Büyük Gizemler

Ne çok gizem varmış be ya. Hey gidi gizemler,hey.

:)

Havasına,suyuna,taşına,toprağına.......

:D
RAPA NUİ ADASI (PASKALYA ADASI)

Yıllardır,tarihçiler tarafından, kaderi konusunda birçok teori üretilen ancak her haliyle,sefil dünyanızın kötü kaderinin acıklı bir alegorisi sayılabilecek,bir ada Paskalya Adası. Adanın,en ilgi çekici özelliği,dış dünyadan tecrit edilmiş yapısı. Pasifik' Okyanusunda bulunan ada, 163 km2 büyüklüğünde. Bugünkü nüfusu ise son derece az, tahmini olarak 4000 kişi yaşıyor. Nüfusun çoğunluğu, Rapa Nui adı verilen yerlilerden oluşmakta. Ada,Avrupalılar tarafından 1772 yılında keşfedilmiş ve keşif tarihi PAskalya Günlerine denk geldiğinden bu isimle anılır olmuş. Yapısı Volkanik olan ada, tarihin en gizemli medeniyetlerinden birine ev sahipliği yapmış.

RAPA NUİ UYGARLIĞI

Bu uygarlığın tarihçesi hakkında çok az şey bilinmekte. Rongorongo adı verilen ve bugün de tam olarak çözülemeyen bir yazı diline sahipler. 1722 yılında, adaya ayak basan Hollandalı kaşifler,buraya geldiklerinde; sayıları 3000'i aşmayan iki yamyam kabilesinden ibaret kalan bu uygarlığın nasıl bu hale geldiği ise tam olarak bilinmiyor. Kendilerini, uzun ve kısa kulaklar diye ayıran bu yerliler, yazı dilini neredeyse unutmuş durumdalar. Ancak,medeniyetin parlak dönemleride, Moai adı verilen heybetli heykeller dikebilecek güçte oldukları açık.

Adada yürütülen genetik araştırmalar,Rapa Nui'lerin, Polenezya kökenli olduklarını ortaya koymuş durumda. Adanın dramatik kaderi ise,bugün hakkında bir şeyler söylüyor.

Ada,son derece yeşil ancak neredeyse hiç ağaç yok. Bir zamanlar geniş palmiye ormanlarıyla kaplı olduğu bilinen ada,Rapa Nui'lerin zamanla genişlemesiyle birlikte tamamen talan edilmiş. Moai adı verilen heykellerin inşasında kullanılan palmiyelerin hızlı tüketimi,beraberinde etnik çözülmeleri getirmiş. Etnik olarak ayrışan bu halk, kaynaklar yüzünden büyük bir savaşa girişmişler. Açlık beraberinde yamyamlığı getirmiş. Nüfuslar arası kölelik ve bozulma hızla artmış. Kabileler birbirilerini avlar olmuşlar. Hayatta kalmak için öldürmek tek kural haline gelmiş.

Kötü bir Holywood filmine yada saçma bir masala benzeyebilir:Ama bunların yaşanmış olma olasılığı yüksek. Yaşanabilme olasılığını ise size bırakmak isterim.

Bu ilginç medeniyetten geriye, volkanik kayaçlara oyulan dev Moai heykelleri ve okuyamadığımız birtakım taş tabletler kalmış durumda. Açlık yüzünden,din ve inanç sistemlerinden tutun,etnik yapılarına kadar her şeyiyle hayvanlaşan bu medeniyetin kaderi,gerçekten çok acıklı.

Geriye kalan iki kabilenin kaderi ise Avrupalılar'ın taşıdıkları çiçek ve frengi gibi hastalıklardan dolayı pek de hoş olmamış. Sayıları 1883 yılında 114 kadar kalan yerlilerin neredeyse tamamı bugün asimile olmuş durumda.

