı başında ki genç ise hem patronu hem de gelin tarafından aşağılanır. Patronun kariyer bakımından çocuğu aldatması şöyle dursun en ağırı Justine’in bu delikanlıyı umursamadığını her defasında göstermesine rağmen, erkek beyni ve gururu taşıyan delikanlının, onurdan feragat etmişcesine sürekli Justine’in peşinden sürüklenmesi de duygusal boyutta en ağır şekilde bir aşağılanma olarak yönetmenin bir erkek betimlemesinin ispatı oluyor. Claeri’in kocası ise kendi sonunu aptallık ve korkaklıkla bir hayvan barınağında sonlandırıyor. Büyük bir tehlike altında işi gücü sadece olayın keyfini sürmek, eğlenerek değerlendirmek isteyip içindeki en küçük kuşkuyu bitirme arzusunda olan koca, işin doğru tarafını anladığı anda büyük bir tehlike karşısında karısı ve çocuğunu yalnız bırakıp bencilce davranıp kendini ortamda sonsuza dek soyutlayabiliyor. Ailesini düşünmeyen ve korkuyla yüzleşmekten müzdarip bir erkek profili daha. Koca rolü bu unsurlarla karşımıza çıkarken kadın rolü ise daha baskın ve daha güçlü larak sunuluyor. Kurtulma çaresi arayan ve çocuğunu bağrına basarak bir yol arayan anne. İşe farklı ve olgun bir bakış getiren Justine bu tip erkek karakterler karşısında daha bir göklere çıkarılmış. Artı Justine ve Claire ’in göstermiş olduğu kardeş dayanışmasına ise bayağı bir vurgu yapılmış. Yerin dibine sokulan erkek karakterler karşı yüceltilen kadın karakterler... Çocuk karakter bile cinsiyetinin maduru olmuş. uyuşuk ve silik, olayın en heyecanlı anında uyuyakalan, uzun dallardan yapılmış aptalca bir sığınağın korunak olduğuna inanan ve görselliğiyle muhteşem olan bir gezenin dibine kadar sokulmasına rağmen meraksızca, oyundaymış gibi gözlerini kapaması erkekliğinden ötürü yönetmen tarafın nasibini alan bir karakter olmuş.
Dogville filmine yorum yazdı:
Toplumsal ahlakın narin ve sıska ayakları, nasırlaşmış sırtına rağmen arzularımızı ve bencilliğimizi daha nereye kadar taşıyabilir ki! Ahlak söylevleriyle perdelenen sinsi duygular, vicdanların içinde büyüyen devasa bir tümör Nasırların acıya duyarsızlığı yetmiyor zira tümör o kadar büyük ki kendi ağırlığı ile sarsıyor zihinleri.
Duvarlar bile engel değilken, her şey alelade ortadayken gözlerin sessizliği, ahlaksızlığın yükselişinin seyrine dalıyor. Zayıf dirayetlerinin düşmesiyle birer birer lekelenip; mevsimlerin döngüsüyle, terslerine dönüşüyorlar. Sıcaklığına kandığımız temiz yürekler, fırsattan istifade bahaneleriyle aldatıldığımıza ispat oluyorlar.
Artık sırtına bindiği erdem, kötü huylu tümörün altında çoktan ezilip toz haline gelmiştir bile. Kişisel çıkarlar, iyiliğin değerini düşürüp her şekil istifade ederek zincirlemiştir. Tasmasıyla ortalıkta dolaşan ahlakın tek umudu, bu dayanılmaz razılığı karşısında kendi insanlığını, serzeniş yankılarıyla bulur. İçgüdüsel gelen bu anl ... DevamıToplumsal ahlakın narin ve sıska ayakları, nasırlaşmış sırtına rağmen arzularımızı ve bencilliğimizi daha nereye kadar taşıyabilir ki! Ahlak söylevleriyle perdelenen sinsi duygular, vicdanların içinde büyüyen devasa bir tümör Nasırların acıya duyarsızlığı yetmiyor zira tümör o kadar büyük ki kendi ağırlığı ile sarsıyor zihinleri.
Duvarlar bile engel değilken, her şey alelade ortadayken gözlerin sessizliği, ahlaksızlığın yükselişinin seyrine dalıyor. Zayıf dirayetlerinin düşmesiyle birer birer lekelenip; mevsimlerin döngüsüyle, terslerine dönüşüyorlar. Sıcaklığına kandığımız temiz yürekler, fırsattan istifade bahaneleriyle aldatıldığımıza ispat oluyorlar.
Artık sırtına bindiği erdem, kötü huylu tümörün altında çoktan ezilip toz haline gelmiştir bile. Kişisel çıkarlar, iyiliğin değerini düşürüp her şekil istifade ederek zincirlemiştir. Tasmasıyla ortalıkta dolaşan ahlakın tek umudu, bu dayanılmaz razılığı karşısında kendi insanlığını, serzeniş yankılarıyla bulur. İçgüdüsel gelen bu anlık çıkış, fedakarlığının çığlığıdır. Her türlü hırpalanan incinmiş gururu, bozulan düzenden gam alarak insanlığını rahatlatacaktır. Huzuru, kederindeki öfkesiyle kudretlenecektir.
Korkular öyle büyük ki ürkekleşen kalpleri ruhlarını uçurmaya zaten hazır... İnsanlığın kalmadığı felaket diyarında acıma noksanlığı bir nevi yaşam sigortası.
Belki de işe yarayacağı bir şeyi vardır çocuğun yaşamı sorgulayan sorulara verilen cevaplarda.
İyi kimdi?
Peki biz, iyi insanlar mıyız?