Nou's Writings..

Binlerce ukde arasında birkaç nükte; yaşanmışlıklar..

10.06.2024

"Ben Bu Kulaklara Göre Ağız Değilim.."


“Ben bu kulaklara göre ağız değilim…”

Son zamanlarda bu Nietzsche sözünü düşünüyorum. Önemli olan anlaşılmamak mı? Yoksa yeterince dinlenmemek mi? Etrafımızdaki yüksek sesle konuşup, gülenlerden kendimizi ifade edemiyor muyuz? 90’ları çocuk olarak yaşamış biri olarak neden bu kadar o zamanları özlüyorum ki? O zamanlar anlaşıldığım için mi? Tüketim toplumunda, herkes kendini tüketiyor, herkes açık artırmada kendini sergiliyor ve bu insanlardan bizi anlamalarını mı bekleyeceğiz? Zor bir durum. Nietzsche bu sözünü kendisini o dönem anlamayacaklarını bildiği için sonraki kuşaklara ithafen söylemişti. Bu cümleyi içselleştiren kimselerden biri de ben oldum sanırım. Bu dünyada, bu popüler kültür aldatmacasında, herkes dikkat çekmek için çeşitli maymunluklara başvururken, bir iki düzgün kelam etsen, sen maskara oluyorsun.

Geçen motosiklet sürerken asfalt üzerindeki kumda kayıp düştüm. Ayağım motorun altında kaldı, dizim yarıldı falan. Bileğimin kırılacağını sanmıştım ama esnedi esneyebildiği kadar ve ezikle atlattım. 2 gün dinlendim geçti. Anlatacağım olay ise şu. Ben düşerken görenler oldu, yardım edenler oldu kaldırmak için. Yalnız bir tane çocuk vardı Kadıköy Belediyesi Fen İşlerinde çalışan, kaldırımları yenileyen ekipten. Kakara kikiri güldü çocuk bana. Düşmüşüm neredeyse bileğimin kırılmasına ramak kalmış. Belki karşıdan bir araba gelse altına girip öleceğim. Ama kikir kikir gülüyor. Acayip zoruma gitti resmen. Birkaç gün sonra tekrar karşılaştık bu sefer o sekiyordu, ayağına taş düşmüş. Ben gülmedim ona, hoş benzer durumu yaşamasam da gülmezdim. Sağduyu bitmiş, diyeceğim odur. İyi niyet bitmiş. Son 15 yıldır yapılan televizyon programlarından belliydi zaten bu. Güleceksin, geçeceksin, söveceksin geçeceksin. Lüks yaşantıları görüp, onlardan olacaksın, özeneceksin. Diğerlerini aşağılayacaksın, kutuplaştıracaksın, bağırıp çağıracaksın ya da götünü açacaksın. Bunlar malzeme yapıyor artık.

7.06.2024

Galata'ya Çıkamadan..


İki deniz birbirine karışmamış bu âlemde
Âşıkla maşuk kavuşmamış çok mu?
İki kalp ortasından kırılmış da
Nasıl bir iştir bu yenisi yok mu?

Ne terazi dengede durur,
Ne tahterevalli.
Bir taraf ağır çeker,
Tükenir ve vazgeçer.

Şöyle biraz da
Bir ömür yaşamak Beyoğlu’nda
Ve Galata’ya çıkamadan ölmek
Aşk da budur demek; olacakken kaybetmek

Dert değil oysa.
Yetişemedik madem, bekleriz
Sonsuz denen bir kavram var öyleyse
Sayarız sonsuzdan geri..





5.06.2024

Orhan Veli'yi Anlamak..


Orhan Veli’yi anlatmak benim haddime midir ki. Ama birkaç kelam etmek gerekiyor. Üstat nasıl 36 yıllık bir ömürde ülkeye kocaman bir imza bırakabilmiş hiç düşündünüz mü? Düşünelim öyleyse, onu diğerlerinden ayıran özelliği neydi? Nasıl Türk şiirine damga vurabildi?

Orhan Veli halkı biliyordu. Çünkü balolarda, resepsiyonlarda frakla salınmıyordu. Tozlu kaldırımlarda, eski esvaplarıyla turluyordu. Vatandaşı görüyordu, onlar gibi konuşuyordu, estetik aramıyordu. İçinden geleni en yalın haliyle yazıyordu. Şiiri okuyan anlayacak arkadaş! Ben anlayacağım, sen anlayacaksın, pazardaki Halime teyze, pide kuyruğundaki Yakup amca anlayacak. Eğip bükmeyeceksin yazdıklarını. Anlaşılmaz değil duru olacak yazdıkların. İşte en büyük özelliği buydu. Doğal manzarayı çizip herkese şifresiz yayınlıyordu üstat. Bunu en güzel o başarmıştı o zamana kadar.

Garip dediler, ama esas oydu. Yapay, gösterişli ve makyajlı şiirlerden daha çok kafiyesiz, kuralsız şiirler doğal değil miydi zaten. Sanat sanat için miydi, yoksa toplum için mi? Sanatı toplum mu anlamalıydı, yoksa sadece sanatçılar mı anlamalıydı? Orhan Veli şiirlerini ayrıştırmadan, anlamda bütünlüğü koruyarak herkese aktarabildiği için üstat idi.

“Bir yer var biliyorum, 
Her şeyi söylemek mümkün. 
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum 
Anlatamıyorum...”

Bu dizeleri kimler yaşamamıştır ki? Kimler tanımlayamadığı, açıklayamadığı, izah edemediği durumlarda bulmamıştır kendini. Orhan Veli ve arkadaşları gibi dersi kırıp bir yerlere giden hiç olmamış mıdır? Yani o bizim yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz her şeyi bize yazmıştır. Boğaza bakıp iç geçirmiştir, kim İstanbul’u dinlememiştir ki onun gibi.

2.06.2024

The Words..


Bugün yeni bir başucu filmi keşfettim. Bu filmi sizler de bilip izlemelisiniz. Zira edebiyatla ilişik ve içinde aşk da barındırıyor. Beni tanıyanlar çok az film beğendiğimi ve onlardan da azını değerlendirme olarak yazdığımı bilirler. Bu film bir değerlendirmeyi hak ediyor hem de fazlasıyla.

Filmde amatör bir yazar var. Çalıştığı işini bırakıp kendini yazarlığa adayan bir karakter. Rory adındaki bu karakterin yazarlıkta pek şansı yaver gitmiyor. Rory'nin iyi geçindiği bir sevdiği var. Yazdığı romanları her yayınevine gönderiyor ama hep reddediliyor. En sonunda bir ajansta düşük kademede bir işe giriyor. Bağlantılar edinmek istiyor. Bu arada babasıyla da problemlerinin olduğu aşikâr. Babasından destek bekliyor yazarlık yapabilmesi için. Ama babası ilgili davranmıyor. Sevgilisiyle evleniyorlar, balayı için Paris’e gidiyorlar. Orada bir antikacı dükkânında eski bir çantaya çarpıyor gözü. Almak istemiyor, ama beğendiğini gören sevgilisi ona o çantayı alıyor. Eski püskü 50-60 yıllık bir çanta bu. Balayı bitiyor ve Amerika’ya geri dönüyorlar. Bu zaman zarfında yazdıkları reddedilmeye devam ediyor. Bir gün çantayı açıp içine çalışmalarını koymak isterken bir bölmesinde kitap taslağı buluyor. Okuyor ve mest oluyor. Sürekli aklında dönüyor bu taslak. İsimsiz, sayfaların her birinde parmak izi olan bu taslak aklından hiç çıkmıyor. En sonunda bilgisayarına aktarıyor bu taslağı. Sevgilisi bilgisayarını açtığında bu taslağı onun yazdığını sanıyor ve o da büyüleniyor. Hemen çalıştığı ajansın sahibine göstermesini istiyor. O da zaten kitabı sahiplenip sahiplenmeme konusunda ikilemde ama sevgilisinin bu tavrı onu kitabı sahiplenmeye itiyor. Sonrasında kitabı ajans sahibine gösteriyor, göz atmasını istiyor.


Bu arada filmde üçüncü bir karakter var, bu yaşananları aktaran. Bir bienalde bu bölümleri okuyor roman edasında.

Biraz zaman geçiyor sonrasında Rory sahiplendiği kitabı tamamen unutacakken ajansın sahibi taslağa göz attığını ve inanılmaz bir yapıt olduğunu söylüyor. Temsilcisi olmayı teklif ediyor. Rory bu anın hayaliyle yanıp tutuştuğundan anlaşıyorlar ve olaylar başlıyor. Kitap dünya çapında büyük bir etki uyandırıyor. Muazzam bir popülerlik ve şöhret sağlıyor Rory’e. Bu arada yaşlı bir adamdan (old man) bahsediyor anlatıcı. Rory’i takip eden ve temasta bulunmak isteyen bu yaşlı adam merak uyandıran cinsten. En sonunda bir parkta yan yana oturdukları bankta iletişime geçiyorlar.

30.05.2024

Dönelim İleriden..


Nasıl bir demdir bulamadık huzur
Gamla yunduk da olamadık mesrur
Biziz işte sapa yollara mecbur.
Gidelim bu âlemden.
Bu âlem yalan be çocuk.

Cüzdanlar ince, ceketler dar
Kimsede kalmamış namus, hayâ, ar.
Hiç kâr görmedik, hep yazdı zarar.
Dönelim şu ileriden.
Bu güzergâh dert be çocuk.

Maddeye taptık da manayı unuttuk
Bataklıktan ziyade gölü kuruttuk
Küfürden, kibirden abideler yonttuk.
Çekilelim o seferden
Yaşamak ne zormuş be çocuk, ne zormuş...