MOAİ HEYKELLERİ

Büyük ihtimalle dinsel bir anlamları olmakla birlikte,ne ifade ettikleri bilinmiyor. Tek parça,Volkanik kayaçlara oyulan,dev ve heybetli yüzlerden oluşan bu heykellerin,en yüksekleri 22 metre boyunda. Adada 1000'e yakın sayıda var. Birçoğu "Ahu" adı verilen taş kaidelere oturtulmuş ancak adanın kötü tarihi,bu heykelleri de etkilemiş. Heykellerin bir kısmı, kaidelerinden sökülmüş ve devrilmiş durumda. Adanın çeşitli noktalarına yerleştirilmişler bu konumların bir anlamı olup olmadığı bilinmiyor.

Erkek figürlere "Moai Kavakava", dişi figürlere ise "Moai Paepae" deniyor. Bazı heykellerin baş kısmına, "Pukao" adı verilen silindirler yerleştirilmiş. Bugün sadece 100 tanesi kalmış durumda. "Pukao"lar kırmızı renkte olabiliyorlar.

Heykellerin çoğu,renksiz. Ancak bazılarına,göz-kaş gibi ayrıntılar da resmedilmiş. Heykellerin nasıl oyulduğundan ziyade, Ahulara nasıl yerleştirildikleri tam olarak çözülememiş bir ayrıntı. Zira, ilkel yöntemlerle ağırlıkları onlarca tonu bulabilen bu heykelleri taşımak ve bir kaideye yerleştirmek,çok ama çok güç bir iş. Elbette iş bu noktadan sonra Daniken gibi sahtekarlara kayıyor. Bu yüzden gizemin o kısmını atlıyorum.

Sebebi ne olursa olsun, bu adanın kaderi,insanlığın kaderi hakkında çok ciddi bir uyarı sunuyor. Kaynaklarımız,kısıtlı ve kültürlerimiz bir anı olmaya aday. Üzücü ancak gerçek bir gizem.

HEYKEL DİKİMİYLE İLGİLİ BİR NOVA BELGESELİ

GÜZEL BİR BBC ŞEYSİ

(4 Parça)

DANS EDEN KIZLARLI BİR GÖRSEL

(Adaya gitcem lan)
Baigong Pipes

Çin'in meşhur Baigong dağlarında,çözülmeyi bekleyen büyük bir gizem var. Baigong Boruları adıyla anılan bu gizem,gerçekten şaşırtıcı. Zira,bu dağlar boyunca devam eden mağaralarda halen çalışan boru sistemleri mevcut. Bu borular,metalik yapıdalar ve dağın kayaç yapısına gömülü haldeler. Açıkçası,M.Ö.ki yıllarda,bu tür bir yapının nasıl oluşturulabildiği halen bilinmemekte. Demir madeninin henüz işlenemediği dönemlerde, bu boruları imal edebilecek teknolojinin kaynağı ne olabilir ?

Elbette bu konuda da,uzaylıları öne sürenler eksik değil. Ancak,birçok jeoloğa göre, bu borular tamamen doğal yollarla oluşmuş durumdalar. Yani eriyen magmanın soğuması sonucu,dağın içinde yer edinmiş ve bir şekilde insanlar tarafından kullanılabilir hale getirilmiş. Ancak halen merak uyandıran bir ayrıntı var ? Bu tür bir tesisat sistemini kim kullanıyordu ?

Merak uyandıran bir konu.

Merak uyandıran bir konu
Lanet olsun ki, gizemler beni kesmiyor.

Rica ediyorum daha çok Gizem yollayın.

Charles Bonnet Sendromu

Sanırım herkesin bir şekilde yaşamak isteyebileceği bir hastalık,bu. Gizem olarak tanımlamamın sebebi, pek de makul bir açıklama ile tanılanmamış olması. Üstelik etkilerine bakılacak olursa, bir sendromdan çok bir şakayı andırıyor.

Belirtiler:

Köşeli çizgiler,geometrik şekillerle başlayan vizyonlar. Bu şekiller, hastalık ilerledikçe,insan yüzlerine,hayvanlara,çeşitli bitki ve hatta mitolojik varlıklara doğru dönüşürler. Bu şekil ve karakterlerin çoğu hareketlidir. Hastalar bu şekil ve yaratıklardan korkmazlar. Aksine birçok "hasta" bu varlıkları eğlenceli bulmaktadır. Bazı vakalarda tedavi reddine de raslanmıştır. Şekillerin ne zaman ve nasıl belireceği bilinmez. Bazen yıllar boyu varlıklarını koruyabilirler. "Hasta"lar, gördüklerinin gerçek olmadığını bilirler. Bundan dolayı bazı vakalar saklı kalmaktadır.

Sebepler:

Bu sendromun tetikleyicileri bilinmemekte. "Hasta"lar genellikle yalnız yaşayan kimseler. Birçoğu içine kapanık ve utangaç karakterlere sahipler. Asıl ilginci, hastaların akıl sağlıklarında hiç bir bozukluk bulunmamakta. Bu insanların birçoğu, günlük yaşamlarını,sosyal statülerini devam ettirebilmekteler. Akılları yerinde ve algıları açık. Görsel sinirlerde yaşanan bir tıkanma ve uzun süreli psikolojik yalnızlık hissinin bu sendromu tetiklediği sanılmakta.

İlginç olan,hastaların gördükleri karakter ve yüzleri daha önce görmemiş olabilmeleri. Bu karakter veya yaratıkların görsel kaynağı,bilinçaltı olsa gerek. Minik insanlar,tenis oynayan bahçe cüceleri, süt almaya çıkmış tek gözlü devler, kanatlı atlar, havada uçan dev üçgenler vb.... birbirinden ilginç vizyon,bu "hastalara" musallat oluyor.

Tedavi:

Belirgin bir tedavisi olmamakla birlikte, seratonin dengesiyle oynanması sonucu sendromun düzelebildiği biliniyor.

Saçmalıklar:

Bazılarına göre, bu görüntüler paralel evrenlerle ilgili bir sıkışmanın ürünü. Onlar,beyinde yaşanan bir takım dengesizlikler sonucu,kimilerine evrenin farklı göründüğü iddiasındalar. Elbette bu bir açıklama değil.

İlginç Olasılık:

Bence bu konuyu ilginç kılan şey,beynimizin etrafındaki dünyayı işleyebilme kapasitesini ortaya koyması. Sendrom aslında bir açlığın, eğlence açlığının ürünü. Beyin aklı koruyup kendi gerçekliğini inşa edebiliyorsa neden daha fazlasını yapıyor olmasın ?

Kaynaklar:

Şurda güzel bir Hafif makalesi var.

Şurda güzel bir Wikipedia açıklaması var.

Şurda güzel bir TPD makalesi mevcut.

Şurda da, güzel bir görsel var. (Bir Bonnet silüeti)
Şu an epey moralim bozuk.

Ne zaman kendimi kötü hissetsem gizemli şeylere merak salarım.

Sanırım bu da bir gizem.

CHAPLİN'İN ZAMAN YOLCUSU

Şu vidyonun ilk 2.5 dakikasına tahammül edebilirseniz,hemen ardından bir ilginç sahne sizleri bekliyor. Dikkatle bakarsanız, Chaplin'in Circus isimli yapımında,cep telefonu ile konuştuğu varsayılan bir hanım göreceksiniz. Hanımın garipliği sadece cep telefonu ile konuşması değil,aynı zamanda şu vidyoda, gölge tonuna bakılarak yapılan alternatif bir açıklama söz konusu.

Bu gizeme dair, yapılmış en olası açıklama; ise şurada. Bu açıklamaya göre 1924'te patenti alınan bir buluş olan "Duyma Amplikatörü",işitme sorunu yaşayan insanlar için üretilmiş. Siemens'ın ilklerinden biri. Bu açıklama, gizemli vidyodaki "cep telefonu" iddiasını çürütebilecek nitelikte. 1928 yılında, bu buluşun sınırlı da olsa kullanımda olduğu biliniyor.

Üstelik paranormal iddia sahipleri, eğer bunun bir cep telefonu olduğu konusunda ısrarcılarsa, açıklamaları gereken önemli bir soru var : Sinyali olmayan bir cep telefonu ne işe yarar ?

Gerçekten bir gizem daha mı çözüldü ? Umarım çözülmemiştir.

:(
Roswell Rods/Çubuk Ufolar

Meşhur Roswell hadisesine nazire olsun diye seçilmiş,ufoloji jargonuna ait bir terim, Roswell Rods. Genel olarak,bir anda görülüp bir anda kaybolan, uzun, gündüz gözüyle de görülebilecek kadar belirgin olabilen ancak çoğunlukla yavaşlatılmış kamera çekimlerinde ortaya çıkan bir fenomen.

Bunlar ufo mudur,değil midir bilinmiyor. Şu vidyoda, mevzubahis fenomene dair ilginç dökümanlar mevcut.

Jose Escamil isimli bir İspanyol,yıllardır bu fenomeni inceliyor. Yaygın kanaat,bu görüntülere sebep olan şeyin, kameranın içine girmiş küçük böcekler olduğu. Şu sitede Jose'nin bir sahtekarlığına dair güçlü kanıtlar var.

Ancak yine de,gerçek olsun olmasın, uzun yıllardır insanlar,bu garip görüntüleri çekip çekip geliyorlar. İşte bu da böyle bir şey. Bir gizem daha öldü (mü?)
Foton Kuşağı Etkisi

Altı gün içinde Dünya'nın tamamen değişeceği iddia ediliyor

Karşımıza çıkan herhangi bir sağlam bilimsel veri yok. Tüm kaynaklarda bilimsel bir kanıtın öne sürülmediğinden bahsediliyor, zira geçerli kanıtlar da yok deniliyor. Elde olan tek şey birkaç bilim adamı ve astronomun tezlerinden ve araştırmalarından ibaret.

Zaten bu konu üzerinde araştırmalar yapan bilim adamları da bulundukları yerlerden uzaklaştırılmışlar. Elde olan veriler, bilinen döngünün 26.ooo yıl olduğu, bu geçişin belirtisi olan Schumann Rezonansı'nın değişimi ve Foton Kuşağı içerisinde bulunan yıldızların varlığından ibaret. Açıkça bir kanıt ortaya konulamamış. Foton Kuşağı güçlü elektromanyetik radyasyona sahiplik eden yoğun bir uzay boşluğu ve bazı x-ışınlarını da içermekte. Galaksi içerisine akan manyetik bir ışık olarak ta tanımlayabiliriz.

Edmun Halley tarafından keşfedildi

Keşif, ingiliz astronom Sir Edmund Halley'in (1656-1742) günlerinde başlayan Pleiades çalışmalarıyla başladı. Halley, bu yıldız grubundaki 3 yıldızın Yunanlılar tarafından belirtilen yıldızlar arasında bulunmadığını ortaya çıkardı. Yunan astronomlar ya da Halley yanılmış olabilir miydi? 1991 yılında yayınlanan bir makalede sunulan diagrama göre 6 yıldız; Merope, Atlas, Teygeta, Electra, Coeleno ve güneşimiz Pleiades'in bir yıldızı olan Alcyone'nin yörüngesindeler.Daha sonra Halley şu sonuca vardı: Pleiades takımı belli bir hareket sistemiyle ilerliyordu. Bu tez, Frederick Wilhelm tarafından onaylandı. Pleiades, her yüzyıl için 5.5 saniye kesin bir hareketle döngüsüne devam ediyordu.

Foton Kuşağının merkez alanına girilmesiyle birlikte yaşanılması beklenen fiziksel ilk etkileşimler ise şu şekilde sıralanıyor yayınlanan bir çok raporda:

1. gün:

21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık.

2. gün:

Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması (buzul çağı soğuğu).

3.-4. gün:

Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.

5.-6. gün:

24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç).

Bütün canlılardaki değişim

Yaşadığımız bu dönem ve beklenen değişimler kutsal kitaplarda, mitolojide ve bilim adamları tarafından da ayrıntılı şekilde incelenmişti. Raporlara göre, Foton Kuşağı'na girildiğinde, gökyüzü ateş gibi gözükecek, ancak soğuk olacak. Bu değişim ve yansımalar elbette ki içine girilen kuşağın etkileriyle birlikte ortaya çıkan kimyevi değişimler ve tranformasyonların sonucunda kendilerini açığa çıkaracaklardır. Kuşağa ilk önce güneşimizin girmesi halinde ani bir karanlığın olması da söz konusu, ki bu sürenin 110 saat kadar sürmesi tahmin ediliyor. Güneşsel radyasyon ve Foton Kuşağı'nın arasındaki etkileşim gökyüzünün yıldızlarla dolu gibi gözükmesine neden olacak. Dünya bu kuşağa girdikçe tüm moleküller uyarılmış olacak ve atomlar mutasyona uğrayacaklar. Bu duruma bağlı olarak fiziksel yapılarda (insanla birlikte hayvan ve bitki aleminde de) farklılıkların meydana gelmesi bekleniyor tabii ki.

Rus Ulusal Bilim Akademisi Foton Kuşağı üstüne çalışmalar yapıyor

Dünyamızda eyleme geçmiş olan transformasyonlar ise aşikar. Gün be gün artan sismik aktivasyon, volkanik hareketlenmeler ve diğer bir çok doğal felaketler elbette ki gözlerden kaçmıyor. Dr.Dmitriev'in belirttiği ve dikkat çektiği nokta ise bu çeşit bir değişimin dünyada daha önce 10.000 yıl önce görülmesi. Burada göze çarpan ve bazı topluluklar tarafından ortaya atılan konu ise güneş ile dünyanın değişimleri arasındaki bağlantı. Maalesef bu tarz konularda çoğu bilgi ifşa edilmiyor. Bu tarz araştırmaların yapıldığı bir merkez de Sibirya'daki Rus Ulusal Bilim Akademisi. Burada yapılan çalışmalar sonucu edinilen bilgi ise şöyle: Şu anda Güneş Sistemi'nde yaşanılan enerjisel değişimin tek olası sebebi farklı-daha yüksek olan bir enerji alanına giriyor olmamız olabilir. Ve bu yüksek enerjiye geçişin sonucunda DNA spirallerinin kendileri de değişim geçirmekteler. Şimdiye kadar hayatımızda yer alan bilim araştırmaları sonucu elde ettiğimiz bilgilerle ortaya çıkarılan 2 sarmallı DNA yapısı hızla mutasyona uğramaktadır. Bu sıçrayışla da bu sarmalın 2'den 12'ye çıkacağı biliniyor. Bu enerji emiliminin Güneş Sistemi'ndeki tüm maddelerin özünü değiştireceği bekleniyor, ki bir bir de deneyimliyoruz çevremizde.

Aslında tüm bunlar, hücresel ya da ruhsal boyutta olsun, bize pek yabancı değil. Çevremizde her an deneyimlediğimiz olayların dökümü sadece. Kainata dikkatlice baktığımızda ve onu içsel sesimizle dinlediğimizde bunlardan farklı bir şey duymayacağımız da aşikar. Her gün yaşadığımız ve gün geçtikçe artan doğal felaketler, politik sürtüşmeler, savaşlar, içsel değişimler binlerce yıldır beklenilen dönemin getirileri elbette. Bunların hepsi asırlardır bekleniyordu; kutsal kitaplarda olsun, kadim medeniyetlerin yazıtlarında olsun her zaman karşımıza çıktılar. Şimdi ise bu değişime tanık oluyoruz ve yeni dönemin getirdiği farklılıklara yaşamlarımızı adapte etmeye hazırlanıyoruz. Zira başka seçeneğimiz de yok; ya değişimi kabul edecek ve "bir" olacağız, ya da eski enerji ile birlikte savrulmayı göze alacağız.

BİLGİ İÇİN :

http://www.fotonkusagi.net/

http://www.sonsuz.us/node/1492

http://www.fantastikedebiyat.com/forum/foton-kusagi-t5555.html

http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/15211309.asp

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=foton%20ku%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1
İAPETUS

İapetus,Satürn gezegeninin üçüncü büyük uydusu. 1671'de keşfedildi. Biricik uydumuz,aydan çok daha ufak,önemsiz bir kaya parçası gibi duruyor. Biraz daha ufak olsa,basit bir astreoid dahi sayılabilirdi. Ta ki,gökbilimcilerce keşfedilinceye kadar. İki renkli yapısı eskiden berri İapetus'u ilginç kılmıştır. Cassini isimli uzay aracımız, bazı anormallikler keşfedinceye kadar, uydunun tek ilginç özelliğinin bu olduğu sanılıyordu.

Bu anomaliler,öylesine ilginçler ki,İapetus'u evrenin belki de en gizemli objesi kılıyorlar.

Her şeyden önce,İapetus; iki yarım küresi neredeyse birbirinden tamamen farklı bir uydu. Bir yarım küresi zeytin karası diğer yarımküresi ise a4 fotokopi kağıdı beyazı. Adeta,ying yang küresini andırıyor. İki yarımküre arasında korkunç bir tayf farklılığı var. Daha önce hiç rastlanılmamış bir şey bu.

Daha da ilginci, uyduyu tam ortasından bölen ve neredeyse, 1500 kilometre uzunluğundaki devasa set. Bu set,nedir ve nasıl oluşmuştur bilinmiyor. Ancak, oldukça düz bir hat izleyerek ilerleyen bu set,uzaydan da rahatlıkla görülebilecek kadar uzun ve 20 km yüksekliğinde.

Uydunun bir diğer garip özelliği ise, köşegen yapısı. Bu uydu,alışık olduğumuz uydu ve gezegen fiziğinin aksine, oval veya geoit biçimli değil, köşeli. Evet,bu uydu bir tür köşegen.

Uydunun yörüngesi de diğer uydulardan tamamen farklı. Sanki özel olarak oraya konmuş gibi,kendisine has bir dönüşü var.

Dönüş boyunca,renk değiştirmesine sebep olan,karanlık bir maddeyle kaplı oluşu da başka bir muamma. Bu madde neyin nesi ?

Gezegen içinde,sürekli yer değiştiren ve her ne hikmetse hakim tonun tam zıttı renkte, siyahsa beyaz,beyazsa siyah lekelerle kaplı,bu uyduda donmuş halde su bulunduğuna dair kuvvetli deliller de keşfedilmiş.

İşi daha da içinden çıkılmaz hale sokan, Cassini'nin yolladığı verilerin bir şekilde "kaybolması". Nasa,uydu üzerinde aylar süren çalışmalar yaptı ve türlü teoriler üretildi. Ancak, yine de bu uydunun sıradışı özellikleri tam olarak açıklanabilmiş değil.

Uydunun gizemi,ünlü yazar, Arthur C. Clarke'ı da oldukça etkilemiş. Ünlü romanı 2001 S.O. 'i kaleme alırken, bu uydudan ilham aldığı biliniyor. Konuyla ilgili tüm araştırmaları yakından takip etmiş.

Uzaylısever camiası, uyduyu şimdiden bir uzaylı anıtına çevirmiş durumda. Belki gerçekten de, bu uydu yapay. Belki başka bir medeniyetin,son kalıntısına bakıyoruz. Ancak bir açıklama varsa da,şu an için o açıklamadan oldukça uzaktayız.

Ayrıntılı bilgi için, tıklayın, tıklayın, tıklayın,tıklayın. tıklayın.
Cumberland Spaceman/Cumberland Astronotu

İngiliz tarihinin en ilginç sırlarından biri, Jim Templeton'un 1964 yılında çekmiş olduğu fotoğrafır.

Kim lan bu adam ?

Evet,bu fotoda görülen,platin elbiseli kişi yada varlık nedir ?

Jim Templeton,1964 yılının 24 mayısında, gayet güzel bir pazar sabahı, küçük kızını yeni elbiseleri üzerindeyken fotoğraflamak ister. Cumberlond Körfezi'nin gayet nezih,çiçeklerle bezeli çayırlarındadırlar. Templeton usta bir fotocudur. Hükümet için çalışmış,madalyalı ve saygın bir simadır. Denklaşöre bastığı andan itibaren havada garip bir titreşim olur. O ve karısı ürkmüşlerdir. Ancak bu olay günün geri kalanını bozmaz.

Asıl şok,Templeton'un fotoğrafı banyo etmesinden sonra gerçekleşir. Fotoğraftaki garip bir varlık ,kızının arkasından,kendisine selam etmektedir.

İşin garip tarafı ise daha sonra yaşananlar. Zira,İngiliz Hükümeti o dönemde, balistik füze yarışına katılmıştır ve etrafta cidden ilginç şeyler olmaktadır. Hükümet konuyla uzun uzadıya ilgilenir. Siyah takım elbiseli bazı şahıslar,ikide birde Templeton ailesini rahatsız etmeye başlar. Hatta Templeton, o platin elbiseli zatı daha sonra yeniden gördüğünü iddia eder.

Bir dosya açılır ve fotoğraf analizlere tabi tutulur. Sonuçların bir kısmı hala İngiliz Savunma Bakanlığı arşivindedir. Büyük kısmı diyorum zira bazı "eksik" parçalar var. Tam olarak, dönemin hükümeti olayla ilgili ne keşfetmiştir ?

Ufo hadiselerine pek inanmam. Ancak bu olay,oldukça ilginç. Ortada kesin ve net bir delil var. Delil oldukça sağlam. Bu varlığın uzaylı olduğu iddiası ne kadar doğru bilmiyorum. Ama konu hakkındaki tek teori bu değil. Bir zaman yolcusu mu, görünmezlik deneylerinin bir sonucu mu, paralel evrenden bir kırılma mı ? Olasılıklar sınırsız.

Orada kesinkez bir varlık olduğu ise bir gerçek. Hükümetin konuya dair çok ayrıntılı bir rapor tutacak kadar işi ciddiye aldığı da. Raporun tamamının şu an var olmadığı da.

BBC gibi saygın bir kurum da,konuyu inceleme ihtiyacı duymuş. İzlemek isterseniz,vidyo burda.
Pozitif bilimin açıklayamadığı bazı şeyler vardır. Günlük hayatlarımıza karışan bu gerçekler, modern bilimle alay etmekte.

Bu büyük gizemlerden belki de en ünlüsü;

Le Cola

Le Cola,BİM ailesinin en eski icatlarından biridir. Ekonomi biliminin tüm kurallarını hiçe sayan bu icadın insan havzalasında yarattığı gizemler ,saymakla bitmez:

Bu icat,yaklaşık 10 yıldır piyasadadır. Üstelik,parekende satışında en ufak bir fiyat artışı yaşanmamıştır. Eski para ile 600.000 lira,olarak başladığı pazarlama serüveninde bugün geldiği nokta 50 kuruştur. Zamlanmamış aksine, 10 kuruşluk bir ucuzlama ile pazarlarda yer bulmuştur. Ama nasıl ?

Le Cola'nın bir diğer garip özelliği; donmaya karşı direncidir. Saatlerce dondurucuda kalsa dahi kolay kolay donmaz. Soğuk havalarda,araçlara katılan antifriz özelliği vardır. Ama nasıl ?

Le Cola'nın en ilginç tarafı ise, içimidir. Light cola piyasasında kendine has dehşet verici bir damga vurmuştur. Diğer şekersiz kolaların renksiz aromasına karşılık,Le Cola'nın yakaladığı lezzetin kaynağı büyük merak sebebidir. Ama nasıl ?

10 yıldır,sofralarımızı süsleyen, Kapitalizm'in tüm kurallarına direnen ,insanlığa yepyeni bir pencere açan bu kolanın kaynağı nedir ? Mucidi kimdir ? İşte bütün bu sorular,hala cevapsız.Yoksa,galaktik bir komplo mu ?

Bilimin tüm adamları,hala bir cevap veremedi.

Peki,işte öyle bir şey !!!!!
Bir mesaja cevap veriyorsunuz.
GİRİŞ YAP
Şifremi Unuttum!

ÜYE DEĞİL MİSİNİZ?

HEMEN ÜYE OLUN
Aktivasyon Mailim Gelmedi!
ŞİFREMİ UNUTTUM
AKTİVASYON MAİLİ GÖNDER
ÜYE OL