uyarlamalar...

keşke adam çok çirkin olsaymış, ve de o kokuyu yaratamasaymış..idam edilerek öldürülseymiş.. o zaman bence daha etkileyici olurdu :) filmin sonu gidişatına göre çok alakasız kaldı sanki böyle..
ben de genelde uyarlamalar konusunda hayalkırıklığı yaşayanlardanım.. ama mesela eğer romanı okumadıysam, beğenebiliyorum filmi kimi zaman.. "olabileceğin en iyisi" uyarlamalar da yok değil.. mesela "yüzüklerin efendisi üçlemesi", öyle bir emeğin ürünü ki, daha iyisi ancak bir on yıl sonra falan yapılabilir gibi geliyor bana ki, sırf senaryolaştırma süreci 7 yıl sürmüş diye biliyorum..

"Koku"ya gelince.. bundan 10 sene falan önce okumuştum, çok net hatırlayamıyorum bazı şeyleri kitapla ilgili, ama "koku"ları duyar gibi olduğumu hatırlıyorum tasvirler sayesinde.. çok "durum" odaklı bir kitaptı, filmdeki hakim aksiyonun aksine..

ve romanın finali de maalesef aynıydı hatice =) ama zaten grenouille (ki kurbağa demektir.. kitaptaki adam da gayet çirkin olarak tasvir ediliyordu ama filmde en azından "karizmatik" denebilecek bir aktör seçilmişti..) kitapta hatırladığım kadarıyla "saflığın kokusu" gibi bir şey yaratmaya çalışıyordu.. en son sahnede de herkes "o"na sahip olmak isterken (yani ciddi anlamda, fiziksel manada), cinsel dürtüleri uyanıyordu şiddetli bir şekilde..

işte böyle.
Bahsettiğin filmi izledim fakat kitabını okumadım; o yüzden karşılaştırma yapmak için değil iki farklı tür hakkında konuşmak için yazıyorum.

Bu konuda en fazla eleştirilmiş filmlerin başında gelen Dan Brown uyarlamalarını ele almak istiyorum. (Grange uyarlamaları da söyleyeceklerim için geçerli) Olmadık eleştirilere rağmen oldukça büyük gişe başarısı var bu filmlerin (Da Vinci Şifresi - Melekler ve Şeytanlar) Kitaplarını okumuş biri olarak söyleyebilirim ki evet, kitapları kadar heyecanlı değil ama olması da çok zordur zaten. Şöyle ki;

Kitap; başka bir dünyadır, saçma sapan efektlerle hayal algımızı bozmaya çalışmaz, belli imgeleri gözümüze gözümüze sokmaya çalışmaz (Brown, bu konuda alışılmışın biraz dışında gerçi) ya da filmlerdeki gibi -hemen hemen- her zaman mutlu son ile bitmek zorunda da değildir. Sinema ise kitaba ne kadar bağlı kalırsa o kadar donuklaşır ve de genel sinema izleyicisinin istediği o büyülü havayı vermekten uzaklaşır. Bu iki türün, aynı öyküyü işleyiş biçimlerinin kendine has yöntemleri olduğu için aralarında çok derin bir karşılaştırmanın anlamsız olduğunu düşünüyorum.

Bugün çoğu sinema senaryolarının kitaplardan uyarlanmış olduğunu biliyoruz. Hemen hemen hepsinde de kitabın yazarı bu benim eserim değil der. Çok az yerde rastlamışımdır bu tür bir övgüye. Örnek verecek olursam bugün daha iyisi çekilemez, kitaba çok bağlı kalınmış gibi methiyelerle ölümsüzleşmiş "A Clockwork Orange" kitabının yazarı Burgess bile "bu benim Alex'im olamaz, bu benim eserim değil" diyebilmiştir.

Anlatmak istediğim, sinemanın kitabı tamamı ile yakalaması imkansız değildir ancak her zaman için de bunu başarma gerekliliği olmadığını düşünüyorum. Bu bir sektör, on binlerce çalışanı var ve hangi uygun tarzda çekilirse bu işe hizmet verenler o kadar ekmek yer. Sinema, televizyonlarda eskimiş sinema ya da tiyatro emekçilerinin bahsettiği gibi salt bir sanat değil aksine belli yazılı ya da yazısız belli kuralları, işleyişi olan maddi bir sektördür ve her şeyde sanata uygunluk aramak saçmadır. Bu yüzden Michael Bay filmleri çok eleştirilir ama iyi iş yapar. Bunun için kitaba bağlı kalınmasını gereksiz buluyorum.

Bu arada Hatice hakikaten "cennet öyle bir yer mi?"
ben şahsen bu filmleri hep romanından ayrı değerlendiririm..çünkü bazı şeyleri beyaz perdeye taşımak çok zor olabilir.

kitaplar hayalgücümüze hitap eder..ordaki adamı ya da kadını tamamen biz şekillendirirz, tabiri caizse yaratırız..

filmlerde ise bizim düşündüğümüzden farklı olduğunda o karakter biraz yadırgarız..en azından kendi adıma durum böyle..

ben koku romanını okumadım, sadece film açısından konuşursak pek beğenmedim..kitabını okusam kesin beğenirim ama. çünkü filmdeki bazı sahneleri saçma buldum, okurken zaten kendim şekillendireceğim için sonuçta yine tamamen kendi beğenime uygun bir karakter ya da ortam vs.. canlanacak kafamda..
az önce koku: bir katilin hikayesi filmini seyrettim, henüz tazeyken düşüncelerim sizlerle paylaşmak istedim..

öncelikle sevgili filim insanları sizlere şunu sormak istiyorum:

''sevilen, beğenilen vs.. bir romandan uyarlanmış olması, filmi illa ki romana bağlı kalmak, onun dışına çıkmamak zorunda bırakır mı?''

ya da şöyle söyleyeyim, filmler genellikle uyarlandıkları kitaplar kadar etkili olamıyor..genel kanımız bu yönde sanırım..bu normal değil mi?

''edebiyat ve sinemayı buluşturan bu ürünler kitabın bizlere verdiği duyguyu vermek zorunda mıdır?''

kısacası uyarlamalar hakkında konuşmak istiyorum sizlerle :)

not: bu konuda açılmış bir başlık yoktu sanırım, dikkatimden kaçmışsa o başlıktan da devam edebiliriz..
Bir mesaja cevap veriyorsunuz.
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL