Güz Sonatı Yorumları

Güz Sonatı filmi detayları

@paranoyakvisne

9 yıl önce

Film başından sonuna kadar mükemmeldi. Oyunculuklar muazzamdı ya. Bergman bu işte gerçekten usta.

@cazsever

9 yıl önce

8.7 / 10

Bergman hakkında okuduğum bir yorumda, birçok yönetmenden daha fazla başyapıt ortaya çıkardığını söylüyordu. Anlaşılan doğru bir söz. Yedinci Mühür ve aynı yıl gösterime giren benim favorilerimden Yaban Çilekleri, Kış Uykusu, Persona, Bir Evlilikten Manzaralar, Çığlıklar ve Fısıltılar, Fanny ve Alexander...Güz Sonatı kesinlikle bunların arasında bir film. Oyunculuklar herzamankinden daha da üst düzeyde. Senaryo harika, görüntü yönetmeni Sven Nsqvist harika, müzikler çok iyi. Kesinlikle izlemeli.

Bergman filmografisine dalacaklar için şunu söylemeli: 1957'ye kadar yaban çilekleri nadir yiyeceğiniz bir meyveyken, 1957'den sonra sabrınızın meyvelerini birçok kez toplayacaksınız. Bazılarını çok seveceksiniz, bazılarını pek sevmeyecek ama usta işi olduğunu bilecek ya da kabul edeceksiniz. En azından benim durumumda olan budur ve iyi ki Bergman deryasına dalmışım diyorum.

@pisra

9 yıl önce

9 / 10

film başta çok boğucu bir hava içinde geçiyor gibi gelse de,diyalogların derinliği,uyandırdığı hisler ve gerçekçiliği bir nefeste izletiyor. narsist bir benliğin çevresine nasıl zarar vereceğini harika yansıtmış.tebrik tebrik tebrik!!!

''sınırlara inanmamız sadece korku ve ukalalıktan.hiçbir sınır yoktur,ne düşüncelere ne de duygulara..''

@pensive

10 yıl önce

8.5 / 10

Suç her zaman gerçeği itiraf edenin, suçluluk duygusuysa, daima çocukların üzerinde kalır.

Ingmar Bergman’ın Başyapıtı
D

@doris

10 yıl önce

Bu filmde aile bağlarının ne kadar önemli olduğunu gördüm. Çocuklar ile ebeveynlerin arasındaki sevginin çocuğun gelişimi, aynı zamanda ebeveynin gelişimi için de ne kadar mühim olduğu aşikar. Charlotte, sevgiyi ailesinden görememiş. Sevginin manasını bile bilemiyor. Buradaki açık olan detay; sevginin bireyden bireye aktarımı. Bir birey sevgiyi alamazsa karşısındakine de düzgün bir şekilde aktaramıyor. Bu da bir nevi yetişkin çocuk yapıyor o bireyi. Yetişkin çocuk kavramını Charlotte ile açık bir şekilde anlıyoruz. Bedensel olarak büyüyen lakin ruhsal olarak büyüyemeyen birey her şeyi karşısından bekler; Charlotte gördüğümüz gibi.. sevilmeyi, kollar arasına alınmayı ve bağışlanmayı bekliyor. Bana göre uykusuzluk çekmesinin sebebi de bundan ötürü. İçten içe kızlarına ve eşine karşı gerekli ilgiyi ve sevgiyi verememekten ötürü suçluyor kendini ancak bunun farkında değil. Bu vicdan azabını da bencillikle kapatıyor bana göre. Zira kendisi aynada bu duruma baktığı zaman kendini pekala da ha
... Devamı
Bu filmde aile bağlarının ne kadar önemli olduğunu gördüm. Çocuklar ile ebeveynlerin arasındaki sevginin çocuğun gelişimi, aynı zamanda ebeveynin gelişimi için de ne kadar mühim olduğu aşikar. Charlotte, sevgiyi ailesinden görememiş. Sevginin manasını bile bilemiyor. Buradaki açık olan detay; sevginin bireyden bireye aktarımı. Bir birey sevgiyi alamazsa karşısındakine de düzgün bir şekilde aktaramıyor. Bu da bir nevi yetişkin çocuk yapıyor o bireyi. Yetişkin çocuk kavramını Charlotte ile açık bir şekilde anlıyoruz. Bedensel olarak büyüyen lakin ruhsal olarak büyüyemeyen birey her şeyi karşısından bekler; Charlotte gördüğümüz gibi.. sevilmeyi, kollar arasına alınmayı ve bağışlanmayı bekliyor. Bana göre uykusuzluk çekmesinin sebebi de bundan ötürü. İçten içe kızlarına ve eşine karşı gerekli ilgiyi ve sevgiyi verememekten ötürü suçluyor kendini ancak bunun farkında değil. Bu vicdan azabını da bencillikle kapatıyor bana göre. Zira kendisi aynada bu duruma baktığı zaman kendini pekala da haklı görebiliyor.

"Kişi nasıl yaşaması gerektiğini öğrenmeli. Her gün üzerinde çalışıyorum. En büyük engelim kim olduğumu bilememem. Kör gibi el yordamıyla arıyorum. Eğer birisi beni olduğum gibi severse sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki."

"Bir anne ve kızı. Duyguların, karışıklığın ve yıkımın ne korkunç bir kombinasyonu. Sevgi ve ilgi adına her şey mümkündür ve yapılabilir. Annenin acıları kızına geçmelidir. Annenin hatalarını kızı ödemelidir. Annenin mutsuzluğu kızının mutsuzluğudur. Sanki göbek bağı hiç kesilmemiş gibi. Gerçekten öyle mi?"

@senadir

10 yıl önce

8 / 10

Kalbiniz kırıksa bunu laf olsun diye söylemiyorum, sızım sızım sızlıyorsa(bunu da edebi olsun diye söylemiyorum), izleyin, sizi biraz hafifletebilir. Yani yalnız değilsiniz.

http://www.sineptik.com/?p=339

@vegidemiyorum

11 yıl önce

Geç kalmış bir hesaplaşmanın filmidir bu. Bir anne ile kızıngöbek bağı hiç kopmamış gibiyaşadıkları acıdır. Biz Charlotte ve Eva ile o gözle görülmez acıyı iliklerimize kadar hissediyoruz. Ingrid Bergman?ın canlandırdığı Charlotte Andergast karakteri çok yetenekli bir piyanist ama berbat bir anne. Kariyeri uğruna kızını yıllarca ihmal etmiş, kendinin çok yetenekli bir piyanist olduğunun farkında ve asla kendinden ödün vermiyor, olabildiğince kibirli, iç dünyası yıkıntılarla ve görmekten kaçındığı vicdan azaplarıyla dolu. Liv Ullmann?ın canlandırdığı Eva karakteri ise her zaman annesinin o muhteşem yeteneklerine, güzelliğine, karakterlerine yetememenin acısıyla büyümüş. Annesinin gücünün altında ezilmiş, sevilmeme korkusu ile gerçek Eva?yı asla gün yüzüne çıkarmayıp her daim Charlotte?nin istediği Eva gibi davranmaya çalışan duygu yüklü bir kadın olmuştur. Birde üstüne üstük bu iki kadın büyük kayıplar yaşamışlardır. Charlotte hayat arkadaşını kaybederken, Eva ise küçük oğlunu kaybetmiş
... Devamı
Geç kalmış bir hesaplaşmanın filmidir bu. Bir anne ile kızıngöbek bağı hiç kopmamış gibiyaşadıkları acıdır. Biz Charlotte ve Eva ile o gözle görülmez acıyı iliklerimize kadar hissediyoruz. Ingrid Bergman?ın canlandırdığı Charlotte Andergast karakteri çok yetenekli bir piyanist ama berbat bir anne. Kariyeri uğruna kızını yıllarca ihmal etmiş, kendinin çok yetenekli bir piyanist olduğunun farkında ve asla kendinden ödün vermiyor, olabildiğince kibirli, iç dünyası yıkıntılarla ve görmekten kaçındığı vicdan azaplarıyla dolu. Liv Ullmann?ın canlandırdığı Eva karakteri ise her zaman annesinin o muhteşem yeteneklerine, güzelliğine, karakterlerine yetememenin acısıyla büyümüş. Annesinin gücünün altında ezilmiş, sevilmeme korkusu ile gerçek Eva?yı asla gün yüzüne çıkarmayıp her daim Charlotte?nin istediği Eva gibi davranmaya çalışan duygu yüklü bir kadın olmuştur. Birde üstüne üstük bu iki kadın büyük kayıplar yaşamışlardır. Charlotte hayat arkadaşını kaybederken, Eva ise küçük oğlunu kaybetmiştir.

Tüm bu kayıpların, enkazların, ölü çocuklukların sonrasında henüz kapanmamış bir hesabın özetini gösterir bize Bergman. Film tamamen kuvvetli replikler üzerine kurulmuş, bir sinema filminden çok tiyatro izler gibiyiz yani kısaca her zaman bildiğimiz Bergman tarzı. Öyle bir hale geliyorsunuz ki filmi izlerken acıdan nefes alamadığınızı hissedebiliyorsunuz, sanki hesaplaşmanın enkazı altında kalıyorsunuz.

Oyunculuklar zaten müthiş yani bunun bir sinema filmi olduğunu tam anlamıyla fark etmem yukarıdaki set fotoğraflarından sonra oldu diyebilirim. Gerçek bir anne kız ilişkisi gördük biz, rol gibi değildi çünkü.

Ayrıca filmdeki piyano yorumları enfes? Bergman için chopin ve beethoven?ın özel bir yeri olduğunu anlıyoruz bu filmde. Piyanist annenin eserleri anlatışı da insanı chopin?in dünyasına, duygu, acı ve gururun alemine götürüyor.

Beğendiğim bir kaç repliği paylaşmadan edemeyeceğim;

?chopin duyguludur ama aşırı duygusal değil. duygu aşırı duygusallıktan çok uzaktadır. bu prelüd acıdan bahsediyor düşlerden değil. sakin, açık ve haşin olmalısın. şimdi ilk partisyonu çalalım. acısı vardır ama onu göstermez. sonra kısa bir rahatlama. ama bu rahatlık aniden kaybolur?ve aynı acı kalır? her zaman kendini dizginler. chopin gururluydu, ihtiraslı?acı çekmiş ama erkekçe. aşırı duygusal yaşlı bir kadın değildi. bu prelüd kulağa kötü gelecek şekilde çalınmalı. asla kulağa hoş gelmemeli. yanlış çalınıyormuş gibi duyulmalı. onunla kendi mücadeleni verip zafere ulaşmalısın.?

Eva?nın kaybettiği oğlunun varlığını hissettiğini annesine anlattığı sahne ise bizim bildiğimiz o gerçeklik anlayışının derin ve algı kapılarını kaldıran cinsten.

?bence insan muazzam bir yaratılış, tasavvur edilemez bir düşünce. en yüksektekinden en aşağıya her şey insanın içindedir?aynı şekilde sayısız gerçeklik olmalı. sadece bizim körelmiş duyularımızla algıladıklarımız değil aynı zamanda içiçe geçmiş bir gerçeklik kargaşası var. sınırlara inanmamız sadece korku ve ukalalıktan. hiçbir sınır yoktur. ne düşüncelere ne de duygulara. sınırları koyan korku ve endişedir.?

Bir sahne var ki o an annenin sevgisizliğinin sırrı da dökülmüş oluyor;

?çocukluğumu çok az hatırlıyorum. anne ve babamın bana dokunduklarını hatırlamıyorum bile. ne şefkatli ne ceza için. sevgiyle alakalı ne varsa tamamen habersizdim: şefkat, dokunma, mahremiyet, samimiyet. duygularımı göstermenin tek yolu müzikti. bazen geceleri uyanıkken gerçekten yaşayıp yaşamadığımı merak ederdim. bu herkes için böyle midir? yoksa bazı insanlar sevme konusunda daha mı yetenekli oluyorlar. ya da bazı insanlar yaşamak yerine sadece var mı oluyorlar?sonra korku beni ele geçirdi. korku ele geçirince kendi korkunç görüntümü gördüm. hiç olgunlaşamadım. yüzüm ve vücudum yaşlandı. anılar ve tecrübeler elde ettim. ama içimde henüz doğmamıştım bile. kendiminki de dahil hiçbir yüzü hatırlamıyorum. senin ve helena?nın doğumlarını hatırlıyorum ama doğumlar hakkında bütün bildiğim çok can yaktıkları. ama ya acı? nasıl bir şeydi? hatırlamıyorum. ?

Ya peki Eva?nın bu yakarışı! Gerçekten sinema tarihinde anne kız ilişkilerinde geçen en iyi replik olabilir bu;

Senin için, boş vakitlerinde oynadığın oyuncak bir bebektim. Hasta olursam veya yaramazlık yaparsam, beni bakıcıya teslim ederdin. Kendini odaya kapatıp, çalışmaya başlardın ve kimsenin rahatsız etmesine izin vermezdin. Genellikle dışarıda durup dinlerdim. Kahve için mola verdiğinde içeriye girip gerçekten var olup olmadığına bakardım. Her zaman naziktin ama kafan başka yerlerdeydi. Seninle konuştuğumda nadiren cevap verirdin. Her zaman o kadar hoş görünürdün ki, ben de güzel olmak isterdim. Görünüşümü beğenmeyeceksin diye endişelenirdim hep. Çok çirkindim. Sıska, kemikli, büyük dana gözlü kaşları olmayan ve geniş ağızlı Kollarım çok zayıftı, ayaklarım ise çok büyük. Hayır, aslında iğrenç göründüğümü düşünürdüm. Bir keresinde: ?Sen erkek olmalıydın, ? demiştin. Sonra da üzülmemem için gülmüştün. Ama tabiki üzülmüştüm. Sonra bir gün valizlerin aşağıdaydı sen de telefonda yabancı bir dilde konuşuyordun. Bir şeylerin gitmene engel olması için hep dua ederdim, ama hep giderdin. Beni kollarının arasına alıpöperdin sonra bana bakıp gülümserdin. Çok güzel ama tuhaf kokardın. Gitmek üzereyken, bir yabancı gibiydin. Beni görmezdin. Sonra gitmiş olurdun Hep şöyle düşünürdüm, ?Artık öleceğim canım çok yanıyor. Asla tekrar mutlu olmayacağım. ?İki ay böyle bir acıya nasıl katlanabilirim?? Ve babamın kucağında ağlardım. Yumuşak eli başımda sessizce otururdu. Eski piposunu içerek oturmaya devam ederdi. bazı günler, ?Hadi bu akşam sinemaya gidelim, ? veya?Akşam dondurma yemeye ne dersin? ? derdi. Ama benim tek istediğim ölmekti. Böylece günler ve haftalar geçti. Yalnızlığı onunla beraber paylaştık. Konuşacak çok şeyimiz yoktu ama asla onu rahatsız etmedim. Bazen sıkıntılı görünürdü. O zamanlar bilmiyordum ama parası neredeyse bitmişti. Ne zaman şakalaşmak için yanına gitsem yüzü aydınlanır ufak solgun eliyle hafifçe vururdu bana. Eve dönmene bir kaç gün kala heyecandan ateşlenirdim. Gerçekten hastalanacağım diye kaygılanırdım, çünkü hasta insanlardan korkardın. Eve geldiğinde o kadar mutlu olurdum ki sanki dilim tutulurdu. Sabırsızlanıp derdin ki: ?Eva annesi eve döndüğü için pek mutlu olmuş görünmüyor. ? Utancımdan pancar gibi kızarırdım ve ter içinde kaçardım oradan. Hiçbir şey diyemezdim, Söyleyecek tek bir lafım yoktu. Evimizdeki bütün kelimelerden sanki sen sorumluydun. Utancımdan daha fazla konuşacak cesaretim kalmadığında açıklamalarını yaparsın ki her zaman olduğu gibi dinler ve anlayışla karşılarım. Seni sevdim anne, bu ölüm kalım meselesi. Söylediklerini hep şüpheyle karşıladım. Gözlerindeki ifadeyi anlatmıyorlardı. Çok güzel bir sesin var. Küçükken, onu bütün vücudumda hissederdim. İçgüdüsel olarak anlardım ki söylediklerin kastettiklerin değil. Söylediklerini anlayamazdım. En korkunç olanı da, sinirden deliye döndüğünde gülümsemendi. Babamdan nefret ettiğin zamanlar onu ?sevgilim? diye çağırırdın. Benden bıktığın zamanlar ?sevgili küçük kızım? derdin.

- O yaz çok mutluyduk. Öyle değil mi? Mutlu değil miydik?

-Hayır. Daha önce hiç bu kadar iyi olmadığınızı söylemiştin.

- Seni üzmemek için öyle söyledim.

- Evet, öyle görünüyor.

- Neyi yanlış yaptım?

- On dört yaşındaydım ve bastırdığın bütün enerjini bana yönlendirmiştin. İhmal ettiklerini çok iyi telafi edecektin Kendimi savunmaya çalıştım, ama hiç şansım yoktu. Bütün düşünceliliğin ve kaygılı sesinle koşuşturup durdun. Bu sevgi dolu enerjinden kaçabilen tek bir ufak ayrıntı bile yoktu. Başım önüme eğikti hep. Hani cimnastik yapman gerekiyordu beraber egzersizler yapıyorduk. Saçımın çok uzun olduğunu düşünüp, kısacık kestirdin. Öyle korkunçtu ki. Sonra da dişlerimin eğri olduğu fikrine kapıldın. Diş telleri takdırdın. Çok acayip görünüyordum. Daha fazla pantolon giyip dolaşamayacağımı söyleyip bana sormadan elbiselerimi değiştirmiştin. Bunları söylemeye cesaretim yoktu çünkü seni üzmek istemiyordum. Okumam için kitaplar getirirdin. Hiçbirini anlamazdım. Devamlı okur sonra seninle onlar hakkında tartışırdık. Sonra lafı o kadar uzatırdın ki sanki kafam dururdu. Aptallığımı açığa çıkaracaksın diye ödüm kopardı. Anladığım tek şey gerçek benim en ufak bir parçamın bile sevilip kabul edilmeyeceğiydi. O kadar takıntılıydın ki, gittikçe daha da korkak ve paramparça oldum. Ne söylememi istiyorsan onu söyledim, senin mimiklerini yaptım. Tek başımayken bile kendim olmaya cesaret edemiyordum. Çünkü kendim olmaktan nefret ediyordum. Bu korkunçtu, Anne! Hala o günleri düşündükçe titriyorum. Çok korkunçtu. Birbirimizi sevdiğimizden o kadar emindim ki senden nefret ettiğimin farkına varamadım. Ama senden nefret edemezdim, bu yüzden nefretim delice bir korkuya dönüştü. Kabuslar görmeye başladım. Tırnaklarımı kemirdim. Tomak tomak saçlarımı yoldum. Çığlık atmaya çalıştığımda sadece boğulur gibi hırıltılar çıkarttım. Aklımı kaçırdığımı düşünmek beni daha da çok korkuttu.

http://www.youtube.com/watch?v=GwDpCiKBRHQ

Daha ne yazsam bilemiyorum bu muhteşem filmle ilgili, gidin izleyin hemen.

