Yapılmış en iyi vampir filmi mi? Kesinlikle öyle. Edebi ve sinematografik olarak bir şaheser. Bram Stoker'ın Dracula romanı sinemanın erken dönemlerinden itibaren sayısız kez uyarlandı. İlk dönemlerde sinema teknik olarak bir şiir yaratabilecek imkana sahip değildi. İlerleyen dönemlerde ise vampir miti Hollywood'un kuralları içerisine sıkışmaya başladı. Örneğin Francis Ford Coppola'nın Dracula filmi; incelikle yaratılmış setlerde parıl parıl parlayan ışıklarla muazzam bir atmosfere sahip. Güzel görünüyor. Çünkü öyle görünmek istiyor. Fakat Werner Herzog'un Nosferatu için güzel gösterme çabası yok. Film zaten güzel. Zira eserin tümü gerçek mekanlarda çekiliyor. Hatta Transylvania sahneleri sahiden Romanya'da, yerli halk ile birlikte çekiliyor. Alman mimarisinin bunaltıcı görünümü de filmin estetiğini besliyor.
Dracula bu kez karşımıza her zamankinden daha acınası bir halde çıkıyor. Kan içmek onun bedensel formunu güzelleştirmiyor, kendisini saklayamıyor. Efsanevi ressam Roland Topor... Devamı
Yapılmış en iyi vampir filmi mi? Kesinlikle öyle. Edebi ve sinematografik olarak bir şaheser. Bram Stoker'ın Dracula romanı sinemanın erken dönemlerinden itibaren sayısız kez uyarlandı. İlk dönemlerde sinema teknik olarak bir şiir yaratabilecek imkana sahip değildi. İlerleyen dönemlerde ise vampir miti Hollywood'un kuralları içerisine sıkışmaya başladı. Örneğin Francis Ford Coppola'nın Dracula filmi; incelikle yaratılmış setlerde parıl parıl parlayan ışıklarla muazzam bir atmosfere sahip. Güzel görünüyor. Çünkü öyle görünmek istiyor. Fakat Werner Herzog'un Nosferatu için güzel gösterme çabası yok. Film zaten güzel. Zira eserin tümü gerçek mekanlarda çekiliyor. Hatta Transylvania sahneleri sahiden Romanya'da, yerli halk ile birlikte çekiliyor. Alman mimarisinin bunaltıcı görünümü de filmin estetiğini besliyor.
Dracula bu kez karşımıza her zamankinden daha acınası bir halde çıkıyor. Kan içmek onun bedensel formunu güzelleştirmiyor, kendisini saklayamıyor. Efsanevi ressam Roland Topor'un canlandırdığı Renfield'ı dışında ona gerçekten hürmet eden kimse yok. Lucy'den beklediği sevgiyi süper güçleriyle almayı da başaramıyor. O gemide gelen bir fare. Tabutlarını kendisi taşıyor. Camları kırık bir harabede yaşıyor. Ölümsüzlük ile lanetlenmenin en dibine kadar düşmüş. Zavallı olduğunun farkında.
Bu film ayrıca muazzam halk bestecisi Hamlet Gonashvili ile tanışmamı da sağladı. Bestelerini başka bir ruh halinde yapmış olması lazım, ilk kez böyle bir şey dinliyorum.
Tüylerim sık sık diken diken oldu. Hayatımda iz bırakacak o görsel tecrübelerden biriydi. Werner Herzog'u daha fazla deneyimlemeliyim.
klaus kinski bildiğin vampir olmuş. önce 400 sene yaşamış, bu süre zarfında da hakikaten yavaş yavaş vampir olmuş. ateş eden, kırbaçlayan, kurt adam döven vampirlerden daha korkutucu kesinlikle.
herzog'u görsem filmlerinde şu yerli halkı nasıl oynattığını sormak isterim. gittin doğu avrupanın bir köyünde, artık neresiyse, o köylü halka vampir filmi falan ne anlattın da nasıl oynattın o adamları? aynı şeyi gidip kabilede yaşayan yerlilerle falan da yapıyor adam imece film çekme konusunda usta.
bir de upuzun sahnelerde ışık kullanımı gayet iyi. önce ortamı aydınlatan şömine ateşi daha sonra filmdeki erkek karakterin bütün vücudunu görmemizi sağlayıp drakula'yı karanlıkta bırakıyor (mermer gibi parlayan alnı hariç), veya daha başka bir çok güzel kullanım, şimdi aklıma gelmedi.
Filmi beğenmeyenler olmuştur bolca ama benim gördüğüm en iyi yeniden çevrimlerden. En son Amerikalıların Oldboy'a yaptıklarını gördükten sonra bu filmin değerini yeniden anladım açıkçası.
Klaus Kinski’nin Dracula yorumu ve Isabelle Adjani’nin duru güzelliği için seyredilebilir. Onun dışında vaktinizi bu film yerine F. W. Murnau’nun 1922 yapımı Nosferatu’suna ayırmanız daha akıllıca olacaktır.
@furkandgn9
2 ay önce
8.8 / 10
Dracula bu kez karşımıza her zamankinden daha acınası bir halde çıkıyor. Kan içmek onun bedensel formunu güzelleştirmiyor, kendisini saklayamıyor. Efsanevi ressam Roland Topor ... Devamı
Dracula bu kez karşımıza her zamankinden daha acınası bir halde çıkıyor. Kan içmek onun bedensel formunu güzelleştirmiyor, kendisini saklayamıyor. Efsanevi ressam Roland Topor'un canlandırdığı Renfield'ı dışında ona gerçekten hürmet eden kimse yok. Lucy'den beklediği sevgiyi süper güçleriyle almayı da başaramıyor. O gemide gelen bir fare. Tabutlarını kendisi taşıyor. Camları kırık bir harabede yaşıyor. Ölümsüzlük ile lanetlenmenin en dibine kadar düşmüş. Zavallı olduğunun farkında.
Bu film ayrıca muazzam halk bestecisi Hamlet Gonashvili ile tanışmamı da sağladı. Bestelerini başka bir ruh halinde yapmış olması lazım, ilk kez böyle bir şey dinliyorum.
Tüylerim sık sık diken diken oldu. Hayatımda iz bırakacak o görsel tecrübelerden biriydi. Werner Herzog'u daha fazla deneyimlemeliyim.
@oznks
5 yıl önce
herzog'u görsem filmlerinde şu yerli halkı nasıl oynattığını sormak isterim. gittin doğu avrupanın bir köyünde, artık neresiyse, o köylü halka vampir filmi falan ne anlattın da nasıl oynattın o adamları? aynı şeyi gidip kabilede yaşayan yerlilerle falan da yapıyor adam imece film çekme konusunda usta.
bir de upuzun sahnelerde ışık kullanımı gayet iyi. önce ortamı aydınlatan şömine ateşi daha sonra filmdeki erkek karakterin bütün vücudunu görmemizi sağlayıp drakula'yı karanlıkta bırakıyor (mermer gibi parlayan alnı hariç), veya daha başka bir çok güzel kullanım, şimdi aklıma gelmedi.
https://www.youtube.com/watch?v=iFDbvpIV85g
@neoldusimdi
10 yıl önce
@vassaf
14 yıl önce