WITCHHAMMER, Otakar Vávra ve Malleus Maleficarum

Cadılar ve cadılık üzerine çekilen film sayısı hayli fazla olsa da, bunlar içinde çok azı konuya tarihsel ve gerçekçi açıdan yaklaşmayı seçiyor. İlk akla gelenler Haxan (1922), The Passion of Joan of Arc (1928), Day of Wrath (1943), Witchfinder General (1968) ve tabii ki yazımızın konusu olan, 1970 yapımı Witchhammer (Kladivo na Carodejnice). Bu saydığım beş film arasında da açıkçası Çek yönetmen Otakar Vávra’nın Witchhammer’ı, tarihte yaşanan olayları tüm iğrençliğiyle anlatması açısından diğerlerinden biraz daha farklı bir noktada. Cadılığın adeta bir kurum gibi Engizisyon Mahkemesi tarafından uydurulmuş olması, engizisyon yargıçlarının yaptıkları suçlamalara ve işkence yöntemiyle aldıkları itiraflara aslında kendilerinin bile inanmadığı, suçlanan her “cadının” malvarlığının “cadı” yakıldıktan sonra yargıca kalacak olması gibi “ayrıntıların”(!) açıkça işlenmesi, Vávra’nın Witchhammer’ını benzerleri arasında öne çıkartıyor.

Cadılık – Kısa Tarihçe

Öncelikle kısaca “Ortaçağ’da yakılan cadılar” efsanesini düzeltelim. Ortaçağ’da cadılık suçlamasıyla kimsenin öldürülmediğini söyleyemeyiz elbette ancak vaka sayısı o kadar azdır ki, özellikle Ortaçağ’ı takip eden yüzyıllarla karşılaştırdığımızda, istatistiklerde sayı neredeyse sıfıra yakın çıkacaktır. Ortaçağ’ın bin yıllık bir dönem olduğunu, cadılık suçlamalarının da sadece 1300’lerin başından itibaren artış gösterdiğini [1] unutmayalım. Ayrıca Ortaçağ’da cadılıkla suçlanmak ile 16 ve 17. yüzyıllarda cadılıkla suçlanmak arasında, neredeyse hayat ile ölüm arasındaki kadar net bir ayrım söz konusu. Richard Kieckhefer’in Magic in the Middle Ages (1989) başlıklı kitabında çok güzel ifade ettiği gibi, “daimonology” daha çok Ortaçağ “cadılarına” atfedilirken (daimon: Şeytan ile bağlantısı olmayan, Cennet’ten kovulmuş melekler anlamında) “demonology” tabiri (demon: iblis) doğrudan 16. yüzyıl ve sonrasında “cadılara” yöneltilen suçlarla bağlantılı hale gelir. Kısacası Şeytanla anlaşma yapan, süpürgesine binip uçarak seyahat eden cadı anlayışı, daha çok Ortaçağ sonrası döneme aittir. Ruhban sınıfının bazı üyeleri ve özellikle de Engizisyon Mahkemeleri, bu tür bir cadılık anlayışının halk arasında yayılması için canla başla çalışmışlardır.

Engizisyon Yargıcı Boblig (ayakta)

Ortaçağ’da çok az “cadı yakma” vakası olduğunu söylemiştik, bunlardan en ünlüsü elbette 30 Mayıs 1431’de, henüz 19 yaşındayken Rouen’da canlı canlı yakılan Jeanne d’Arc. Devlet tarafından “Azize” ilan edilmesinin (1920) ölümünden yaklaşık 500 yıl sonraya rastlaması cadılık korkusunun krallar ve imparatorlar arasında bile çağlar boyunca canlı kaldığını net bir şekilde gösteredursun, Jeanne d’Arc örneği aslında tüm Ortaçağ sonrası cadılık suçlamalarına da ışık tutmakta. Zira Jeanne’ın cadılıkla suçlanmasının tek sebebi İngilizler’in, Fransa Kralı ilan edilen VII. Charles’ın “kutsal olmayan bir yolla” tahta oturduğunu kanıtlamak istemeleriydi. Dolayısıyla Jeanne’ın cadılıkla uzaktan veya yakından ilgisinin bulunup bulunmaması, Jeanne’ın yargıcı “domuz” Cauchon dahil kimsenin umurunda değildi aslında.

“Engizisyon Yargıcı” ve “Hakim Kalemi”, bir gecede getirildikleri bu görevlerden önce (hancı) ve sonra.

İşte 16 ve 17. yüzyıllarda ve hatta daha sonraki yüzyıllarda dahi yapılan cadılık suçlamaları da, ne yazık ki hiçbir zaman “Hristiyanlık adına doğru olanı yapmak” ile ilgili değildi, Engizisyon’un amacı hayli farklıydı. Fransız Ortaçağ uzmanı Christine Lemaire-Duthoit’ya göre, “Haçlı Seferleri başarılı ilerler, Yahudiler de ülkeden sürülmüşken, Kilise’ye yeni bir düşman gerekiyordu ve cadılar bu profile tam uyuyordu” (2011: 125). Kısa tarihçemizi noktalarken üstad Mircea Eliade’a söz verelim: “Cadı avı, son putperestlik kalıntılarının, yani esas olarak bereket tapımlarının ve erginleme senaryolarının tasfiyesini amaçlıyordu. Bunun sonucu, halk dinselliğinin yoksullaşması ve bazı bölgelerde kırsal toplumların gerilemesi oldu (2009: 259). Otakar Vávra da Witchhammer’da cadı mahkemelerindeki bu ikiyüzlülüğe çeviriyor kamerasını ve ortaya, özellikle gücü elinde bulunduranlar bağlamında son derece sivri bir toplumsal eleştiri çıkıyor.

Witchhammer – Kaynak Metin

Film, Çek yazar ve gazeteci Václav Kaplicky’nin (1895-1982) aynı adlı tarihsel romanına (1963) dayanıyor. Roman elbette kurgu olsa da, nasıl ifade edelim, her tarihsel romanda olduğu gibi, “çok da kurgu değil” büyük oranda gerçeklere dayanıyor. Romanda 1600’lü yıllarda, Moravya ve Bohemya’da (günümüz Çek Cumhuriyeti toprakları) yaşanan cadı kıyımları ele alınmış. Roman ve filmdeki Engizisyon yargıcı da yine gerçekte var olan bir kişilik, yargıç Jindrich Frantisek Boblig of Edelstadt (1612-1698). Ne yazık ki 100’den fazla masum insanı haksız yere suçlayıp canlı canlı yaktıktan sonra bile huzur ve refah içinde uzun bir ömür yaşamış. 17. yy’da Kuzey Moravya’da yaşanan cadı kıyımlarının kökeninde Protestan hareketini bastırmak hatta yok etmek yatıyordu, Boblig’in cadılıkla suçladığı insanlar da çoğunlukla Protestan inancına sahiptiler. Elbette “Protestan inançlarını açık ettikleri için yakılacaklar” bilgisinin halka ulaşması Boblig için daha önemliydi, yoksa gerçekte kimin neye inandığının tüm bu olan bitenle pek bir ilgisi yoktu aslında. Filmde de çok net bir şekilde görülebileceği gibi, işkence suçu altında alınan itirafları da bizzat Boblig ve diğer yargıçlar suçlanan kişiye dikte ediyorlar, hatta önceden kendileri yazıp, cadılıkla suçlanan kişilere zorla ezberletiyorlar, işkence sırasında da “itiraf” adı altında tekrar ettiriyorlardı.

1969 yılına, Witchhammer’ın çekimlerinin başladığı döneme geldiğimizdeyse yönetmen Otakar Vávra’nın amacı, Kaplicky’nin kaleme aldığı romandaki olaylar sayesinde, Çekoslovakya komünist rejimini (1945-1993) eleştirmekti. 1970’lerde, ülkenin 1993 öncesindeki adıyla Çekoslovakya’da, devlet adamı (ve sonraki yıllarda, Çek Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı) Vaclav Havel aracılığıyla kurulu komünist rejime karşı başkaldırı hareketi hız kazanmaya başlamıştı, Otakar Vávra o dönemle ilgili olarak “Golden Sixties” adlı TV programında (2009) şöyle der: “Filmimi 1969’da, yani olaylar 1970’de kızışmaya başlamadan hemen önce çekebilmiş olmam büyük şans. Ancak filmi yine de Prag’ın merkezinde gösterime sokmak imkansızdı. İnsanlar Prag’ın yakınlarındaki varoş mahallelere ve köylere ulaşabilmek için otobüslere binip filme akın ettiler. Film gösterime girdiği yıl bir milyon kişi tarafından izlendi”. Bu da filmde, gücü elinde bulunduranlara yönelik eleştirilerin 1970’ler Çekoslovakya’sı için ne kadar geçerli olduğunun bir kanıtı.

Witchhammer ve Sinemasal Estetik

Ancak bu yapımı, Vávra’nın “filmi göstermelik Slánsky mahkemelerine tepki olarak çektim” beyanına [2] rağmen sadece politik bir taşlama olarak görmek, yine Vávra’ya haksızlık etmek olacaktır çünkü filmin sinemasal duruşu ve yarattığı görsel estetik çok güçlü. Daha da önemlisi, “gücü eline geçirenlerin ne pahasına olursa olsun o gücü kötüye kullanmaları” konusu politik bir gönderme olarak ele alınabilecek olsa da, filmde bu vurgu dışında 1970’ler Çekoslovakyası’na veya genel anlamda modern hayata doğrudan yapılmış bir atıf bulunmuyor, Vávra 1600’ler aura’sından hiçbir şekilde ödün vermeden o döneme ait çok gerçekçi bir tablo çizmeyi başarmış. Kamera arkasında (senaryo) önemli sinemacı Ester Krumbachová ve yine usta sinematograf Josef Illik ile çalışan Vávra, Krumbachová hakkında yine Golden Sixties programında şöyle der: “On parmağında on marifet olan biriydi, neredeyse bir Rönesans kadını diyebilirim onun için. Onu en başta filmdeki mücevherler için tutmuştum, çok güzel ve ince işlenmiş takılar yaptı, harikaydı. Ardından ise senaryo müdahaleleri, sahne fikirleri derken neredeyse herşeyle ilgilenmeye başladı, katkıları filmi çok zenginleştirdi.”.

Tamamen siyah beyaz olarak çekilen Witchhammer, kolaylıkla Carl Theodor Dreyer’in Day of Wrath filmiyle, hatta Passion of Joan of Arc’ıyla karşılaştırılabilir. Kişisel bir not düşmem gerekirse, Dreyer estetiğine yaklaşan çok az sinemacı olduğunu da söylemek isterim, bu noktada Vávra övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Kamera konumlanışı (sahnenin ağırlığına göre belden aşağı, Amerikan veya yukarıdan çekim gibi), senaryonun görsel anlatım yardımıyla hissettirmeden karakterler bağlamında genel ile özel olan arasında gidip gelebilmesi, dönemsel bilgilerin sinemasal bir dille, usulca verilmesi gibi öğeler siyah beyazın plastik güzelliğiyle buluşunca ortaya hem dehşetengiz, hem de estetik dışavurumun yüksek seviyede açımlandığı bir yapım çıkıyor. Filmin son derece hümanist bir yaklaşımı bulunduğunu da eklemek gerek, özellikle işkence sahnelerinde bu hümanizm ön plana çıkıyor. İşkence altında, zorla, baskıyla alınan yalan ifadelerin, uydurma itirafların betimlendiği sahneler, insanın işkence altında ne kadar savunmasız kaldığını gösterirken bir anlamda işkencenin, bu insanlık suçunun hukuktaki en ağır suç sayılması gerektiğinin de altını çiziyor.

Malleus Maleficarum (Hammer of the Witches)

Witchhammer’da yargıç Boblig (Vladimir Smeral), yüksek rahip Lautner’in (Elo Romancik) kitaplarına bakarken eline geçirdiği bir hukuk kitabına bakıp “Hukuktan da hiç anlamam!” deyip kahkaha atar, ardından da başka bir sahnede yine Lautner’e dönüp “Bana tek kitap yeter” dedikten sonra eline aldığı kitap, elbette din adamları Henry Institoris ile Joseph Sprenger tarafından 1486’da yazılmış olan, kabaca cadıların saptanması, işkence dahil farklı yöntemlerle itiraflarının alınması ve cezalandırılmaları konularını ayrıntılı bir şekilde (yaklaşık 600 sayfadır) betimleyen Malleus Maleficarum’dan (Cadıların Çekici) başkası değildir. Bu kitabı okurken en çarpıcı olan durum belki de kitabın yazarlarının herşeyden önce kendilerini aklamaya çalışmaları. Bu hem “cadılık suçlamasının” ne kadar yapışkan, “çamur gibi izi kalan” bir şey olduğunu gösterebilir, o kadar ki din adamları bile kendilerini güvende hissetmezler, zira sadece bir suçlama ve işkence altında alınmış birkaç itiraf, idam kararı için yeter de artar bile.

Rahip Lautner (Elo Romancik), elinde Malleus Maleficarum ile.

Ancak bu “kendini aklama” girişiminde daha da önemli bir ipucu gizli; kitabı yazan bu iki rahibin, aslında “cadılarla” ilgili bütün bilgileri kendilerinin uydurduğu gerçeği. Bu saptamayı 1600’lerde herhangi bir Engizisyon yargıcına yapmak imkansızdı tabii, ancak kitapta cadıların nerede buluştukları, Şeytan’la veya iblislerle nasıl bir ilişki içinde oldukları, kutlamalarda neler yaptıkları gibi bilgiler o kadar ayrıntılı veriliyor ki, yazarlar “Bu bilgilere sahip olmak dinî küfür müdür?” başlıklı kocaman bir bölüm bile açmışlar. Kendilerini aklıyorlar tabii, küfür değilmiş güya. Kitapta bazı tutarlılık sorunları da mevcut, örneğin Institoris ile Sprenger’in “cadılar aslında uçmuyorlar, sadece uçtuklarını hayal ediyorlar” önermesi. Bu ihtimali kesinlikle göz önüne almama nedenlerini, “Tanrısal ve kutsal varlıklar dışında hiçbir varlık doğaüstü bir eylem gerçekleştiremez” yasası ile açıklıyorlar. Öte yandan “sadece uçtuğunu hayal eden” birisini alevler arasına göndermek de en hafif tabiriyle “tuhaf” olacağından, hemen ardından “bir kişinin uçtuğunu hayal etmesinin tek yolu, ruhunu Şeytan’a satmasıdır” deyiveriyorlar. Kısacası sadece ve sadece kendi içinde tutarlı olan bir saçmalık abidesi, filmdeki rahip Lautner’in deyişiyle “Hristiyanlık adına utanılması gereken, dine küfreden” bir kitap.

Zuzana rolünde Sona Valentová

Sonuç

Sonuç olarak başına o amaçla oturmasanız bile sonunda sizi derin düşüncelere itme kapasitesi yüksek olan bir film Witchhammer. “Entertainment” yani “hoşça vakit geçirmek” için izlenmesi pek mümkün olmayan, hem kendisini hem de işlediği konuyu fazlasıyla ciddiye alan, ağırbaşlı bir yapım söz konusu. Korku filmi olmasa da, 1600’lerde yaşananların, yani tarihin farklı şekillerde de olsa tekerrürden ibaret olduğunu hatırladığınızda hayli korkutucu olabiliyor. Otakar Vávra’nın Witchhammer’ı siyah beyaz sinema estetiğinin, görsel ve yazınsal dışavurumun, ayrıca oyunculukların da üst seviyede olduğu, mutlaka izlenmesi gereken bir yapım. Bol filmli günler.

H. Necmi Öztürk

KAYNAKÇA

  • Boureau, A. Satan hérétique : Naissance de la démonologie dans l’Occident médiéval (1280-1330), Odile Jacob, 2004
  • Eliade, M. Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi Cilt:3, Kabalcı Yayınları, 2009
  • Institoris, H., Sprenger, J. Le Marteau des sorcières – Malleus Maleficarum (Latince’den Fransızca’ya çeviren ve önsöz: Armand Danet). Grenoble. Editions Jérôme Millon. 2014
  • Kieckhefer, R. Magic in the Middle Ages, Cambridge University Press, 2014
  • Lemaire-Duthoit, C. Magiciens et sorciers au Moyen Age, Editions Ellipses, 2011

[1] Alain Boureau’ya göre demonoloji Orta Çağ Avrupası’nda 1280 – 1330 yılları arasında ortaya çıkar ve bu aktivitelere Kilise’nin müdahale etmesi için de Papa 22. Jean (1316-1334) önayak olmuştur.

[2] 20 Kasım 1952’de, Çekoslovakya Komünist Partisi Genel Sekreteri Rudolf Slansky, partinin 13 önemli üyesiyle birlikte “komünizm karşıtı eylemler” suçlamasıyla tutuklanır ve bu 14 kişiden, Slánsky’nin de içinde olduğu 11 parti üyesi 3 Aralık 1952’de Prag’da asılırlar, diğer 3 kişi de müebbet hapis cezasına çarptırılır. Çok kısa süren mahkeme süreci tamamen göstermelik (“show trial”) olarak nitelendirilir.


Bir Cevap Yazın