@magoria

11 yıl önce

Bergman için sinemanın Dostoyevski’ si demek istiyorum. Çünkü kendisi filmlerinde Dostoyevski gibi insanın çelişkilerine ve o büyük gelgitlerine içeriden bakmayı iyi biliyor. Bu filmde ıskalanmış ve yanlış başlanıp yanlış yaşanmış bir hayata ayna tutarken yine de insanın o anlaşılmaz ümitvarlığını işaret ederken insan ruhunun beklenti, umut, hayal kırıklığı ve sevgi gibi duygularını şiirsel bir akıcılık ve duyarlılıkla anlatıyor. Konu olarak anne-kız ilişkisini ve yüzleşmelerini işler. Bu tema, yüzeyde fazla dramatik görünmese de, film, Bergman’ın yazdığı güçlü ve dramatik sahnelerden, özellikle Eva’nın annesine ulaşmaya çalıştığı, geceler boyu süren konuşmalardan oluşur.

Hayatımızı yaşarken etrafımızdaki insanlara neler yaşatıyoruz ? Karabulut gibi bir etki mi, yağmurlu mu, fırtnalı mı, güneşli mi? Aslında herkesin başkalarına yaşattığı bir mevsimi var. Ve de asıl bence olması gerekense, kişinin birey olması başkalarının etkilerinden sıyrılıp kendi bağımsızlığını kurmasıdır.

Bu film
... Devamı
Bergman için sinemanın Dostoyevski’ si demek istiyorum. Çünkü kendisi filmlerinde Dostoyevski gibi insanın çelişkilerine ve o büyük gelgitlerine içeriden bakmayı iyi biliyor. Bu filmde ıskalanmış ve yanlış başlanıp yanlış yaşanmış bir hayata ayna tutarken yine de insanın o anlaşılmaz ümitvarlığını işaret ederken insan ruhunun beklenti, umut, hayal kırıklığı ve sevgi gibi duygularını şiirsel bir akıcılık ve duyarlılıkla anlatıyor. Konu olarak anne-kız ilişkisini ve yüzleşmelerini işler. Bu tema, yüzeyde fazla dramatik görünmese de, film, Bergman’ın yazdığı güçlü ve dramatik sahnelerden, özellikle Eva’nın annesine ulaşmaya çalıştığı, geceler boyu süren konuşmalardan oluşur.

Hayatımızı yaşarken etrafımızdaki insanlara neler yaşatıyoruz ? Karabulut gibi bir etki mi, yağmurlu mu, fırtnalı mı, güneşli mi? Aslında herkesin başkalarına yaşattığı bir mevsimi var. Ve de asıl bence olması gerekense, kişinin birey olması başkalarının etkilerinden sıyrılıp kendi bağımsızlığını kurmasıdır.

Bu film bu konuda çok etkileyici ve dokunaklı.. insan ilişkilerini ve kişileri o kadar ince betimlemiş ki seyrederken hayran kaldım.

@cemal_erdem

11 yıl önce

7.8 / 10

Güz Sonatı atmosferine yüksek gerilimler ekleyen, incelikli senaryosundan, oyunculuk performanslarından güç alan, Bergman'ın tiyatro kökenli oluşuyla orta planlara, uzun planlara pay bırakan, yine Bergmanvari yüzlere odaklanan etkileyici bir film. Bir annenin çocuğunu henüz yolun başında nasıl darmaduman edebileceğine dair işaretler. Anne kız arasındaki diyaloglar, bastırılmış duyguların ortaya çıkışı, öfke patlamaları mükemmeldi. Filmin özünün ise anne kız arasındaki tabir yerindeyse piyano karşılaşmasında olduğunu düşünüyorum. Bergman'ın irdelemeyi sevdiği din, yoksunluk, kayıp, iletişimsizlik temalarına dokunan film sanırım büyük çoğunluğumuzun (tam manasıyla aynı ölçüde olmasa da) bir şekilde kendinden ufak parçalar bulabileceği filmlerden.
B

@basak

12 yıl önce

10 / 10

İnsan Tanrı’nın bir görüntüsüdür, ve tanrı herşeyi kapsar....Liv Ullmann için izlenir.
SPOILER
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL