“Ben bu kulaklara göre ağız değilim…”
Son zamanlarda bu Nietzsche sözünü düşünüyorum. Önemli olan anlaşılmamak mı? Yoksa yeterince dinlenmemek mi? Etrafımızdaki yüksek sesle konuşup, gülenlerden kendimizi ifade edemiyor muyuz? 90’ları çocuk olarak yaşamış biri olarak neden bu kadar o zamanları özlüyorum ki? O zamanlar anlaşıldığım için mi? Tüketim toplumunda, herkes kendini tüketiyor, herkes açık artırmada kendini sergiliyor ve bu insanlardan bizi anlamalarını mı bekleyeceğiz? Zor bir durum. Nietzsche bu sözünü kendisini o dönem anlamayacaklarını bildiği için sonraki kuşaklara ithafen söylemişti. Bu cümleyi içselleştiren kimselerden biri de ben oldum sanırım. Bu dünyada, bu popüler kültür aldatmacasında, herkes dikkat çekmek için çeşitli maymunluklara başvururken, bir iki düzgün kelam etsen, sen maskara oluyorsun.
Geçen motosiklet sürerken asfalt üzerindeki kumda kayıp düştüm. Ayağım motorun altında kaldı, dizim yarıldı falan. Bileğimin kırılacağını sanmıştım ama esnedi esneyebildiği kadar ve ezikle atlattım. 2 gün dinlendim geçti. Anlatacağım olay ise şu. Ben düşerken görenler oldu, yardım edenler oldu kaldırmak için. Yalnız bir tane çocuk vardı Kadıköy Belediyesi Fen İşlerinde çalışan, kaldırımları yenileyen ekipten. Kakara kikiri güldü çocuk bana. Düşmüşüm neredeyse bileğimin kırılmasına ramak kalmış. Belki karşıdan bir araba gelse altına girip öleceğim. Ama kikir kikir gülüyor. Acayip zoruma gitti resmen. Birkaç gün sonra tekrar karşılaştık bu sefer o sekiyordu, ayağına taş düşmüş. Ben gülmedim ona, hoş benzer durumu yaşamasam da gülmezdim. Sağduyu bitmiş, diyeceğim odur. İyi niyet bitmiş. Son 15 yıldır yapılan televizyon programlarından belliydi zaten bu. Güleceksin, geçeceksin, söveceksin geçeceksin. Lüks yaşantıları görüp, onlardan olacaksın, özeneceksin. Diğerlerini aşağılayacaksın, kutuplaştıracaksın, bağırıp çağıracaksın ya da götünü açacaksın. Bunlar malzeme yapıyor artık.